İnsan Tarifi

Yazan: 02 Ağustos 2019 4919

İnsan… Mümkün mü, insana, ıstılahlar aleminden bir tanım koyabilmek? Hangi tarafından yakalayıp izah edelim? İzah etmenin lüzumunu kendimize borç bildiğimiz şu demlerde hangi tavrı takınalım da bir milimlik bir mesafe aralığından attığımız kurşundan ok kâğıttan hedefini vursun?

İnsanı tanımlamanın tüm içtimai ve ferdi problemlerin esasını tanımlamak olduğunu bildiğimiz bir halde; dört köşeli, manayı üç beş kelimeye hapseden, tefekkür yollarını tıkayan, ruhsuz ve yabancı tanımlara meyletmemiz ahmaklık olmayacak mıdır? O ki, insan fiiliyatı da böyle bir tanımın makul olmayacağını ispatlar niteliktedir.

*        *       *

Gelgelelim, madde zemini üzerine kurulmuş batının bazı düşünürleri(!) bu ahmaklık diye saymış olduğumuz her şeyi icra etmiş bulunmaktadırlar. İnsanı iyi veya kötü gibi kalıplara oturtmaya çalışmışlar, yani insana dört köşeli bir tanım koyma gayretine girişmişler… Dile getirmiş olduğu tanımların kendi psikolojik ve sosyolojik durumlarının bir ürünü olduğu yani, her tarafı gözden geçirilmiş hakikatli bir tanım olmadığı bizce malum olan bu adamların “muvazene” fikrinden bigane oldukları da aşikar…

İşte kaçındığımız ve korktuğumuz budur. İnsanı insan yapan ve onu diğer varlıklardan ayıran tarafların ne olduğunu bilmeden, onun hakkında ivedi bir tarife kalkışmak…

*     *     *

Sadi gibi insanı, “tek damla kan ve bin endişe” diye tanımlamak işimize gelse de buna da kalkışmayıp, şu Anadolu çocuğunun meşhur elektrik tarifi üzerinden bir tanım yapmak bizce en makulü... Hem Anadolu çocuğu olan yanımızla “büyük lafların altına girip” hadsizlik yapmaktan çekinmek hem de sadelikteki inceliği yakalamaya çalışmak niyetimizden…

Hikayesini bilirsiniz… Bir zamanlar mühim biri “Elektrik nedir?” diye sormuş masasındakilere. Masasındaki dalkavuklarda başlamışlar hemen kendince tanımlar yapmaya, şudur, şudur diye. Onlar odur, budur dedikçe o mühim biri de “değil, değil” diye karşılık vermiş ve bir askeri çağırmış, sormuş:

  • Elektrik nedir?

Nefer hemen vermiş cevabı:

  • Nidüğünittüğündenbellidür.

İşte bizde bu sade ve kısa cevaptaki inceliğe meftun yanımızla tarifimizi bu minvalde sürdürmek niyetindeyiz. Yalnız dikkat etmek lazım ki neferin yaptığı tarif öyle bir tarif ki, tarifin tarifi…

*   *   *

Peki nereden çıktı bu insan tarifine kalkışma işi? Hemen cevap verelim… Batıyı batılılardan daha iyi bilme gayretinin bizi sardığı demlerde, onların insana dair yaptığı tahlillerle karşılaşınca… Öyle ki, bu tahlillerin akla ve ruha giran gelen tarafını müşahede edince, “Nasıl olur da standart bir insan bu tanımları ilim olarak kullanır ve okutur?” sorusunun malum cevabı dahi aklımızdan siliniverdi. Başlarda dediğimiz gibi insana dair bir tarifin varsa, bu tarif senin tüm içtimai hayatını etkiler. Bu tarif ahkamlaşır, yapılaşır ve yol, mimari, hukuk, siyaset ve ekonomi olarak sana geri döner. İşte batıdaki her şeye rağmen “güdük” ve “buhran içre” kalmanın sebebi de bu, insana dair yapılan yanlış tariflerdir.

Bu tarifleri okumanın vermiş olduğu sıkıntıyla, aklımızda beliriveren “Bizim kaynaklarımızdaki mevcut insan tanımlarını toplamalı ve becerilebilirse makul bir terkiple sunulmalı” düşüncesi -ağır iş yükünden ötürü- henüz karar aşamasındayken, birden bir söz hatırımıza geldi… Bu söz İslam fikir müessesesinin tezgahından çıkan ve tüm içtimai ve ferdi meseleleri hülasa eden bir sözdü… İnsanı salt manada kaos ortaya çıkaran kötü bir varlık olarak ortaya koyan veya yine salt manada iyidir zannıyla hareket salahiyeti veren üstüne üstlük kof bir “özgürlük” anlayışıyla varlığını sürdüren batı düşüncesinin tüm illetlerini ve illüzyonlarını ortaya çıkarıyordu bu söz. Ve modern zamana sanki yıllar ötesinin güzellikleriyle gelmiş bir kalem tarafından şöyle işleniyordu kağıda ve gönüllere:

Nefsimize sansür koyup, ruhumuza özgürlük verecek o devleti istiyoruz.”

 

*   *   *

 

Ruh… Büyük Doğu Mütefekkiri onu; “madde üstü, maddeye hâkim, latif ve şekilsiz unsur” olarak tanımlıyor. Ardından “De ki ruh, Allah’ın bir emridir ve insanlar ondan çok az şey bilecektir.” Ayetine değen bir cümle daha kuruyor:

“Bir şeyin bilinmezliği içinde bir bilinir tarafı olmak gerekir. Sırların izahı böyle… Sır, bilinmezliği içinde bilinendir.”

Nefsin tanımını ise şöyle yapıyor: “Bütün inkarların, kötülüklerin merkezi…”

İnsan içre bulunan bu iki zıt kutbun mukayesesi de: “Ruh, bütün iyiliklerin, olgunlukların ve güzelliklerin merkezi… Nefs ise bütün inkarların, bütün kötülüklerin… Fakat o da ruhun bir ters tezahürü halinde onun mukabil kutbu… Ondan ayrılmıyor ve insanda toplanıyor, kalp hakikatini meydana getiriyor. Ruhu saf manasiyle, ilmi manasiyle, dini manasiyle ele alıyoruz. Kalbin hakikati budur!”

Anlaşıldığı üzere kalbin hakikatini, yani insanın hakikatini birbirine tamamen zıt olan bu iki kutup oluşturuyor. O halde birazcık düşünen akıl için yapılacak şey, bir taraf menfi bir taraf müspet olan bu kutuplardan müspet olanının merkezden muhite yayılması için çabalamak, menfi olanına da ket vurmaya çalışmak en makul iş olmayacak mıdır?

*   *   *

Tüm bunları ifade ettikten sonra gelelim bizim tanıma…

  • İnsan nedir?

Bir Anadolu çocuğu edasıyla:

  • Nidüğünittiğündenbellidür.

Kafası Yunan aklıyla bulanmış, düzeni Roma nizamıyla mağrur lakin kof, ahlakı da tahrif edilmiş Hristiyanlık hassasiyetiyle çürümüş batılıların insanı konumlandıramayışına rağmen okullarda ders diye okutulan insan tanımları karşısında bu tanım ne kadar da oturaklı…

İnsan salt manada menfi ya da müspet hiçbir yerde konumlandırılmadan, tanımının fiiliyatında gizli olduğunun ifadesidir bu. Dünyaya gelen çocuk İslam fıtratı üzerine doğar lakin yaşamaya devam ettiğinde kalp motorunda bulunan nefs ve ruhun mücadelesine göre eylemleri şekillenir. Zaten insana bir kez usturuplu bakmak nasip olan da bunu anlayabilir.

* * *

O halde, içtimai nizamın insana atfedilen manaya göre şekillendiğinin kabulüyle hülasa edelim…İslam nizamı insanda nefs ve ruh gibi iki zıt kutup olduğunu bilir ve insanın birinden birinin üstün gelmesiyle fiiliyatının şekilleneceğini ön görür. Böylelikle nefse pay verecek, onu güçlendirecek her şeyin önüne geçer ve ruhu kesifleştirecek her şeyi destekler. Tüm içtimai nizam ise bu gaye üzerine kuruludur. İnsanın bu nizamı kendi içinde de kurması bir gerekliliktir. Yani insan gönül coğrafyasında da ruhunun önündeki nefsi engelleri kaldırmaya gayret etmelidir. Toplum için bu zaten reddolunması muhal bir durum…

Ve bu hakikat elbette, köhnemiş bu zamana, eski zamanların güzellikleriyle gelen ve bu zamana o demlerin asla eskimeyeceğini anlatmaya çalışan bir kalem tarafından böyle yansıyacaktır:

Nefsimize sansür koyup, ruhumuzu özgür bırakacak o devleti istiyoruz…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi