İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Seyit Bey… Sizinle evvelki röportajımızın üzerinden 16 yıl geçti. Siz o vakit 39 yaşındaydınız. Şimdi 55 yaşındasınız… Bu süre zarfında sizi daima Doğu Türkistan davasıyla alakadar gördüğümüzü kaydetmek isteriz. Şimdi; Doğu Türkistan davasını, aradan geçen bu 16 yıla panoramik bakarak, menfi ve müspet gelişmeleriyle değerlendirir misiniz? Bu süre zarfında Doğu Türkistan davası açısından neler kazandık, neler kaybettik?
Kazandığımız hiçbir şey yok diyebilirim. Şunu üzülerek ifade etmeliyim ki 16 yıllık süreç içerisinde şunu da kazandık diyebileceğimiz kayda değer bir şey yok maalesef. Gerek İslâm dünyasında, gerek Türk dünyasında, gerekse insanlık camiasında kazanabildiğimiz kayda değer pek bir şey yok ama kaybettiğimiz şeyler var. 16 yıllık süre içerisinde Doğu Türkistan’ın, Çin komünist yönetimi tarafından aşama aşama sindirilmesi ve yok edilmesi en acımasız şekilde devam ediyor. Ömrümüzden 16 yıl gitti ama biz hala bu işe başladığımız otuz yedi sene önceki aynı azimle, ayni inançla ve aynı gayretle çabalıyoruz. Fakat, dünyanın, İslâm dünyasının ve Türk dünyasının Doğu Türkistan meselesindeki duyarsızlığı ve adeta üç maymunu oynuyor olması bizim bu gayret ve çabamızın çokta işe yaramadığını gösteriyor. “Hiçbir kazanım elde edemediniz mi?” diye sorabilirsiniz. Tabi ki hayır. Bir farkındalık oluştu elbette. Doğu Türkistan’la ilgili gerek Türk-İslâm dünyasında, gerekse dünya kamuoyunda bir farkındalık oluştu. Ama bununla ilgili hiçbir yerden henüz ciddi bir somut adım ya da bir çözüm önerisi gelmedi. Bu durum bizi ister istemez ümitsizliğe ve karamsarlığa sevk ediyor. Ama bizim bir Rabbimiz var. O, bizim bir buçuk milyarlık bir ateist-komünist yönetimin elinde helâk olmamıza rıza göstermeyecektir. Azmimizi, direncimizi ve çabalarımızı sürdürmemizde bize en büyük enerji kaynağı ve en büyük dayanak buna olan inancımızdır. Biz bu şekilde devam edeceğiz inşallah... Tabii bu işi başarana kadar da yılmak yok, her ne olursa olsun çalışmaya devam edeceğiz…
Gayret bizden, zafer Allah’tan…
Evet, aynen öyle… Gayret bizden, tevfik Allah’tan… Biz çalışmakla, bu uğurda mücadele etmekle sorumluyuz. Takdir Allah’ın... “Biz zafer elde edeceğiz.” diye bir iddiamız yok. Biz sadece sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Allah’a olan borcumuzu, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize olan sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Böyle bir inanca sahibiz. Şimdi tabii Çin çok acımasız. Ehl-i kitap ile kitap tanımayan arasındaki farkı burada net bir şekilde görüyoruz. Çünkü ehl-i kitap olan zalimlerin, diktatörlerin, emperyalistlerin ve işgalcilerin bir yerde yine insaflı davrandıklarını görüyoruz. Yani Allah inancı burada bir farklılık arz ediyor. Ama Çin hiçbir kural, kaide ve hak tanımıyor… Bu ise bizi yıpratan, ümitsizleştiren ve uçuruma sürükleyen bir realite... Çünkü Çin’i dizginleyecek hiçbir kaide ve kural yok. Onlar için her yol mübah... Bu yüzden, Doğu-Türkistan’da uygulamış olduğu bu zulmün Çin açısından da hiçbir sakıncası yok. Ne yaşlı, ne erkek, ne çocuk, ne kadın ayırımı ne de vicdan, adalet ve merhamet hassası. Bunların hiçbirisi katil Çin’de yok… 35 milyon Müslüman Türk’ü topyekûn ezip geçmeyi kendisine hedef edinmiş. Bu istikamette süratli bir şekilde ilerliyor. Şunu üzülerek söylüyorum, mesela 16 yıl önce sizinle röportaj yaptığımızda Doğu-Türkistan’da Müslüman Türk nüfusu %70-80 civarında olarak çoğunluğu elinde bulunduruyordu. Ama bugün maalesef Doğu Türkistan’ın başkenti diyebileceğimiz 20 milyonluk Urumçi şehrinde %97-98 Çin’li göçü tamamlanmış durumda. Çin, 1949 yılında Doğu Türkistan’ı işgal ettiğinde, %2-3 belki %5 civarında Çin’li göçmen vardı Urumçi’de. Bugün ise bu oranlar tamamen tersine döndü. %97-98 Çin’li göçü tamamlanarak, Urumçi’de sadece %2-3 Müslüman Türk kaldı. Orada bugün bir Müslüman Türk veya bir Türk-İslâm eseri bulmak neredeyse imkansız hale gelmiştir. Doğu Türkistanlı Müslümanlar Birkaç mahalleye sıkışmış durumda. Bu Kaşgar, Hotan, Aksu, Turfan, Gulca gibi diğer şehirlerde de %50-70 gibi bir seviyede... Her geçen gün şehirlerimizdeki Çinli nüfus artışı, Çin’in bu asimilasyon siyasetinin bir parçası olarak kullanılmaya devam ediyor. Gerek karma evliliklerin teşvik edilmesi, gerekse orada yatırım yapanlara faizsiz krediler verilmesiyle, o bölge Çinliler için cazip hale getiriliyor. Daha doğru bir ifadeyle Çin, karşılıklı göçü teşvik ederek, Müslüman Türk nüfusunun Doğu Türkistan’dan Çin’e, Çinlilerin de Doğu Türkistan’a transfer etmesinin ortamını hazırlayıp bir nevi Doğu Türkistan’lı Müslüman Türk nüfusunu eritme politikası uyguluyor. Bu ise bizi çok ciddi şekilde kaygıya sevk eden bir durum. Çünkü Çin, bir buçuk milyarlık nüfusunu adeta bir stratejik silah olarak kullanıyor. Doğu Türkistanlıları asimile etmek için Çinlileri Doğu Türkistan’a sevk etmiş durumda. Çin’in burada gözettiği gaye ise şu: Gelecekte globalleşen, küreselleşen dünyayla birlikte eğer Çin de demokratikleşirse ve Doğu Türkistan topraklarında bir referandum olursa, Türk-İslâm beldesi olan Doğu Türkistan’ın da bu sayede Çin toprağı olarak tescillenmesi… Bunun yasal zemini hazırlanmış durumda. Bunun önüne geçmek gibi bir şansımız olmuyor maalesef… Yani Çin, Doğu Türkistan bölgesine uyguladığı asimilasyon politikalarının neticesinde kendi açısından ciddi sonuçlar almaya başladı…
Mao Sosyalizmi, 1949 yılında Doğu Türkistan’ı “halkların eşitliği, barış, kardeşlik, sosyal adalet, refah, huzur” safsatalarıyla işgal etti. İşgalden bu zamana kadar 70 yıl geçmiş… 70 yılda ne halkların eşitliği, ne barış, ne kardeşlik, ne sosyal adalet, ne refah, ne huzur gelmiş değil bu bölgeye... Orada 70 yıldır kan, gözyaşı, zulüm ve ıstıraptan başka bir şey yok… Doğu Türkistan toprağı bugün tamamen Çinlileştirilmek üzere. İşte burada çok açık ve net olarak Çin’in gerek uluslararası hukuka, gerekse kendi iç hukukuna hiç saygı duymadığını söyleyebiliriz. Hâlbuki o bölgenin ismini Sincar Uygur Özerk Bölgesi-Sincar Uygur Otonom Bölgesi olarak atıyor kendisi. Bunun anlamı şu: O bölge Uygurların yönetiminde olarak iç işlerinde serbest, dış işlerinde ise Çin merkezi yönetimine bağlı özerk bir bölge statüsüne sahip. Özerk bölge statüsünün hiçbir gereğinin, hiçbir yasasının pratikte uygulanması mümkün değil. Böyle bir şey yok. Bu bizi gerçekten endişeye düşürüyor. Yani sözümün başında da dediğim gibi Çin yönetimi, hiçbir kural, kaide, yasa ve ahlaki ölçek tanımıyor. 70 yıllık işgalin ilk 68 yılını ve son 2-3 yılını ayrı ayrı değerlendirecek olursak eğer ilk 68 yılda da çok büyük acılar ve zulümler yaşandı. Çift dilde eğitim projesi, 18-25 yaş aralığındaki gençlerimizin iş vaadiyle Çin’e transfer edilmesi, Çinli göçmenlerin o bölgeye yerleştirilmesi, İslami kimliğin yasaklanması, ibadetlerin yasaklanması, seyahat özgürlüğünün yasaklanması, din ve vicdan hürriyetinin yok sayılması ve bunun gibi her türlü zulmü yaşadı bu coğrafya... Yani orada net bir şekilde ırkî ve dinsel ayrımcılık uygulanmış Doğu Türkistan’a... Bu zulümlere karşı Doğu Türkistanlılar yine başarıyla kendilerini muhafaza ettiler. Milli ve manevi değerlerine sıkı sıkıya sarılarak kendi kimliklerini muhafaza ettiler ve bütün asimilasyon politikalarına karşı başarılı bir şekilde direndiler. Ama son iki üç yıldır durum daha da kötü. Yaklaşık 7-8 yıldır Tibet’te bölge valisi olarak görev yapan Chen Quangou isimli şahıs Tibet’te büyük sıkıntılar yaşattı bize. Ve Tibet’teki uygulamalarından dolayı orada başarılı olarak görüldü. Hatırlarsanız Tibetli rahipler bir dönem Komünist Partilerin bu yanlış uygulamalarına tepki olarak kendilerini yakıp intihar ederek Çin komünist yönetime karşı protesto eylemleri gerçekleştirdiler. Hâlbuki Tibetlilerin inancında insan öldürmek, hayvan öldürmek veya herhangi bir canlıyı öldürmek haram kabul edilir. Böyleyken Tibet’te ki zulümler sonucunda orada da büyük sıkıntılar yaşandı. Chen Quangou buradaki uygulamalarından dolayı başarılı addedilip 2016 yılı Ağustos ayında Doğu Türkistan’a görevlendirildi. 2016 Ağustos ayından bugüne kadar yaklaşık iki buçuk yıl içerisinde Doğu Türkistan’ı adeta cehenneme çevirdi. Adım başı kontrol noktaları kuruldu. Akrabaların biribirlerinin evlerine giriş çıkışları dahi yasaklandı. Hitler’in 1940’lı yıllarda Yahudileri toplamış olduğu Nazi kamplarından beter ve onlardan daha ağır şartlar taşıyan kamplar kuruldu. Bu kamplarda Müslümanlar işkenceler sonucu öldürüldü. Beyin yıkama uygulamaları ve kimyasal ilaçlarla insanlar fiziki ve ruhi olarak tahrip edildi. Bunlara ek olarak o kamptan çıkan insanların bir iki ay içerisinde hayatını kaybettiğine dair bilgiler de bize ulaşmış durumda. Hatta kamptan çıkan insanların ilaçlar ya da o psikolojik baskılar sonucu hafızalarını yitirdiğine ve akli melekelerini kaybettiğine dair video görüntüleri ve belgeleri elimizde var. Kazakistan vatandaşı olan Uygur ve Kazak kökenli birkaç kardeşimiz Çin tarafından apar topar Doğu Türkistanlılarla birlikte içeriye atılıyor. Tabii daha sonra ailelerinin ve Kazakistan Hükümetinin de girişimleri sonucunda Kazakistan Çin’den “Bunlar bizim vatandaşımızdır.” diyerek bu kardeşlerimizin iadesini talep ediyor. Çin yönetimi bu hukuksuzluğu ifşa olunca bu kardeşlerimizi iade etmek zorunda kalıyor. İade edilenlerden bazıları bu kimyasal ilaçların ve tahribatların etkisiyle deliriyorlar, hafızalarını ve akli melekelerini yitiriyorlar. Bunların videoları da bu konu üzerine yapılan röportaj ve haberlerle birlikte yayınlandı. Yine bu kamplarda ve cezaevlerinde sürekli periyodik olarak ilaç kullananların üreme kabiliyetlerini yitirerek kısırlaştırıldığına dair bilgiler var. Bu nasıl bir zulüm, nasıl bir uygulamadır? İnsanın havsalası almıyor. 2017 yılında bu adam Doğu Türkistan’da kampları inşa etmeye başladı. 2 yılda tahminimize göre 3 ila 5 milyon civarında Doğu Türkistanlı bu kamplara alındı. Kardeşlerimiz “fikri ıslahat ve ideolojik arındırma” adı altında Müslüman Türk kimliğinden arındırılmaya çalışılıyor. Dinsizleştirilmeye, ateistleştirilmeye çalışılarak her türlü işkenceden geçiriliyor. Bu uygulamayı Çin sürekli inkâr ediyor. Ama bizim bizzat akrabalarımız bu uygulamaya maruz kaldığı için biz bunu biliyoruz. Geçen sene 5 Şubat’ta Ankara’da bir miting yapmıştık. Süleyman Soylu beyefendiyle telefonda görüştüğünüz miting… Ben ilk defa o mitingde, hiçbir ulusal veya uluslararası haber organında böyle bir bilgi yokken şunları söyledim: “1 Milyona yakın Doğu Türkistanlı erkek, kamplarda işkence görürken onların evlerine “kardeş aile projesi” adı altında Çinli erkekler yerleştiriliyor. Kızlarımız zorla Çinlilerle evlendiriliyor. Çoluk çocuğumuz, istikbalimiz olan evlatlarımız ıslah evlerinde domuz etiyle, ateist ideolojiyle mankurtlaştırılarak devşiriliyor... Gelecekte Çin Komünist Partisi’ne sadık bir köle, kendi ailesine, vatanına ve milletine ise hain biri olarak yetiştiriliyor. Ben bunları söylediğim zaman insanlar şöyle düşündü: “Ya böyle bir şey doğru olabilir mi?”. Bir senedir biz bu sıkıntıları anlatmaya gayret ediyoruz. Ama ne yazık ki bu durum ancak son 1-2 aydır Türkiye’de ve Dünya’da yankı uyandırmaya başladı. Çünkü bu konuda hassasiyet gösteren insanların sayısı çok az. Yine de şükürler olsun ki son zamanlarda bu konu hakkında bir farkındalık ve kamuoyu desteği var.
