Korsan Dogmalar: Post-Truth Çağına Gelmek

Yazan: 21 Kasım 2020 1551

Garip bir çağdayız vesselam... Hakiki hükümlerin evvela insan şuurundan, ona bağlı olarak da fiilinden koparıldığı bir çağ... Korsan dogmaların idraklerimizde hakikati istila ettiği bir hengâmenin içerisinde mustarip bir şekilde önce hakikati bilme sonra da onun kavgasını verme azmindeyiz. Hakikat denilen, aramakla bulunmayan fakat bulanın da aramakla eriştiği mefhuma daima hasret halinde yaşıyoruz. Belki de insan olmanın gereği olan bu iştiyak, eğer erişebilinirse insanı, birden aslî vazifesine doğru müstakim bir seyre yönlendirir. Yalanın kurumsallaştığı ve sahteliğin asrın vazifesi sayıldığı bir dönemde ne de zor hakikat tarafgirliği yapabilmek...

Duyguların, düşünüşlerin, hareketlerin, giyinişlerin hatta inanışların bile adeta fabrikada üretilmiş gibi yapay olduğunu söylemek asla yanlış olmayacaktır. Hadiseyi kahvehane muhabbeti derekesinde değerlendirmekten sakındığımız için suçun hepsini kapitalizmin yahut yeni (!) dünya düzeninin üzerine atmanın kısa vadede bize kazandıracağı şeyler az görünüyor. Buna rağmen, hakikatin bu denli korsan dogmalar tarafından istila edilmesini, bu herkesin müptelası olduğu düşmanları olan kapitalizm ve yerleşik dünya düzeninden bahsetmeden anlatmak mümkün değil. Üzerimizde kurulan tahakküm ideolojilerine ve inançlarına karşı adeta bir matem ayini yapmaktan öteye gitmeyen hallerimiz, aslında birçok problemin asıl sebebidir.


Son yıllarda çokça dillendiren “post-truth” kavramı, bir hadise hakkındaki hakikatin gözbağcılıkla türlü menfaatler uğruna insan algısını yönlendirmek gayesiyle dezenformasyona uğratılmasını ifade eder. Bunun yanında insanların gayri ihtiyarî olarak makul ve meşru bir usul gözetmeksizin hissi ve tarafgirlik duygusuyla yaptığı sözde hakikat tercihleri de post-truth denilen kavramın muhtevasındandır.

Bakıldığında insanlık için çok da yeni bir durumu ifade etmeyen bu tanımın, bu asırlarda artık kavramsallaşması bize çok şey ifade eder. Bir hadisenin bir çırpıda söylenebilecek kadar kavramsallaşması artık o hadisenin hayat içerisinde ciddi anlamda yer ettiğini gösterir. Bu hadisenin kavramsallaştığı yerin Batı medeniyeti kültür havzası olması da ayrıca şaşılmayacak bir durumdur. Zaten, fi tarihinden itibaren çıkarları uğruna gayrimeşru olanı meşrulaştırma ameliyesi Batı felsefesinin başat fiilleri arasındandır. Aynı bunun gibi hakikat olanı sahteleştirme de Batı düşünce (!) tarihinin tabiatındadır. Yani demek istediğimiz o ki Batılılar’ın post-truth dedikleri yalan çağı, yine Batı felsefesinin tüm bakiyesinin nihai anlamda bir neticesidir. Klasik çağda mitoloji oyunları, Helenistik çağda yamalı düşünsel zemin, Ortaçağ’da zaten tahrif edilmiş olanı sıvama hamlesi, Modern çağda hamasi teoriler, Post-modern dönemde hakikatin topyekûn izafi olduğunu kastetme hamakatı ve nihayetinde bu seyirde çorbaya dönmüş zihinlerin işin içinden çıkamayınca “Düşünme! Fayda elde etmeye bak” parolalı kolaycılığı...

Zaten ne olması bekleniyordu ki...


Hakikat Perdelenmesinin Kısa Tarihi: Post-Truth Çağına Nasıl Gelindi?

Tarih seyrini belirtmek bakımından kolay, muhtevasını izah bakımından çetrefilli bir süreç... Daha çok kitle iletişim araçlarının mahiyeti ve imkanı bakımından anlatılan bu sürecin aslında bu husus dışında birçok etkenle anlatmak mümkün ve daha makul... Zaten dünya üzerinde handiyse hiçbir mesele yok ki birbiriyle ilintili olmasın... Ne var ki biz, gören göz için sebeplerin cari olduğu kanaatinde olduğumuzdan bu ameliyeye derinden dalmaya ihtiyaç görmüyoruz.

Hadiseyi teknik kısımdan anlatmak ve esbabı tecrit melekesi kavi zihinlerin inisiyatifine bırakmak malumun tekrardan ilanına girişmek yükünden bizi kurtaracağı düşüncesindeyiz.


Bu tarihî süreci Batılı zihin, bilginin kontrol edilme sürecinden ele alır. Onlara göre Katolik kilisesinin her yetkiyi kendi buhran koridorlarında topladığı dönemlerde bilgi de bu zahirî ve ruhî istibdat müessesesinin elindedir. Bu yüzden eğer hakikat manipülasyona uğratılacaksa tek elden uğratılacaktır yani kitlesel bir problem haline gelmeyecektir. Bunun karşısında kiliseye tabi olan kitleler yalnızca itaatle yükümlüdür ve kilise ne diyorsa hakikat odur. Zaten Batılı’nın hala hakikatle barışamamasının ve hakikati hala helvadan bir put gibi algılamasının temelinde bu dönem yatar.

Bundan sonra gelen aydınlanma dönemidir ve bu dönemde kilisenin hakikati manipülasyona uğratma iktidarına ortak çıkmıştır. Kilise artık bilginin tek kaynağı değildir, aydınlanma filozofları da buna ortak olmuştur. Bununla birlikte her ülkeye hatta her vilayete özgü Protestan kilise tarzı da adeta ev yapımı limonata yapar gibi bölgesel hakikatler üretimine başlamıştır. Onlara göre bu tarihsel sürecin kırılma noktası da zaten burasıdır. Hakikat illüzyonuna ortak olan yeni odaklar, kendi el yapımı hakikatlerini pazarlayacağı kitleyi de oluşturmuştur. Yazılan felsefe yazıları ve romanlar artık tüm sosyal sınıfları etkilemese de okuma yazma bilen ve literatüre hâkim olan bir elit tabakayı yönlendirmeye başlamıştır.

korsan.dogmalar.1

Artık Sanayi devrinin gelmesi, Kapitalizm’in kendini iyiden iyiye hissettirmesi “sahte talep arzını” zorunlu hale getirmiştir. İfrat halde üretime yine ifrat halde talep gereklidir. Bununla birlikte iyiden iyiye yerleşmeye başlayan demokrasi sistemi için de halkları manipüle edecek ve krallık sisteminin boşalttığı koltuğa zaman içinde aynı şekilde fakat görünmeden oturacak para baronlarının taleplerini halka hissettirmeden dayatacak bir usul gereklidir. İşte bu dönemlerde yaygınlaşan gazetecilik bu ihtiyacı yerine getirecektir. Gerek yalan haber üretme gerekse de doğru haberi çarpıtarak verme usulleriyle, artık bilgi (!) yine toplumun her kesimine doğrudan yayılmasa da en azından okuma yazma bilen kesim arasında yayılmaya başlamıştır. Önce kilise sonra ona ortak aydınlar ve Protestan papazlar ve nihayetinde hepsini geride bırakacak bir manipülasyon ortağı olan büyük sermaye sahipleri ciddi bir kesim için bilginin kaynağı haline gelmiştir. Görsellerle destekli gazeteleri okumak ve anlamak için ciddi bir entelektüel birikime sahip olmak gerekmediğinden artık bu hakikat manipülasyonuna elit olmayan kesimlerde iyiden iyiye dahil olmaya başlamıştır. Devletler artık bu yolla sınır ötesi hakikat kıyım operasyonları yapar hale gelmeye başlamıştır.

Bu dönemi takip eden radyo ve televizyonun hayatımıza girdiği dönemlerdir. Bu da artık manipülasyona uğramış bilgiyle muhatap olmak için sadece görmenin ve işitmenin yeterli olacağı bir durumu ifade eder. Bu dönemlerde artık gerçek anlamda bir kitle yönetiminden bahsetmek mümkündür. Artık hem görsel hem işitsel anlamda insanların idrakleri, hisleri ve sair melekeleri kontrol altına alınmış ve istenilen şekilde yönlendirilmeye başlamıştır.

Nihayet internet ve sosyal medya devrinin gelmesiyle artık hakikat manipülasyonu ortaklarının belki milyarlara ulaştığı bir kaos durumunu ifade eder. Misal, bir ruh hastası şahsî hesabından belirli aşamalar halinde ruh hastalığını içtimaileştirebilir ve yüz binleri aşan kitleyi yönlendirebilir. İŞTE BU İÇERİSİNDE YAŞADIĞIMIZ BİLGİ ÇAĞIDIR!..


Aslında bakıldığı zaman belirli bir aşamaya bizimle çok da alakası olmayan bu sürece zamanla biz de Batılılaşma adlı akıl tutulmasıyla dahil olmuşuz. Bize kalırsa hakikatin tahrif edilip dezenformasyona uğratılması da kilise döneminden asırlar öncesine dayanır. Bu iddiamızın ispatı, “Batı Felsefe Tarihi” serisinde, cilt cilt kitaplar halinde detaylıca “Servet Turgut” tarafından yapıldığı için meraklısını oraya davet edebiliriz. Bu bölümde çabamız kitle iletişim araçlarının Batılı elinde nasıl da bir hakikati bombalamak için “kitle imha silahı”na dönüştürüldüğüne dikkat çekmekti.


Âlimden, Sosyal Medya Fenomenine Alçalış Seyrimizin Kısa Tarihi

Yazıda “bilgi kaynağı” tamlamasından çokça bahsettik. Bizde her asırda net olan bilgi kaynakları bellidir. “Kur’an, Sünnet, İcma, Kıyas”... Âlim, bunlarla topluma yön vermek bunlarla iyiliği emretmek, kötülüğü nefyetmekle yükümlüdür. Âlimin bu hükümler dışında kendi hevası veya tercihleri doğrultusunda kural koyması mümkün değildir. Bugün pençesi sökülmüş bir aslan gibi icra hakkı elinden alınmış âlimlerimiz, dün sosyal hayatı düzenleyen faktörlerin başında gelirdi. Yani devletin icrasından tutalım da, insanlara verilen tavsiyelere kadar bugün modern dünyanın sadece dilinde olan adalete dayalı kavvam bir hukuksal düzenin yürütücüsü âlimlerdi.

Batılı’nın adi kopyaları halinde türedi aydın tiplemesi malum olan süreçlerden sonra toplumda söz sahibi olmaya başladı ve o nesebi gayrisahih hükümler bir süre sonra devlet yönetiminde dahî etkili olmaya başladı. Öyle ki Osmanlı’nın son dönemlerinde İslam Hukuku’nun çok az bir kısmı uygulanıyordu. O tarihten sonra hakikate kıyılma sürecimiz başladı ve Batılılar’la aynîleşti.

Bugün gelinen nihai evrede insanlar tamamen hissi ve hevaları doğrultusunda sosyal medya fenomenlerinin yönlendirmesi ve etkisi altındalar. Bir âlime tabi olmakla sosyal medya fenomenine tabi olmak arasındaki farkı izahtan hicap ederiz. Vaziyet ortadadır...

Diyeceklerimiz bu kadar...

Daha ne diyelim...

Allah hakikat için yola çıkmışlara güç kuvvet versin...

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi