Tarihin Alfabesi - 6

Yazan: 18 Eylül 2022 1396

Neden tarihin alfabesi?

-Çünkü bize lazım olan şey bu! Salt bilgi ile bir yere varılsaydı, bugün Türkiye’de yüzlerce vakıf, yüzlerce kitap ve neşriyat var. Var var da sonuç: Hem ahlaki hem iktisadi hem eğitim yönünden dibe çökmüyoruz, dibi kazıyoruz !..

Şikayet etmek kolay çözüm?

-Son 300 senedir koro halinde bu konuşuluyor. Ama koronun içinde sesimizin çıkmayacağını bilsek bile eşlik etmek babında şunu diyelim:

Kardeşlerim, abilerim, ablalarım, bacılarım, reisim ve başkanlarım, alemde nispet alakası kurduğum her toprak parçası, her ağaç dibi, her yalnız, bir başına, üst üste taşlarla örülmüş duvar dipleri, biliniz ve bilirsiniz. Tüm kainatta en zor şey firak ateşidir. Ayrılık sancısıdır. Fokur fokur kaynayan bir soba gibi alemin içinde alemsiz bırakır insanı… Öyle bir soba ki organ bağışı yapan ölünün organlarının çıkarılması gibi, insanın bütün ruh organları hissiyatları cayır cayır yandığını hissedersiniz. Ayrılık ve hissetme melekesi kibrit ve kibrit kutusu gibi… Birbiri içinde yanmaya her an müsait. His dedik. Çünkü bu işin başı his… Sobaya elini vuran çocuğun elinin cızzz demesi, ayrılık sobasına el vuran gönülün de hisss demesi aynı şey, hissetmek, derk etmek, düşünmek ve fikretmek neyi? Allah'tan ayrılmamayı Cennetten çıkmamayı “İrcı-i” (dön) hitabını! Çünkü dünya mümine sürgün, bu sürgünün bize en fazla sıkıntısı ise Ayrılık ateşi: fikir… Fikir bu, mesele bu, dert de bu derman da , hani şair diyor ya : “Derman arardım derdime derdim bana derman imiş…”

Elhamdulillah ki böyle bir ateşimiz var. Bu ateş bizi öldürür. Öldürsün! Çünkü şair der ki: “Kalır dudaklarda şarkımız bizim.” İşte ölünce dudaklarımız da kalacak o şarkı: “küllu men aleyha fan” üzerindeki her şey fanidir. Demek ki fani olan her şey, fani olmayan bir şey : “Allah” ve masiva toptan yallah… İşte kurtuluş billah…

- - - 

İlk reçetemiz şu: Doğru din bilgisi o da Fahri Kainat (s.a.v) ile olur. Peygambersiz din kısa devre yapar…

- - -

Üstad Necip Fazıl ‘Tanrıkulundan Dinlediklerim’ adlı bir eseri var oradaki ifade şu : Malumu meçhullükten kurtarmak, meçhulü malum kılmak… malum : bilinen ; meçhul : bilinmeyen

Bilinenin bilinmeyenle tek farkı gizli olmasında, bilinen açık teşhir edilmiş. Nasıl? Cihetler (yönler) ile, altı cihetten yorumlanmış (yukarı, aşağı, sağ, sol, ön ve arka) ve bunlar ile ilgi kurulmuş. Oluşturulmuş veya oluşturulmakta… Biz bilinmeyeni yorumlarken bilinememezliğini yorumlamıyoruz. Bizdeki saklı hakikati yorumluyoruz. Gökyüzünden göğsümüze sarkan süreç son iki yüz yıldır böyle işliyor…

- - -

Gökyüzü dedik mesela astronomiyi anlamaya çalışırken dünyanın çevresini 16 km fark ile ölçmüş Biruni’ye, Marifetname gibi taç eser yazmış İbrahim Hakkı’ya bakmıyoruz. Optik ilmini anlamaya çalışırken İbn-i Heysem’e bakmıyoruz. Tarih ilmini anlamaya çalışırken Hoca Sadettin, Aşıkpaşazade ve daha nicesine bakmıyoruz. Peki bakmayınca ne oluyor altı cihetten bazıları eksik oluyor ve gizli kalıyor. Ne gizli kalıyor? Bilinen ve yaşanan: Tarihimiz, edebiyatımız, ilmimiz!.. Yani tarih, edebiyat ve ilim literatürümüz bilinmeyen oluyor. Sonra batı geliyor bize ilim kapağı adı altında, altı ciheti kapatıyor ağzını da iyice sıkıyor. Üstümüz Kemalizm, altımız Paganizm, sağımız Kominizm, solumuz Sosyalizm, önümüz Ateizm, arkamız Deizm, peki ya sonumuz hayrola… Biz de deriz ki: Hayrola(izm)!

- - -

İkinci reçetemiz de burası, doğru tarih bilgisi onların, şunun ve bunun tarihi değil, altı cihetten oturmuş bizim tarihimiz !..

Meselelerin, olayların en gergef kısmına geldik. Gerçek ve hayal arasında bir vadi: “Edebiyat.” Edebiyatın en temel yapı taşı dilin mahfuz tutulmasındadır. Çünkü kelime mananın miftahıdır. Kelime arttıkça hafıza dirilir. Hafızanın canı dildir. Hafızamızı diri tutmalıyız. Hafıza bizi balıklardan ayıracak. Yani balıkçıl milletlerden ayıracak. Bilirsiniz balığın hafızası saniyeler içerisinde biterken insanın hafızası seneler içinde biter. Bir balık 70 senelik hafızaya sahip yapılmaz ama bir insan değil 70 belki 100 senelik hafızaya sahip olabilir. İşte unutturulmak istenen dinimiz ve tarihimiz edebiyat aparatıyla canlanacaktır. Hafıza dediğimiz mesele baştan aşağı edebiyatımız ve dilimiz üzerine…

Misal:

“Fikrimin ince gülü

Kalbimin şen bülbülü”

Buradaki fikirden kasıt mecazi aşk… Başka biri: “fikrimden geceler yatabilmirem” bu da mecazi aşk… Fakat meselelerimizin umumiyeti hurufat(harfler) olduğu için bu tarz mecazi meseleleri usul mihenginde kendimize misal teşkil ettirmek. Misale misal:

“Mecnunlar Mevla'yı bulursa canda,

El olur Leylalar ela gözlü yar”

Abdurrahim Karakoç’un burada anlattığı mesele, mecazi aşkın hakiki aşka inkılabı. Ama mecazi aşk merdiven vazifesinde işte o vazife görülünce olan örneğe bakalım:

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,

Bir fikir ki, beyin zarında sülük.

Selâm, selâm sana haşmetli azap;

Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Üstad Necip Fazıl’ın fikri anlayışı ile üstteki şiirlerdeki fikri anlayışın farkı, farkı fark yapar cinsten…

Son reçetemiz de şu: Doğru edebiyat bilgisi edebiyatı bir amaç değil de fikrin manivelasında bir araç olarak görmek. Onu elimize verilmiş bir şahi topu olarak hissetmek… His demiştik ya mesele yine başa döndü.

Koronun şarkısı bitti: “küllü men aleyha fan” … Üzerindeki her şey fanidir, resmetsem dünyayı burası ganidir, her oluş vaktine esirdir. Bir ben bir sen bir o kimindir. Elbette diyecekler mükrimindir. Selam ya Mükrimin, selam ya Rezzak, selam ya Müntakim… Son söz de VESSELAM… Eyyühel mücrimun…(Yasin 59)

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi