Havz-û Kevserî: Modern Pratikleri Düzmece Mâtûrîdîlikle Vaftiz Etmek

Yazan: 08 Nisan 2021 1329

İlahî hadlere riayet... Kendisine bigâne kalınınca hudutsuz nasiplere malik olmanın da muhal hale geldiği keyfiyet... Ya da yine kendisine bigâne kalınınca hudutsuz azaba duçar olmanın beraberinde geldiği keyfiyet... İlahî hadlerin hürriyete mâni olduğunu söylemek buradan bakınca ne de büyük zillet ifadesi... Gerçi sadece buradan değil nereden bakarsak bakalım zillet...

Basit olanın karmaşıklaştığı, ulvî olanın basite indirgendiği bir hengamede neyi, nasıl anlatalım...

Hakikat ile kulak, kulak ile de kalp arasında nefsanî duvarların, çağın illetlerinin engeli olduğu bir vasatta kime, ne anlatalım...

İzah ne büyük dert...

Allah’ım bizi izah müşkülünden kurtaracak hâli nasip et...

İçtihadla Nesh, Laiklik ve Bağrını Küfre Açmak

Hz. Ali’ye (k.v) isnad edilen bir hikmet vardır:

“İnsanların, dünya işlerinden birini yoluna koymak gerekçesiyle dinlerinin emirlerinden terk ettikleri hiçbir şey yoktur ki Allah onların başına (düzeltmek istedikleri o işten) daha zararlısını getirmesin”

İmam Kevserî makalesinde bu hikmete yer verdikten sonra hemen ardından şunu söyler:

“Bu tarihin her döneminde müşahede edilmiş bir hakikattir.”

Özellikle Müslümanların dünya işlerini ilahi emirlere uydurmak takatinden düştüğü dönemlerde şark kurnazı tavrı ve kurtarıcı edasıyla meydana çıkan tiplemeler eliyle büyük buluş diye ortaya atılan ama aslında hakikat cambazlığı olan her iş buna misaldir. Her dönemde kendine bir beden bulan fakat özellikle bu dönemde yerleştiği bedenden tüm bedenlerin hayatına musallat olmaya çalışan habis bir cin...

*  *  *

Mevzumuza hemen gelelim istiyoruz fakat meselemiz reddiye yapıp geçmek değil... Ayrıca reddiye yapacak bir pozisyonda da değiliz. Bir yılı aşkın zamandır İmam Kevserî’nin adı ve manası altında kurduğumuz fikir kampında yine İmam Kevserî’nin emir telakki ettiğimiz şu sözüyle meşgulüz:

“Bir süredir bu tür insanların naralarını işitir olduk. Bana göre bunların, müçtehitlerin içtihatlarını -kendi görüşlerince- mahkûm eden içtihat iddiaları üzerinde durmadan önce, şeriat doktoru aracılığıyla, AKILLARININ NASIL ÇALIŞTIĞININ ORTAYA KONULMASINA ŞİDDETLE İHTİYAÇ VARDIR.”

İşte biz de emir telakki ettiğimiz bu ihtiyaç karşısında şeriat doktorlarının nezaretinde yani onları aracı yaparak sapmanın anatomisini, bilinçaltını ortaya çıkarmaya niyet ettik.

Niyetimiz bu...

Akıbet?

Akıbet Allah’a havale...

*  *  *

Mevzuumuza doğru yola çıkmadan, elimize öncelikle bir Araf (16-17) ayet mealini alalım ve önümüze fener yapalım:

“İblis: ‘Beni azdırmana karşılık, and içerim ki; ben de onları (insanları) saptırmak için SENİN SIRÂT-I MÜSTAKİMİN (DOĞRU YOLUNUN) ÜSTÜNDE TUZAK KURACAĞIM. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın.’ dedi.”

Başka söze ne hacet... Şimdi anlıyor muyuz Kur’an, Sünnet ve müstakim mezhep ve tarikler üzerindeki sapmanın neye tekabül ettiğini, kimin hamur teknesinden çıktığını?

Şeytan doğru yol üzerine kurduğu tuzağa düşenleri kendi hizmetine alıcı bir usulle çalışmıştır ve el ’an çalışmaktadır da...

Tuzak kuranların en hayırlısı olan Allah’ın dostlarından ve O’na (c.c) ulaştırıcı yollardan sapmaktan yine Allah’a sığınırız...

*  *  *

Yazımızın mevzusu malum... Asırlarca ümmetin itikad dünyasını muhafaza eden müstakim mezhepler üzerine bugün organize bir şekilde tuzak kurulmakta... Misal, İmam Mâtûrîdî, Tevbe Sûresi 60. ayetin tefsirini yaparken “içtihadla nesh” diye bir kavram kullanıyor. Bu lafzı gören modernist kesim kelimenin tam anlamıyla “mal bulmuş mağribî” gibi üzerine atılıyor ve müzmin bir anakronizm ile bu lafzın üzerine köşkler, saraylar inşa ediyor.

havzu.kevseri.modern.pratiklerii.111

İçtihadla nesh ibaresinden anladıkları, şer’î hükmün yapılan içtihadla ortadan kaldırılabileceği... Bu anlayış neticesinde misal, el kesme, kısasın uygulanması gibi şer’î hükümlerin günümüzde anlamını yitirdiği (haşa) ve içtihadla nesh edilmesi yani hükmünün kaldırılması gerektiğini ifade ediyorlar. Sadece bu mu? Tabi ki hayır... İçtihadla neshi böyle anladıktan sonra İmam’ın nesh hakkında söylediklerini şizofreniye kapılmış gibi yorumlayıp dinin sabit kalabileceğini söylemeyi lütfedip fakat şeriatın nesh edilebileceğini, hatta kesinlikle neshedilmesi (ortadan kaldırılması) gerektiğini söyleyerek sinsice (güya) ılımlı bir laikliğin İmam Mâtûridî üzerinden portresini çizmekteler. İçtihadla nesh ibaresi üzerine kurulan sirk bununla mı sınırlı.? Yine ve yeniden, tabii ki hayır... Yine içtihadla nesh ibaresinin kendisi için kullanıldığı “müellefe-i kulub” hadisesinden hareketle tarihselciliğe İmam Mâtûridî imitasyonundan destek bulmaya çalışmak yollu bir zihin tutulması olayı... İmam Mâtûridî üzerine kurulan cambaz sirkinin geçit alayı kaba hatlarıyla böyle...

Peki, gerçekten bunların söylediklerine yol bulduracak ifadeleri İmam serdetmiş midir? İmam gerçekten içtihadla neshin mümkün olduğunu söylüyor mu? (ki söylüyor) Söylüyorsa bundan muradı, amacı ne? Nasıl oluyor da böyle celalli ve müstakim bir İmam’ın ifadelerinden bu adamlar kendi küfrüne yol bulabiliyor?

Bakalım...

*  *  *

“Nesh” ilmî ıstılahta şer’î bir hükmün kendinden sonra nazil olan başka bir şer’î hükümle ortadan kaldırılması manasına gelir. İçki içmenin aşama aşama hükmünün değişmesi buna misaldir. İmam Mâtûridî neshin sadece iki şekilde olduğunu Te’vilat’ta şöyle ifade eder:

Bize göre nesih, yukarıda belirtildiği üzere hükmün belirli bir vakitte sona erdiğinin beyan edilmesidir. Azameti yüce Allah'ın her an hükümler koyma ve kurallar vazetmesi ULUHİYYET MAKAMININ GEREĞİDİR; bunu BAZEN KİTAPLA BAZEN DE RESULÜ’NÜN (S.A) LİSANIYLA AÇIKLAR.

İmam neshin sadece kitap ve sünnetle olacağını ifade ediyorken içtihadla nesh olabileceğini iddia edenler Tevbe Süresi 60. ayetteki tefsirinden yola çıkıyorlar. Tefsirdeki ilgili bahis:

“Daha önce Resulullah'ın (s.a.v) münafıkların liderlerine kalpleri bununla kazanılarak Müslüman olmaları için sadakalardan verdiğini belirttik. Öyle ki onun falan kişiye yüz deve, falan kişiye şu kadar verdiği rivayet edilmiştir. Yine onun Ali'nin (r.a) Yemen'den tabaklanmış deri içerisinde göndermiş olduğu bir parça altını Akra' b. Habis ve falan falan kişi arasında paylaştırdığı rivayet edilmiştir. Bu konuda Resulullah'ın, İslam'ın zayıf olduğu ve Müslümanların az olduğu, ötekilerin ise çok ve güçlü kuvvetli oldukları dönemde özellikle onların liderlerine, kalplerini kazandıracak şekilde sadakalardan verdiğine dair hadisler çoktur. Fakat bugün Allah'a hamd olsun, Müslümanların sayısı çoğalmış, din güçlenmiş, diğerleri ise zelil olmuştur. Dolayısıyla bu durum ortadan kalkmıştır. Zira Müslümanlar güçlenmişler ve sayıca çoğalmışlardır. Dolayısıyla onlarla Müslüman oluncaya kadar savaşılır. Nitekim Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'den, belirtmiş olduğumuz görüşü destekleyen rivayetler gelmiştir. Rivayet edilmiştir ki Akra' b. Habis ve Uyeyne Hz. Ebu Bekir'e gelirler ve "Ey Resulullah'ın halifesi, bizim bölgede yararsız ve hiçbir otun bulunmadığı çorak bir arazi var, bunu bize tahsis eder misin?" derler. O da bu araziyi onlara tahsis etmiş, buna dair bir belge düzenlemiş ve Hz. Ömer bu toplulukta yokken onu şahit tutmuştur. O ikisi, buna şahit olması için Hz. Ömer'e gitmişlerdir. Hz. Ömer bu yazılı belgede olanları işitince bunu onların elinden almış, içeriğine bakmış ve daha sonra yırtıp yok etmiştir. Bunun üzerine o ikisi kendi kendilerine söylenerek Hz. Ömer'e kötü sözler söylemişlerdir. Hz. Ömer onlara şöyle demiştir: Hz. Peygamber sizin kalplerinizi kazanmak için size ödeme yapıyordu zira o gün Müslümanlar azdı. Bugün ise yüce Allah İslam’ı güçlendirdi. Gidiniz, gücünüz yettiğince çalışıp çabalayınız. Eğer siz gerekeni yapıp beklerseniz, Allah da sizi gözetir. Biz bu hadisin muhtevasını benimsiyoruz. Çünkü Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'in söylediklerini ve yaptıklarını reddetmemiştir. Dolayısıyla bu, onu onaylaması anlamına gelir. O ikisinin sözü ise delil olarak bize yeter. Bizim bu konuda farklı delillerimiz de mevcuttur. Bunlardan biri şudur: Hz. Peygamber bir toplulukla antlaşma yapıyordu, zira belirtmiş olduğumuz üzere Müslümanların sayıca azlığı ve zayıflığı sebebiyle onlara yönelmeye ve onlarla antlaşmaya ihtiyaç duymaktaydı. Allah İslam’ı güçlendirdiğinde, müntesiplerinin sayısını çoğalttığında antlaşma yapılan kimselerle olan antlaşmaları bozuldu, sonra da onların hepsiyle savaşmak emredildi. İkincisi, Cenab-ı Hakk'ın şu ilahi beyanıdır: "O yerde gerekli temizliği yapıp hâkimiyetini kuruncaya kadar bir peygamberin esirlerinin olması uygun değildir". İslam'ın ikinci durumda içinde bulunduğu hal, Müslümanların güç ve kuvvet kazanmaları, bu hususlarda ilk durumun aksineydi. Münafıkların durumu da bunun gibidir. Onlara da ilk durumda gönüllerini alacak ve onları susturacak ödemenin yapılması caizdir. İkinci durumda ise sakıncalıdır. En doğrusunu bilen Allah'tır. Ayette, kendisiyle mevcut olan MANANIN ORTADAN KALKMASI dolayısıyla içtihatla neshin mümkün olduğuna delil vardır. Bu durum, neshin farklı şekillerde olabileceğinin bilinmesi içindir.”

Aktardığımız bölümden anlaşılacağı üzere kendisine daha önce müellefe-i kulub’tan pay almış kişilerin yeniden pay almasının iptal edildiğine dair bir durum söz konusudur. Meseledeki tarihsel verileri de incelediğimizde ortaya çıkan sonuç ise şudur ki; ilgili paydan yıllarca nasiplendiği halde durumunda herhangi bir değişme olmayan yani bu fonu suistimal eden insanlardan doğal olarak bu yardımın kesildiğini görüyoruz. Yani kalbi İslam’a ısındırılmak için bu adamlara pay veriliyor ama yıllarca kalbi İslam’a ısınmıyor. Yani topyekûn müellefe-i kulub müessesesi Hz. Ömer (r.a) döneminde içtihadla nesh (!) edilmiyor. Bunu İran’ın fethinden sonra Medine’ye getirilen savaş esiri Hürmüzan’a kalbinin İslam’a ısındırılması için Hz. Ömer (r.a) tarafından verilen 2 bin dirhem maaştan anlıyoruz. Burada Hz. Ömer’in (r.a) yaptığı sınırları belirlenmiş hükmün kime nasıl uygulanacağı konusunda içtihat yapmaktır. İmam Mâtûrîdî’nin de izah ettiği şey budur. Yani İmam, içtihatla nesh ibaresini hükmün kendisinin içtihat ile nesh edilmesi için değil, hükmün kime ve nasıl uygulanacağı konusunda içtihat edilmesi için kullanıyor. Yukarıdaki tefsir dikkatli okunduğunda zaten müellefe-i kulub müessesesi nesh edilmiş değildir, kimin müellefe-i kulub sayılıp sayılmayacağı hakkında bir hüküm vardır. Yani hükmün ne zaman, kime ve hangi şartlarda uygulanacağı mevzusu...

havzu.kevseri.modern.pratiklerii.222

Hem yukarıda ifade ettiklerimiz hem de içtihadla nesh meselesinin daha sonraki alimler tarafından hiçbir zaman modernistlerin ifade ettiği gibi anlaşılmaması da “şer’î hükmün içtihadla nesh edilebilme” iddiasının ne kadar zorlama olduğunu ve mezkur iddianın altında başka emellerin olduğuna dair bir vesikadır.

Hele ki İmam’ın nesh hakkındaki görüşlerinden bir din-şeriat ayrımı yaparak laikliğe gitme ameliyesi, ideolojik körlüğün hakikati perdelemesi ve batıl fikirlerin insanı esir almasının şüphesiz bir yansımasıdır. İmam’ın Ahzab Sûresi 53. ayete yaptığı tefsir sarih, net ve bu küfür kokan iddiayı hakikat arsamızdan kovucudur:

Cenâb-ı Hak, nübüvvet ve risâlet konusunda da onu sanki hayattaymış gibi saymıştır. VEFATINDAN SONRA ONUN ŞERİATI BAŞKA BİR ŞERİATLA NESHEDİLMEMİŞTİR. Halbuki önceki peygamberler ise vefat ettiklerinde şeriatleri başka bir şeriatle neshedilmişti. AKSİNE CENÂB-I HAK, ONUN ŞERİATİNİN KIYÂMET GÜNÜNE KADAR DEVAM ETMESİ MESELESİNDE ONU SANKİ HAYATTAYMIŞ GİBİ SAYMIŞTIR.

Ey hakikati hikmetli şekilde neşreden büyük İmam... Yolunu tahrif edenler tembelliğimizden dolayı muvaffak olursa, bize yazıklar olsun...

*  *  *

İçtihadla nesh ibaresini reformist zırvalara temel yapmak isteyenlerin İmam Mâtûridî’yi diline dolamaları onun karizmasından yararlanmak yollu manipülatif bir hamleden öte değildir. Yani bunların ilimde kendilerine önder olarak kabul ettikleri İmam Mâtûridî ve İmam-ı Azam değildir. Aksine onların yolunu tahrif eden oryantalistlerin zihin artığı halindeki, Fazlurrahmanlar, Mason Efganiler, Abduhlar ve türevleridir. İmam Kevserî’ye düzmece Mâtûridîlikle saldıranların iddialarını irdelerken “Bunca kin neden?” diye kendimize sual edişimizde yine İmam’ın bu düzmece Mâtûridîliğin usulünü ve bunların fikir babalarını hükümsüz bırakan makalelerini okurken denk geldiğimiz bölümden hareketle söylüyoruz bunu...

İmam Kevserî “Hükümleri Nesh Etmek İmam’ın Yetkisinde Midir?” başlıklı makalesinde Ezher’den olduğu düşünülen ve er-Risale dergisinde yazan müstear isimli bir reformistin iddialarına cevap veriyor. Bu müstear isimli reformist işte bugün içtihadla nesh ibaresini kendi hevasına uydurarak anlayanların soyundan... İddiasını tahmin etmişsinizdir... Şer’î hükümleri nesh etmenin mümkün olduğunu söylüyor. Halbuki nesh Peygamber’den (s.a.v) sonra asla mümkün değildir. İmam Kevserî’nin ise bu soya dair ifadesi aynen şöyle:

Bu yeni yetmelerin İslam şeriatına bakışı, kul yapısı kanunlara bakışından farklı değildir. Onlara göre İslam şeriatı da kul yapısı sistemler gibi hâkimlerin görüşleri doğrultusunda zamandan zamana tebdil ve tağyire uğrar.

İmam Kevserî konuyu detaylıca anlattıktan ve Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefatıyla neshin nesh olduğunu (ortadan kalktığını) izah ederek şu ifadeyi kullanmıştır:

“Allah’ın (c.c) göğsünü küfre açmadığı fukahanın tutumu böyledir.”

Zillet ve mahrumiyetten Allah’a sığınırız...

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi