İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Devlet Zemini: İdeoloji
Tarih boyunca devletlerin önlerine koymuş oldukları hedef, ideal, misyon ve mefkureleri hep var olagelmiştir. Devletler bu ideal ve mefkûreler sayesinde toplumu rahatlıkla olması gerektiği gibi yönlendirebilmiş ve kendi mekanizmalarını tutarlı bir şekilde işletebilmiştir. Bir ideal veya mefkûre olmaksızın istikrarlı bir siyasal yaşam düşünülmesi ise oldukça zordur. Aksi takdirde ortaya Osmanlı gibi medeniyet bakiyesi bırakan devletler değil de, Moğollar gibi ardında yalnızca enkaz ve kül bırakan yapılar çıkar.
Devletlerin bir mefkûre ya da ideale sahip olmasından daha önemli olan ise bu ideal ya da mefkûrelerinin ne kadar ahlak bütünlüğü belirttiğidir. Misal 16. yüzyılın başlarında papalığın kutsal yönlendirişiyle kendi sınırları dışına çıkıp o tarihten itibaren tüm insanlığın başına bela olan Avrupalının ideali insanlığın topyekûn köleleştirilme çabasına yol açmışken yine Osmanlı medeniyeti kurulduğu ilk günden itibaren dünyaya adalet ve nizam dağıtmayı kendine borç bilmiştir.
Birliklerin Mahiyeti
Hak ve batılın asırlık mücadelesinde, batılın üstünlüğü devrinde tek tek hakka dair müesseseler yıkılmış ve yerlerine zıt mukabili halinde sahteleri istihdam edilmiştir. Hassaten, Devlet-i Aliyye yıkılmış ve onun yıkılışıyla beraber asırlık mefkûremiz de bedenini kaybetmiştir. Bu dönemden itibaren devletler ve toplumların birçoğu eşya ve hadiselere sadece kışrından bakmaya başlamışlardır. Artık ahlak, adalet, nizam gibi mefhumlar batılıların ütopya dedikleri muhaller âleminde görülmeye başlamıştır. Uluslararası arenada ahlakın yerini reel-politik, adaletin yerini ulusal çıkar, nizamın yerini ise anarşi[1] almıştır. Çöküşüne kadar bir mefkûrenin peşinden at koşturan Devlet-i Aliyye’nin yerini ise kan kokusu ardında kanat çırpan vampir hüviyetiyle muhtelif birlikler almıştır; Birleşik Devletler, Avrupa Birliği, Sovyet Sosyalist Birliği vs…
Dünyanın bu yönde değişim göstermesi ister istemez diplomatik teamüllerde de kendini göstermiştir. Bu dönemde devletler mefkûreleriyle adaleti ve dünya nizamını tesis etmeyi değil, ulusal çıkarlarını idealleştirmeye kalkmışlar yahut ideallerini çıkarlarına hizmet ettirmeyi amaçlamışlardır.
Malumat Sanatkârlığı Yapamamanın Sonucu
Dünya üzerinde meydana gelen hadiseleri anlamlandırabilmek için malumatları sanatkâr edasıyla dizayn edip onlardan hikmetler bütününe yol bulmak gerekir. Eğer bu yapılamıyorsa kendine ve dünyaya şaşı bakılmaya başlanır. Devlete herhangi bir plan tasarısı yahut bilgi manzumesi sunacak bir adamda aranacak en önemli özellik ise hadiselere şaşı bir şekilde değil de dosdoğru bir şekilde bakabilmesidir. Gelgelelim, bu adamın yetişeceği iklim de o adama bu yetiyi kazandırabilecek nitelikte olmalıdır.
