İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Tarih, zaman hattı üzerinde belli başlı oluşlar ile boy göstererek akıp durur... Biz ise ancak bu boy gösterişleri görerek tarih denilen ibret tablosunu seyredebiliriz... Onun seyrini şahlandırmadığı, kıymetten azade akıp gidişleri ise bizce muamma... Yine bizim bu seyire dahilimiz, tarihin resmini kağıt üzerine çizenler tarafından açılan kapından... Onun bize göstermek istedikleri veya görmek istedikleri kadar...
Misal, Veli Sultan Yavuz, kılıcı kınında, Mısır çöllerinde Aleyhissalatu Vesselam’ın ardından edeple adımlarken tarih seyri şahlanır... Bu şahlanış defterler ve ağızlar tarafından mukayyet bir haldedir. Fakat aynı esnada Ayşe Nine’nin Söğüt’te ne yaptığı ve ne düşündüğü muammadır. Bu devre geldiğimizde ise durumun tamamen farklı olduğunu görebiliriz. Şu yazının yazıldığı anda ve dahi başımızı kaldıramadığımız yıllar içerisinde kaderinde bu yazıyı okumak olan her bir okuyucu bu yazıyı okuduğu sırada Müslümanlara zulüm devam etmekte olacaktır. İmân dolu kalbi ve kafası üzerine bombalar ve mermiler yağan bir Müslüman son kalan umudunu canıyla birlikte yitirirken, bizlerin ne yaptığı ve ne düşündüğü bizzat tarafımızca kayıt altına alınabilir.
Bugün bize bu imkanı veren sanal alemdir. Bir mazlum dünyanın bir tarafında zulme maruz kaldığında bundan sanal alemde olan hemen hemen herkesin haberi olur. O sırada bu alemin veri tabanına kendi sanal hesabıyla ne yaptığını kaydedebilir. Bir füze İslam diyarlarını vurmak için yatağından çıktığı sırada, klavyeden çıkıp paylaşıma dönüşen her şey ilerleyen vakitlerde şahıs adına delil mahiyetinde olabilir. Meselenin resmini zihinlere çizdiğimizde ise bizim durumumuz acı vericidir.
Düşünün yolda yürüyorsunuz ve bulunduğunuz muhite bir bomba düşüyor ve birden civan delikanlıların, bebeklerin, anaların cansız bedenlerini önünüzde görüyorsunuz... Muhtemelen bu tablo sizde uzun yıllar boyunca psikolojik travmaya neden olur, en iyi ihtimalle... O sırada polisi aramak, itfaiyeye haber vermek, ambulans çağırmak yahut tek tek insanlara yardımcı olmak gibi bir çaba sarar sizi... Ama bugün aynı tabloyu sanal alemdeki videolar üzerinden izliyoruz fakat en fazla ifademiz ‘cık, cık’lamak oluyor biraz hisli olanlarımızın gözünden yaşlar damlıyor. Bu kadar... Daha da önemlisi bunlar olurken aynı anda ve tarihte sanal dünyanın tarih defterine ne kaydediyoruz. Mahalledeki bir ölümle birlikte yüzümüzden gülüşü kovan anlayışın çocukları olan bizler o anda tarihe hangi tavrımızı kaydediyoruz?
Düşünmek lazım o halde... Bize bu vahim tabloyu kanıksatan nedir, Allah aşkına ? Bizi hissizleştiren şey nedir ?
Örümcek Ağına Örülen Sanal Ağ
Üstad Necip Fazıl, fert ve cemiyet nizamını örgüleştirdiği kitaplarında sürekli ‘Örümcek Ağı’nın hikmetinden söz eder. Örümcek ağındaki hikmeti küllî olarak şöyle mahyalaştırır:
Nerede ki, kımıldama, davranma, el atma, meydana çıkma yoktur; nerede ki gevşeme, uyuşma, çürüme, kaybolma vardır; orada örümcek hazır...
Ulvi anlayışın gözünde, pislik, hareketsizliktir. Akan su, işte bunun için pislik tutmaz. Bütün bir mevsim boyu kapalı evin küpünde unutulmuş su, kabir azabı yaşayan ölüden daha müthiş kokmaz mı?
Örümcek, işte bu kokunun misilsiz haber alıcısı...
Anlaşıldığı üzere örümcek ağı, hareketsizlik karşısında hikmetli bir ihtarcı... İnsanın hareket etmesi için önce hareketin ulvi biçimini bilmesi daha sonra hareketsiz olduğunu anlaması gerekir. Hareketin insan için en ulvi noktası amel... Amel, mutlak iman ve fikir etrafında, yine ona sadık kalınarak yapılan her iş... Bu mihrakta yapılan her hareket bir manaya matuf ve kıymetli, üstelik sevap olmakla birlikte dünya ve ahiret saadetine erdirici vasıta... Tersinden, bir zemin üzerinde başıboş kıvrılışlar da ancak ve ancak sûfli ve kıymetsiz hareketler...
Hareketin ulvi manası bir şekilde izah edilebilir. Peki ya hareketsizliğimizi idrak? Heyhat... Bugün küçücük bedeniyle, büyük ihtarcı örümceğin ağları üzerine sanal dünyanın ağları örülüdür... Sanal alem bize hareketsizliğimizi ihtar edecek her şeyi öylesine çepeçevre sarmalamıştır ki, onu bulmak için bile sanal alemin ağına takılmaktan başka çare kalmamıştır. Sanal öncesi dönemde bir insan hareketsizliğini fark edecektir zira o kendinde hareket vehmettirecek türlü cihazlardan yoksundur. Sanal cihazların hayatımıza girmesiyle birlikte değil örümcek ağının hakikati, akrebin her hareketiyle öten guguklu saat bile zaman muhasebesi yapılmasına yeterli değildir. Televizyon başında dizilerden kendimize rol çalıp saatlerce o dizinin faal bir figüranı olmamızdan tutun da, sosyal medya hesaplarımızdan dünyaya ahkam kesen hallerimize kadar sanal dünya içindeki her eylem kendimizde hareket vehmettiren pasif bir hayatın kapılarını açar bize...
Sanal dünyanın tabiatı budur. Bir sahnede, bir yazıda ya da bir görsel de yaşadığımız duygu humması bir alttaki sahne, yazı ya da görselde değişiverir. Böylelikle insan sanal dünyanın raketleri arasında bir manipüle topu haline gelir. Bilgisayar oyunlarında mücahid, Facebook’da abid, İnstagram’da zahit, Twitter’da mütefekkir olan gençlerimiz tüm bu sıfatları kazanırken ortaya koydukları aksiyon bir kaç yüz tıktan ibarettir. Bu sıfatların bu kadar kolay kazanılmasından dolayıdır ki bu alemde gerçek doğru birbirine girmiş durumdadır. Hocasından icazet almadan ilim adına hüküm veremeyen talebelerin olduğu dönemlerden sanal aleme bakınca; ‘elif görünce mertek sanacak’ kadar konuya uzak olanların temelsiz ahkamları bu alemde kaos yaşanmasına sebep olmaktadır.
Anlatmak istediğimiz külli olarak şudur ki; bugün sanal alem, aksiyon ve amelin önüne geçip bizi hareket bakımından atıl bırakıyor. Zira dillendirilmese de insanların bilinçaltına yatan şu; namaza özendirici yazı yazayım, namaz kılmasam da olur... Zulmü yapanlara küfredeyim, zulmü ortadan kaldırmasam da olur... Siyasi, ilmi, fikri konuşayım, bu konular hakkında bir halt bilmesem de olur... Ekran başında duygularımızı tatmin edip öfkemizin ve sevgimizin hammaddesini sanal alemde harcarken dünya aleminde duygusuz kalıyor ve zaman sermayemizi heba ediyoruz. Sanal alemde yaşıyor ve sanal kimlikler üzerinden hayatımızı idame ettiriyoruz. Hal böyleyken örümcek ağı her tarafımızı sarsa ne fark eder ki?
Sanal Alemde Hiçe Sayılan Mahremiyet
İnternet vasıtasıyla artık hanemize milyonlarca insanı sığdırabiliriz. Erzurum’da olsak dahi İstanbul’da gönlü İslâm adına atan bir alimden ders alabiliriz ya da Bayburt’taki evimize Oxford’da ders veren Yahudi kökenli deist bir homoseksüelin felsefi sayıklamalarına muhatap olabiliriz. Tüm bu imkanlar ortadayken biz neyi neden tercih edeceğimizi seçeceğimiz idrak edecek bir zihne sahip olmak borcundayız. İcabında Yahudi kökenli deist bir homoseksüelin felsefi sayıklamalarına muhatap olunabilir, ama neden olduğu önemli... Küfrüne bakıp imanını kuvvetlendirmek yahut küfrün kaynağını bilmek için mi yoksa modern çağda ‘Nostradamus’luk yapmasına ortak olmak için mi? Saçma sapan çıkarım ve teorileriyle insanları deistliğe veya cinsiyetsizliğe özendiren bu adamı göbek bağı kesileli henüz 6-7 yıl olmuş bir çocukla baş başa bırakabilir miyiz? Ama ne yazık ki evimize aldığımız internetle beraber bunun gibi bir yığın insanı evimize almış bulunuyoruz.
Hiç birimiz yekten horozlanıp ‘ben çocuğumu takip ederim’ ya da ‘benim çocuğum yapmaz’ gibi cümleler serdetmeyelim ve bakalım bu alemde neler sunuluyor: Tam da şahsiyetinin temelini atacak yaştaki çocuklar ‘Enes Batur’ denilen enteresan bir varlığın videolarını izleyerek huşuya girmektedirler. Bu varlığı izah etmeye lüzum görmüyorum zira merak edenler bir kaç videosunu izleyince yapacağım izahtan daha çarpıcı şeyler görecektir. En kötüsü de –yaşadığım bir olayla sabittir- çocuklar bu varlığı öylesine benimsemişler ki ona laf atınca oynadığı topunu patlatan huysuz dedeye bakar gibi bakmaya başlıyorlar. Yaptığı video içeriklerini ailelerin en az bir kaç kere izlemesini tavsiye edip geçmek bunları anlatmaktan daha tesirli olacağından uzun uzun anlatmamak daha makul... Tabi bunun gibi bir çok varlık çocuklarımızın zihin kodlarını yerinden oynatma vasfıyla bu alemde mevcuttur. Yapmış olduğu bir kaç ‘Hacca gitme’ yahut ‘Namaz kılma’ videosuyla kendilerini şirinleştirip gardımızı düşürme hamleleri yapmaktan da geri durmadıklarını bildirmek gerekir. Bilmem, sosyal medyada çocuklarımıza sunulan cinsel içerik, ruhsal problem ya da diğer yozlaştırıcı unsurları saymaya gerek var mı...
Evimize daha neler neler alıyor ve her şeyden muhafaza ettiğimiz ailemizi kimlerle muhatap ediyoruz... Misal, erkeklerin davet edilmediği bir kına gecesi tertibi artık sosyal medyada dünyaya servis edilmektedir. Yine evlerimize televizyon, telefon, bilgisayar vasıtasıyla; ahlaktan yoksun, hayadan bigane, itikatta sapık, amelde bozuk bir yığın insanı alıyor ve onların heva putuna yaptıkları ayinlerini ailelerimize izletiyoruz. Yıllar önce hanemizden kovduğumuz Frenk ve Moğol gavuru televizyon kapısından Bizans tohumu internet kablosundan Şia sapığı ise bilgisayar ekranında işgale kaldığı yerden devam etmekte ve her şeyden sakındığımız mahremiyetimizi yıkmaktadır.
Evet... Sanal alemde mahremiyetimiz yıkılmaktadır. Düşünelim bakalım, herhangi bir mahremimizin fotoğrafının bir sürü insanın cebinde taşınmasından ne kadar hoşnut olur muyuz? Anadolu’da böyle bir vakıadan büyük problemler çıkacağı aşikâr lakin bugün sosyal medyada yapılanın bundan farkı nedir? .
Peki Ne Yapmalı?
Uzatmadan kesin çözümü ifade etmek lazım gelirse; tam bir asırdır hasretini çektiğimiz, ahlak ve adaletin icra kolu olan devlet sistemi olmadan bu probleme genele şamil bir çözüm gelmez. Sanal dünyada ne kadar habis mevzu varsa hepsinin önünü alacak otorite... Bundan yoksunuz... Ama kısa vadede alternatif üretmek hepimizin boynuna borç...
Evvela aileler, çocuklarını nasıl çocuk hırsızlarından koruyor ve nasıl gece bir başına sokakta bırakmıyorsa çocuklarını sanal alemden koruyacak ve onları bu mecrada yalnız bırakmayacaklar. Burada en önemli borç ailelerin sırtında... Çoçuklarının ileride şahsiyetlerine zarar verecek videoları izlemesine veya kendini sosyal medyada bilinçsizce teşhir etmesine izin vermeyecek. Bugün çocuklar garip videolar çekip kendi enteresan hareketlerini sosyal medya aracılığıyla insanlara sunmaktadır. İleride muhtemelen psikolojik bir vakıa olarak bu çocuklar derslerde örnek olarak incelenecektir. Yine ailelerde bu mecraları ihtiyacı kadar kullanmalı ve çocuklarına bu hususta örnek ve yol gösterici olmalıdır.
Sanal alemdeki içerikler bugün çoğunlukla lüzumsuz faaliyetlerin yekûnudur. Ahlak ve maneviyat işçilerinin acilen bu aleme ‘Müslüman izzet ve vakarını muhafaza’ ederek içerik oluşturması gerekmektedir. Hep birer birer insanlarla muhatap olmaya alışkın olan bizler bir şekilde bu alemin megafonunu elimize almak borcundayız. Bununla birlikte alimlerimiz ‘Sanal Alem Fıkhı’ kitapları yazıp, insanların kafalarını yerleştirmeli ve tıpkı 32 farzı ezberletir gibi insanlara ezberletmelidir.
Bu işin en önemli noktası ise kendi sosyal medya platformunu kurmaktır. Tamamen edebe, hayaya, mahremiyete ve ölçülere uygun ve böyle programlanmış sosyal medya platformu bizim için elzemdir. Günümüz sosyal medya platformlarının aynı zamanda bu platformların sahipleri ve yönlendiricilerinin hizmetindeki en büyük istihbari aygıtları olduğunun farkında olan halimizle kendi sosyal medya ortamımızın ehemmiyetini anlayabiliriz...Evet... Bugün sosyal medya aygıtları hepimizin yüzünü, ne düşündüğümüzü, 10 yıl önce ne yaptığımızı ve ne hissettiğimizi, nelerden hoşlandığımızı, hadiseler karşısında nasıl tepki verdiğimizi bizden iyi hatırlamaktadır. İşin garip tarafı bu verileri ona sunan da yine bizleriz...
Sanal alem bahsi çok küllî bir çalışmanın mahsulü olmalıdır, haricinde söylenen her şey eksik kalacaktır... Psikolojik, ekonomik, siyasi, istihbari, biyolojik, fikri vs. olarak ele alınmalı ve incelenip hükmü verilmelidir. Zira bu haliyle yarardan çok zararı öne çıkmaktadır. Bizim son söz sadedinde diyeceğimiz ve ideal olarak sunabileceğimiz anlayış şu ki;
Sanal alemin kablolarından iman pompalayıp, ekranlardan solmaz, pörsümez, eskimez yeninin her veçhesini insanlara sunmadıkça ve zıttını bir virüs temizleme maharetiyle ekranlardan kazımadıkça bu alem bizi ve neslimizi zımparalarla her yanı oval ve biçimsiz bir hale getirecektir.