İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
HOCAM, malumunuz İmam Gazali Hazretlerinden bu yana, İslam dünyasında Batı felsefesine, belirttiği tenakuzlar ve insanlığı çektiği bataklık açısından tam hücum eden bir eser yazılmamış… Hususi ve kısmî eleştiriler yapılmış ama tam saha pres halinde fikri bir hücumda bulunulmamış… Şimdi bizler, bu manada bir eser vücuda getirmek için çalışıyoruz. Vakfımızda düzenli sohbetler yapıyoruz. Servet Turgut’un da, iki cildi basılan, üç cildi basılmaya hazır ve el an beş cilt halinde 2500 sayfayı aşkın bulunan Batı Felsefe Tarihi neşredilmekte… Eserler Üstadımız Necip Fazıl’ın “Batı’ya masum ayak basmamıştır!” tezinden yola çıkıyor ve Batı’nın masum zannedilen yönlerindeki çirkinliği göstermeye çalışıyor. Sizin de bu manada, Batı’daki pisliği işaret eden çıkışlarınız, yazılarınız var. Bu sebeple bizim için de örneklik bir şahsiyet, müstakim bir fikir adamısınız… Bu konuda neler söylemek istersiniz…
Genel planda İslam dünyası, özelde ise Osmanlı 1718 Lale Devri’nden beri ciddi bir eziklik psikolojisi içerisinde. Ben 1718 yılından beri diyorum fakat daha öncesine de götürülebilir. Bu eziklik psikolojisinin başlangıcını bir milat olarak tanımlayacak olursak bu milat şöyle gelişti; Müslümanlar Batı’ya baktılar ve “onlar geliştiler, üstünlüğü ele geçirmeyi başardılar, bu başarıyı inkâr etmeye veya görmezden gelmeye gerek yok. Gidelim ve hazır başarılmış halinden bu gelişimi taklit edelim.” dediler. 1718’ de Lale devri ile birlikte bu anlayış iyice belirginleşti ve bu şekilde düşünen aydınların sayısı giderek arttı. Bu aydınların hedefleri 3 kıtaya hükmeden, uzun yıllar dünyanın süper gücü olan Osmanlı Devleti’ni tekrar eski gücüne kavuşturmaktı. Bunlar batıyı taklit etmeyelim diyenlere karşı “Kendimize kastımızın olmaması lazım. Belli biz gerilemekteyiz, güç kaybetmekteyiz, bunu görmüyor musunuz? Neye itiraz ediyorsunuz? Batıdan neden almayalım ki? Almayarak sürüneceğiz, bunu mu istiyorsunuz? İslam dünyası sefil ve fakir bir durumda. İslam dünyası kendi kendine yetmiyor. İç karışıklıklar ve katliamlar yaşanıyor.” Bunları kendileri yapıyor olmalarına rağmen ısrarla bu vurguları yapıyorlardı. Onlara göre biz gidip başaran batıdan bu gelişmeleri almalıydık. Onlara göre batı “başarmış”tır, bu anlayış önemli. “Boşu boşuna itiraz etmeyin, yenilen pehlivan güreşe doymaz, siz batının başarmasına karşı türlü mazeretler ve türlü muhalefetler üretiyorsunuz ama batı hala bir güneş gibi, başarmaya ve güçlenmeye devam ediyor. Siz ise sürünmeye, gerilemeye, sıfırın da altına eksi noktalara gitmeye devam ediyorsunuz. Artık bu itirazı bırakın, batıdan örnekler alalım.” şeklinde bir anlayış gelişmeye başladı. Birçok aydın bize hep bir ağızdan Batı’nın güçlü olduğunu söylüyor. Buna muhafazakâr aydınlar da dâhil. Bıktık artık yeter. 1718’de Lale Devriyle batının güçlülüğüne olan inanç kesinleştirildi, adeta resmileştirildi. Ve şu ifade kullanıldı “batıdan mülhem yeniliklerle muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacağız”. 1718‘den itibaren batıdan mülhem yenilikler almaya başladık. Bütün devlet adamları güçlü bir şekilde bu yolda çalıştılar. 2019'a geldik 301 sene geçti. Sokaktan herhangi bir kişiyi çevirin ve muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkıp çıkamadığımızı sorun. Muhtemelen hiç kimse “biz muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıktık” demeyecektir. Peki, o zaman 301 senedir biz ne yapıyoruz? Muasır medeniyet dediğiniz şey nedir arkadaş? Biz muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıktık mı?
Sömürgecilik tarihi kitaplarında coğrafi keşifler denilen coğrafi gasp ve hırsızlıklar tarihinde çok açık görülecektir ki batının elde ettiği kazanımlar çalışarak elde edilen, başarılan bir şey değildir. Batı, gaspla-hırsızlıkla güçlenmiştir. Fakat bu onun çalışmadığını da göstermez. Fakat batının şuan ulaştığı zenginlik, tamamı ile çalışarak elde edilen bir zenginlik değildir. Ağırlıklı olarak gasp ve hırsızlık ile elde edilen bir zenginliktir. Batının gaspı ve hırsızlığı halen devam etmektedir. Çağdaş sömürgecilik anlayışı devam etmektedir, feodalite hala devam etmektedir, sömürge hala devam etmektedir. Feodalite, çağdaş derebeyleri, yani o dönemde bir şato etrafında kümelenen ve etrafında Serflerin olduğu Derebeylik sistemi halen devam etmektedir. Peki, modern derebeyleri kimlerdir? Bilmem ne ‘….kingler’ modern derebeyleridir. Bilmem ne ‘…Bucks’ kafeler modern derebeyleridir. Spor malzemeleri firmaları, otomobil firmaları, petrol şirketleri modern derebeyleridir, modern feodalitelerdir. Bunlar sömürgelerine el an devam etmektedir. “……King” isimli yiyecek satılan yerlere bakarsanız ücretsiz dağıtılır gibi kuyruklar olduğunu, adeta Serflerin gidip oradan alışveriş yaptığını ve Derebeylik sisteminin Müslümanları da içine alarak devam ettiğini görürsünüz. Derebeylikleri bizler de güçlendiriyoruz. Öte yandan sömürgeciliğin de devam ettiğini çıplak gözle çok açık şekilde müşahede edebiliriz. Örnek olarak petrol şirketlerine bakalım; Türkiye'de ağırlıklı olarak Alman, İngiliz, Fransız ve Amerikan petrol şirketleri olduğunu göreceksiniz. Bunların hiçbirinin İngiltere'de Fransa'da, Almanya'da, Avusturya'da bir tane petrol kuyusu olmamasına rağmen bunlar nasıl dünya devi olabilmişler?
Sömürerek, çalarak…
Evet. Bakın bir örnek daha; Avrupa nasıl zenginleşmiştir sorusuna verilen cevaplardan bir tanesi de şudur; “Değerli madenlerin Avrupa'ya akmasıyla Avrupa zenginleşti’ derler. Bu bilimsel kaynaklarda geçer. Bir maden nasıl akar? Mesela ben 3 katlı bir evde otursam ve “doğal gazım yok kömürlü sobayla ısınıyorum ve kömür benim sobama kömürlükten kendiliğinden akar” desem buna kimse inanmaz. Bir katı 3 metre saysanız, kömürlüğü de birkaç metre saysanız 15 metreden, kömürlükten kömür benim sobama akmıyor ama Asya'dan, Afrika'dan, Güney Amerika'dan değerli madenler Avrupa'ya nasıl akıyor? Şöyle bir ifade daha var, bu da bilimsel bir ifadedir “Avrupa'da altının, gümüşün bollaşması”. Ben akşam yattım, sabah kalktığımda yastığımın altındaki altınların bollaştığını gördüm desem dalga geçerler. Kimse inanmaz bana. Peki, altın ve gümüş Avrupa'da bollaştı denilince nasıl inanılıyor? Bir maden durduğu yerde nasıl bollaşır? Bilimsel ifadeler bunlar. “Ama hocam şimdi kelimeye taktınız siz, bu temsilî bir ifadedir’ diyebilirsiniz. Neyin temsili ifadesi diye sorarım o zaman size. Değerli madenlerin bollaşmasını ve değerli madenlerin akmasını kaldırın, yerine temsilî olmayan ifadenin en doğrusunu siz söyleyin bakalım. Ben çaldılar gasp ettiler diyorum. Siz nasıl tanımlarsınız? Değerli madenleri satın mı aldı bunlar? Satın aldılarsa satın alınan yerlerin zengin olması gerekir. Hala fakir? Bizim aydınımız bu detaya bile eğilmiyor, bollaştı diyor geçiyor.
Halen coğrafi hırsızlıklar süreci ve Feodalite devam etmektedir. Dolayısıyla burada şunu belirtmemiz lazım; Avrupa'nın çalışarak elde ettiği bir zenginlik söz konusu değildir. Dolayısıyla onların karşısında ezik olacağımız bir durum da söz konusu değildir. “Teknolojiyi üretmiştir” şeklinde bir ifade var, evet üretmiştir, oraya da geleceğiz. Burada bir noktaya daha değinelim. Aydın geçinenler “Osmanlı, Sanayi Devrimi’ni ıskalamıştır” diyerek Osmanlı’ya hakaret ediyorlar. Ve yine bizim muhafazakâr aydınlarımız da “evet öyledir” diye papağan gibi kafalarını öne eğerek bunu onaylıyorlar. Hayır, Osmanlı Sanayi Devrimi’ni ıskalamamıştır. Üretimin dört ana etkeni vardır. Şu 4 ana etken olmadan bir üretim gerçekleşmez. Bunlar hammadde, işgücü, sermaye ve müteşebbistir. Üretimin maliyetini bunlar belirler. Bu plastiği üretirken bu dört ana etkeni kullanırsınız ve bu sizin maliyetinizi oluşturur. Maliyetin üzerine kâr koyarsanız ve satarsınız. Batı işgücüne maliyet ödedi mi? Ödemedi. 1600-1850 yılları arasında bütün dünyada 14 milyon civarında köle vardı. Bütün dünyayı köleleştirdiler. Dolayısıyla işgücü etkenini bedava kullandılar. Hammaddeyi de bedava kullandılar. Böylece üretim maliyetleri neredeyse en az %50 azaldı. Fakat Osmanlı böyle yapmadı. İşçiye emeğinin karşılığını alın teri kurumadan verdi. Hammaddesini kimseden çalmadı. Bu sebeplerle maliyeti arttı. Osmanlı İktisat Tarihi kitaplarını ilgili olanlar okusunlar. Belki batıdaki kadar değildi ama Osmanlı’da da fabrikalar vardı, üretim vardı. Osmanlı satın aldığı hammaddeye parasını ödedi. Ne hammaddeyi ne de emeği batının yaptığı gibi sömürerek ve köleleştirerek ucuza mâl etmedi. Buna, Sanayi Devrimi’ni ıskalamak denmez, sömürgeciliğe başvurmamak denir. Bugün sömürgeciliğin gerçek boyutunu anlamak için Çin’deki fabrikaların 20'şer 30'ar dolarlarla çalıştırdıkları işçileri görmemiz gerekiyor. Bu aynı zamanda Sanayi Devriminin gerçek boyutunun ne olduğunu anlamaya da yeterlidir. Yani ıskalanan, kaçırılan bir Sanayi Devrimi yok. Ayrıca 1838 yılında Mustafa Reşit Paşa'nın Balta Limanı Ticaret Sözleşmesini imzalamasıyla Osmanlı imalat sektörü bitti. Mustafa Reşit Paşa Osmanlı imalat sektörünü bitirmiştir. Bunu şu şekilde yapmıştır; Yedi vahit usulü denilen bir usul vardı. Örnek olarak kumaşı ele alalım. Kumaşın hammaddesi pamuk. Pamuk tüccarı pamuğu yurtdışına satamazdı. Hâlbuki devletler dışarıya satıp para kazanalım mantığıyla ihracatı teşvik etmeli ama Osmanlı ithalatı teşvik ederdi yeri geldiğinde ve ağırlıklı olarak ihracatı engellerdi. Neden? Pamuk tüccarına derdi ki, “sen önce yurt içindeki kumaş imalatçısının ihtiyacını gidereceksin, ondan sonra kalan pamuğu dışarı satabilirsin”. Önce iç piyasada tüketilirdi hammadde. Mustafa Reşit Paşa bunu kaldırdı. Hain Reşit Paşa demek lazım. Bunu kaldırınca ne oldu? İngiliz tacirler Osmanlı pamuğuna Bursalı kumaş tüccarlarının ödediğinin 10 misli para ödemeye başladı. Dolayısıyla bizim hammadde yurtdışına kaçmaya başladı. Yurtdışına kaçan hammadde yerli kumaş tüccarının pamuk bulamamasına yol açtı. Pamuk bulamayan yerli kumaş üreticileri -bu her alanda böyle oldu- iflas etmeye başladı. Tabii ki süreç bununla bitmedi. Sonra İngiliz kumaşları bizim piyasaya girmeye başladı ve yerli kumaş üreticileri iyice çöktü. Yerli üretici iyice çökünce bu sefer İngilizler pamuğu yerli kumaş üreticilerinin aldıkları fiyattan daha aşağı fiyatlara satın almaya başladılar. Böylece pamuk tüccarlarını da kendilerinin esiri haline getirdiler. Osmanlı'yı bu şekilde açık pazar haline dönüştüren ve yerli sanayisini bitiren 1838 Balta Limanı Ticaret Sözleşmesini imzalayan Mustafa Reşit Paşa bizim yerli sanayimizi çökertmiştir. Bundan dolayı İkinci Mahmut öldürülmesini emretmiştir. Fakat ne yazık ki bu emir yerine getirilmemiştir. Bütün bunları birlikte değerlendirdiğimizde görülüyor ki “Osmanlı Sanayi Devrimi’ni ıskaladı” diye bir şey yok. Osmanlı'nın sürdüremediği bir sanayi üretimi diye bir eksiklik söz konusu da değil. Osmanlı'nın Silah Sanayi de vardı. 1389 yılında Kosova Savaşında top kullanılmıştır. Bizim yerli muhafazakâr ezik tipler ne diyor? Osmanlı akli ilimleri ihmal etti, nakli ilimlere önem verdi. Naklî ilimler dedikleri İslâmî ilimler. Öbürleri aklî ilimlermiş. 1389’da top kullanıldığını biliyorsan orada matematik olduğunu anlaman lazım, tabi kafan çalışıyorsa. Top koordinat hesaplarıyla atılır. Sadece bunu biliyorsan matematiğin olduğunu bilmen gerekir. Biz 1389’da topu kullanmış milletiz. Fatih Sultan Mehmet havanı üretmiş bir padişahtır. Osmanlı topraklarında da, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında da biz silah üreten bir toplumduk. İktisat tarihi kitaplarına, Osmanlı Sanayi’sini anlatan kitaplara pekâlâ herkes bakabilir ve bunu görebilir. Biz ne aklî ilimleri ne naklî ilimleri ihmal ettik. Fakat muhafazakârlar bile (batıcıları saymıyorum) bizim sanayimizin çöktüğünü söylüyorlar… Hâlbuki öyle bir şey yok. Sanayimiz çökmedi, saldırı sonucu çökertildi, en büyük saldırıyı da Mustafa Reşit Paşa yaptı. Bizim ezik durmamızı sebebiyet verecek hiçbir şey yoktur.
Biz, batının, hırsızlıkla elde ettiğini elde edemedik diye, muhafazakâr aydınlar hala eziktir. Bunu bilmemiz lazım kaçırdığımız bir şey yok, engellendik. Sonra şunu diyorlar "kafanı kullansaydın da engellenmeseydin". Yahu senin batıya söyleyecek bir tane sözün yok mu? Bir tane eleştirin yok mu? Bizi engelleyenler de onlardı ve kullandıkları adam sendin (ezik muhafazakâr aydın)! Tamam, beni eleştir ama bir de onları eleştir. Maalesef özeleştiri kelimesinden tiksinir hale geldim. Nefs muhasebesi bizim dinimizin emrettiği bir şeydir. "Ölmeden önce ölünüz" manasında hadisler, ayetler var. Biz tabii ki kendimizi eleştiririz ama bu eleştiriyi bir de batıya yönelt. İslam dünyasında kaç tane ezik muhafazakâr aydının batıyı eleştirdiğini gördünüz? Batıyı sadece saldırı veya bombardıman yaptığı sürece eleştirir, bu eleştiri de geçicidir. Bir de “iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım” gibi cümleler kurarlar. Biz hep kendimize iğne batırıyoruz. Kaç tane batılıya çuvaldız batırdınız? Bırakın çuvaldızı bir çimdik bile yok! Bu tipler "Sanayi devrimini ıskalamışız ve gelişimimizi tamamlayamamışız" gibi sebeplerle eziktir ve doğruyu öğrenme niyeti de gayreti de yoktur. Doğruyu öğrenme niyetinde ve gayretinde olan kişiler de sınırlıdır ne yazık ki...
Şimdi geldiğimiz noktaya geri dönelim. Muasır medeniyet seviyesine çıkacağız diye onların teknolojisi yerine psikolojisini ve sosyolojisini transfer ederler. "Tarafsız olalım, batıyı da öğrenmemiz lazım" diyerek bizim çocuklarımıza sürekli batıyı okuturlar. Hadi diyelim yarı yarıya olsun bir batı bir doğu olsun (ki kesinlikle öyle olmamalı, %20 batı %80 doğu kaynaklarını okumalıyız) ama %50-%50 bile değil. 1718 Lale devri ile başladık sene 2019... Hedef muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmaktı. "Üstünde miyiz? Çıktık mı buraya?" dediğinizde kimse size "evet bunu başardık" diyemeyecektir. Muasır medeniyet dediğimiz şey nedir? Bu da batıda gördüğümüzdür. Bu tipler size batının teknolojisi yerine hayat tarzını anlatırlar. "Biz batının hayat tarzını size empoze etmiyoruz" derler ama transfer ettikleri eserler; Victor Hugo’nun, Spinoza'nın, Hegel'in, Weber'in, Durkheim'ın, Dostoyevski'nin kitaplarıdır. Weber okuyarak cep telefonu nasıl üretirim? Spinoza okuyarak bir "çip" üretmeyi nasıl başarırım? Diyorlar ki "orada bir ruh var, felsefe var". Hadis-i şeriflerde de ruh var. "İki günü birbirine eşit olan ziyandadır". Bak burada efendimiz sana çalış diyor. Başka bir örnek; "İnsanların hayırlı olanı başkalarına hayırlı olandır". Bu iki tavsiye bile sana yeterken Weber'le Hegel'le ne işin var senin? Ben mikro çip üreten bir mühendis olsam ve bu hadisleri bilsem gece gündüz çalışırım. Weber bana ne verecek? Hegel, Durkheim ne verecek?
Bizim öğrencilerimiz teknoloji transfer etmeye gittiğinde onlara adeta "hokus pokus " yaparak teknoloji gösterip hayat tarzı aşıladılar. 1826 da ilk defa batıya talebe yollamaya başladık. Mısır bizim vilayetimizdi. Japonya ve Mısır da bizimle birlikte öğrenciler yollamaya başladı. Bizim durumumuz ortada, Japonya ortada! Hatta Osmanlı’nın vilayeti Mısır bile teknoloji transferinde çok daha başarılı idi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminde 2. Mahmut ve sadrazamları kendi vilayeti Mısırdan teknoloji almıştır. Neden senin talebelerin teknolojiyi transfer edemedi? Neden Mehmet Ali Paşa'nın talebeleri bunu başardı? Çünkü bizim teknolojiyi transfer etmek gibi bir derdimiz yoktu! Tabi o dönemde "teknolojiyi transfer etmek gibi bir derdimiz yok" diye bunu konuşmuyorduk ama fiilen onların kültürünü, onların hayat tarzını sürdürdük. 1718-2019 yılları arası 301 sene geçmiş ama hala hayat tarzı transferi söz konusu.
Bu yüzden biz öncelikle aydınlar tarafından engellendik. Ayrıca üretmeye çalışan devlet adamlarımızın sabote edilmesi, darbeyle ortadan kaldırılması, öldürülmesi veya zehirlenmesi ile de engellendik. Sultan Abdulaziz ülkesini kalkındırmaya çalışan bir padişahtı ve darbeyle indirilip öldürüldü. Sultan Abdulhamit Han da öyleydi, darbeyle indirildi, o da öldürülecekti ama şahsi servetini kullanmak için öldürmediler. T.C. döneminde kendisine ilk darbe yapılan kişi Adnan Menderes’ti. Adnan Menderes Avrupadan ülkesinin sanayisini kalkındıracak kredi bulamadı çünkü Avrupalılar fahiş yükseklikteki fiyatlarla kredi veriyorlardı. Ruslardan kredi temin edecekti ki 25 gün önce darbeyle indirildi ve öldürüldü.
İslam dünyasındaki en büyük sorun aydın sorunudur. Askerler, ordu komutanları ve devlet adamları aydınlar kadar uluslar arası ilişkiler, sosyoloji, din ve psikoloji bilmezler. Biz topraklarımızı işgal edenlerin askerler olduğunu zannederiz, doğru, askerlerdir. Ama onlar ellerine silah verilmiş kiralık katil gibidirler. Asıl azmettiriciler ise aydınlardır. Mesela İskender'in hocası Aristo'ydu. Hitler Heideger ilişkisi vardır. (Heidegeri yere göğe sığdıramazlar) Bernard Lewis ve Kissinger ABD başkanlarının arkasındaki adamlardı. Bu adamlar hedef gösterir, askerler ve devlet adamları gidip işgal ederler. Bugün dünyanın en büyük eli kanlı katilleri ne Stalin'dir ne Hitlerdir, en büyük katiller Weber'dir, Hegel'dir, Spinoza'dır, Durkheim'dir... Azmettiriciler bunlardır. Ne yazık ki bizim aydınlarımız da celladının bıçağını yalayan koyun gibi bunlardan sözler paylaşmaya devam etmektedirler. Dostoyevski en büyük Osmanlı düşmanı aydınlardan birisidir. Onun kuracağı 3. Roma imparatorluğunun başkenti İstanbul’dur. Dostoyevski'ye göre Türkler kadın tecavüzcüsü, çocuk tecavüzcüsü tiplerdir. Osmanlı askerleri Dostoyevski’ye göre özellikle annelerinin gözü önünde çocukları havaya atar ve süngülere geçirirlerdi. Hamile kadınların karınlarını deşerdi ve Dostoyevski'ye göre bu neslin durdurulması ve Osmanlı'nın ortadan kaldırılması gerekir. Bizim ezik muhafazakar aydına bakın Dostoyevski'den söz paylaşır. Aslında dünyanın huzurunu bozanlar askerlerden önce aydınlardır. Tamamını söylemiyorum ama büyük ölçüde bunlardı. 1821 Yunan Harbi’nde cepheye kadar gelip Yunan askerlerini kışkırtan Victor Hugo'dur.
Ezik muhafazakâr aydın kendi dedelerinin, merhametini, kışkırtan adamı okur. Sen ne yapıyorsun? Ne kadar Aşağılık bir tipsin!! Bizim ezik muhafazakar aydının görmesi gereken şudur : Bak sevgili ezik muhafazakar kardeşim buradaki güzel cümlenin muhatabı sen değilsin o adam (batılı aydın) bu cümleyi kendi toplumuna insanına söylemiştir ve yaşamını, sevgisini, hoşgörüsünü, imanını, cihad aşkını anlatan aydınları hor görüyorken düşmanını kendisine karşı sıra sana geldiğinde sen, onların gözünde barbarsın, sen çekirge sürüsü gibi ekinleri talan eden bir yamyamsın sen insana benzeyen bir canavarsın. Senin kendisinin sözlerini paylaştığını görse sana güler ve "gerizekalıya bak kendi üzerine alındı" der. Türkler konusu gündeme geldiğinde birçok batılı aydın seni aşağılar bunu ezik muhafazakar da yapar bu adamın en büyük sorunu İslam dünyasının sünepe bir şekilde yol almasını sağlamasıdır.
Ne yapıyor ezik muhafazakar? Kendi toplumunu aşağılıyor bu sebeple de içimizdeki cesareti engelliyor. Sürekli olarak "batı güçlü sen zayıfsın" cümlesini söyleyerek bizim cesaretimizi zayıflatıyor. Enerjimizin tamamını üretime ayırmamıza mani olur. Her teşebbüste, her buluşta üretimde batıya bakıp "acaba biz doğru mu yaptık nasıl yaptık?" diyerek batıyı kontrol ederek hareket eder. Dolayısıyla 2 ayağımızla koşmuyoruz da hep batıya dönüp bakarak tek ayağımızla seksek yapıyoruz adeta. İslam dünyasının en büyük sorunu aydınlardır! Seküler aydınlar demiyorum, muhafazakar aydınlardır. Niye öyle diyorum? Müslümanlar seküler aydınların kendileri için bir örnek olamayacağını bir süre içinde (15 20 yıl) öğrendi ve seküler aydını gündeminden attı. "Bu din düşmanı" dedi "bu benim maneviyatıma saygısız, benle alay eder" dedi gündeminden kaldırdı. Fakat muhafazakar aydın, seküler aydının söyleyeceği her şeyi söylemeye başladı. Bu sefer İslam dünyasındaki Müslümanlar da "bu bizden" deyip ezik muhafazakar aydını dinlemeye başladı. İnşallah bunları da aşacağız ama İslam dünyasına vakit kaybettirecekler.
"Biz sanayi devrimini yakalayamadık, dünyayı takip edemedik" gibi sakızlar çiğniyorlar kim size böyle bir şey söylüyorsa "biz batı sanayisini takip edemedik mi?" diye soru sorun ve 15 dakika konuşturun konuşamayacaktır. Çünkü bilmiyor! Sadece bir ezberi var, ne batıyı biliyor ne doğuyu sürekli "batı güçlü sen zayıfsın" az önce dediğim soruyu sorun ve şöyle deyin "bana nitelikli cümlelerle anlat bakalım biz batı teknolojisini neden takip edemedik? Ama sayı kullan, veri kullan, yer ismi söyle, tarih söyle, kişi ismi söyle". Neticede konuşamayacaktır. Bir tv programında uluslararası ilişkiler bölüm başkanı profesör olan dünyayı bilmesi gereken birisine dedim ki "1718 den sonra biz batıdan mülhem yeniliklerle başladık, güya muhasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacaktık çıktık mı 301 sene oldu?" Cevap veremedi bir müddet sonra "ya onlar da çalışıyor biz de çalışıyoruz ama onlar 50-60 yıl ilerde" dedi ben de "saydınız mı" dedim cevap veremedi. Niye kendi insanınızı aşağılıyorsunuz onların kafasına bir çivi daha çakıyorsunuz? Bakın 301 senedir çakılıyor bu çivi. Bu çiviler çakıldığı müddetçe bu toplum cesarete gelir mi üretimi canlandıracak enerjiyi kendinde bulabilir mi? Üstüne gittim "hangi alanlarda biz geriyiz ama nitelikli rakamlar kullanın mesleğiniz o değilse bilmiyorsanız konuşmayın" dedim.
İslam dünyasının en büyük sorunu muhafazakar aydındır. Ne batıyı ne doğuyu bilmeyen aydın. Ne yapıyor bu tip? Garanti oynuyor çünkü "batı ileri biz geri" derse buna kaynak gösterecek yüzlerce eser bulabilir bu kolaydır. Ama "batı kısmen ileri bazı alanlarda da biz ilerdeyiz, batının her bölgesi, her alanı bizden ileri değildir" dediğinizde çok sınırlı kaynak bulursunuz. Bu meseleler CESUR AYDINLARI bekliyor!. Ama bu bizim ezberci aydın garantici olduğu için tembelliğinden hep bunu söyler "batı ileri biz geri". Elindeki kitap Durkheim'dir, Weber'dir. Örneğin bir beyin ameliyatı ile ilgili bir şey değildir sadece batının sosyolojisi ve psikolojisi ile ilgilidir. Batının sosyolojisini psikolojisini okur ama teknoloji ve teknik hakkında konuşur. Bir dakika yahu sen onu okumadın ki, sen batının teknolojisini okumadın ki sosyolojisini okudun, peki neden onu teknolojisini övüyorsun. Sen aslında bilmiyorsun ki!
Batının teknolojisinden başka hiçbir şeyine ihtiyacımız yoktur bizim. Bir doğulu olarak bunu söylemiyorum, ben doğuluyum ve gurur duyuyorum çünkü sivil katliamı benim tarihimde yoktur. Medeniyet getirdim ben. Batının geçmişinde bizim kadar gelişmiş ne sosyoloji ne ticaret ne psikoloji ne uluslararası ilişkiler vardır. 624 yıl 24 milyon km. kare coğrafyayı ben yönettim. Yüzlerce lisanları, dinleri, milletleri bir arada tuttum. Benim batıdan uluslararası ilişkiler ve uluslararası ticarette öğreneceğim, geri olduğum ne olabilir soruyorum size? Batı ise küçücük bir coğrafyada nerdeyse hepsi Hristiyan, küçük bir toplumu yönetti. Hint okyanusu Osmanlının gölü gibi oldu, Akdeniz’in 4/3 üne hakimdik. Biz buraları yönettik ve doğal olarak uluslararası ticaret yaptık dolayısıyla uluslararası hukuk gelişti ve uyguladık. Batı, 500 yıllık mütecanis olmayan bir devirde yaşadığı tecrübeleri ile bize ne öğretebilir soruyorum? Daha ne kadar tecrübe kazanacağız? Avrupa'nın bu kadar tecrübesi var mı? Bizim aydınımız bu şekilde, batıya, layık olmadığı yücelikleri atfetti. O aydınları, bizim gözümüzün önüne muteber aydınlar gibi çıkardı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; batının aydınlarının sayıca en az yarısı ya tecavüzcüdür ya intiharcıdır ya aklını yitiren delidir ya da cinsi bir sapıktır.
Louis Althusser, karısını boğarak öldürmüştür. Stefan Zweig, intihar etmiştir. Yere göğe sığdırılamayan Max Weber 8 sene tımarhaneden çıkamamıştır, akıl hastanesinde kalmıştır. Sekiz sene akıl hastanesinden çıkamamış bir delidir Max Weber. Ben İslam dünyasında yaşayan bir Müslüman olarak, İslam’ı yeni yeni öğrenmeye çalışan birisi olsaydım, muhtemelen hulefâ-yi râşidînden –yani raşit halifelerden- birisinin Weber, Kant, Durkaym gibileri olduğunu zannederdim. Bunu suçlamak için söylemiyorum. Bir durun bakın, sayıca bizim Müslüman aydınlardan, raşid halifelerimizden Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hazreti Ali, Hazreti Osman efendilerimiz(r. a) ‘e ne kadar atıf var, Weber, Durkaym, Hegel, Spinoza gibi sapkın aydınlara ne kadar atıf var alt alta koyun bir hesaplayın, buradan sonucu çıkartırsınız. Müslüman aydınların çıkarımlarına baksaydım, raşid halifeler herhalde Weber, Kant derdim. En büyük sorun budur. İnsanların önündeki cesaretsizlik engeli kaldırılmadığı sürece kimse üretim yapamaz. Kalkıp yürüyemez bile insan, çünkü yürümeye yönelik cesareti yoktur. Geçmişte bizim cesaretimizi kıran seküler aydınlardı ama onları Müslüman halk ciddiye almıyor artık. Şimdi ise cesaretimizi kıran ezik muhafazakâr aydınlardır. Bunlar ne batıyı bilir ne de doğuyu bilirler.
Bilmedikleri halde de kutsarlar.
Evet, aynen öyle.
Hocam biliyorsunuz, bizim Seriyye Hareketi olarak batının felsefecileri ve aydınları vasıtasıyla üzerimize kurmuş olduğu tahakkümü tersine çevirmek yollu bir uğraş ve gayretimiz var. Bu celladına aşık psikolojiden toplumu nasıl kurtarabiliriz, bu durumu nasıl tersine çevirebiliriz, bu konuda nasıl çalışmalar yapılabilir, evvela hangi problemleri aşmamız lazım gelir, bu durumu topluma nasıl anlatmalı bu hususlarda bir şeyler söyleyebilir misiniz?
Öncelikle bu batılı aydınların kendine yetmeyen yönleri bize anlatılmıyor. İntiharcılıkları, fikri/cinsi sapkınlıkları, ahlaksızlıkları bize anlatılmıyor. Affınıza sığınarak söylüyorum, batıda bahçıvanla ve kendi karısıyla üçlü cinsel ilişkiye giren aydınlar var. Hayvanla cinsel ilişkiye giren ve Türkiye’de tercüme eserleri okutulan aydınlar var. Ama bunların ahlaksızlıkları bize anlatılmıyor. Michel Foucault, eşcinsel birisiydi ve AİDS’ten öldü. Bu bize anlatılmıyor. Az önce ifade ettim, Weber sekiz sene akıl hastanesinden çıkamamış bir delidir. Auguste Comte, aklını yitirdiği zamanlarda kapının arkasına geçip dört ayaklı hayvan şeklinde durup kendisini o durumdan kurtarmak isteyen karısına bıçaklar fırlatan eksik bir tiptir. İntihar etti, bir İngiliz asker onu ölümden kurtardı ve en son bir istasyonda ölü bulundu. Bunu çok az kişi anlatıyor. Üvey kardeşiyle cinsel ilişkiye giren batılı aydınlar var, ensest ilişkilere giren batılı aydınlar var ve Türkiye’de tercüme eserleri olan aydınlar bunlar. Bize bunlar anlatılmıyor, intiharcıları anlatılmıyor. Birine sen bunları neden okuyorsun diye sorduğunuzda, burada bir anlayış var diyor, sadece teknoloji yetmez o anlayışı da almamız lazım diye yuvarlak bir cümle kullanıyor. Peki, o anlayış dediğin şey nedir onu söyle bakayım diyorsun, yani teknolojiyi üretme konusunda Weber sana ne katacak, Hegel sana ne katacak, bana bunu söyle bakayım diyorsun, cevap veremiyorlar. O anlayış kelimesinin altını dolduramıyorlar. Bana; “teknolojiyi üretme konusunda gayret etme, çaba sarf etme” diyorsan, bunu zaten bizim aydınlarımız yeteri kadar söylüyor. Bırakın aydınları Hadis-i Şerifte “İki günü birbirine eş geçen ziyandadır.” diye geçiyor zaten. Nedir bu? Gece gündüz durma demektir, bugün ne öğrendiysen yarın bir fazlasını öğren demektir. Başka ne var? “Bizi aldatan bizden değildir” hadisi var. Bu, yetmiyor mu sana? Bu, en güzelini yap demektir. Bizim onlardan teknoloji üretme açısından alacak bir anlayışa ihtiyacımız yok ki. Ki bunlar anlayış da empoze etmiyor. Peki ne yapıyorlar? İnsanlığı felakete sürüklüyorlar. Nasıl? İnsanın fıtratına uygun davranışlar ve tavsiyelerde bulunmayarak! Nasıl felakete sürüklersiniz? İnsanları intiharlara, tımarhanelere, studio dairelerde yalnız başına ölecekleri ve günlerce haftalarca kokacakları bir ölüme, felakete sürüklersiniz. İnsanlığı bu duruma bunlar sürüklüyorlar. Bireycilik akımı güya insanı önemseyen, insanı önceleyen bir anlayış gibi gösterilir. Oysa; İndualizm, insanı yalnızlaştırır ve tek başına yaşayan tiplere dönüştürür. Hiçbir modern teoride “komşusu açken tok yatan bizden değildir” diye bir ifade bulamazsınız. Bu; müşterek yaşamı, insanların birbirlerini desteklemelerini, yardım etmelerini, birbirlerini sevmelerini ve diri bir toplum olmalarını sağlar. “Dünyanın en iyi evi, içinde yetimin bakıldığı evdir.” tavsiyesi hiçbir yerde yoktur. Buna karşılık İndualizm, Egoizm ne tavsiye eder? Fedakârlık yapmak zorunda değilsin, istersen yaparsın ama yapmak zorunda değilsin, annene babana hürmet etmek zorunda değilsin der. Zorunda değilsin ifadesini kullanır. İslam’da farzlar vardır, farzların dışında da birtakım tavsiyelerde bulunulur. O kadar tavsiye eder ki sen kendi iç dünyanda bu iyilikleri yapmaya kendini mecbur hissedersin ve bu iyilikleri yaparsın. Şimdi bizi İndualist, bireyci, tek başına yaşayan tiplere dönüştürüyor bunlar. Buradan ne teknoloji transferi çıkar ne teknoloji üretimi çıkar. Buradan sadece hasta toplum çıkar.
Yine ezik bir muhafazakâr arkadaşımla konuşuyorum, bu batılı aydın denilen zavallı eksik tiplerin bu tür olumsuz özelliklerini, intiharcılıklarını, akıllarını yitirmelerini örnek verdim. Bana, bu onların özel hayatı dedi. Nasıl özel hayatı dedim bunun neresi özel hayat? İntihar ederek ölmüş adam ve ben duydum bunu. Bu sıradan birisi olsa, tanınan birisi olmasa olur ama tanınan birisi ve bunu bütün bir insanlık duydu. Yine bana cevap yetiştirdi ve ona şu soruyu sordum, kendi çocuğunun intihar eğilimli birisiyle arkadaşlık yapmasına izin verir misin? Eşcinsel bir sapıkla çocuğunun arkadaşlık yapmasına izin verir misin? Lütfen cevap verin dedim. Durdu, konuşmadı. Bakın dedim bunlar nedir biliyor musunuz; ben onlarca yüzlerce kitap yazdım bu kitapların hiçbiri ne benim hayatımı düzgün sürdürmeme yardım etti ne de hayatımda en kıymetli varlığım olan canımı korumama yardım etti demektir, bu kitapların hepsi birer çöp demektir. Şimdi dolayısıyla bizim öncelikle batı aydınını tanıtmamız lazım, bu bir. İkincisi kendi aydınımızı tanıtmamız lazım, başta evliyaullahı. En büyük aydın evliyaullahtır. Bu aydınların yaptıklarının bir tanesini evliyaullahta göremezsiniz. Bir tane intiharcı evliyaullah göremezsiniz. Bir tane cinsi sapık –haşa sümme haşa- göremezsiniz. Bir tane komşusuna yardım etmeyen evliyaullah göremezsiniz. Bizim kendi değerlerimizi kendi doğru aydınlarımızı tanıtmamız lazım. Egoist aydın denilen zavallı tipler var. Arabasını değiştirmiş bir tane daha araba değiştirecek. Allah nasip etti 2008 model bir araba kullanıyorum, kaç kişi gelip bana arabayı ne zaman değiştiriyorsun diye soruyor. Kimse bana Suriye’ye yardım ediyor musun, Filistin’e yardım ediyor musun diye sormuyor. Bunlar dışardan baktığında İslamcı, muhafazakâr taş gibi aydınlar oysa ki. Bizim kendi aydınlarımızı tanıtmamız gerek. Başta Peygamber Efendimiz (SAV) olmak üzere, sahabe efendilerimizi, tabiini, tebe-i tabiini, evliyaullahı örnek göstermemiz lazım. Tabii sapık aydınları, sapık tarikatları demiyorum ki onların sayısı da oldukça azdır. Onlar bana örnek olamazlar zaten. Buradan sapkın bir tarikatı örnek gösterdiğim sonucuna da varılamaz. Sana örnek olur mu o sapkın tarikatın başındaki kendisine şeyh görüntüsü vermiş birisi? Olmaz. Bana neden olsun? Benim kafam senin kafan kadar çalışmıyor mu yani? Ben geri zekalı mıyım? Hayır, geri zekalı o. Bir yerden duymuş işte saçma sapan bir şeyler onu tekrar edip duruyor.
Hocam özellikle bu FETÖ meselesinden sonra, bilhassa Milli Eğitim’de çocukları tarikata yönlendirmek sanki onların zihnini tahakküm altına almakmış, birilerinin zihnine sokmakmış gibi öğretilerle öğretmenlere direktifler veriliyor. Hatta dergimizin geçmiş sayısında da bu meseleye yer verdik. Ne yazık ki böyle bir problemimiz de var.
Evet, ne yazık ki öyle. Tarikatlar FETÖ örnek gösterilerek suçlanıyor. Bir tarikatı FETÖ gibi göstererek konuşan birisine sordum dedim ki sen FETÖ’yle hiç irtibata geçmedin mi geçmişte? Bana kim geçmedi ki cevabını verdi. Bu tarikatlar geçmediler işte dedim. Bu tarikatlar FETÖ’yle hiçbir zaman irtibata geçmedi. Sen geçtin ama geçmemiş olan tarikatlara FETÖ’yle irtibata geçti diye iftira ediyorsun. O tarikatların hiçbiri de geçmediler. Tarikatlar başka, tarikat mensupları başkadır. Tarikat mensupları içerisinden o kadar ebleh tipler çıkar ki şaşırırsın ama kalkıp o kişiler yüzünden tarikatları suçlayamazsın. Tarikatlar bir eğitim merkezleridir. Şimdi ilkokul üçe giden bir çocuğa, sen uçak mühendisi oldun mu bakayım diyebilir misin? Çocuk bakar uçak mühendisi nedir der, bilmez bile belki. Tarikata yeni girmiş kişiye de sen insanı kâmil oldun mu diyemezsin. O sadece bu yola girmiştir daha. Sor bakalım ilkokuldaki çocuğa gen teknolojisini öğrendin mi diye o konuyla alakalı cevap alabilir misin? Böyle bir şey olabilir mi? Çocuk, yoluna girdi sadece. Ya da git üniversite son sınıftaki mühendis adaylarına sor. Belki çarpım cetvellerini bile bilmiyordur. Yani bu yola giren herkes –inşallah başarır ama- bu yolda başarılı olacak diye kesin bir hüküm mü vardır? Mesela okullardan mezun olan öğrenciler girdikleri sınavlarda başarılı olamıyorlar diye bunlar başarılı olamıyorlar deyip okulları kapatabiliyor musunuz? Hastaneler mesela, hastanelere hasta götürüyorsunuz o hasta ölü olarak çıkamıyor mu hastaneden? Çıkıyor. Hastaneleri kapatıyor musunuz? Buradan şifa bulmuyorlar biz bu hastaneleri kapatalım diyor musunuz? Böyle bir şey diyebilir misiniz yani? Tarikatlara da girip, seyr-u sülûkunu sürdüremeyenler var, başarılı olamayanlar var, o sırada seyr-u sulûkunu sürdüren ve inşallah bir süre sonra insanı kâmil olma yolunda önemli mesafeler katedecek olanlar var. Sen başaramamış olanları örnek gösterip tarikatları kapatma fikrini savunamazsın. Çok kötü tipler de görürsün belki orada, hastanelerde çok hasta tipte insanlar görebileceğin gibi. Hastaneye niye gider insan? İyileşmek için değil mi? Kötü tipler de tarikatlara iyileşmek için gider. Bugün tarikatlar bizim Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinden beri en sağlam yapılarımızdır. Geçenlerde Donalt Trump ve eski Amerikan dışişleri bakanı Rex Tillerson imzasıyla Amerika’da, Türkiye’de tarikat yasağı olmasına rağmen tarikatlar yasaklanmıyor diye bir genelge yayınlandı. Bak sevgili kardeşim, Turmp’ta aynı senin gibi aynı şeyden mustarip. Sen nasıl oluyor da Trump’la aynı şeyi düşünüyorsun? Tarikatları yasaklamaya çalışarak Trump bizim iyiliğimizi mi düşünüyor? Fethullah Gülen’i Türkiye’ye vermeyen ve FETÖ’yü destekleyen Trump, tarikatları suçluyor. Senin aklın, beynin bundan bir sonuç çıkaramıyor mu yani? Hem FETÖ’yü destekliyor hem tarikatları suçluyor. Sen ne geri zekalıymışsın ya.
Bir gün yine bir televizyon programında konuşuyoruz, tarikatlar devleti ele geçirirse falan gibi sözler ettiler. Orada onlara tarikat düşmanlığı yapıyorsunuz dedim. Hem de kurgu üzerinden, “ele geçirirse” gibi bir kurgu üzerinden. Oysa öyle bir şey yok, hiç olmadı. Ama ele geçirirse diye tarikat düşmanlığı yapılıyor. Osmanlının en güçlü olduğu zamanlarda dahi padişahlar bile dergahlara tekkelere giderlerdi. Tarikatların devleti ele geçirme gibi bir dertleri olmadı hiçbir zaman, geçirirseyi falan bir bırakın artık. Onlar sadece insan yetiştirdiler. Çoğu, devlette hiç görev almadılar. İmam Gazali Hazretlerinin tavsiyelerine bir bakın, Feridüddin Attar Hazretlerinin tavsiyelerine bir bakın. Devlet adamlarından, devletten uzak durun tavsiyeleri yaparlar. Bunlar bugünün yazıları değiller. Yani senin gibi tarikat düşmanlarını memnun etmek için söylediğim cümleler değil bunlar. Bunlar geçmişten beri tarikat medeniyetinin örnekleridir. Soros, kitlelere ulaşmaya çalışıyor kurduğu STK’lar ile. Senin hazır, para karşılığı olmadan gönülle yapılan STK’ların var ve sen bu STK’ları yıkıp Kaz Dağları’nda ortalığı kasıp kavuran Soros’un STK’larına üye olacaksın öyle mi yani? Bu bizim ezik muhafazakârlar işte en büyük sorun bunlar.
Toparlayacak olursak, bizim kendi değerlerimizi anlatmamız lazım gençlerimize, kendi insanı kâmillerimizi anlatmamız lazım. En başta Fahri Kainat Efendimiz (ASM) olmak üzere, sahabe efendilerimizi, tabiini, tebe-i tabiini, İslam büyüklerini, evliyaullahı tanıtmamız lazım. Bunlar ne güzel insanlık örnekleri sergilemişlerdir.
Hocam bahsetmiş olduğunuz ezik muhafazakâr aydın tiplemesi bizim cenahtan örnekler verirken de ilk olarak İbn-i Sina ve Farabi gibi, bizim İslamsı Filozoflar diye nitelendirdiğimiz kişilerin isimlerini zikretmeye başlıyorlar. İmam Gazali Hazretlerinin Tehafüt’ül Felasife eserinde bu zatlarla alakalı koyduğu kıymet hükmü malumunuzdur. Batı felsefesinden beslenmiş, batılı filozofların fikirlerini kopyalayarak benimsemiş ve bu vesileyle bizim değerlerimize de düşman hale gelmiş bu şahsiyetleri sanki bizim içimizden çıkmış büyük insanlar gibi gösteriyorlar. Bizden örnekler gösterelim derken aslında gene bizim içimizden gibi görünen batılıları-batıcıları örnek gösteriyorlar.
Bu konuda da İbn-i Sina, İbn-i Rüşt ve Farabi gibilerin bize neden örnek olamayacaklarını iyi anlatmak gerekiyor. İbn-i Sina belki tıpta bir örnek olabilir ama düşüncede ve hikmette asla bize örnek olamaz. Farabi muallim-i evvel Aristo’dur diyor, muallim-i sâni de kendisi. Halbuki muallim-i evvel Allah’u Teala’dır. Bunu “Allah Adem’e kelimeyi öğretti” buyuran ayet-i kerimeden biliyoruz. Allah peygamberlere öğretti, peygamberler de bize öğretti. Farabi İslam kültürüne bu kadar uzak. Aristo’yu rehber edinmiş. Dolayısıyla Farabi’nin de bize örnek olması mümkün değil. Benim branşım tarih olduğu için bu konulara çok zaman ayıramıyorum. Branşı bu olan arkadaşlar Farabi’nin, İbn-i Sina’nın, İbn-i Rüşt’ün açmazlarını araştırıp ortaya koymalı. Bunlar aslında zaten olan şeyler, İmam Gazali hazretleri bunların yanlışlarını ortaya koymuş. Kuru kuru eleştirmek yerine bu yanlışları daha çok dillendirmek lazım.
Reisimiz Servet Turgut’un tam da bu konuda kitaplık çapa ermiş bir çalışması var. İslamsı filozofların pisliklerini ortaya koyuyor. İbni Sina’nın yazmış olduğu tıp kitabına da değiniyor. İbn-i Sina o kitabı yazdığında henüz 16 yaşında. O yaşta bit çocuğun kadavra üzerinde çalışmadan, denemeden, testler yapmadan bir kitap yazması pek mümkün değil. Bu çalışma esnasında Reisimiz kaynak taraması yaparken aslında o kitabın da çalıntı olduğu bilgilerine ulaşıyor. Orada da aslında bir gözbağcılığı ve göz boyama var. Tüm bunların detaylıca işlendiği kitap da inşallah yakın zamanda yayınlanacak.
Bunları yayınlamamız ve kitlelere anlatmamız lazım, o zaman insanlar bize inanacak ve ezik muhafazakâr aydınlar demagoga dönüşecekler, mesnetsiz konuşan tiplere dönüşecekler inşallah. Allah, gayretleri sebebiyle Servet Hoca’dan razı olsun.
Hocam biraz da bunlardaki pisliğin kaynağı olan Sokrates’e değinmek istiyoruz. İslam dünyasındaki git gide yaygınlaşan “batının sembol şahsiyetlerine hayranlık” tavrı aslında çok öncelerde de var. İslam âlimlerinin büyük kısmının yaklaşık 1000 senedir Sokrates hakkında doğru bir tavır takınamamışlar. Ondan bahseden âlimlerimiz ekseriyetle evliya veya kavminin peygamberi olabilir demişler. Bugün Sokrates’i ve fikirlerini tanıdığımız eserleri incelediğimiz zaman onun eşcinsel olduğunu, putperest olduğunu çok net görebiliyoruz. Bu eserler de onun talebelerinin yazdığı eserler. Zaten kendisi yazmaya karşı, bizzat yazdığı bir eser yok. Platon’dan ve diğer talebelerinden tanıyoruz onu. Bu kaynaklarda da bahsettiğimiz gibi eşcinsel ve putperest olduğu açık. Böyle birinin İslam âleminde asırlarca evliya yahut peygambermiş gibi anılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz. Bunun sebeplerine dair bir tespitiniz var mı?
Bu ne yazık ki bilimsel yaklaşımın sonucudur. Dünyadaki birçok kitlesel olayları Siyonistler finanse etmiştir. İki dünya savaşını ve Napolyon’un Mısır’a saldırmasını da Siyonistler finanse etmiştir. Çünkü Filistin’de bir Yahudi devleti kurduracaklardı fakat başaramadılar çok şükür. Napolyon kuzeye doğru çıkamadı. Akka önlerinde yenildi. Fransız ihtilaline bakacak olursak, ihtilalin finansörü gene Siyonistlerdir. Fransız İhtilali sonrası güya bilim ve insan aklı egemenliğini ilan etti. Katolik kilisesinin yerine “Bilim Kilisesi” inşa edildi. İşin üzücü tarafı Katolik kilisesine sadece Hristiyanlar inanıyorlardı fakat yerine konan bilim kilisesine Müslümanlar da inanmaya başladı. 2x2=4 gibi somut bazı örnekleri gösterip somut olmayan birçok veriyi de bu bilimsel diyerek herkese kabul ettirdiler. Yeni put, yeni tanrı “bilim”. Onların ifadesine göre bir şeyin bilimsel olabilmesi için 5 duyu organı ve deneyle sabit olması lazım. Bu kıstaslara göre Kuran’ı Kerim’i bilimsel kabul etmiyorlar. Bilimsel olmadığı için de inanmayın diyorlar. Kuran’ı kerim 610 senesinde indirilmeye başladı, şimdi ona itiraz ediyorlar fakat aynı kişiler Herodot’un metinlerine hiç itiraz etmiyorlar. Halbuki Herodot çok daha eski. Neden ona itiraz edilmiyor? Çünkü onun bilimsel olduğunu söylüyorlar. Bizim muhafazakar aydınlar da bunlara inandı, bunu sorgulayamadı, korktu. Şimdi ben bunu sorgularsam, karşımdakiler de birkaç farklı açıdan bunu ispat ederse toplum içinde rencide olurum diye korktu, sorgulayamadı. Bu ezik bir tavırdır. Hâlbuki sorgulasa sonuç alacak. “Kuran’ı Kerem sana göre bilimsel mi? Değil. Peki Herodot neden bilimsel?” bunu soramadılar. Yine bir tv programında beş duyu organı ve deney deniyor, primatlardan bahsediliyor. Primatlar bir rivayete göre 65 milyon yıl önce yaşamış son maymun ilk insan. Maymunlardan evrildik iddiaya göre ya. Safsataya göre, iddia değil. İnsan olduk ya en son işte, son maymun, ilk insan primatmış. Primatlar 65 milyon yıl önce gelmiş bir rivayete göre, bir rivayete göre 55 milyon yıl önce. Milyon yıllar uçuşuyor arada. Aramızda geçen diyaloğu ‘Akp’li profesörden kapak gibi cevap’ diye de internete koymuşlar. Ben Ak Partili değilim, Erdoğan’ı seviyorum. Ak Parti’deki bir sürü ahlaksız tipten nefret ediyorum ama Allah Erdoğan’ın yardımcısı olsun, bizi de ona yardımcı kılsın. Ben çok seviyorum. Şimdi dedim ki ‘’Siz 65 milyon yıl önce yapılmış bir deney gördünüz mü?’’. Bu çok bulunamayacak bir soru değil, yalın bir soru. Deney, deney diyorlar mı? Diyorlar. ‘’Siz 65 milyon yıl önce yapılmış bir deney gördünüz mü?’’ Durdu, şöyle baktı sağına soluna ‘’ Ben bilmiyorum belki arkadaş biliyordur.’’ dedi. Sonra hepsi birden ‘’bilim kesinlik içermez’’ demeye başladılar. Hah ben de bunu söylüyorum işte dedim. Bilim kesinlik içermez demeye başladılar. Ya bizim aydınımız korkak. Herodot’u ispat edebiliyor musun ya? Yok. Ben Aristo’nun, Sokrates’in yazdığını nereden bileyim? Nereden bileyim, görmedim ki. O zaman Kuran-ı Kerim’e inanırım. Söyle bakayım görmem gerekir mi gerekmez mi? Söyle, bir söyle bakayım. Bizim aydınımız korkak. Deney var mı? Yok. Gördün mü? Yok. Okudun mu, duydun mu? Yok. Nereden bileyim Aristo’nun ilave etmediğini, nereden bileyim Sokrates’in, Platon’un ilave etmediğini, nereden bileyim ben bunu? Çünkü sen kutsal metinlerden de beni şüpheye ittiriyorsun ya o zaman her şeyden şüphe ederim. Ya da niye etmeyeyim. Şimdi bunlar bu metinlerde bir şeyi ortaya koydular Batı başardı diye. Ama kardeşim teknolojide başardı, o basketbolda başardı, güneş konusunda konuşamaz. Basketbolda başardı ya fırıncılıkta da onu dinliyor, tarla kazmada da onu dinliyor, araba lastiği değiştirmede de onu dinliyor çünkü orada da başarmıştır hissi, zannı, vehmi taşıyor. Ben şunu sordum oradaki öğretim üyelerine ‘’Ben yaratılış kıssasına inanıyorum Kuran-ı Kerim’deki, Darwin’in safsatasına inanmıyorum. Hadi diyelim ben evrime inanacağım hangisine inanayım?’’ dedim. Bu antropolog farklı söylüyor, bu antropolog farklı söylüyor, bu 224 milyon yıl diyor -atmıyorum ha bunları söylüyorlar- bu 112 milyon yıl diyor, bu biraz insaflı 400 bin yıl diyor. Bu 8 ile 13 milyon yıl arasında. Sanki 17 ile 18 dakika arasında gibi milimetrik bir şey söylüyor. 8 ile 13 milyon yıl… Şu an 2019 diyorlar ondan önce de 2 bin, 3 bin, 4 bin saçmalıklar var. Rakamla sayıya vuran 2019’a geliyor. Bu mu bilimsel. Milyon yıllar uçuşuyor. Burada Batı’nın başardığı vehmi üzerinden, başarmadı çaldı. Kısmi başarısı var. Başardığı vehmi üzerinden başarmadığı konularda da biz ‘’Yapmıştır canım, öyledir’’ şeklinde Aristo’yu yüceltiyoruz, Sokrates’i yüceltiyoruz., Platon’u yüceltiyoruz. Bu yine eziklikten kaynaklanıyor.
Hocam söylediğiniz gibi Yunan mucizesi aslında hiç gerçekleşmemiş de olabilir. Yani metinler sonradan üzerine ilave edilerek de ortaya çıkarılmış olabilir. Fakat bundan daha vahim olanı şu ki; elimize ulaştığı söylenen kaynaklar içerisinde eleştirilecek, reddedilecek, topa tutulacak o kadar çok şey varken bizim aydınlarımız bunu dahi yapmıyorlar.
Evet, ezik muhafazakâr buraları hep görmezden geliyor. Fakat veliyullahtan birinin bir hatasını görse “biz zaten böyleyiz, kötüyüz vesaire” diye hemen eleştirmeye başlıyor. Kendisini ve kendi değerlerini aşağılamaya kurulmuş bir tip.
2000 yılına ait bir rapor okumuştum. 2000 yılında bütün dünyada tamamlanmış intihar sayısının 814.00 olduğunu orada görmüştüm. Yani dünyada sadece bir yılda konvansiyonel silahlarla yapılan savaşlarda 814.000 insan ölmüyor. Batının ürettiği bir insan tipi, intiharcı tip ve intihar istatistikleri Batı’da ısrarla gizlenmeye çalışılıyor çünkü korkunç bir felaket aşağıdan gümbür gümbür geliyor. Bunların insanı düzgün yaşamasına yardım edemeyen aydınlar, kendisine edemiyor, kendi toplumuna edemiyor. İntiharcılar var, tımarhaneler var, akıl hastalıkları var, eşcinsellik var, hep sapmalar var bunların sonuçlarında. Aslında dolayısıyla bunların aydınlarını bizim okumamıza hiç gerek yokken bizim ezik muhafazakar aydın biz teknolojiyi transfer ederken ayrım yapmayalım hepsini öğrenelim, ‘’bak biz sizin medeniyetinizi sizden daha iyi biliyoruz’’ acziyeti içerisinde bu işe giriştiler, kafalarını bunlardan kaldıramadılar, bu tartışma içerisine girdiler. Halbuki oradan o dairenin içerisinden çıkmamız gerekir. Çünkü onlar bize düzgün insan davranışı sergiletmez. Hiçbir modern ideolojide anne babaya saygısızlık Allah’a saygısızlıkla eşdeğer olarak anlatılmaz. ‘’Komşusu açken tok yatan bizden değildir.’’ diye modern bir ideoloji bulamazsınız. Bunların içerisinde insan olma merkezini kaybettiler bizimkiler. Hayatımızdan caiz, müstehap, mendup, mübah -bakın sünnet,farz demiyorum- bunları çıkarttık, bunlar çıkınca sünnet ve farzlar da gitti. İslam en temel merkez olarak aldığı şey kul hakkıdır. Allahu Teala ben karışmam diyor tabiri caizse. Biz bunları kaldırdığımızda insanların kendi aralarındaki hukukunu da ihlal etmeye başladık. Dolayısıyla merkeze Batı’nın bize empoze ettiği değerleri alınca kişiler individüalist yaklaşımlarını kendilerinde çok uçuk bir şey olarak görmediler. Yani ‘’yardım etmek zorunda değilim’’. Evet ilk bakışta yardım et diye bir farz yok benim bildiğim kadarıyla ama hadisler var. Hadisleri de tartışmaya açınca Müslüman kardeşine yardım etmeyen, Allah’ın kendisinden istediği hayırları yapmayan tipler çıktı karşımıza. Bir sefer mübah, mendup, müstehap bunlar çiğnenince -farz değil ya- bunlar rahat çiğnenince sünnet de rahat çiğnenmeye aşama aşama farz da çiğnenmeye başladı. Dolayısıyla bizi insan yapan değerlerden uzaklaştık. Rüşvetler, usulsüzlükler, adam kayırmalar bunun peşinden geldi. Çünkü yine aile yapımıza yıkan bir örnek söyleyelim, mesela boşanmalar… Boşanmalar 20-30 yıl önce Allah’ın en sevmediği helal diye değerlendirilirdi, arş titrer bir boşanma hadisesinde diye değerlendirilirdi, şimdi bunlar konuşulmuyor bile. ‘’Boşan o zaman’’ bunu Müslümanlar da söylüyor. Niye? Bizim kırmızı çizgilerimizi biz ihlal ettik. ‘’Farz değil ya zaten, mühim değil ya’’ şeklinde yaklaşımlarla ‘’arş titrer, titresin canım der gibi’’ yaklaşımlarla... Ne yapayım yani bununla mı yaşayayım? İyi bundan ayrıldın başka birini bulacaksın, bulduğun ikincinin birinciden farkı ne? İkinci de başka bir kadından ayrıldı geldi. Üçüncüden farkı ne, o da başka bir kadından ayrıldı geldi. Ona iyi olmayan sana mı iyi olacak? E 4.-5.’ye geliyorsun ‘’ne oluyor ya?’’ diyorsun, sonra ‘’kaçıncı oldu bu ya?’’ diyorsun, belki birinciye gösteremediğin sabrı beşinciye göstermek zorunda kalıp oturuyorsun. Başta birinciye göstermen gerekirdi. Ama bizde öyle bir anlatıldı ki ‘’kesinlikle boşan!’’ der gibi. Aile yapıları sallanmaya başladı, çocuk namaz için uykudan uyandırılmamaya başlandı merhamet adı altında, halbuki en büyük felaket. Çocuk en büyük eğitim denilen Allah korkusu, anne-baba korkusu, saygısı, sevgisi bunlar bizim hayatımızdan çıkartılmaya ‘’kendi tercihi ben buna karışmam’’ şeklinde anlayışla bizim bütün kırmızı çizgilerimiz allak bullak edildi. Karşımıza böyle tipler çıktı.
Peki hocam, biz yakın Türkiye tarihine bakarak söylüyorum. Müslümanların siyasal ve diğer kültürel alanlarda geçmişe nazaran en güçlü olduğu devirlerden birini yaşıyorduk, 10 seneye kadar veya şu güne kadar. Peki biz bu modernizmin esiri olmuş Müslüman tiplemesine karşı bugün sesimizi yükseltemezsek yarın daha zayıf kaldığımız bir dönemde nasıl yükselteceğiz?
Şimdi çok önemli bir nokta. Bir sefer önce kendimiz yaşayacağız, bu çok önemli. Mütevazi çabalarla önce arkadaşlarımızı kendimizden sonra uyaracağız. Yani kitleleri etkilemek çok önemli bir hadise ama önümüzdeki merdiven basamaklarını geçmeden kitlelere ulaşamayız. Evliyaullahın başarılı olmasının en büyük sebebi yaşıyordu, yapıyordu. Önce kendimiz yaşayacağız. Unutulan sünnetleri biz yaşayacağız ve birbirimize tavsiye edeceğiz bu çok önemli. Kesinlikle sohbet halkalarını bırakmayacağız, evliyaullahı dinleyeceğiz, hadisleri dinleyeceğiz, ayetleri dinleyeceğiz, okuyacağız, öğreneceğiz. Haftada bir sohbet günlük 4-5 saatlik modernizmin vaazını ortadan kaldıramaz, modernizmin kirlettiği zihinlerimizi temizleyemez. Ben kendim Esad Efendi’yi çok severim, arabada radyoda kanalları değiştirirken Esad Efendi çıktığında utancımdan değiştiremezdim radyo kanalını, istemezdim çıkması hoşuma gitmezdi. Şimdi elhamdülillah arıyorum. Ne kadar büyük ihtiyacımız varmış? Sohbet halkalarını bırakmayacağız. Sohbetle sürekli söyleyeceğiz, bıktırmadan tabi ki. Bu çok önemli çünkü etkisi gidiyor. Geliyor necaset onların üzerine geçiyor. Biz ısrarla bunlardan uzak duracağız ve sohbet halkalarını derinleştireceğiz. Önce yaşayacağız ve sonra söyleyeceğiz. Yaşayacağız yani bu çok önemli. Mesela bugün en önemli sorunlarda bir tanesi o da. Kadın üzerinden toplumu bozuyorlar. Kız-erkek tanışmaları süratlice azaltılmalı. Bir kadın bir erkekle kesinlikle mecbur kalmadığı sürece konuşmamalı, mecbur kaldığı kadar konuşmalı. Otobüs soracak onu sorabilir, kadın bulursa önce kadına sormalı. Haremlik-selamlık ne kadar önemliydi bizim için. Herkes birbiriyle tanışıyor, neler duyuyoruz. 26 yıldır üniversitede çalışıyorum. Başörtülü kızlar da erkeklerle yatıyor artık. Ne olacak neslimiz ya? Bu halvet olayını, haremlik-selamlık olayını gündemimize tekrar sokmamız lazım. Temiz kız bulamıyorsun, bir erkekle diyaloğa girmemiş kız göremiyorsun. Bunlar bizim nasıl annemiz olacak? Kaç tane kadın kocasıyla kavga ediyor eskiden tanıştığı erkek arkadaşıyla dertleşmek için arıyor. Özür diliyorum yatmak için değil. Ama dertleşme devam ederse sonuçta o da oluyor. Niye? Kocasıyla kavga etmiş ‘’niye sabrediyorsun ki?’’ modernizm teorileri tavsiyeleri peşpeşe geliyor. E ne olacak? Arıyor dertleşiyor. Tanışmayacak, bir yabancı erkek bir yabancı kadınla tanışmayacak!! Mecburi konuşma ayrıdır. Mecburi konuşmalar arttığında tekrar kendini gözden geçirecek ‘’bir dakika ya ben bunu bilerek mi yapıyorum?’’ diye. Nesil böyle bozuluyor. Şu kafelerde -siz hatırlar mısınız bilmiyorum- aile yerleri vardı biliyor musunuz? Oraya erkekler giremezdi. Aile yeri meri yok şimdi. Herkes gidiyor, millet birbiriyle tanışıyor falan filan yani. Ne yazık ki.
Hocam İstanbul Sözleşmesine de kısaca değinelim mi? Bu hususta neler söylemek istersiniz?
Toplumsal cinsiyet yanlış biliniyor Türkiye’de. Toplumsal cinsiyet nedir? Toplumsal cinsiyeti millet kadın-erkek eşitliği zannediyor. Değil. Kadın-erkek eşitliği olsaydı öyle denirdi. Mesela bu ne, bardak. Buna kimse kamyon lastiği demez. Bu ne, telefon. Buna kimse bıçak diyemez, bıçak değil çünkü. Yani nedir bir kavram söylendiğinde onun ne manaya geldiğini o dili kullanan herkes anlar. Bu ne, şişe. Bunu kimse kravat anlamaz şişe denilince. Ancak KADEM toplumsal cinsiyet eşitliği ya da adaleti diye kavramlar uydurdu şimdi. İkisi de yanlıştır. Toplumsal cinsiyet denilen şey nedir? Toplumsal cinsiyet Allah’la savaşıyor. Nasıl? Biyolojik cinsiyetin karşılığıdır toplumsal cinsiyet. Kuran-ı Kerim’de diyor ya Cenabı Hak ‘’Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık.’’ Biyolojik cinsiyetin karşılığı. Peki toplumsal cinsiyet dedikleri şeyin karşılığını nasıl güya makul şekilde anlatıyorlar? - Rasyonalize ediyorlar demek istemiyorum, Batılı kelimeleri kullanmak istemiyorum. Siz de kullanmamaya çalışın- Şöyle; Dünyaya biz cinsiyetlerimizle gelirmişiz, -doğru, bu Aile Bakanlığının bülteninde yazıyor şimdi konuştuklarım- fakat toplumun beklentilerine göre cinsiyetlerimiz şekillenirmiş. Aile toplumun en küçük yapıtaşı ve toplumun beklentilerine göre cinsiyetlerimiz şekillenirmiş. Yani erkek olarak doğup kız olarak hayatımızı sürdürebilecekken ya da kız olarak doğup erkek olarak hayatımızı sürdürebilecekken, bu ihtimal varken aileler-toplum kız doğmuşsak kız, erkek doğmuşsak erkek olarak bize zulmederek, baskı yaparak cinsiyetlerimizi sürdürtürmüş. Bundan dolayı toplumsal cinsiyet. Nasıl yani? Kız bebek doğdu kız ismi koydun, olmaz müdahale ettin. Erkek bebek doğdu erkek ismi koydun, müdahale ettin. Kız bebeğe kız kıyafeti giydirdin, olmaz kızlığa yönlendirdin, erkek bebeğe erkek kıyafeti giydirdin, olmaz erkekliğe yönlendirdin. Başlıyor şimdi cinsiyete müdahale, toplumsal cinsiyet oluşuyor şu an. Çocuk sokakta oynuyor geldi bir tanesi ‘’Aslan oğlum’’ dedi, bir tane erkek çocuk mesela, olmaz erkekliğe yönlendirdin. Toplumsal cinsiyet bu. Ne yapacakmışız? Serbest bırakacakmışız, cinsiyetine o karar verecekmiş. Toplumsal cinsiyet bu, bunu ben uydurmuyorum. Bu toplumsal cinsiyet fitnesini Türkiye’ye yayan kim? Koç. Bakın Koç’un bülteninde var.
Temeli aslında Yunan medeniyetine dayanıyor. Androjini insan tipi. Cinsiyeti teke indirmek yahut üçe çıkarmak.
Yani şaşırmam. Şunu bulursunuz internette tararsanız. Koç’un, İletişimde Toplumsal Cinsiyet Rehberi’ni bulabirsiniz. Neymiş bakalım toplumsal cinsiyet, ne diyor? Toplumsal cinsiyet kavramının altında aynen şöyle yazıyor; en önemlisi değiştirilebilir olması. Az önce söylediklerinin hepsi var. Doğuştan gelmezmiş, öğrenilirmiş, temelleri biyolojik farklılıklara dayanmazmış… Koç’un bu. Peki Aile Bakanlığının bülteninde ne yazıyor? Aile Bakanlığı bunu kimle yapmış? İngiltere Büyükelçiliği ile bu kapağı yapmış. Toplumsal cinsiyet eşitliği bakın neymiş: ‘’Her birimiz dünyaya cinsiyetlerimiz ile geliriz, kız ya da erkek bebekler olarak doğarız. Bu nedenle de cinsiyet özelliklerini biyolojik yani değişmez ve doğal birer nitelik olarak kabul ederiz. Kadınlar ve erkeklerden aile içinde, toplum içerisinde ve kişisel ilişkilerimizde beklentilerimiz farklıdır. -Bizim beklentilerimizle cinsiyet oluşuyor yani farklı beklentilerimiz var- Bu farklılığı da doğal karşılarız. -doğal değil yani biz öyle doğal karşılarız. Kızdan kız davranışı, erkekten erkek davranışı bekleriz ama bu doğal değilmiş. Hocam siz uyduruyorsunuz doğal karşılarız diyor. Bakın devamında ne diyor- Oysa dünyaya birbirinden çok da farklı olmayan bebekler olarak gelip -çok da farklı gelmiyormuşuz- sonradan kadın ve erkek olmayı öğreniriz. -doğmuşuz kadın ve erkek değilmişiz sonradan öğrenecekmişiz- Daha en baştan adlarımız konulurken bu beklentileri karşılayacak isimler seçiyor ailelerimiz. Kızlarımızın Nazlı, erkeklerimizin ise Mert olmasını bekliyoruz daha isimlendirirken.’’ Aile bakanlığının bülteninde geçiyor bu. Başka bir şey daha var onu da söyleyeyim. Mesela nesli bozma operasyonları. Çocuk evlilik diyor. Çocuk evlilik ne? 18 yaş altı evlilik değil mi? Aile Bakanlığının çalıştığı Mor Çatı, Aile Bakanlığı bununla çalışıyor.
Resmi bir ilişki var mı hocam aralarında?
Beraber çalışıyorlar. Bir milletvekili kendi Twitter hesabında yazmıştı ‘’İstanbul Sözleşmesini 7. sürdürme toplantısını, izleme toplantısını filancayla filancayla yaptık.’’ diye yazmıştı Kayseri milletvekili, bir kadın milletvekili. Şimdi 18 yaş altı evlilik niye kötüymüş? Rızaya dayalı bile olsa Türkiye’de cinsel ilişki yaşı 18 yaşının altında olmamalı, rızaya dayalı bile olsa. 18 yaş altı rızaya dayalı da olsa cinsel ilişki olmaz öyle mi? Peki. Mor Çatı ne diyor? Flört şiddeti... Kaç yaş arasıymış? 13-23 yaş arası.
Flörtte cinsel ilişki var mı yok mu? Var. Ha yok aslında siz uyduruyorsunuz. Öyle mi, ben mi uyduruyorum? Peki. Cinsel flört şiddeti değil mi? Flörtte cinsel ilişki olmadığını kimse söyleyemez de bunlar söyler yüzsüz. Bakın ne yazıyor, bu kapağın altındaki yazı; ‘’Cinsel birliktelik sırasında, öncesinde veya sonrasında sana karşı küçümseyici ve kaba bir tutum sergilemesi cinsel flört şiddetidir’' cinsel ilişkiye hiç girmeyin demiyor, 13 yaşında cinsel ilişkiye sokuyor. Bu cinsel ilişkiye girenlere evlenince de karşı çıkıyorlar. Ben kızımı diyelim ya da oğlumu bunlara gönderiyorum Aile Bakanlığının irtibat kurduğu kurum diye, referans sayıyorum gönderiyorum kızıma-oğluma cinsel ilişki taktiği veriyor burada. Hiçbir şey sorun değil diyor, neymiş cinsel birliktelik sırasında, öncesinde veya sonrasında sana karşı küçümseyici ve kaba bir tutum sergiliyorsa sorun var diyor. Başka ne diyor? Doğum kontrol yöntemlerini kullanmaması veya senin kullanmana izin vermemesi bunlar sorun öbürleri sorun değil diyor. Ben oğlumu-kızımı gönderiyorum tecrübe edinsin hani hayatı öğrensin diye ama sen filancayla cinsel ilişkiye sokuyorsun. Bir de tam tersinden o yaşta evlenenler pedofili muamelesi görüyor. Kendi bülteninde, kendi web sayfasında yazıyor bunu, yayınlıyor. Ben oradan aldım.
Hocam, çok teşekkür ederiz, verimli ve istifadeli bir sohbet oldu, ağzınıza sağlık. Allah razı olsun..