45. Sayımız Çıktı!

07 Temmuz 2022

TAKDİM

24 Zilkâde 1443 Perşembe saat 01.50… Bu tarih, beri ile öte, dünya ile ahiret, masiva ile mavera arasında daima aralanıp duran perdenin, bu defa bir nur rezonansıyla aralandığı bir tarih… Bu tarih, Mahmut Ustaosmanoğlu Hazretlerinin dünyamızı geride bırakıp, ahirete irtihal ettiği o tarih…

Ne mi söyleyeceğiz?

Şu malayaniye mahal ağızlarımızla ne söylesek boş, ne hecelesek dış, ne inikâs ettirsek loş kalacak… İyisi mi siz Mahmut Ustaosmanoğlu Hazretlerini her daim, tekerlekli sandalyesi üzerinde, gözleri daima maverayı gözleyici, sizinleyken bile aslında yalnız Allah’ı özleyici manzarasıyla tenazur edin!

Hem maziye, hem istikbâle doğru O’nu hep öyle tenazur edin ki; şu her cihetiyle pisliğe batmış dünyamızda, baştanbaşa nura nasıl gark olunabildiğinin ve dahi olunabileceğinin emsalini görün, bununla kuvvet bulun, yani hayatınız ne kadar yaşanmışsa o kadarı bir yana, bu andan itibaren ne kadar yaşanacaksa işte o kadarını, Efendi Hazretlerinin hayatına yaklaştırmaya çalışın…

Biliriz elbet; hayatını Mahmut Ustaosmanoğlu Hazretlerinin hayatına yaklaştırmak, nasıl da muhale yakın bir iş… Ama şunu da biliriz elbet; bir hayat ki; Mahmut Ustaosmanoğlu Hazretlerinin hayatına yaklaşma temayülü gösterir, gösterdiği an itibariyle o hayat şeref bulur ve bu şeref, yaklaşma mikyasınca da artar!

Ah Mahmut Efendi Hazretleri ah!

Kokuşmuş bir rejim, kokuşmuş nice unsuru müminlerin başından aşağı bocaya durmuşken, Allah’ın müminlere şemsiye ettiği, şems şahsiyet!

O artık, soluduğumuz hayatı maddî bir nefesle solumayacak… Bu sebeple O’na tebrikler, tebşirler, teşrifler, bütün bir ümmete de taziyeler olsun!

Neye emsal olunur bilinmez ama… Bu satırların yazanı bir defasında, ikindi vakti aylak aylak Ankara sokaklarını, cebinde tek kuruş olmadan ve de oruçlu olduğu halde dolanırken, bir vesile aldığı bir telefonla kendisini İstanbul yolunda direksiyon sallarken bulmuş, arabanın sağladığı türlü avantajla iki saatten az daha fazla bir zaman sonra İstanbul’a varmış, hatta iftar sofrası başında bile beklemişti…

İftar sofrası derken, Mahmut Ustaosmanoğlu Hazretlerinin hane-i saadetlerinde kurulmuş bir iftar sofrasında!

İki buçuk saat evvel nerede ne işle meşguldü, hesapta yokken şimdi nerede ve ne muratla meşguldü…

Muradı, kıyısına kadar yaklaşmışken O’nunla görüşmekti…

İşte o vakit; Efendi Hazretleri ile görüşme ihtimali, gelip de geri dönenlere şahitlik ettiği o anlarda pek az iken, gene bu satırları yazan kişi kendi kendine, oruçlu ağız ve iftar anının bereketine şöyle dualar edip durmuştu:

-Ey Allah’ım! Burada, gerçek bir dostunun hanesindeyim! Allahu âlem, kendisi şu üst katlarda bir yerlerde… Bilirim ki ey Allah’ım, böyle bir dostunun kıyısında yamacında edilen duaları sen, başka mekânlarda edilmiş dualara göre daha çok makbul kılarsın… Bu kalple senden, seni seven ve senin sevdiğin şu dostun hürmetine, şahadet istiyorum!

Fazla geçmedi, gelip de döndürülenlere herkesin şahitlik ettiği o anlarda, kabul haberi geldi… Huzura çıkıldı. Odaya bir güneş gibi dolarcasına O geldi. Bu satırları yazanın yol yarenlerini, O’nun sandalyesini süren kimse tanıttı. Sıra bu satırları yazana gelmişti ki, sandalyeyi idare mevkiindeki müride arkasından bir şey söyleyenler oldu. Bu sebeple arkasına dönmüş ve onlarla fısıldaşa kalmıştı.

Ve o esnada Mahmut Efendi Hazretleri, mübarek parmağını doğrultarak bu satırları yazanı işaret etti. “Bu kim?” demek istemekteydi. Ama demek istediğini arkasındaki müridi görmedi, haliyle cevap alamadı, cevap alamayınca da bu defa arkasına dönmeye çalıştı. Fakat arkasındaki kimse bu hareketi gene fark etmedi… Eğer bu vaziyeti, yol yarenlerinden biri heyecanla aşağıda kendisine:

“Gördün mü gördün mü? Mübarek seni gösterdi, ‘kim bu?’ hareketi yaptı?”

Demeseydi, bu olanı o da kimseye demezdi. Ama o dedi. Eksik dedi ama… Eksiği, ancak bu satırları yazanın içinde olarak şu idi: O mübarek parmak kendisini işaret edince, gönlünde iki şey, adeta iki göktaşı gibi çarpışmıştı...

İlk şey, deminden beri, huzuruna vardığının yüzü suyu hürmetine ettiği şahadet duasıydı…

Ve ikincisi, kafasının bir yerlerinde durup da o an, mübarek parmak kendisini işaret edince ortaya çıkan, bir velinin şehit olacakları parmağıyla işaret etme hususiyetini havi bir menkıbeydi…

Aman Allah’ım! Yoksa duası kabul mü edilmişti!

Titredi… Birkaç saat önce Ankara sokaklarında bir başına aylak aylak gezerken, birkaç saat sonra İstanbul’da yaşadığı bu şey ne idi?

Yoksa gönlünün bir yerlerinden ihlâsla baş kaldıran bir acziyet balığına, İstanbul’dan bir nasip oltası fırlatılmıştı da, olduğu yerde zıplayıp duran aynı balığa istediği şey verildikten ve ağzındaki zoka söküldükten sonra “Yallah denize!” mi denilmişti!

Ey Allah’ım! Mahmut Efendi Hazretlerinin sana duyduğu sevginin, senin de Mahmut Ustaosmanoğlu kuluna duyduğun sevginin hürmetine, bu satırları yazan kemter kuluna şahadeti nasip eyler misin?

Ey Allah’ım! Mahmut Efendi Hazretleri, bir mana aslanıydı! Bağlı bulunduğu zincir çekilince, yalnız kendisi değil, yüzlerce aslanın da doğrulduğu bir mana aslanıydı! Cüret edip, muhabbet ve naz kastıyla o zinciri çekiyor ve ayağa kalkan cümle aslanın yüzü suyu hürmetine senden niyaz ediyoruz:

-Ey Allah’ım! Büyük Doğu-Seriyye Hareketini bir şahadet mektebi kılar mısın?

Titreyen perdeler ardından, nurlar süzülüyor… O’nun, götürdüğü kadarından fazlasını geride bıraktığı, o nurlar…

Ruhuna, El-Fatiha!

 

Mesaj ile sipariş vermek için tıklayınız>>

Kitapyurdu üzerinden sipariş vermek için tıklayınız>>

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi