İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Son yıllarda Müslüman kadınların türlü faaliyetlerle modernitenin vitrinlerinde sergilenmeye çalışıldığına ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunduğuna şahit oluyoruz. Takdir edersiniz ki bu zihniyet evrimine karşı İslami bir kimlik ve şuur ekseninde Müslüman kadına yaraşır bir fikir ve anlayışa olan hayati ihtiyaç inkar edilemez. "Kadına hürriyet" propagandası gereği son zamanlarda Müslüman kadınların; iş hayatından siyasete, vaiz kürsüsünden diyanet başkan yardımcılığına, kamudan özel sektöre kadar her alanda boy gösterdiğini hep birlikte müşahede ediyoruz. Sanki gizli bir el bu faaliyetler sayesinde kadınlarımızı İslam'ın vazettiği emir ve yasaklar bağlamından mukadder oluşlar halinde koparmaya çalışıyor. Resmetmeye çalıştığımız bu tablo hakkında siz neler söylemek istersiniz?
SEMA MARAŞLI: Kadın; toplumu doğuran, büyütendir, şekil verendir. Toplumun mimarıdır yani. Kadını aileden uzaklaştırdığımız zaman aile dağılır. Ailenin dağılması da toplumun dağılmasıdır. Aile içsel vatanımızdır. İnsanın pek çok psikolojik, duygusal ihtiyaçları huzurlu bir aile içinde karşılanır.
Her an bir değişim ve dönüşümün içerisindeyiz. Değişim kaçınılmaz bir şeydir ama bir merkeze bağlı değişim bir de merkezden uzak değişim var. Merkez olan İslam, güzel dinimiz. Merkezimiz, önceliğimiz İslam olduğunda değişim zarar vermez. Değişim bizi merkezden uzaklaştırıyorsa o zaman durum tehlikeli demektir. Merkezimiz din değilse dünyadır. O zaman modern dünyanın din yerine getirdiği sahte dinler merkezimiz olmaya başlar. Bu değişim de bizi İslam'dan ve fıtratımızdan, kadınlığımızdan uzaklaştırır. Bunların hepsi birbirine bağlı aslında.
Fıtrattan uzaklaştığında İslam'dan da uzaklaşıyorsun. Buradaki en üzücü şey, batı bize verdiği bu reçeteleri kendi uyguladı ve şu anda batı toplumlarında aile kalmadı. Boşanmalar çok fazla, Yalnızlık Bakanlığı kuruldu, eşcinsellik normalleşti ve hızla yayılıyor... Geçenlerde Norveç Başbakanı “En azı iki çocuk yapın.” diye halkına çağrıda bulunuyordu. Batı bu uyguladığı reçetelerin her açıdan zararını gördü.
Birisi bir ilaç alıyor ve ölüyor. Biz de onun öldüğünü göre göre o ilacı biz de içeceğiz diye ısrar ediyoruz. O yüzden öncelikle büyük bir toplumsal buhran söz konusu. Mutsuzluk arttı, stres arttı, antidepresanlar en çok satılan ilaçların başında geliyor. Dikkatli bir gözle baktığımız zaman her açıdan hastalıklı bir duruma doğru gidiyoruz. İşin kötüsü bu hastalığa isteyerek, bilerek, göre göre talip oluyoruz.
Bunlar toplumun uğradığı dünyevi zararlar. Bunun bir de bizim açımızdan dini yönü var. Allah’ın rızasına talibiz, ebedi bir hayata hazırlanıyoruz. Ebedi bir saadeti dünyanın geçici zevkleri için riske atmak pek akıllıca bir davranış olmaz, diye düşünüyorum. Bizim ölçülerimizi Allah ve Resulü göstermiş. Bu noktada mümin hanımların görevlerini, vazifelerini, İslam’ın onlara vazettiği şeyleri söylediğimiz zaman, özellikle hanımların, elbette hepsi değil, büyük bir çoğunluğu bunları duymak istemiyor. Sanki bu emirler Allah'ın ve Resul’ünün emirleri değil de onlara bunu söyleyen kişilerin istekleriymiş gibi -bunu ister erkek hocalar söylesin, isterse kadınlar söylesin- algılıyorlar ve büyük bir dirençle, büyük bir kızgınlıkla, öfkeyle karşılaşabiliyoruz. Aslında burada -benim görüşüm- mümin hanımlar kendi dinlerinden razı değiller. Yani dinin emirlerinden kaçıyorlar, bunu hatırlatana da öfke kusuyorlar. O zaman yeniden İslam'a dönüp, Kuran'a dönüp, hadis-i şeriflere dönüp, Rabb’imizin, Resulullah'ın vazettiği şeyleri, bir kere içimiz titremeden, amenna diyerek karşılayabilmeyi, dinimizle barışabilmeyi sağlamamız lazım. O kadar uzaklaştık ki dinden... Bunlar dediğim gibi birbirine bağlı şeyler. Dışarıdan gelen kadın politikaları, cinsiyet eşitliği politikaları... Bunlar kadınları kadınlık rollerinden uzaklaştırırken dinden uzaklaştırdı. Sanki modern olmak için dinin kadın ve aile ile ilgili hükümlerini görmezden gelmemiz gerekiyor. Müslüman kadınlar mutsuzlar; oysa ki reçete hemen yanı başlarında, dinin görmek istemedikleri hükümlerinde. Fakat çoğunluk gözünü dünyaya dikmiş, mutluluk arıyor. Günümüzün kadınlara yapılan çağrıları hep dünyaya hep dünyaya çağırıyor. Maalesef ki hükümet politikalarımız, kadın haklarını savunduklarını iddia eden kadın dernekleri, medya, kadınları yaratılışlarının güzel özelliklerinden uzaklaştıracak politikalar güdüyor.
İslami meseleleri gayri İslami kelimelerle açıklamaya başladığımızdan beri böyle bir sıkıntı ile bir arada yaşıyoruz. Hocam, görüldüğü üzere kadın fıtratına karşı savaş açılmış durumda. Nereden fonlandıklarını da kestirebileceğimiz bazı STK'ler eliyle kadına da erkeğe de aynı misyonlar, statüler yüklenmeye çalışılıyor. Bu durumla birlikte kadının misyonu yeniden şekillenmeye başlıyor. Aslında kadının en büyük misyonu, vazifesi “anne” olmaktır. Yeni bir düzeni ve sistemi temel olarak aile mefhumu inşa edeceğinden dolayı aslında bu durumun ihyası da kadının inşasından geçeceği anlamına gelmektedir. Kadın fıtratına karşı savaş açmış bu STK'lerle mücadele etme namına bize düşen vazifeler nelerdir?
SEMA MARAŞLI: Öncelikle meselenin ciddiyetini fark etmek lazım. Bu mesele bence memleketin en önemli, ivedilikle çözüm için adım atılması gereken bir meselesidir. Cinsiyet kişinin hayatında küçük bir ayrıntı değil, kişinin kendi bütünlüğüdür. Cinsiyet fıtratımız, yaratılış gerçekliğimizdir. “Cinsiyeti toplum şekillendirir” demek bilimsel bir dayanağı ve gerçekliği olmayan, saçma, boş bir iddia olmasına rağmen ülkeler bunu politika haline getirebiliyorlar. Belli ki geri planda büyük oyunlar var. Cinsiyete savaş açmak fıtrata, dolayısıyla dine savaş açmaktır. Kadın haklarını savunduklarını iddia eden STK’ler bu savaşta baş roldeler.
Fıtrata karşı savaş açmış bu STK'lerin sayısı aslında çok değil. Bunların çoğu da LGBT zaten. Bizim bunlar karşısında yüzlerce STK'miz var. Hemen her derneğin her vakfın var ama maalesef ki hiç birinin sesi çıkmıyor. Yani onlar 10-15 dernek bir araya gelip yürüyüş yapıyor, açıklama yapıyor vs. ve gündemi değiştiriyor, kanunları etkiliyorlar. Fakat bizim inançlı insanların kurduğu yüzlerce derneğimiz varken hiç birinin sesi çıkmıyor. “Sonuçta hükümet bizden, sesimizi çıkarmayalım.” diyerek koşulsuz bir teslimiyet durumu var. Gördükleri ve tehlikenin farkında oldukları halde, STK'lerin çoğunluğu sessiz kalıyor. Bence çok büyük bir vebal altındalar. Hem hanımların kurduğu hem beylerin hem de ortak olan STK'lerimiz var. Böyle bir şeyi CHP yapsaydı, başka bir parti yapsaydı ortalık yıkılırdı ama “Aman sesimizi çıkarmayalım, ortalık karışmasın. vs.” diyerek inançlı insanlar göre göre cinsiyetin, dolayısıyla neslin bozulmasına da razı oluyorlar. Oysa Hakk’tan yana olan STK'ler adım atsa çok şey değişebilir. Çünkü bir tepki geldiğinde, sesler çoğaldığında hükümet dikkate almak zorunda ama o ses bizden gelmeyince, karşı tarafa, ses gelen tarafa göre hareket ediliyor.
Burada aslında muhafazakar dediğimiz kesimin İslam’ı şahıslaştırdığını görebiliyoruz. Mihenk noktalarında İslam yok, Ehli Sünnet yok, belli bir muhafazakar kesimi temsil ettiği düşünülen bir hükümet var. O yüzden de ses çıkarılmıyor. Bu politikalar onların eliyle yapıldığından ötürü doğru adımlarmış gibi algılanıyor.
SEMA MARAŞLI: Hz. Ömer'in “Yanıldığımda beni nasıl düzeltirsiniz?” sorusu inançlı siyasetçilerin dilinde olmalı fakat bizde “Ben yanılmam.” durumları var.
Bu da şuur eksikliğinden kaynaklanan bir durum sanırım. İslam'ı yaşadığımızı zannediyoruz.
SEMA MARAŞLI: Ben hâlâ bunun 28 Şubat'ın Müslümanlar üzerindeki psikolojik etkisinin medya üzerinden baskıyla devam ettiğini ve inançlı insanların eziklik psikolojisinden çıkamayışının bir tezahürü olarak gözüyorum.
İsra Suresi 84. ayette Cenabı Hakk; ''De ki: Herkes kendi yaratılışına, fıtrat tarzına göre davranır...'' diye buyuruyor. İnsanın bir fıtrat üzere yaratıldığı, mizaç ve meşrebinin farklı olduğunun kati delilidir bu ayet. Haliyle kadın ve erkeğin de farklı mizaç ve fıtratları vardır ve buna göre davranmak durumundadır. İslam kadına ve erkeğe bu fıtrattan mülhem farklı hudutlar çizip sorumluluklar yüklemiştir. Erkeğin görevi, sorumluluğu, yükümlülüğü başka iken kadınınki başkadır. Bu da bir ayrımdan, ötekileştirmekten ziyade ikisinin bir araya gelerek tamam olmasına teşviktir. Özellikle son zamanlarda devleti, toplumu ve aile müessesesini idare edenler tarafından kadını savunmak, değer vermek namına, ona fıtratında olmayan, maliki olmadığı alanlarda sorumluluk yüklenip kadınların bu manada teşvik edildiğini görmekteyiz. Kadına fıtratında ve mizacında bulunmayandan fazla sorumluluğu yüklemek; kadını savunduğunu iddia edenler, aile müessesesini idare edenler tarafından kadına yapılmış bir zulüm değil midir?
SEMA MARAŞLI : Evet ikram gibi sunulanlar, kadına ağır yük aslında. Son kitabımın ismi “Güçlü Kadınlar Neden Mutlu Değil?”. Bu kitabı yazarken birçok kişiyle konuştum. Pek çok kadına “Kendinizi güçlü hissediyor musunuz?” diye sordum. “Evet.” cevabını aldıktan sonra “Mutlu musunuz?” sorunu yönelttim. Verilen cevaplar hep “Hayır.”dı. Çok nadir olarak hiç sorgulamayanlar vardı. Düşündüler mutlu muyum, değil miyim diye.
Nisa suresi 32. Ayet-i Kerîme’de Rabb’imiz, kadın ve erkeği farklı yarattığını, iki tarafa da birbirinden üstün farklı özellikler verdiğini söylüyor. Burada aslında eşitlik sorusu kadına verilen üstünlükleri kabul etmemektir. Kadının şefkati, letafeti, annelik yani inşa etme gücü, gizli güçleri görmezden geliniyor. Kadının sahip olduğu nadide güçler var ama gücü sadece maddiyat; para pul, makam, mevki gibi algılayanlar için bunlar yok sayılıyor. Dünyevi güçler dayatılıyor kadına, sanki güçsüzmüş gibi. Kadın manevi anlamda çok güzel güçlere sahip zaten. Bu noktada kadına maddi güçleri, “Sen yaparsın, başarırsın.” diye zorla yüklediklerinde kadın hem manevi anlamda zayıflıyor hem de psikolojik olarak zayıflıyor. Kadın anneliğini vicdan azabıyla yapıyor. Bir hanım şöyle demişti: “Evlilik yarım, annelik yarım, her şey yarım…” Kadın hep bir yetişememe, bir altından kalkamama, bir mutsuzluk ve buhran içerisinde. Bir de kadınlara çok büyük bir iltifat, çok büyük bir iyilik yapıyorlarmış gibi “Sen süpersin, harikasın, yapabilirsin.” deyip sürekli bir yük bindirme derdindeler. Bu durumdan çocuklar ve erkekler olumsuz etkileniyor ama esasında en büyük zararı kadınlar görüyor. Onların bunu gönüllü yapıyor oluşu, bunu iyi bir şey zannettiklerinden dolayı.
Annelik misyonundansa toplumun onlara taktığı etiketlere daha fazla kıymet veriyorlar. Kandırıldıklarının farkında mı değiller?
SEMA MARAŞLI: Değiller evet. Annelik ve ev hanımlığı sürekli aşağılanıyor. Eskiden gururla söylenen ev hanımlığı günümüzde utanılarak söyleniyor. “Ya aslında çalışabilirim de...” vs. diyerek suçluymuş gibi sebepler bulmaya çalışılıyor. Öyle bir hale gelinmiş ki dernek ve vakıflarda aktif çalışan hanımlar, bu güzide kurumlarda Allah rızası için çalışacak hanımlar bulmakta zorlandıklarını söylüyorlar. “Ev hanımları dışarıdan ikinci üniversite okuyor ya da çalışma hayatına girdiler.” diyorlar. Bir vakıfta, dernekte Allah rızası için çalışma, fakirlerin yardımına koşma, ihtiyacı olanlara yardım etme vs. artık bunlar çalışmak olarak sayılmıyor, para kazandırmadığı için... Eskiden çok kıymetliydi bu çalışmalar. İnsanlar, bir dernekte, bir vakıfta, Allah rızası için bir sosyal çalışmada yer aldıklarında mutlu oluyorlardı. Şimdi paraya tahvil edilmeyen hiçbir şeyin değeri kalmadı. Müslümanların paraya bakışı bu şekilde olmamalı. Bir erkek için bile hayatının merkezinde olmaması gerekirken, bir kadın için paranın hayatının merkezinde olması ve bütün hayatını bunun üzerine kurması tehlikeli. Bu durum Allah’a iman noktasında bir sıkıntı olduğunu da gösteriyor. Yani, “Rızkı ben kazanırım, para benim kontrolümde, çalışırsam kesin kazanırım, ihtiyacım olursa işim var...”. Rezzak olan Allah’tır. Allah’ı unutmuş gibi bir konuşma bu. Allah her şekilde kapı açar, sen O’na (cc.) güven... Yani burada kızların okuma amaçlarına baktığımız zaman “Kendi ayaklarımın üzerinde durayım, kimseye muhtaç olmayayım.” düşüncesi var. Oysa herkes bir bütünün parçaları, herkes birbirine muhtaç. Zaten muhtaç olmamak çok kibirli bir söz. Hepimiz birbirimize muhtacız. Kadınların inançlarında da bir bozulma var. Dinden uzaklaştıkça dünyevi bir bakış açısına bürünüyor, dünyayı kovalıyor kadın. Hadis-i şerif var; “Siz dünyayı kovalarsanız, o sizden kaçar. Siz bırakırsanız o size gelir.” anlamında. Böyle bir teslimiyet gerekiyor. Kadınlar olarak yeniden eve dönüp tefsir, hadis gibi ana kaynakları yeniden okumamız lazım.
Kadınlar hiç çalışmasın demek gerçekliğe aykırı, öyle bir söylemim yok. Kadın, ölçülere dikkat ederek, olması gereken alanlarda çalışmalı. Misal hanımlara vaaz etmek güzel ama öyle bir hal geliyor ki camilerde erkeklere de vaaz edilebilsin isteniliyor. Bu tehlikeli... Kadın doktor, sağlıkçı, öğretmen de olsun, olmasın demiyoruz ama bütün gün değil. Yani erkekle yarışarak değil. Kadın, yarım gün çalışsın, yarım gün evinde olsun. Akşam kocasıyla, çocuğuyla aynı anda kapıdan giren yorgun bir kadının olduğu; soğuk, yemeksiz bir eve ne kadar yuva diyebiliriz?
İslami sınırlar içerisinde kadın hür ve özgürdür. İstediğini yapabilir ama o çerçevenin dışına çıkmamak kaydıyla. Şu an “Kariyerim yerinde olsun, çocuk nasılsa büyür.” algısı var. Çocuğa babaannesi bakar, anneannesi bakar; yeri gelir kreşe verilir. Yeter ki ben kariyer yapayım. Böyle bir fikir erozyonuyla ailenin inşası mümkün müdür?
SEMA MARAŞLI: Tabi ki değil. Şu an kadın da çok yıpranıyor. Aile kalmıyor dediğiniz gibi. Aynı ev paylaşılıyor, otel gibi bir topluluk. Herkes buluşuyor; yorgun. Bu durum erkek için de çok zor ama kadını daha da yıpratan bir şey. Duygusal istekleri daha fazla kadının. Sevmek, sevilmek, neşe gibi evin içerisinde duygusal bağlara kadın daha fazla ihtiyaç duyuyor. Kız çocuğu fıtratı itibariyle, insani ilişkiler odaklı yaratılmıştır. Bunu kesip de yerine erkeksi bir hayat ikame etmek zulümdür. Aynı erkek gibi sabah kocasıyla çıkıyor, kocasıyla dönüyor; tamamen bir erkek gibi yaşıyor. Bedenen erkekten daha narin yaratıldığı için iş hayatı kadını çok yıpratıyor. Bir taraftan da duygusal ihtiyaçları var. Profesör olması, akademik kariyerinin olması onun kadınlık duygularını, sevilme arzusunu azaltmıyor; artırıyor hatta. Daha çok ihtiyaç duyuyor. Bu durum kadınlar için faydadan çok zarar olarak görülüyor.
Bir Müslümanın gayesi İslami vecibeleri sadece kendi hayatına tatbik etmekten de öte bu vecibelere uymayanları da uydurmak olmalıdır. Hükümetin aile ve kadına dair uyguladığı politikalar sanki uymayanları da uydurmak yerine, bilakis kendimizi onlara uydurmak kabilinden atılan adımlar olarak bizlere yansımaktadır. Buradan devşirilmek istenen gaye, hedef aldığı zihniyetle müşterek düşünce yapısının ürünü olarak, neticesinden hayır çıkacağına inanıldığından mıdır? Yoksa ne yaparlarsa yapsınlar arkalarında bulundurdukları "yıllarca sürünen bir halkın" oylarına olan güvenceyle, kendilerine oy vermeyen kitlenin huyuna giderek siyasi menfaat elde etme çabaları mıdır?
SEMA MARAŞLI: Ben ne çabası olduğunu çözemedim açıkçası. Şu çok açık ve onlar da biliyorlar ki memnun ettikleri kesim hiçbir şekilde onlara oy vermeyecek. Onlardan nefret ediyorlar. Zaten sürekli pankartları ve yazılarıyla da her şekilde “erkek devleti” diye hakaret ediyorlar. Ne olursa olsun onların karşısındakiler Müslüman olduğu sürece, ayet-i kerimelerde olduğu gibi, onlardan olmadıkları sürece asla onları ne sevecekler ne de kabul edecekler. Bunu görebiliyor olmaları lazım. Ben bunu göremeyecek kapasitede olduklarına inanmıyorum açıkçası.
Ama yürütülen politikalar genel olarak o kitleye yönelik oluyor.
SEMA MARAŞLI: Doğru. O kitleye yönelik ama bunun o kitleyi memnun etmekten ziyade dış odaklı verilen politikalar olabileceğini düşünüyorum. Avrupa Birliği'ne olan istekleri ve belki de bunun karşısında elde edilmiş durumlar.
Son zamanlarda bir eksen kaymasından da bahsediliyor aslında. Avrupa Birliği'ne yönelik politikalardan uzaklaşıldığına dair eleştiriler de yer alıyor iken bu politikaların Avrupa Birliği baskısı neticesince ortaya çıktığını söylemek ne kadar mümkün?
SEMA MARAŞLI: Burada aslında dış odaklı bir baskının daha çok olabileceğini düşünüyorum. Kadın politikaları hükümete oy getirmeyecek, bu çok belli, hatta oy kaybettirecek. Kendi içlerinde -eğer bir ezilmişlik varsa ve onu yansıtıyorlarsa bilemem ama- daha büyük bir oyun olduğunu düşünüyorum.
Arkasında daha ideolojik bir plan olduğunu düşünüyorsunuz.
SEMA MARAŞLI: Sosyal medyanın şöyle bir faydası var. Tepkileri görüyorlar ve biz de bunu görüyoruz. Mesela Milli Eğitim Bakanlığı’nda bir kitap meselesi oldu. Anında Bakan açıklama yaptı. Biz de toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları konusundaki rahatsızlıklarımızı sürekli dile getiriyoruz. Haberleri yok değil. Görüyorlar ve sessiz kalıyorlar gibi. O zaman görüp de sessiz kalıyorlarsa, bunun arkasında büyük bir plan, büyük bir oyun var ki sessiz kalıyorlar. Mor Çatı gibi laik ya da dini referansı olmayan, feminist, din karşıtı diğer kadın derneklerinin istekleri yapılıyormuş gibi sanki ama belki de onları sadece kullanıyorlar. Mesela on sekiz yaş altı gönüllü dini nikahlı evlilikler tanınmıyor ve cinsel istismar sayıldığı için genç kocalar hapse giriyor. Kadınlar, çocuklar hepsi perişan oluyorlar. Evlendiği için cezaevinde olan kocalara af gelecekti fakat son anda durduruldu ama onların üzerine atıldı.
Aslında durduranların KADEM menşeili olduklarını biliyoruz biz.
Tabii KADEM kendi açıklama yaptı, "Biz durdurduk." diye. Kendileri durdurup sonra da bunu onlar (laik, dini referansı olmayan, feminist kadın dernekleri) istedi diyorlar. Belki de bir noktada AK Parti onları kullanıyor, baktığımız zaman ortaya öyle bir durum da çıkıyor.
Danışıklı dövüş gibi mi?
Danışıklı dövüş gibi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bu büyük ihtimal -tahminim yine- Avrupa Birliği dayatması... Bunu niye yapıyorsun diye kızdıklarında da "Halktan tepki var." diyerek kızgın olan kesimi yatıştırma politikası güdüyorlar. Halk dediği de çok azınlık bir kesim ve tamamen onlara düşman bir kesim. Ama sanki herkes bunu istiyormuş gibi hareket ediliyor.
Baktığımız zaman azınlığın çoğunluğa hükmettiğini görüyoruz.
SEMA MARAŞLI: Aslında öyle mi acaba? Öyle gibi mi görünüyor yoksa...
Ezilen tarafın hasbi Müslümanlar olduğunu ve bu kesimin de gönlünün kırıldığını biliyoruz.
Azınlığı memnun etmek mi yoksa daha büyük oyunlar mı var, bu dediklerimizi mi yapıyorlar onu bilmiyorum ama şu an gelinen nokta da hiç masum bir görüntü yok. Ufak tefek hatalar değil bunlar. 6284 korkunç bir kanun maddesi. Kabul edildiği günden beri toplamda 1 milyondan fazla erkek evinden atıldı. Eşleri tarafından evden atılanlar senede 150.000’e yakın, toplamda da 1 milyonu geçmiş durumda. Adam sesini yükseltse, kadın sokağa atıyor. Kocadan memnuniyet yoksa, sokağa atmak gibi bir keyfiyet dünyanın hiçbir yerinde yok. Batı ülkelerinde kocayı evden uzaklaştırmak için küçük de olsa fiziksel şiddet lazım. Bunun için de delil istiyor, şahit istiyor. Bizde ise hiçbir delil yok. "Kadının beyanı esastır!". Kadın “Canım sıkıldı, kocamı evde istemiyorum…” dediği anda adam altı ay mahalleye giremiyor.
Kadının her söylediğini yapmamanın suç sayıldığı gibi bir duruma düştük şu an.
SEMA MARAŞLI: Tamamen bir kadın tapıcılığı var. Bunun içerisinde hem dış kaynaklı bir durum olabilir hem de Ak Parti içerisinde bulunan kadınların kendi nefsi arzuları ve istekleri de olabilir.
Şöyle bir açıklama vardı; nüfusa bakıldığı zaman %51 oranında kadın var. O yüzden o kitleye yönelik hamleler yapılıyor. Fakat bu %51’in hepsi feminist değilken yürütülen politikalar sadece feministleri memnun etmeye yönelik oluyor.
SEMA MARAŞLI: Medya, kadın dernekleri, okullar ve cinsiyet eşitliği üzerine yürütülen politikalar toplumu hızla dönüştürdüğü için kadınların çoğu feminist oldu diyebiliriz. Son 3-4 yılda “erkek şiddeti” diyerek ciddi anlamda bir erkek düşmanlığı oluşturuldu. Mütedeyyin, dindar kızlarımızda da durum aynı. Şöyle bir soru sormuştum üniversiteli kızlara: "Mutlu bir evliliğiniz, sevdiğiniz bir kocanız ve çocuklarınız olacak ama eşiniz çalışmanızı istemiyor. Ya evlenip mutlu bir yuva kuracaksınız ya da çalışacaksınız. Evliliği mi tercih edersiniz yoksa çalışmayı mı? İkisinden hangisini seçersiniz?". Kızlar, "İkisi de olsun." dediler. "İkisi de yok, birini seçmek zorunda olsanız ne yapardınız?" dediğimde hepsi çalışmayı tercih etti. "Sebep?" dedim. Aldığım cevap: "Çünkü evliliğin garantisi yok ama işin garantisi var." oldu. İşi garanti görmek imani bir problem diye düşünüyorum. Hiç kimsenin işi garanti değil. Allah öyle bir şey çıkarır ki dünyanın en iyi üniversitesini bitirsin ama aç kalırsın. Sana ne nasip ettiyse, takdir ettiyse çaresi yok ya da hiçbir şey yapmazsın ama Allah'ın sana yardımı bir şekilde gelir. Hadis-i şeriflerde, ayet-i kerimelerde rızkın Allah'ın elinde olduğu bize bildiriliyor.
Erkeklere güven duyulmaz oldu. Burada birkaç sakıncalı bakış açısı var. Öncelikle “Mutluluğum erkeğin elinde, evlenilecek iyi bir adam kalmadı, iyi bir adam olmadığı için de mutsuz olacağım yani bu yüzden evlilik garanti değil.” anlayışı. Diğeri ise “Kadının kendini acizleştirmesi.” Yani, “Ben erkeğe bağlıyım, o beni mutlu ederse mutlu olurum, etmezse olamam.”. Sanki kadının hiçbir yaptığı önemli değil gibi. Oysa evlilikte kadın o kadar önemli ki; kadının adımları, kadının tavrı, kadının davranışı… Bunu da kadınlar görmüyor artık. Medya tarafından kışkırtılan kadınlar saldırgan, kızgın ve anlayışsız bir tutum içerisindeler. İnternette "Kocalarınızın Hoşuna Gidecek Davranışlar" diye bir videonun altına binlerce kadın "Sizin erkek vahşetinden haberiniz yok mu?", "Erkeklere böyle iyi davranınca ne olacak?" "Zaten hepsi sapık." diye yorumlar yapılmış. Bunların sayısı da az değil. Neredeyse hepsi erkek düşmanı... Yani çok güzel şeyleri tutturdular. Bunlar vebal altında bırakıcı şeyler. Görünüşte İslami hassasiyeti olan insanların özellikle bunları yapmış olması çok üzücü. Bunlara sessiz kalmak da ekstradan üzücü…
Bakıldığı zaman biz bir yerde sesimizi duyurabiliyoruz, hükümet de duyuyor fakat duymazlıktan geliyor dedik. Bunun sebebine de siz, Avrupa Birliği'ne yönelik politikalardan ve dış güçlerin etkisinden kaynaklı olabilir, dediniz. Ama yeri geldiği zaman, bazı durumlar söz konusu olduğunda AB’ye ve dış güçlere rağmen de hükümet sesini yükseltebiliyor. Bu politikalarda yükseltememesindeki temel saik nedir?
SEMA MARAŞLI: Esas bu konularda yükseltmemiz lazım. Zaten Avrupa Birliği'nin dayatıyor olması mazur bir sebep değil. Bu hak verdiğimiz bir konu değil. Sadece işi çözemediğimiz için... Yani Müslüman insanlar bu kadar kötülüğü nasıl yapabiliyorlar bu topluma anlayamıyoruz. Çünkü düşünün ki nesil bozuluyor, eşcinselliğe doğru gidiliyor. Bu nesli düzeltmek o kadar zor ki. Bir kere o yanlış yola gireni geri çekmek neredeyse mümkün değil. Yani yıkılan yuvalar, artan boşanma, artan fuhuş vs. Bu kadarını gerçekten benim kafam almıyor, algılayamıyorum. Diyorum ki Avrupa Birliği dayatsa da her şey bir tarafa hayır denmesi gereken en önemli şey. Yani senin dinini istiyorlar aslında. “Aileyi istiyoruz demek, dininizi istiyoruz.” demek. Aileyi satmak demek, dini satmak demek. Bakıldığı zaman satılmış gibi de duruyor. O yüzden çok tehlikeli bu geldiğimiz nokta. Tepkilerimizi muhakkak STK’ler aracılığıyla veya bireysel olarak elimizden gelen her neyse göstermemiz gerekiyor.
Sesimizin daha mı gür çıkması gerekiyor? Çünkü, dediğimiz gibi bazı noktalarda sesimiz gür çıkabiliyor fakat devlet tarafından duyulmayabiliyor.
SEMA MARAŞLI: Duyuyorlar aslında... Tepkiler önemli. Bu tepkilerin arkasında oy var çünkü. Ama insanlarımız bu konuda çok sessiz kalıyor. Şöyle bir algı da oluşturdular. “Kadına şiddete karşı çıkarsan, sen şiddet yanlısısın.”. Çocuk istismarı diye bir sürü masum kişiyi hapse tıktılar, çocuk beyanıyla. Buna karşı çıkarsan "Sen istismarcı mısın?" oluyor. Bu konuları yazanlara özellikle de erkeklere aşırı derecede bir saldırı var. Bana da yapıyorlar ama ben aldırış etmiyorum, geri adım atmıyorum. O saldırıdan bizim insanlarımız hemen korkup, geri adım atıyor. Yazdıysa siliyor, özür diliyor. Sonuçta herkesin küfrü de kötü sözü de kendini bağlar, niye üzerime alayım ki. Bu sindirme politikasını -gerek Mor Çatı tarzı gerek bizim feministler olsun- uyguladıkları için adım atanların da geri çekildiklerini gördükçe hiç bulaşmayayım, o konu yokmuş gibi yapayım diye böyle bir kendini saklama, gizlenme yoluna gidiliyor. Ancak kendi ayağına dolaşırsa ses çıkarma gibi bir durum gelişmiş. Oysa Müslümanın duyarlı olması lazım. Elhamdulillah şu savunduğum hiçbir konuyla ilgili bir problemim yok. Yani ne 6284’den ne diğerlerinden ne de nafakadan mağdur olan yakınım yok. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” diyen bir dinin mensubu olmanın şuuru ile haksızlığa karşı durmaya çalışıyorum.
Toplum ve devlet olarak en ehemmiyet vermemiz gereken bakanlıklar arasında Aile Bakanlığı ve Eğitim Bakanlığı olması gerektiği kanısındayız. Çünkü aile ve eğitim düzelmeden bir toplumu düzeltmek, ihya etmek pek de mümkün olmayacaktır. İslami hassasiyetleri ve yeni bir toplum inşa etme hedefi olduğunu her fırsatta dile getiren bir hükümetten beklenen de bu bakanlıkların muhtevasının, bu hedeflere hizmet edebilecek kapasiteye getirilmesidir. Lakin bu hususta uygulanan politikalar bu hedefleri yapmaya değil de yıkmaya hizmet etmektedir. (S.M.: Evet hazır olan da gidiyor elden.) Temeli sağlam olmayan bir binanın yıkılması mukadder olduğu gibi kemalist bir bakış açısı ve onun kurduğu sistemin de bu hedeflerin ancak yıkılmasına hizmet etmesi olağan değil midir? Bu manada Müslümanların yeni bir bakış açısı, dünya görüşü ile inşa edeceği yeni bir sistem ve düzene ihtiyacı var mıdır hocam?
SEMA MARAŞLI: Elbette var. Bu manada zaten iyi değildik, bir de şimdi onu yıkmaya yönelik politikalar uygulanıyor maalesef. Öncelikle hükümet yanlış yapabilir, sonuçta siyaset bu... Mazur görmek açısından söylemiyorum. Hani bence burada hükümetten daha fazla sorun olan, sesini çıkarmayan bizleriz. Yani Avrupa Birliği de dayatıyorsa, şu oluyorsa bu oluyorsa, geri plandaki problemin ne olduğu çok da önemli değil aslında. Bize birileri kötü bir şeyler dayatıyor ya da olanı yıkıyor, daha kötü bir hale getiriyor. İslami yaşantıyı ve kadınları bozuyorsa, bireysel tepkilerimizi artırmamız gerekiyor. Hukukçularımız var ancak büyük bir hukuk katliamı var ülkemizde fakat çoğunluğun sesi çıkmıyor. Bir telefon ile kocalar evden atılıyor. Bir cümleyle adam ömrünü hapiste geçirebiliyor. Çok ağır durumlar yaşanılıyor. Genç evlenmiş binlerce kadının kocası hapiste ve bunların tek suçu evlenmek. Büyük bir hukuki yıkım bunlar aslında. Bunun kanun ile yapılıyor olması bu durumun adaletli olduğunu göstermiyor. Adaletsiz kanunlar bunlar. Hukukçuların, avukatların, hakimlerin, herkesin sesini çıkartması lazım, en azından sosyal medya üzerinden. İnançlı kişilerin kurduğu STK’lerimizin sesinin gür çıkması lazım. Açıklamalar yapmaları gerekli acilen. Hukukçuların “Bu kanunlar adalete aykırı, böyle kanun olamaz.” diye açıklamalar yapmaları gerek. Bunlar için İslami çizgideki kadınların konuşması lazım. Bir sürü ilahiyatçı hanımlarımız var.
Aslında baktığımızda bu imkanın o kesimin elinden alındığını görüyoruz. Çünkü İslama mugayyir bir davranışla karşılaşıldığında, Hak namına bu durumu eleştiren alimler evvela Müslümanlar(!) tarafından linç edildi, muhafazakar olduğunu iddia eden hükümet tarafından da menfi yaptırımlara maruz kaldı... Bunu gören muhafazakar kesimde de bir pısırıklık halinin hakim olduğunu söyleyebilir miyiz?
SEMA MARAŞLI: Müminin Allah’tan gayri başka hiçbir şeyden korkmaması lazım. Elbette acılar çekilecek... Necip Fazıllar, Muhsin Yazıcıoğlular neler çekmiş... Bu memlekete hizmet eden insanlar bunu göze alacak, göze almamız lazım. Olabilecek her şeyi göze alacaksın. Çünkü bir davan varsa, onun içinde de bir çile varsa çekeceksin bunu. “Aman susayım, başıma bir şey gelmesin.” diyerek herkes kendi başını düşünürse o başa sonra çok şey gelir. Kişi Allah’tan gayri neyden korkarsa onunla imtihan olur. Ayrıca demokratik bir ülkeysek yanlışları görmek, göstermek neden suç olsun. Eğer bu suçsa bunun sebeplerinin sorgulanması lazım.
Cihat her dönemde farklıdır. “Davan Hak ise Hakk seni korur.”. Yani demem o ki: Cesaretten başka, Allah’a dayanıp güvenmekten başka yapacak bir şeyimiz yok. Rabb’imizin ipine sımsıkı sarılmamız lazım. Her şey Allah’ın elinde; ölüm de, rızık da, başımıza gelecekler de Allah’ın elinde... O halde niyetimiz Allah’ın rızası olursa yaşadıklarımız ibadet olur.
Batıl şecaatiyle, Müslüman korkaklığı birleşince ortaya tahammülü zor durumlar çıkıyor. Biz de bunun altında eziliyoruz maalesef.
SEMA MARAŞLI: Müslüman ve korkak kelimeleri birbirine hiç yakışmıyor. Bu dünyada imtihandayız. Gerçek yurdumuz burası değil, burada kaybedebileceğimiz şeyler diğer tarafta kat kat kazanç olarak dönecek. Rabb’imiz bize verdiği ikramları O’nun yolunda kullandığımızda bizden onları ödünç alıyor, satın alıyor. Ne kadar karlı bir alışveriş bu. Ayrıca Rabb’imizin sonsuz gücünü, kudretini, her an bizden haberdar olduğunun şuurunda olursak korkacak bir şey yok aslında. Rabbimizin rızasını kaybetmekten başka korku kalmasın inşallah yüreğimizde. Rabb’im bu şuuru nasip etsin bizlere. Hepimiz hakkı ve sabrı tavsiye etmekle yükümlüyüz. Kadın-erkek diye ayrılmıyoruz. Mümin hanımlar ile mümin erkekler birbirinin dostudur. Hakkı tutmak da batıl ile mücadele etmek de birbirlerinin yardımcılarıdır. Rabbim rızasından ayırmasın.
Allah razı olsun hocam. Rabbim ümmet olarak bizlere şuur ve şecaat versin, hakkımızda hayırlısını nasip etsin.
SEMA MARAŞLI: Amin inşallah. Allah sizlerden de razı olsun.