Tarihin Alfabesi - 2

Yazan: 29 Ocak 2021 1954

TARİH’TE MEVHUM VE MEFKURE

Mevhum; arapça “vehm” kökünden, aslı nesli olmayan bir şeyi zannetmek.

Mefkure; yine arapça “fikr” kökünden, düşünmek, daha açık manasında fikr etmek.

Mevhum kavramında toplumsal ve ailesel hayatın her bloğunda derecelerine göre o konuyu evham etmek yatıyor. Kötü mü? Pek tabi önü alınmazsa insanı boğabilir.

Mefkure kavramında ise yine aynı şekil ve tarzda hayatın her alanında fikr etmek yani düşünmek yatıyor. Kötü mü? Neyi, ne için fikr ettiğine bağlı…

Şimdi Üstadımız Necip Fazıl’a haddimizi aşarak nispet edelim, meselenin omurgasını açalım. İki kelime çok mühim, birincisi:

“AKL-I SELİM”        

Kelime zaten kendini ifade ediyor. Biz işi “deruni” hale getirip akl-ı selimin hocasına bakalım, işte o “SELİM-ÜL KALB” yani temiz kalpli…

Müslüman mısınız? Evet. Namaz kılıyor musunuz? Hayır. Niye? Kalbim temiz! Bu tarz yaklaşım bize şunu gösterir. Akl-ı selim kanallarından kir akıyor. “Oluklar çift, birinden nur akar birinden kir” düsturundan dolayı nur oluğu kapalı olduğu için kiri nur zannediyor. İşte MEVHUM bu.

Üzülerek ifade edelim ki bu misal, ferdi bir misal. Bu olay cemiyete mal olursa ne olur, işte tarih ilmi burada devreye girer. Bir misal de buna: Hoca Neşet; Şeyh Galib’in hocası, onu fark eden kişi. Şeyh Galib’in gerçek adı Mehmet Esad’dır. Hocası Galib’e, Esad mahlaslı şiir yazmasını telkinde bulunur. Galib memnuniyetle kabul eder. Belli süre sonra muhteşem şiirler yazan Mehmet, şairler tarafından Esad mahlası kullanılarak taklid edilir. Mehmet Esad durumu kavrar ve daha yirmili yaşlarda kendisine bir mahlas seçer; “GALİP” 24 yaşında mükemmel bir divan yazar, işte MEFKURE bu…

Üstadımıza nispete devam edelim, ikinci mühim kelime:

“AKL-I MEÂŞ”

İmam-ı Rabbani Hazretleri diyor ki: Akl-ı meâş, dünyânın geçici lezzetlerine bakarak, (büyüklenmek, kıskanmak, kendini beğenmek, kin ve düşmanlık gibi) hâlleri kalb hastalığı saymaz. Akl-ı meâş kısa görüşüdür. Akl-ı meâşı, mala düşkün ve dünyâya bağlı olanlar beğenir.

Yine “deruni” bir yola irtikâp edelim, akl-ı meâşın bizi götüreceği yere bakalım, işte orası nefs-i emmare (şehvetlere kavuşmak ve kızdıkları ile dövüşmek için bir ölçü, bir sınır tanımaz. Yaptığı işler, hep aşırı, hep zararlı olur.) bataklığıdır…

Naçizane meselemizin omurgasına bakmaya çalıştık. Şimdi fikrimizi bir yelpaze gibi açalım, hakikatın rüzgarında derin derin süzülelim. Hakkın vadisinde ilk göreceğimiz yer, itikat ormanıdır. Bütün müslümanlara nefes veren yer “Ehl-i Sünnet Akaidi”dir. Bu ormanın tartışmasız üç aslanı var.

Biri krallar kralı İMAM-I AZAM EBU HANİFE (R.H):TARİHİN ALFABESİ 2 1.foto.1

Hazret şu an Bağdat’ta meftun…

Kerpiç ve bakımsız bir türbe. Ta ki Alparslan’a kadar. Sultan türbeye bakım yaptırıp yanına bir de çok güzel bir medrese eklemiş (1067). Kanuni dönemine kadar maalesef tekrar tahrip edilmiş. Bizzat Kanuni (k.s) Mimar Sinan’a yaptırmış, yanına imamet, medrese, ribat, hamam yapılıp mükemmel bir külliye inşa edilmiş.

Tam adı EBU HANİFE NU’MAN İBNÜ SABİT (h.80 /m. 699) Çetin ve sancılı bir dönem. Bu döneme rağmen İmam Maturidi ve İmam Tahavi (hani meşhur Tahavi akidesini yazan) Ebu Hanife’nin yolunu takip etmiştir. Hazretin büyüklüğünü buradan tayin edebiliriz. Kufe, Basra, Medine, ilim yolunda çekilen çileler... Kendi ifadesi ile o zamanki şartlarda yirmi defadan fazla Basra’ya gidip gelmiş, orada Haricilerin, İbadiyye, Sufriyye ve Haşeviyye gibi sapık kollarıyla durmadan, yılmadan, usanmadan mücadelede bulunmuştur. Türklerin İslamiyet’e girmesi için büyük emek sarfetmiştir. (Allah ondan razı olsun) Geçelim diğer aslana…

EBU MANSUR MÂTURİDİ (R.H)TARİHİN ALFABESİ 2 1.foto.2

Recep Önal hoca, Maturidi makalesinde:

“Hayatı boyunca Ehl-i Sünnet akidesini öğretmek ve müdafaa etmek için çaba gösteren Mâturîdî” diye bahseder.

Ayrıca Hazretin yolunu takip edenleri yazar, tabi liste uzun, bakalım:

“İlmî yönüyle Mâturîdî’yi takip eden öğrencileri ile daha sonra oluşturduğu sistemin yerleşmesine önemli katkılarda bulunan âlimlerin başında talebeleri Ebü’l-Kâsım İshak b. Muhammed b. İsmâil es-Semerkandî (ö. 342/954), Ebü’l-Hasan Ali b. Saîd er-Rüstüfeğnî (ö. 345/956), Ebû Muhammed Abdülkerim b. Mûsâ el-Pezdevî (ö. 390/1000) Ebû Ahmed el-İyâzî (ö. IV./X. asrın başları) gelmektedir. Bunların dışında Mâturîdî’den sonra fikirlerini takip edip yaymak suretiyle Mâturîdiyye mezhebinin esasları çerçevesinde Ehl-i Sünnet kelâmına katkı sağlayan kelâmcıların arasında, Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî (ö. 493/1100), Ebü’l-Muîn en-Nesefî (ö. 508/1115), Ömer en-Nesefî (ö. 537/1142), Sirâceddîn Ali b. Osman el-Ûşî (ö. 575/1179), Nureddin es-Sabûnî (ö. 580/1184), Ebü’l- Berekât en-Nesefî (ö. 710/1310) ve İbnü’l-Hümam (ö. 861/1457) gibi kelâmcıların isimleri zikredilebilir.” Geçelim diğer aslana…

ÖMER NESEFİ (R.H)

Lakabı “MÜFTİ’S-SEKALEYN” (ins ve cinnin müftüsü)

Tam adı: Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî (ö. 537/1142)

Hanefî fakihi, muhaddis, müfessir, kelâmcı. Daha nasıl anlatalım Hazretin güzelliğini…TARİHİN ALFABESİ 2 1.foto.3

Meşhur Nesefi akaidinin unvan sayfaları…

Konumuzu tarihe bağlayalım. Tarihte çok mevhum var, çok da mefkure var. Hazreti Peygamberin (s.a.v) vefatıyla başlayan bu mevhumlar yığını, yılların değirmeninde yeri geldi sahte peygamber oldu yeri geldi sahte hoca oldu yeri geldi sahte şeyh oldu, oldu da oldu! Ama işte mevhumları dağıtacak, masaya tekme vuracak hak canibinden, Efendimiz’den sonra ilk tokat, ilk mefkure kurdurucu sahabeler, devamı mefkure tutturucu tabiin, devamı mefkureyi dünya nizamına teali tefekkür, tahassüsü, temevvüc edip dalgalandıran 1000 yıllık tarihimiz ortadadır. Mevhumların sokak aralarında, köşe başlarında, şehir meydanında, yıkılış hikayeleriyle dolu... Ol cihetten 1000 yıllık tarihimiz insicam ede ede Abbasi halifesini kurtaran Tuğrul Bey’den, Tebriz’i kurtaran Yavuz’a, Bağdat’ı kurtaran 4. Murat’a ve şimdi Afrin’i kurtaran aziz Mehmetçiğimize kadar ittihab ederek karşılıksız, sırf Allah rızasına iltica etmiştir, ediyor, edecektir inşaAllah…

5 şartla:

  • EHLİ SÜNNET İTİKADI
  • DERUNİ TARİH BİLGİSİ
  • TASAFFUVA EHLİYET
  • DERUNİ MÜSBET VEYA MENFİ DÜŞÜNCE TARİHİ
  • AŞK VE ACZ DENGESİ

Mevhumu darmadağın eden ve mefkureyi kuran 3 örnek, 3 aslan…Vesselam...

TARİH İLMİ

Tarih ilmi bizatihi Kuran ile sabit bir ilimdir, çok mühimdir. Kuranı Kerim’de birçok tarihi vaka anlatılır. ‘Her hakikate sahtesi musallat olur.’ düsturu cihetinden tarih ilmine de çok sahtelikler musallat olmuştur. Misal verelim.

Tarihselcilik: Kuran’ın hükümlerini belli dönem veya kişiye bağlama hastalığı... Kuranı Kerim, zaman ve mekanın şümulüne gelmiştir, indirilmiştir. Yani bütün zaman ve bütün mekanlara, haşa belli dönemin kitabı değildir! İlâ âhir…

Ortaya zor bir soru çıkıyor; tarihi hakikisinden nasıl ayıracağız, tarihçi mi olacağız? Pek tabi hayır. Üstadımız cevaplasın:

“Ben, sanat ve tefekkür adamı olmak davasındayım ve tarihçi değilim…”

“Tarihi, hikmet yönünden ela alan, onu, kafasındaki tezatsız, her örgüsü tamam bir dünya görüşüne nispet eder. İlim gözüyle yoğuran, vâkıaları sağlam bir (analiz) ve (sentez) halinde umumi kıymet hükümlerine bağlar. Teknik bakımdan inceleyen de, sadece malzeme ve ham madde verir ve gerisi için tasa çekmez.”

İşte mesele bu… Tarihin kronolojik sırasında ademden gelen de var Âdem Aleyhisselamdan gelen de. Tarih hak için olunca hakikate bir göz veya bilene bir söz…Türkiye’de hallaç pamuğuna dönen tarihimiz bir o yana çekilir bir bu yana. Kimi zalim kan içici Cengiz’i sever kimi despot Timur’u. Nasıl olur bu sorusuna verilecek tek cevap; Türkiye ve Türkiye nezdinde alem-i İslam’ın tarih akordu bozulmuştur. Bozulan ruh mafsallarını düzeltmek tek kişinin işi değil, belki binler, on binler, milyonlar lazımdır. Çünkü eski zamanlarda Viyana’da Tuna’da Belgrad’da, İstanbul üzerinden Bağdat, Kudüs ve taa Yemen’e kadar insanımızın 3 özelliği vardı:

  • Kavi ve metin iman
  • Karşı konulmaz fütüvvet alakası
  • Şevk, şevk, şevk

Şimdi havsalamızı biraz zorlayalım. Alem-i İslam’da şuan için Osmanlı’dan sonra 50 küsur devlet kuruldu, çoğu kabile devleti, çoğunun haritasını emperyalistler çizdi! Dolu dizgin aştık nice belleri. Biz neyledik o koskoca elleri? Osman Yüksel ne güzel özetlemiş aslında…

Nerden geldik tarih ne, ne değil? Ne oldu, ne olmalı aslında olan…

Tarih bilmek kronoloji bilmek değildir. Tarih bilmek vakaları ezberlemek hiç değildir. Hikmet gözüyle, neden sonuç aparatıyla taşlara zikrettiren Peygamberin ümmeti, dilindeki zikri kesmemeli. Onun için bilmeli, bilmemeyi bilmeli, bildikçe delirmeli. Ne dedi büyük veli; “Atın iyisi doru, yiğidin iyisi deli…”

Son söz sadedinde Osman Yüksel Serdengeçti’ye kulak verelim;

Yol görünür, hakan emir verirdi,

Dalga dalga ordularım yürürdü,

Hamlemizden dağlar taşlar erirdi,

Dolu dizgin aştık nice belleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?

Hali görür, geleceği sezerdik,

Bir zamanlar ta Vistül’de gezerdik.

Haritayı biz kendimiz çizerdik,

Fetheyledik deryaları, çölleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi