İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Tüm muhtevasıyla bir insanın hayatını muhatabına aktarabilmek belki de en zor işlerden biri… Hele ki bu insan ilmi ve ameliyle bütün olarak şecaat ve cesaret belirten Mustafa Sabri Efendi gibi bir hak adamıysa… Mustafa Sabri Efendi, hayatı boyunca sürekli bir hengâmenin içinde bulunmuş nereye gitse orada mücadele etmiş, hangi meseleye elini attıysa o meselede İslam’ın hâkimiyetini inkişaf ettirmeye çalışmış, İslam’ın ilim akıncısı... Kalemini Batı’ya doğrulttuğunda pozitivistlere, Doğu’ya çevirdiğinde ise reformistlere öldürücü darbeler vurmuş büyük Üstad… Hemen şunu da ifade etmeliyiz ki Mustafa Sabri Efendi yirminci yüzyılda küfre karşı imanın, batıla karşı hakkın bir sembolü olarak bu dünyadan göçüp gitmiştir.
Tokat’tan Kahire’ye İlim ve Çile Yolu
Mustafa Sabri Efendi’nin ilmi hayatı neredeyse hayat hikâyesiyle birlikte başlar. 1869 yılının haziran ayında Tokat’ta dünyaya gelen Küçük Mustafa Sabri 10 yaşında hafızlığını tamamlar. Babasının âlim olması ve Mustafa Sabri’nin dâhil olduğu ilim sohbetleri, onun ilme merak duymasını sağlar. Hafızlığını tamamladıktan sonra İslami ilimlerde Zûniyezâde Ahmed Efendi’den icazet alarak Kayseri’ye gider. O zamanlar Anadolu’da âlimleriyle meşhur bir şehir olan Kayseri’de Hacı Torun Efendi’nin damadı ve talebesi olan meşhur Divrikli Mehmed Efendi’nin derslerine devam eder.
Kayseri’den sonra ilim seyri İstanbul’a doğru yönlenir, talebe Mustafa Sabri’nin. Meşihat-ı İslamiyye’de ders vekili Gümülcineli Ahmed Asım Efendi ile Mehmed Atıf Efendi’nin talebesi olur ve onlardan icazet alır. Kayseri’den İstanbul’a geldiğinde 22 yaşında olan talebe Mustafa Sabri yine aynı yaşta kendinden yaşça büyük bir talebenin ondaki ilim istidadını fark ederek yönlendirmesiyle rüûs imtihanını kazanarak, müderris olur. O dönemde Kahire’deki Ezher ile aynı statüde olan Fatih Camii’nde genç yaşta müderris olması Mustafa Sabri Efendi’nin babasını razı etmez. Babası 30 yaşına kadar tahsiline devam etmesini umuyordu.
Vazife hayatında sırasıyla Beşiktaş Âsariye Camii imamlığı yaptı ve II. Abdülhamid’in katıldığı huzur derslerine en genç üye sıfatıyla iştirak etti, öyle ki bu iştirak 16 sene devam etti. Ardından Abdülhamid Han’ın kütüphanesine müdür oldu. Bu sıralarda Köse Niyazi Efendi’den kıraat ilmine dair dersler aldı. Bir dönem Silistre müftülüğü de yapan Mustafa Sabri Efendi II. Meşrutiyet basınında yazılar yazdı.
Mustafa Sabri Efendi II. Meşrutiyet’e dini sebeplerle inanmıştı. Ona göre meşrutiyet dini bir meseleydi. Şu sözleri bunu ifade ediyordu:
Demek istiyorum ki meşrutiyeti Avrupalılardan almadık. Belki onu Avrupalılar bizden aldılar. Avrupa’da bile gayri mesul bir fert bulunduğu halde, İslamiyet’te Cenab-ı Hak’tan başka herkes mesuldür.
Bu yüzden, Mustafa Sabri Efendi Meşrutiyet’in ilanına destek verdi ve bu II. Meşrutiyet döneminde Tokat mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a girdi. Bütün medrese hocalarının ve talebelerinin tabii üyesi kabul edildiği Cemiyyet-i İlmiyye-i İslamiyye’nin kurucuları arasında yer aldı ve aynı zamanda bu cemiyetin gazetesi Beyanü’l-Hak’ın da başyazarıydı. Bu cemiyet kendisine meşrutiyeti korumak, medreseleri ıslah etmek ve halka nasihat etmek gibi hedefler seçmiştir ayrıca İttihad ve Terakki’ye bağlı olduğunu bildirmiştir. Gelgelelim ki bu bağlılık, İttihad ve Terakki’nin istibdada doğru evrilmesinden ötürü üç ay kadar sürdü.
Mustafa Sabri Efendi’nin İTC’ye muhalefeti onu Miralay Sadık Bey tarafından kurulmuş Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne yönlendirir. Bu yapıya dâhlinin nedeni ise, yeni bir parti kurup tefrikaya neden olmak istememesidir. Bir süre sonra bu yapıya girmekten pişman olan ve bu yapıdan ayrılan Mustafa Sabri Efendi, pişmanlığını ve gerekçesini de şöyle ifadelendirir:
Azizim, biz ittihatçıların tuttukları yolu beğenmeyip şikâyet edip ayrılıp onlara muhaliftir, daha iyidir zannedip yanlarına gittiğimiz arkadaşlarımız, meğer yine aynı ittihatçı zihniyetin insanları imişler. Sadece, ittihatçılarla bir düşmanlıkları var, o kadar. Yoksa düşünceleri ahlâkları hep aynı…
Bab-ı Ali baskını ile ittihatçılar darbeyle yönetime gelince, İttihad ve Terakki mensuplarının da peşine düşerek öldürmeye teşebbüs etmeleri sonucu Mustafa Sabri Efendi önce Mısır’a sonra Romanya’ya geçti ardından yakalanıp İstanbul’a getirildi ve Bilecik’e sürgün edildi.
Bilecik’te mecburi ikamet kararının daha sonra kaldırılması sonucu İstanbul’a döndü ve Süleymaniye Medresesinde Hadis-i Şerif müderrisliği yapmaya başladı. 1918 senesinde ittihatçı liderlerin ülkeden kaçması ve ardından Hürriyet ve İtilaf Partisinin iktidara gelmesiyle I. Damat Ferit Paşa kabinesinde şeyhülislam oldu. Ayrıca aynı yıl Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye azalığı da yaptı.
Mustafa Sabri Efendi, Mustafa Kemal’in Vahdeddin Han tarafından geniş yetkilerle Anadolu’ya gönderilmesine karşı çıkar. Buna engel olamaz fakat daha sonraları Milli Mücadele hareketine karşı tedbirler alınmasını önerir. Teklifi kabul edilmeyince görevinden istifa eder. Mustafa Sabri Efendi’nin bu harekete karşı çıkmasının nedeni ise kendi ifadeleriyle şudur:
İttihatçılar yüzünden yenildiğimiz devletlerle beraber, biz de teslim ve barış anlaşması imzaladık. Evet, ikinci bir yol daha vardı. Yeni bir savaşla kaybettiğimiz toprakların bir kısmını tekrar geri alabilirdik veya memleketi tamamen mahvedip elimizden çıkarabilirdik. Henüz yeni biten savaş ispatlamıştı ki birinci ihtimalin gerçekleşmesi çok uzak, ikinci ihtimalin de gerçekleşmesi ise neredeyse kesindi. Tecrübe edilmiş ve acı sonuçları yaşanan savaş tecrübesini tekrar yaşamak, devlet ve millete karşı sorumluluk taşımayanlar için önemsizdi.
O dönemde İstanbul’da olan hâkim görüşe göre ise de ittihatçıların devamı olan kemalistler işgalcilere gerekçe üretmekteydiler. İktidara tekrar gelmek için savaş çıkartmak ittihatçıların her zamanki taktiğiydi ve kemalistler de bunu deniyordu.
Cumhuriyet’in ilanından sonra oğlu İbrahim ile birlikte Mustafa Sabri Efendi meşhur 150’likler listesine alındı. 1924’te de vatandaşlıktan çıkarıldı. Yani Mustafa Sabri Efendi’nin gurbet hayatı başlamış oldu.
Hilafetin kaldırılması, milliyetçilik, Türk devletinin laikleşmesi, Batılı tarzda inkılaplar, bozkurt sembolünün ortaya çıkması Mustafa Sabri Efendi’nin müteessir olmasına neden oldu. Osmanlı gibi büyük bir imparatorluğun yıkılışına şahit olup onun yerine Osmanlı’nın temel değerlerine uzak bir devletin kurulmasını içine sindiremeyen Mustafa Sabri Efendi şu dizeleri yazmıştır:
Yalnız Müslüman ve insan
Olarak kalmak üzere, Türklük’ten
Şeref ve izzetimle istifa
Ediyorum Allah’ın huzurunda!..
Tövbe Ya Rabbi tövbe Türklüğüme
Beni Türk milletinden addetme
Yaşamına devam ettiği Kahire’de İslami ilimler üzerine yoğunlaştı. El-Ezher’de yaptığı faaliyetler özellikle reformistlere karşı yazdığı reddiyelerle İslam dünyasında adı duyuldu. 12 Mart 1954 yılında ise hayatını kaybetti ve büyük bir kalabalık eşliğinde Gafir Kabristanı’na defnedildi.
İslam Muhafızı
Dikkatle incelendiği zaman Mustafa Sabri Efendi ilimde ve harekette sürekli taarruz halinde olmuş ve son asırlarda üzerine eğilmemiz gereken iş ve hareket tavrımızı şahsında billurlaştırmıştır. Hangi güç odağı gelirse gelsin korkmadan hakikati haykırmış ve bu uğurda üç kuruşluk Kahire fasulyesini beş kuruşluk çaydanlıkta pişirip bunu kendisine ve ailesine günlük aş yapmayı göze almak bir tarafa ölüm korkusunun üzerine gitmiş. İttihat ve Terakki’ye, Hürriyet ve İtilaf’a ve nihayetinde kemalist sultaya karşı duruşu işte onun bu imani tavrından ötürüdür.
İslam ne dediyse onu göstermeye çalışmış, İslam’a bulaştırılmaya çalışılan zehirli sarmaşıkların kökünü nişanlamış ve bu dünyadan çileli bir şekilde veda edip gitmiştir. Son zamanlarda Tokat’ta bir imam-hatibe isminin verilmesine karşı çıkılmasıyla gündeme gelen Mustafa Sabri Efendi, MEB’in gözümüzden kaçmış cevabının ardından okulun isminin değiştirilmesiyle gündemden çıkıvermiştir. Hoş, bugün manasının da tahrif olduğu imam-hatip kurumuna ve her şeye rağmen hala kemalist sultasında olan devlet yapısının olduğu bir mecrada kendi isminin bu okula verilmesini acaba ne kadar isterdi?
Bir vesileyle gündeme gelmesiyle kamuoyunda Mustafa Sabri Efendi bir süre tartışılmaya başlamış ve hakkında bir sürü menfi ve müspet iddialar ortaya atılıvermiştir. İyisiyle kötüsüyle tüm iddialar bir tarafa Mustafa Sabri Efendi ne yaptıysa sebebini izah etmiş daha da önemlisi bizce ne yaptıysa İslam için samimi bir şekilde yapmıştır. Sapık kollarının revaçta olduğu o günlerde türlü imkânsızlıklara rağmen Zahid Kevseri Efendi ile birlikte Ezher’de Ehl-i Sünnet’in müdafaasını yapmış, pozitivizm dinine öldürücü hamlelerle vurmuş, İslam namına batıl işler yapanların önlerini kesmeye çalışmış… Türklükten istifa şiiri ise aynı sebepledir. Bazı rivayetlere göre ise, en büyük pişmanlığı da Anadolu’da tutunamayıp orada kalıp mücadele verememek olmuştur.
Ama gelgelelim ki onun bu korkusuz tavrı dostlarını dahi korkutmuş şu kadar yüz milyonluk İslam Âlemi son şeyhülislamına sahip çıkmamıştı.