İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
İnsan mahdut olmasına rağmen ne de hudutsuz alakalarla kuşatılmış… İçinde bulunduğu zahiri âlemin muayyen vecibeleri çehresini şekillendirse de her daim inhisarında bulunduğu letafet âlemi onu memuriyetine çağırmakta… İş ki kemiyet ve hevâ kuşağıyla insanın gözü ve iradesi bağlanmasın… Her şeyin tabii bir akış içinde bulunduğu arsada insan, seyrinin son bulması gereken mansaba ererse daha ne ister ki? Daha doğrusu istemeye lüzum hisseder mi? İnsana bahşedilen isteme melekesi aslî memuriyetinin şuuruna erdiği zaman suni ihtiyaçlar kendiliğinden muhtaçlık keyfiyetinden düşmeyecek midir?
Sırları kurcalamak derdinde değiliz… Menzilimize adımlarken yol üzerindeki sır türbesinden “Allahualem” deyip geçtik. Meselemiz bir ilim adamından bahsetmek ve bu sebepten ilim isteğinin aslî gayesine dair bir tasavvur sadece… Ya da kulaktan dolma bilgilerle, her türlü araçtan bigâne ve muharrik kuvvetten yoksun bir o kadar iptidai bir hüviyetle feza âlemine dair ihtimalleri düşünme… İnsanın maliki olmadığı meseleler hakkında dil döndürmeye çalışması dışarıdan hafifliğini ele verici ve acı gözükür. Peki ya mahrumu olduğu meselelerde maliklik tavrı… İşte bu felaket…
* * *
Meselemiz bir ilim adamı dedik… İsminin hamiyeti tedai ettirmiş olduğu ve bahsinin dahi insanda ilme hürmet uyandırdığı bu zatın kitaplardan ve ağızlardan müteşekkil bir göz ve kulak doygunluğundan çıkıp bir mesele haline gelişi bizce izah borcuna kâfi… Bununla birlikte derin ve gerçek Anadolu hüviyetine sadakat belirtmek gayesine bağlı olarak bir vefa borcu… Ona ve bağlı bulunduğu zahiri ve batıni ilim silsilesine… Ferdi olarak niyetimiz hamiyet-i diniye namına şan bulmuş bir zattan bahsedip bereketlenmek olsa da idraklerimizden bir Moğol işgali marifetiyle silinmiş kahraman kadromuzda bir isim daha olduğunu ilan etmeyi vazife saydık. Tasavvur dünyamızda bu kahramanların seciyesi oldukça, değil on yıl, yüz yılın her yılı için idraklerde on beş milyonluk tahribat yapılsa zafer hâlâ bağrı imanlı Anadolu’nundur.
Kutlu olsun…
* * *
Allame Muhammed Zâhid El-Kevserî (rh)… İsmini ilk duyduğumuz andan itibaren bir yakınlık hissetmemizin sebebini sadece Allah bilir… İlk başta çoğu insan gibi Allame Zâhid El-Kevseri’yi Arap bir âlim zannetsek de Türk olduğunu duyunca yine çoğu insan gibi şaşırdık. Ailesi Moskof baskısı neticesinde Kafkasya’dan göçüp Düzce’ye yerleşiyor. Babası âlim ve zâhid bir zat… Bu anlamda İmam Kevserî aslandan doğma aslan…
* * *
Hayatından misallere gelmişken belirtelim hemen: Merak ettiğiniz halde İmam Kevserî’nin sosyal mecranın arama motorlarından kolaylıkla bulabileceğiniz biyografisini bir de buraya yazmak gibi bir derdimiz yok. Hayatının kemiyete tekabül eden yanının keyfiyet ve manasını harf/rakam kalabalığına boğmasına ve gölgelemesine müsaade etmeden izaha girişeceğiz. Bununla birlikte İmam Kevserî Allah ve Resulü namına giriştiği mücadele tarzı ve hayat hikâyesiyle numune olmaktan ziyade bugünün ilim taliplerine ufuklardan bir ufuk...