Maatteessüf, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren türlü sebeplerden ötürü bu iklimi oluşturamamış, iç ve dış siyasette türlü problemlerle karşılaşmıştır. Bununla birlikte, mevcut ideolojik zemini (Kemalizm) benimseyemeyen halkın tavrı devlete de sinmiş ve bu durum muhtelif tezatların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hâl böyle olunca Türkiye, politik ve diplomatik ilişkilerde kendisine tutarlı bir vizyon ve misyon haritası çizememiştir. Bunun en garip örneklerinden bir tanesi ise Numan Hazar vesilesiyle vuku bulmuştur. İlk baskısı 2003 yılında çıkan Türkiye-Afrika ilişkileri kitabında[2] Kemalizmi Afrika’ya tesir etmede bir model olarak görüp bunun sayfalarca izaha çalışmıştır. İzah ederken de malûmatların nihayetini olmaz bir yere çıkarmıştır. Bu çaba hayli enteresandır.
Çöl Kumunda Kulaç
Baştan kaydedelim ki Afrika’ya Kemalizm yoluyla tesir etmeye çalışmak, çöl kumunda kulaç atmak kadar abestir. Daha düne kadar aynı devletin vatandaşı olduğumuz Afrikalılar, bize hiçbir zaman laiklik, demokrasi, hürriyet kıstaslarını temel alarak bakmamışlar, aksine daha çok bizimle din kardeşliği üzerinden bir münasebet geliştirmişlerdir.
Son 16 yıldır Türkiye’deki mevcut iktidarın “Neo-Osmanlı” olarak tanımlanması yine mevcut iktidarın daha muhafazakâr ve dini temelli bir dil kullanmaya, nispeten daha eğilimli olmasıyla beraber özellikle Afrikalı halkların bize “din kardeşliği” üzerinden bakış açısı tazelenmiş ve bu durum kıtayla ilişkilerde daha somut adımlar atılmasını sağlamıştır. Bir plan dâhilinde olmasa bile Türkiye’deki siyasi iktidarın karakteri, özellikle Afrikalı Müslümanlara yakın gelmiş ve Osmanlı benzetişiyle aradaki kültürel bağlar kuvvetlenmiştir. Bununla birlikte Müslüman olmayan diğer Afrikalı topluluklar ise Türkiye’nin daha çok yardımsever tutumundan etkilenmiştir.
Görülen o ki, uluslararası düzende gelinen noktada beşeri ideolojilerden daha çok sosyo-kültürel değerler etkin olmaktadır. İdeoloji temelli bir ilişki kurma çabası daha çok “Soğuk Savaş” döneminin gelenekleri içerisinde kalmıştır. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte bağımsızlığını pekiştirmek isteyen devletler kendi tarihsel kimliklerine bağlanma gereği hissetmişlerdir. Bilindiği üzere “Kemalizm” kendince bir ideolojidir ve kendini orijinal gösterme çabasına rağmen içerisinde bulunan ilkeler batı kökenlidir. Farz-ı misal dünya yine ideolojiler etrafında halkalanmış olsa dahi ideolojik niteliğinin batılı ideolojilerden çok farklı olmamasından dolayı Kemalizm, özel bir statü kazanamayacak ve bir Afrika ülkesi mesela, “laiklik” ilkesini Türkiye’den değil de asıl kaynaklarından yani Fransa yahut İngiltere’den almak isteyeceklerdir. Gelgelelim ki zaten Güney devletlerinde batı değerlerine dair oluşan güvensizlik ve bu değerlerin yerine daha özel ve orijinal değerler ikame tavrı da bu çabayı beyhude kılmaktadır.
Kemalizm’in Afrika’da bir yankı uyandırabilecek bir statüde olmamasının bir diğer nedeni ise Afrika ile Kemalizm’in geçmişinde herhangi birliktelik olmayışıdır. Gerek Kemalizm’in yoğun olarak uygulandığı dönemlerde Türkiye’nin içerisinde bulunmuş olduğu maddi durum gerekse de mevcut iktidarın karakteristik eğilimlerinden dolayı bu birliktelik gerçekleşmemiştir. Bundan dolayı, Kemalizm denildiği zaman Afrikalının kafasında derin bir boşluk uyanmaktadır. Binaenaleyh bazı durumlarda ise menfi bir düşünce dahi oluşmaktadır. Bu menfi düşünce daha çok kendisinden “İslam temelli bir tavır” beklenilen bir devletin bundan tamamen uzaklaşmak eğilimli bir yol izlemesinden kaynaklanmaktadır.
Meselenin İç Yüzü Farklı
Numan Hazar Kemalizm’in Afrika’ya etkilerinden bahsederken dikkat çektiği iki nokta vardır. Bunlar; “kurtuluş mücadelesinin dünya devletlerine karşı yapılan ilk mücadele olması” ve “bu mücadelenin emperyalizme karşı zafer kazanmanın mümkün olduğunu” göstermesidir[3]. Kemalizm’in Afrika’ya etkisini daha çok bu iki durum etrafında şekillendiren Numan Hazar’ın bu iki durum üzerinde yaptığı örneklemeler genelde Afrika toplumuna ve kıtadaki genel kanıyla uyuşmamaktadır. Örneklemeler daha çok devlet adamı ve birkaç düşünür özelinde kalmıştır.
Ayrıca Numan Hazar’ın bizzat kendisinin verdiği örneklerden de çıkan sonuca göre Afrikalıların Türk Kurtuluş Hareketinden ve Türkiye Devleti’nde beklentileri ve yeni devlete olan zanları Kemalizm değerleriyle taban tabana zıttır. Bilal N. Şimşir “Doğu’nun Kahramanı” kitabında Atatürk’ün “İslam Kahramanı”, “İslam Dünyasının Ümidi” diye anıldığını yazmıştır[4]. Şeyh Senûsi 1923’te M. Kemal’e yazdığı mektupta “Afrikalı Müslümanlar” adına yardım istemiştir. Madagaskarlı Müslümanlar İslam adına ve Hilafet yararına yeni kurulan Türk devletine yardım ve tebrikler göndermişlerdir[5]. Örneklerden anlaşılacağı üzere Afrikalılar, yeni kurulan Türkiye Devleti’ne İslami bir tavırla hareket edeceğini düşündükleri için teveccüh etmişlerdir. Yani salt manada emperyalizmle mücadele için bir teveccüh yoktur.
Müslümanların İçinde Ukde Olarak Kalan Devlet
Türkiye, Osmanlı devletinden kendisine kalan dini ve kültürel bakiyeden dolayı özellikle Müslüman toplumlar nazarında her zaman Osmanlı’nın devamı olarak algılanmıştır. Bu algılanıştan dolayı Müslüman toplumların Türkiye ile kurulan sosyo-kültürel tarzdaki ilişkileri daha sağlam olmuştur. Kemalizm’in ise bunun tam zıttı bir tavır belirtmesi bu halklarla olan ilişkilerimizde bir takım problemlere neden olmuştur. Türkiye’den beklenilen tavrın gerçekleşmemesi onların kafasında menfi bir etki bırakmıştır. Bu menfi tesire en dramatik örneklerden biri de Madagaskarlı Müslümanların başına gelen durumdur.
Paris’te yayınlanmakta olan “Echos de l’Orient[6]”isimli bir derginin 80. sayısında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Afrika’nın en güneyindeki Müslümanların sevince boğulduğunu yazıyordu. Uzun zamandır İslam namına bir zafere susamış olan Müslümanlar bağımsız bir Müslüman devletinin kurulması dolayısıyla oluk oluk sevinç gözyaşları dökerek bu devletin refahı için ellerini Rabb’lerine açmış dua ediyorlardı. Camilerde Türk devleti için dualar edilmeye, mevlitler okunmaya ve hatimler indirilmeye başlanmıştı. O zamana kadar Fransa sömürüsü olmasından dolayı Fransa bayraklarıyla donatılan Madagaskar sokaklarında o günlerde dalga dalga Türk bayraklarıyla donatılmıştı. Sadece bununla kalmayıp Türk devletine para yardımı da gönderdiler. Öyle ki durumları olmamasına rağmen mutlaka yardım etmek isteyenler “beş frank” dahi olsa yardım gönderdiler. Bu yapılan daha birinci yardımdı. İkinci yardımı gönderirken ise Hilafetin yararına kullanılması için gönderdikleri vurgulamışlardı[7]. Ama gelgelelim ki bu olay üzerinden daha 1 yıl geçmeden hilafet Kemalist rejim tarafından kaldırılmıştı.
Hilafetin kaldırılmasından dolayı Madagaskar halkının duymuş olduğu teessürün zamanla silinemeyecek kadar derin ve kalıcı bir iz bıraktığını tahmin etmek zor değil. Bu ve buna benzer olaylar sebebiyle Türkiye, özellikle Müslüman toplumlarının içinde hep bir ukde olarak kalmıştır. Ukde olarak kalmasının sebebi ise caridir.
Sonuç Olarak
Sürekli dile getirilen ama bizce içi doldurul(a)mamış ve uluslararası politikayı tüm cepheleriyle anlamamıza mani olan “reel-politik”e göre dahi Kemalizm’in Afrika’ya etkisi olduğunu söylemek abestir. Kelam planında bir kaç devlet yöneticisinin (bazıları da durumu –devletin yapısını- yanlış anlayarak) ifadeleriyle bunun olduğunu zannetmek bir vehimdir ve bu ifadelerin madde planında etkili bir karşılığı olmamıştır. O halde daha gerçekçi ve ayakları yere basan hamlelerle Afrika’ya ayak basmalıyız. Ayrıca yine Numan Hazar’ın belirtmek istediği, Müslüman coğrafyalarda Osmanlı ile Hıristiyanlarda ise Kemalizm ile ilişki kurmak Türkiye adına ayrı bir güvensizlik problemi oluşturur.
Afrika’ya yönelirken onun sosyolojik gerçeklerini inkâr etmeyen, onu anlamaya çalışan bir model kullanmalıyız. Ayrıca ilişkilerin geliştirilmesinde aşamalı bir yol izlemeliyiz. Burada bilmemiz gereken Afrika’daki Müslüman topluluklar bizimle bağlarını kuvvetlendirmek istemektedirler ayrıca animist toplumlarda adil olarak teklif edeceğimiz her türlü modelde bizimle ilişki geliştirmek isteyecektirler. Bu fırsatlar üzerine yoğunlaşmalıyız. Fırsatlar üzerine yoğunlaşırken de sadece kazanmak odaklı değil küresel sistemdeki “adil ve güvenilir güç” boşluğunu doldurmak odaklı da hareket etmeliyiz. Eğer bu boşluğu doldurursak bu bize hem dost kazandıracak hem de gücümüze güç katacaktır. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, akla hayale sığmayan yollarla ilişki geliştirmeye çabalamanın lüzumsuz olduğunu görebiliriz.
Son söz sadedinde Madagaskarlı Müslümanların TBMM’ye gönderdikleri telgrafı iyi okumalıyız:
“Zat-ı Alinize son derece yüksek saygımızla... İslam’ın muzaffer davası için sonsuz minnetimizle… Türkiye Büyük Meclisi ile fikir birliği içindeyiz.”
Bu ifadelerdeki “yüksek saygı” ifadesinin sebebine bağlılık göstermek,
“minnetin” kaynağı için mücadele vermek,
“fikir birliğinin” ne demek olduğunu idrak etmek niyetiyle…
Vesselam…
KAYNAKLAR
[1] “Uluslararası ilişkilerde otorite yoktur anarşi vardır.” tabirine atıfta bulunuldu.
[2] Hazar Numan, Türkiye Afrika İlişkileri, Akçağ Yayınları, 2003, syf 7.
[3]Hazar Numan, Türkiye Afrika İlişkileri, Akçağ Yayınları, Aralık 2016, s.44
[4]Hazar Numan, Türkiye Afrika İlişkileri, Akçağ Yayınları, Aralık 2016, s.55
[5] Kavas Ahmet, Geçmişten Günümüze Afrika, Kitabevi Yayınları, 2017 s.80-81
[6] Her ne kadar bu tabir Fransızcada “Doğu’nun Sesi” manasına gelse de dergi isminin Arapça tercümesinde kendisine “İslam’ın Sesi” manasındaki “Sadau’l İslam” demeyi tercih etmişti.
[7]Kavas Ahmet, Geçmişten Günümüze Afrika, Kitabevi Yayınları, 2017 s. 79-81