Yazıyı neden yazdığımızı izah edebildiysek ne mutlu… O halde başlayalım…
ÇİN SEDDİNDEN KOMOR ADALARINA: GÜMÜŞHANEVİ TEKKESİ
Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi (ks) Nakşibendi tarikatının büyük şeyhlerinden… İmam Kevserî’nin babası Hasan Hilmi Efendi (ks) Gümüşhanevi hazretlerinden icazetli yani halifelik mansabına ermiş… İmam Kevserî ise babasının adaşı ve aynı sırada arkadaşı olan yine Gümüşhanevi hazretlerinden icazetli Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi’ye (ks) intisaplı… Bu başlığı açma nedenimize daha sonra dönmek üzere Ahmed Ziyauddin hazretlerine dair önemli bir kaç anekdot vermeden geçmeyelim…
* * *
Ahmed Ziyauddin Efendi (ks) baba yurdundan göçüp ticaret için İstanbul’a gelir. Babasından evvelden aldığı bir söz neticesinde kazandığı tüm paraları kendine pay ayırmadan amcasıyla memleketi Gümüşhane’ye gönderir. Amacı ilim tahsil etmektir ve bu iştiyak onda öyle bir hal almıştır ki nazarında tüm dünyevi dekorlar soluk, silik ve bulanık hale gelir. Cebinde bir sikke dahi para olmadan tam bir tevekkülle ilim adına çileli bir hayatı göze alır.
Zamanla şer’i ilimler bakımından iyice olgunlaşan Ahmed Ziyauddin Efendi (ks) kendisine batın eğitimi verecek bir mürşit aramaya koyulur. Bu sıralarda Üsküdar’da Alaca Minare tekkesinde (Bu tekke bugün Üsküdar’ın Valide-i Atik semtinde bakımsızlıktan dolayı yıkık haldedir.) tarikat neşreden Mevlana Halid Bağdadi hazretlerinin İstanbul halifesi Abdul Fettah El-Ukari hazretleriyle bir sohbet meclisinde tanışır. Gümüşhanevi hazretleri kendisine intisap etmek istese de El-Ukari hazretleri buna müsaade etmez. Ukari hazretleri Gümüşhanevi hazretlerine onu irşad edecek zatın ilerde gelecek bir zat olduğunu söyler.
Nihayet Mevlana Halid Bağdadi hazretlerinin başka bir halifesi olan kendisinin manevi irşadı için İstanbul’a gönderilmiş olan Süleyman El-Ervadi hazretleriyle karşılaşır ve intisap eder. İrşad edicisini bulmak için diyar diyar gezen şeyh efendilerin menkıbeleri çoğumuzca malumdur fakat Gümüşhanevi hazretlerinin mürşidi onu irşad etmek için Şam’dan İstanbul’a gelmiştir. Aynı vaka Şems-i Tebrizi ile Mevlana hazretleri arasında da vardır. Bu anlamda Gümüşhanevi hazretlerinin Ümmet-i M……d’e hizmet bağlamında konumunun önemine bir çokları tarafından dikkat çekilir. Zira Gümüşhanevi hazretlerinin tekkesi bu manayı daha bir tebellür ettirir mahiyettedir.
* * *
Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi’nin tekkesi hem keyfiyet hem kemiyet bakımından oldukça bereketli… Yaklaşık bir milyon kadar bağlısı bulunduğu rivayet edilir. Hatta halifelerinden Eşref Efendi’yi Pekin’e gönderir ve orada irşad faaliyeti yapar ve Eşref Efendi Pekin’den döndüğünde lakabı “Çinli Hoca” olarak kalır. Bununla birlikte 1976 yılında İstanbul’da düzenlenen “İslam Dışişleri Bakanları” toplantısına katılan Komor Adaları Dışişleri Bakanı, Mehmed Zahid Kotku hazretlerine Komor Adalarında (ki asıl adı kamer adalarıdır) faal bir Gümüşhanevi tekkesi olduğunu bildirmiştir.
Bu kadar geniş alana yayılmış bir kemiyet ifadesiyle Gümüşhanevi tekkesi adeta zahid ve ulema yetiştiren bir ilim fabrikası olması bakımından da ciddi bir keyfiyet belirtmekte... Halidiyye kolunun mümeyyiz vasıflarından olan şer’i ilimlere sıkı sıkıya bağlı olma kaidesi ve halk içinde hak ile birlikte olma düsturu ile içinden Zahid El-Kevseri gibi yalnız Anadolu coğrafyasına değil tüm dünyaya mâl olmuş ulemalar yetişmiştir.
Tam bu bahiste anlamlı olacak bir husus var aslında… Necip Fazıl Kısakürek’in “Siyah Pelerinli Adam” diye bir eseri vardır ve burada anlatılan hadise öz halde şeytanın ferdi planda şair gibi istidatlı bir adama gelip onun istidadını kendi emellerine tahvil etmek istemesidir. Şairin istidadı şeytanın ellerinde kalabalıkları ve etkileyicileri yönlendirecek ve şeytan küfründe profesyonel bir hamleye kalkışacaktır. Bugünün popüler sınıfını gözden geçirdiğimizde manası sarih olan bir hadise… Bir de Servet Turgut’un “Yakazat” adında bir eseri vardır ve o da öz anlamda şeytanın hempaları vasıtasıyla kurduğu dünya düzenini gözler önüne serer. Yakazat, bugünün ideolojilerinin ve çok konuşulan popüler akımlarının gayelerine baktığımız zaman muradını anlamakta zorluk çekmeyeceğimiz bir eserdir. Yani Üstad fert planında Servet Reis ise cemiyet planında bu kurguyu gözler önüne serer... Daha iyi anlamak için bu eserlerin okunması lazım tabi… Batıl tarafının ferdi ve içtimai teşkilatlanması kabaca böyle…
Şimdi hak tarafına örnekler üzerinden nazar edelim… Necip Fazıl Kısakürek… Devrin en kabiliyetli şairi… Kendisine (haşa) Tanrı Şair diyorlar… Nam-ı diğer, bir dizesi bir millete şeref veren şair… Kalemi çok kuvvetli… Ömrü boyunca gönlü bir yere akıyor, bir gün hayatında bir daha görmeyeceği ablak yüzlü bir adam tarafından Abdulhâkîm Efendi hazretlerine yönlendiriliyor. Nihayet Abdulhâkim Efendi hazretleri elinde irşad ediliyor. Abdulhâkim hazretleri elinde pişirilen Necip Fazıl Allah ve ahlaktan bahsetmeyi yasak eden rejimin başına kalemiyle ve sesiyle bela oluyor. Agora meydanını Allah ve Rasulû nidalarıyla inletiyor. En önemlisi Anadolu’dan başlayıp tüm dünyaya deva olacak bir fikir sistemi kuruyor. Bugün cemiyet adına iki kelime laf eden kim varsa hep onun tezgâhından… Anlayacağımız, kafa ve kalem bakımından büyük bir çap belirten Necip Fazıl’ın istidadı Abdulhâkim hazretleri eliyle Allah davasına tahvil ediliyor. Ve Abdulhâkim hazretlerinden gelen silsile kolu yine Efendi hazretlerinde nihayet buluyor.
İşte burada olduğu gibi Mevlana Halid hazretleri hac ziyaretinde Abdullah Dehlevi hazretlerine yönlendiriliyor. Abdullah Dehlevi hazretleri Hindistan’da ve büyük müceddid İmam-ı Rabbani kaynağına yakın… Abdullah Dehlevi hazretlerinden icazeti alan Mevlana Halid hazretleri o kadar büyük irşat faaliyeti yapıyor ki tüm İslam beldelerinde halifeleri oluyor. Yaşadığı devirde kendi tasavvuf yolu büyüyen ve yayılan nadir isimlerden… Daha sonra Ahmed Ziyauddin Efendi manevi işaretle Mevlana Halid Bağdadi gibi Süleymaniyeli olan ve yine Mevlana Halid Bağdadi’nin halifelerinden olan Süleyman El-Ervadi’den icazet alıyor ve tıpkı Mevlana Halid Bağdadi gibi kendi devrinde olağanüstü bir irşat faaliyeti yapıyor. Mevlana Halid hazretleri ve Gümüşhanevi hazretleri zamanında irşad faaliyetlerinin olağanüstü olmasının sebebi ilim ve fikir gayreti… Gümüşhanevi hazretleri zamanında anlaşılan Çin Seddinden, Komor Adalarına kadar halidiyye kolu yayılıyor. Din-i mûbîn-i İslam adına ve hamiyeti diniye namına oluk oluk insanlar irşad ediliyor ve nurdan katreler halinde âlimler yetişiyor. Evet, sanki vatanından gitmek zorunda kalıp reformistlere ve din tahripçilerine kök söktüren Allame Zahid El-Kevseri’ye kadar zamanları aşan bir planla kurulmuş her şey…
Bu hadiseler hakkında fazladan izah derdine düşmüyoruz ve Allah’ın oyun kuranların en hayırlısı olduğuna imanımızı tazeleyip geçiyoruz…
Yalnız söylemeden edemeyeceğiz, oturduğu masadan kerametler, menkıbeler üzerinden halidilik hakkında laf ebeliğine girenleri dikkate almıyor ve halidiyye kolunun ancak bir fikir, vecd ve ilim sistematiği uğrunda gayret edilerek icra edildiğini biliyoruz. İnsanların ahirete dair gazının alındığı ve içinin rahatlatıldığı bir yol olarak değil çatlayana kadar koşulan ve ümmete hizmette “stratejik ve sistemli” kurgulanan bir yol olduğunu tüm delilleriyle gözlere sokmamız için Allah’tan gayret istiyoruz…
(DEVAM EDECEK…)