16 yıldan bu yana en fazla kamuoyu desteği son 2 yılda oluştu diyebilir miyiz?
Evet. O bahsettiğim Ankara’daki miting öncesinde Ankara güvenlik şube müdürüyle bir konuşmamız oldu. “Bize müsaade edin, en azından Çin elçiliğinin önünde protestomuzu yapalım.” dedik. “Olmaz” dedi... Bunun üzerine Süleyman Soylu beyefendiyle telefonda görüştük. Ve şu var ki o 5-6 dakikalık video yaklaşık 35 milyon defa izlendi. Eğer bir farkındalık oluşturabildiniz mi derseniz, biz bir şey yaptık diyemeyiz belki… Ama “Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.’’ mealinde bir ayet-i kerime var... Birileri sesimizi kısmaya çalışıp bizi engellemek istedi ama Allah o 5-6 dakikalık diyalogdaki Doğu Türkistan feryadımızı sosyal medyada ve çeşitli platformlarda 35 milyon defa izlettirdi. Bu vesileyle de Türkiye’de Doğu Türkistan’ı tanımayan hemen hemen hiç kimse kalmadı diyebiliriz. Nereye gitsek bir kardeşimiz ‘’Biz Doğu Türkistan’ı, o videoda sizin konuşmanızdan öğrendik.’’ diyerek en azından bu konuya olan hassasiyetini ve ilgisini gösteriyor… Bu bir farkındalık oluşturmaktır... Yine onun dışında geçtiğimiz Ekim ayında Nevşehir’de bir sokak mitingi yapmıştık. Orada demiştik ki ‘’Maalesef Türkiye’de 2 yıldır siyasetçilerimizden, basın ve medya mensuplarından hiç kimse Doğu Türkistan’la ilgili tek bir kelime bile etmedi. Buna çok kırıldık, çok üzüldük.” Çin’in bize yapmış olduğu zulüm bir tarafa, dostlarımızın sessizliği bizi gerçekten büyük bir ümitsizliğe sevk etmişti. Biz ise buna karşılık “Anadolu’yu şehir şehir gezeceğiz, Türk milleti ile buluşacağız ve Türk milletinin Doğu Türkistan’a sahip çıkması için emek vereceğiz” dedik. Ekim ayında yapmış olduğumuz Nevşehir mitinginde, 80 vilayette 80 milyona ulaşma sözü vermiştik. Bugün aradan geçen 4-5 aylık süre içerisinde yaklaşık 40 kadar vilayette konferans, panel, miting, basın toplantısı, televizyon programları, resmi makamları ziyaret gibi değişik etkinlikler gerçekleştirdik. Bizim dışımızdaki arkadaşları ve başka teşkilatları da sayarsak neredeyse 60-70 vilayette bu tür etkinlikler düzenlendi. Türkiye’de hemen hemen her gün birkaç vilayette Doğu Türkistan’la ilgili etkinlikler düzenleniyor. En son da 9 Şubatta Çin’in bu zulümleri karşısında 2 yıldır suskun kalan, belki gizli diplomasi yürüten, kapalı kapılar ardında Çin’i ikna etme çabası sarf eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti Çin’in ikna olmaz, aymaz, ahlaksızca zulmüne karşı artık sessiz kalmadı ve Türk Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Çin’in 1 milyondan fazla Uygur Türkünü kamplarda esir tutarak işkenceden geçirdiğini, insan hakları ihlalleri yapıldığını, derhal bu kampların kapatılarak Türklerin serbest bırakılması gerektiğini söyledi. Çin’in cevaplaması için Abdürrehim Heyit’in hayatta olup olmadığıyla ilgili bir soru sordu. Türk milletinin ve devletinin Doğu Türkistan meselesindeki sorunların çözümüne yönelik hassasiyetinin ortaya çıkması olarak gördüğüm Dışişleri Bakanlığının açıklamasını aynı zamanda bizim yaptığımız faaliyetlerin de bir yansıması olarak görüyorum. Dışişleri Bakanlığının bu açıklamasından sonra Çin tarafı diplomatik nezaket kurallarına da aykırı olarak Türkiye’ye adeta saldırı mahiyetinde, Türkiye’yi suçlandırıcı bir beyanat verdi. Hem Ankara’daki Çin büyükelçiliği hem de Çin Dışişleri Bakanlığı Türkiye’yi yalancılıkla ve Çin’i karalamayla itham etti. Bunun üzerine Ak Parti sözcüsü Ömer Çelik, Sincan Uygur Özerk Bölgesi diye başlayan metninde Doğu Türkistan ibaresini de kullanarak bu konuda ısrarcı olduğunu, Çin’in Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerini sonlandırması gerektiğini, Abdürrehim Heyit’in hayatta olabileceğini ama yüzlerce binlerce Doğu Türkistanlı bilim adamının, din adamının, entelektüel ve önemli şahsiyetlerin de kayıp olduğuna ve hayatta olmadığına dair bilgiler bulunduğunu, bu konuda Türkiye’nin bilgi sahibi olduğunu ifade ederek çok daha net ifadeler kullandı. Türkiye, Doğu Türkistan’ın sahibidir. Doğu Türkistan yalnız değildir. Biz bu konuda umutluyuz ve bu tür desteklerin devamını da bekliyoruz. Bu manada yapılan mitingler, konferanslar, basın toplantıları ve şehir şehir yaptığımız ziyaretler bence sonuç verdi ve maksad hâsıl oldu. İnşallah Türkiye’nin tavrı İslam dünyasına, Türk dünyasına ve bütün insanlık camiasına örnek olur. Doğu Türkistan da İslam Âleminin bir parçası olması hasebiyle kendisini Müslüman olarak ifade edenlerin sorumlu olduğu bir coğrafya. “Türküz” diyenlerin, kendileriyle akraba, kardeş, dindaş ve soydaş olanların da sorumluluğunu taşıdıkları bir coğrafya Doğu Türkistan... Doğu Türkistan da insanlık âleminin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu yönüyle insanız diyen, yani bütün dünya Doğu Türkistan’a karşı sorumludur. Herkesin elini vicdanına koyarak adaletli bir şekilde Doğu Türkistan’a sahip çıkması gerekiyor. Karşısında kör, sağır ve dilsiz olunan bu tiyatro inşallah bir gün son bulur. Uluslararası camia da sorumluluğunu yerine getirir.
Seriyye Dergisi’nin ulaştığı insan sayısı internet yayınlarını da hesaba katarsak oldukça fazla. İstiyoruz ki Doğu Türkistan meselesi hakkında kafalardaki bütün soru işaretlerinin ve kafa karışıklıklarının bir kısmını sizin aracılığınızla giderelim. Evvela Doğu Türkistan meselesini ana hat çizgileriyle tarihsel süreç boyunca çerçevelendirebilir misiniz? Doğu Türkistan’daki kriz nedir? Çin’in musallatlığını, Doğu Türkistanlıların taleplerini tarihi çizgileriyle özetler misiniz? Ne istiyorsunuz, biz ne istemeliyiz ülke olarak, millet olarak? Ne haykırıyorsunuz, biz ne haykırmalıyız, ne yapmalıyız?
Doğu Türkistan Türk milletinin ilk var olduğu ve Türk isminin ilk zikredildiği coğrafya… Türk milletinin İslam’la şereflendiği coğrafya... Yani bizim hem ruhumuzun hem bedenimizin var olduğu coğrafya... Kaşgarlı Mahmut’la, Yusuf Has Hacip’le, Kutadgu Bilig’le, Divan-ü Lugati't- Türk’le, Atabetü'l-Hakayık’ı yazan Ahmet Yükneki’yle ve özellikle Karahanlı Hükümdarı Sultan Saltuk Buğra Hanla birlikte Türk milleti toplu halde İslam dinine girmiş, İslam’la şereflenmiştir... Türk-İslam medeniyeti dediğimiz medeniyetin doğduğu coğrafyadır Doğu Türkistan... Türk-İslam Medeniyeti diyoruz. Türk-İslam ülküsü diyoruz. Biz bu ideolojiyi “İ'la-yi kelimetullah” olarak adlandırıyoruz. Bunun çıkış kaynağı, membaıdır Doğu Türkistan… Bizim Ehl-i Sünnet çizgimizin yine ana kaynağıdır Doğu Türkistan… İmam Maturidi Doğu Türkistanlı bir Uygur Türkü’dür. Şimdi bu yönüyle baktığınızda Türklük mührü Doğu Türksitan’da vurulmuş. Cenab-ı Allah bizi o coğrafyada Türk olarak yaratmış, yine Cenab-ı Allah bizi kendi hür irademizle İslam’la şereflendirmiş... Ve yine İmam Maturidi’nin bize hediyesidir Ehl-i Sünnet akaidi. Hanefi-Maturidi inancımızın, yani itikad imamımızın düsturuyla en barışçıl, en mutedil ve en hoşgörülü İslam’ın yaşandığı coğrafyadır bugün Doğu Türkistan... Bu yönüyle bütün Türk-İslam coğrafyasının Doğu Türkistan’a çok farklı bir nazarla bakması gerekir. Oraya ciddi bir sorumluluğu ve ciddi bir borcu vardır. Bir aidiyeti ve bir mensubiyeti vardır çünkü... Bunu da buradan hatırlatmak isterim. Doğu Türkistan, medeniyet beşiğidir. Çinlilerin, bizim ecdadlarımızın akınlarından, fetihlerinden korunmak için 6.000 kilometrelik Çin Seddini inşa ettiği dönemde, atalarımız Çin’i fetih için mücadele ederken aynı zamanda yer altı sulama projesi olarak tarihe geçen dünyada eşi benzeri olmayan Turfan bölgesindeki 6.000 kilometre uzunluğundaki yer altı sulama kanallarını da inşa etmişler. Böyle medeni bir millet… Tarım, ziraat, hayvancılık ve içme suyu gibi çok amaçlı kullanılan yaklaşık 4-5 bin yıllık bir medeniyet harikası bu kanallar. İpekçilikten matbaaya, dokumacılık sanatından el işine kadar medeniyet göstergesi olan her türlü tarihi eserlerimizi Bin Buda Mağarası’nda, Turfan’da, Mezeklik’teki mağaralarda görebilirsiniz. Ve Türk milletinin hiçbir zaman sapık ideolojilere, sapık inançlara da tevessül etmediğini görebilirsiniz. Hep tek tanrıcı inançlara aidiyet kesp etmiştir. Bu Türk milletinin fıtratındaki asaletten gelir. O yüzden İslam’a da kendi hür iradesiyle girmiş ve şereflenmiştir. Böyle bir medeniyet, böyle bir coğrafya, böyle bir millet… Eğer ‘’uygar’’ kelimesinin, Türk Dil Kurumuna göre de, Uygur milletinin medeniyetteki ileri seviyesinden esinlenerek alındığını hatırlatırsak biz kimlerden, hangi milletten bahsediyoruz bunu daha iyi idrak edebiliriz. Uygurlar savaşçı bir millet… Uygurlar kahraman, asil bir millet… Hele İslam’la şereflendikten sonra hakikaten harikalar ortaya çıkarmış bir millet... Ama bugün ateist, komünist ve dinsiz bir ideolojinin kıskacında, Rusya ve Çin gibi iki emperyalist-komünist devletin cenderesinde sıkışmış durumda… Adeta topyekûn imhayla karşı karşıya bırakılmış, dünyadan yeterli desteği görememiş, hem Türk hem İslam Dünyası hem de insanlık âlemiyle irtibatları tamamen kesilmiş, adeta kendi kaderine terkedilmiş...
Doğu Türkistan, 1.828.418 kilometre karelik yüzölçümüyle coğrafi olarak Kazakistan’dan sonra ikinci büyük Türk-İslam beldesi. 35 milyon ile de nüfus olarak Türkiye’den sonra ikinci büyük Türk-İslam beldesi konumunda. Tarihi olarak da Göktürklerin, Uygurların, Hunların, Karahanlıların, Seidiye Hanlığının ve ismini sayamayacağım birçok imparatorluğun, devletin ve beyliğin başkenti olmuş bir coğrafya. Bugün bu muhteşem ve medeniyet fışkıran coğrafya işgalle birlikte adeta ortaçağ karanlığını yaşamakta. Yakın tarihimizde 1933 yılında Kaşgar’da Sabit Damolla önderliğinde kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, Türkiye’den başka bağımsız devletimizin olmadığı bir dönemde kurulan ikinci bağımsız Türk Cumhuriyeti’dir. Ve yine 1944 yılında Alihan Töre önderliğinde Gulca’da kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyet Merkezi de böyle. Bu iki bağımsız Türk Cumhuriyeti Rus, Çin ve hatta İngilizler’in işbirliğiyle yıkılmıştır. Doğu Türkistan son olarak da 1949 yılında işgal edilmiştir ve o zamandan beri 70 yıldır yapılan fiili işgalle ve sistematik asimilasyon politikasıyla bugün topyekûn imhayla karşı karşıyadır. Doğu Türkistan niçin Çin tarafından işgal edildi? Bugün Çin’in Doğu Türkistan’da yapmak istedikleri nedir? Çin niçin Doğu Türkistan’dan vazgeçmiyor? Asıl önemli olan nokta bu. Bugün Doğu Türkistan yeraltı ve yerüstü kaynakları açısından dünyanın en zengin, en bakir coğrafyası. Bahsettiğim gibi Doğu Türkistan 1.828.418 kilometre karelik yüzölçümüne sahip ve bu topraklar üzerinde 35 milyon Müslüman Türk yaşıyor. Fransa’nın 3,5 katı, Türkiye’nin 2,5 katı yüzölçümüne sahip alabildiğince geniş bir coğrafya. Dört mevsimin yaşandığı, tropikal iklim dışındaki yetişen bütün meyve-sebzelerin yetiştiği bir coğrafya. Başta altın, gümüş, bakır, petrol, doğalgaz, kömür, uranyum olmak üzere 118 çeşit madenin bulunduğu bir coğrafya. Çin’in ihtiyaç duyduğu enerjinin 3’te 1’inden fazlasını tek başına Doğu Türkistan karşılıyor. Bugün yıllık %10-12’lik ekonomik kalkınmayı gerçekleştiren 1,5 milyarlık Çin’in enerji lokomotifinin Doğu Türkistan olduğunu çok açık şekilde söyleyebilirim. Bu da demek oluyor ki; Çin’in maddi anlamda yeraltı ve yerüstü zenginlikleri açısından bağımlı olduğu, arpa, buğday, pamuk pirinç her türlü tahılın yetiştiği Doğu Türkistan, 1 milyar 300 milyonluk Çin’in adeta tahıl ambarı. Yine stratejik konumu itibariyle de Çin’in Orta Asya ve Batı’ya açıldığı kapı. Çin’in Pekin’den Londra’ya uzanan İpek Yolu Projesi’nin, “Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin” tam kilit noktasında. Çin, Doğu Türkistan’ı eğer elinden kaçırırsa, “Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin” hayatta kalma şansı yok. Bugün 4 milyar insan, 20 trilyon dolar ve 67 ülkeyi kapsayan bu proje, Amerika’nın 60-70 yıl önceki Marshall Projesi’nden onlarca kat büyük çapta. Çin bu projeyle Amerika’nın ve Batı’nın, Çin’e kuşatma, frenleme ve belki de parçalama girişimlerini bertaraf etmek için, Pekin’den Londra’ya uzanan “Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ni ortaya koyarak bu 20 trilyon doları komşu ülkelere de pay edip, Amerika’nın Çin’i kuşatma projesini yarmayı hedef edinmiş diyebiliriz. Her ne kadar Çin, bu projeyle dünyaya barış, istikrar, huzur ve ekonomik refah vaadetse de, asıl amacı önce Doğu Türkistan’ı bitirmek. Daha sonra yayılmacı ve emperyalist politikalarını inşa etmek. İşte Doğu Türkistan bu projenin kilit noktasında. Pekin’den Londra’ya giden “Bir Kuşak Bir Yol Projesi” üç alternatifli bir proje. Birisi direk Çin-Pekin, Pekin’den Doğu Türkistan, Doğu Türkistan’dan Türk Cumhuriyetlerine oradan Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya, Londra’ya kadar uzanan bir yol. En uygunu bu olabilir, Çin için de en uygun görülen proje bu. Diğer ikincisi, Kuzeyden, Rusya üzerinden geçecek olan proje ki maliyeti ve riski çok yüksek. Güneyden geçecek olan projenin de aynı şekilde maliyeti ve riski çok yüksek. Hatta uygulanabilirliği çok daha zor. Böyle olunca, ekonomik olarak uygun olanı Türk Cumhuriyetlerini ve Türkiye’yi geçerek, Avrupa’ya uzanan yüksek hızlı tren projesi. Eğer Çin Pekin’den Londra’ya hızlı tren yolunu hayata geçirirse deniz yolu trafiği artık kullanılmayacak. Deniz taşımacılığı verimli olmaktan çıkacak ve en avantajlı yol gerek insan gerekse mal taşımacılığında, yüksek hızlı tren olacak. Şimdi düşünün; Çin, hammaddeye para vermiyor, Doğu Türkistan başta olmak üzere sömürdüğü ülkelerden yer altı ve yerüstü kaynakları adeta çalar gibi götürüyor. Cezaevinde milyonlarca köle işçi var. Bunlara ücret ödemiyor yani fabrikalaştırılmış cezaevlerinde esirler ücretsiz karın tokluğuna çalıştırılıyor. Dünyanın hangi ülkesi Çin’le rekabet edebilir? Hiç kimse rekabet edemez! Ucuz iş gücü ve hammadde maliyetinin neredeyse sıfır oluşuyla bu dünyada hiçbir ülke rekabet edemez. Ürettiği mallarla elbette dünyada en avantajlı ülke konumunu yakalamış durumda. Bu malları da dünyaya pazarlarken nereden pazarlayacak? Pekin’den Londra’ya uzanan bu güzergahtan pazarlayacak. Burada da yine Doğu Türkistan gündeme geliyor. Hem Doğu Türkistan’ı kontrol altına almak, hem de orayı tamamen stabil ve steril hale getirmek Çin’in hedefi. Onun için bugün milyonlarca Doğu Türkistanlıyı kamplara, cezaevlerine atarak onlara işkence ediyor, onları katlediyor. Yüz tanıma sistemi, kamera sistemiyle Doğu Türkistanlılar sürekli kontrol halindeler. Evlerine Çinli göçmenler yerleştiriliyor. 1 milyon evladımız yine Çin ıslah evlerinde devşiriliyor, mankurtlaştırılıyor. Bu bir yönü. Bir de diğer yönü var. Çin içerdeki ve dışarıdaki etkenlerden dolayı zor durumda. Komünistler içindeki rekabet, sosyal adaletsizlik, dengesizlik, gerek etnik gerekse dinsel talepler ve farklılıklar, Çin Komünist Partisi’nin içindeki çürümüşlük, dışarıdan da küresel güçlerin, Çin’i parçalama ya da frenleme girişimleri... Bunların akabinde Çin parçalanacağının farkında. Çin parçalanırsa Doğu Türkistan’ı elden bırakmamak için bugün Doğu Türkistan’daki bu kampları inşa ederek adeta 35 milyon Türk’ü, açık hava hapishanesine dönüştürülmüş bu coğrafyada, kontrol altına almış durumda. 5 milyon Türkü de cezaevlerinde ve kamplarda işkenceden geçirmekte. Hatta aldığımız bilgiler 1 milyon kadar Doğu Türkistanlının da, Doğu Türkistan’daki bu kamplardan, Çin’in iç bölgelerine götürüldüğü yönünde. Şimdi biz ne istiyoruz? Çin zenginliğimizi, vatanımızı, namusumuzu, canımızı, evlatlarımızı, neslimizi, geleceğimizi, her şeyimizi ipotek altına almış; topyekûn imha etmek istiyor. Doğu Türkistanlılara bir tercih düşüyor. Burada Çin’in politikalarına uyum sağlayarak kazan içindeki kurbağa gibi eriyip gidecek miyiz? Ya da bir sıçramayla, refleksle bedel ödeyerek ona karşı direnç mi göstereceğiz? Bu yol ayrımındayız ki Doğu Türkistanlılar her türlü bedeli ödemeye hazır. Biz Çin’den insaf bekleyerek, sonuç alamayacağımızı çok iyi biliyoruz. Çünkü 70 yıldır bize “Sincan Uygur Otonom Bölgesi”, “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” ismini vererek, tamamen bizi imha sürecine getirdiler. Bugün geldiğimiz noktada “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” ismini de kullanarak bizi kamplara sokup, topyekûn imhayla karşı karşıya getirdi. Artık “ya istiklal ya ölüm” noktasına gelindi ki; burada uluslararası camiaların, Doğu Türkistanlılara el uzatması gerekir. Eğer müdahaleyse, Bosna’da, Irak’ta, Suriye’de yaşananlardan farklı değil Doğu Türkistan’da yaşananlar. Burada belki bir açık savaş yok ama gizli bir soykırım var. Bunu çok açık ve net ifade edebiliriz... Bence bu dramatik-trajik durum; aslında Birleşmiş Milletler’in de NATO’nun da müdahalesini gerektiren şartları fazlasıyla sağlıyor. Ama Çin dünyayı aldatıyor, oyalıyor, kandırıyor. Uyguladığı bu gizli soykırımı, 2 yıldır inkâr ediyordu. Ta ki Birleşmiş Milletlerin 2018’in Eylül ayında yayınladığı rapora kadar. Yine 4 Ekim tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi bir metin yayınladı. Bu metinde “Çin, bir milyondan fazla Uygur Türküne işkence ediyor, kamplarda esir hayatı yaşatıyor. İnsan hakları ve demokrasi ihlalleri var. Derhal buna son vermelidir” dedi. Bunun akabinde Çin’in “yok” dediği, inkâr ettiği kampların uydu görüntüleri dünyaya servis edildi. Birçok uluslararası ajans, kampların içindeki görüntüleri, kampların dışındaki görüntüleri ve kampla ilgili görgü tanıklarının şahitliklerini, dünyaya haber olarak servis etti. Kamptan kaçan iki Doğu Türkistanlı kardeşimiz vardı. Ömür Beg Ali ve Gülbahar Celil. Bu kardeşlerimiz Kazakistan vatandaşı, aslen Doğu Türkistanlı Uygur Türk’ü. Ama daha sonra Kazak vatandaşlığı almışlar. Bunların tanıklığıyla birlikte, olay daha da gün yüzüne çıktı ve Çin, 2 yıldır inkâr ettiği işkence kamplarını kabul etmek zorunda kaldı. Diyor ki “doğru, kamplar var ama burada eğitim verilmekte. Meslek edindirme eğitimleri verilmekte, bunlar mesleki eğitim kampı.” Şimdi katliamını, soykırımını, cinayetlerini yalanla örtbas etmeye çalışıyor. Çok açık söylüyorum bakın; yüzlerce, binlerce profesör, bilim adamı, entelektüel şahsiyet, din âlimi, sanatçı, müzisyen, spor adamı… Böyle binlerce insan var kamplarda… Bunlar hangi mesleği öğrenecek? Mesleğinin zirvesine çıkmış bunlar!.. Mesela Çin milli futbol takımında top koşturan bir kardeşimiz vardı -ismi Abdulhakim mi şu anda hatırlayamıyorum-. Bu Çin milli futbol takımında uluslararası arenada futbol oynayan, top koşturan bir çocuk. Ama Uygur Türkü ve Müslüman olduğu için bugün kamplarda işkence görüyor. Akıbeti ne bilemiyoruz. Bakın, Abdurehim Heyit… Geçtiğimiz haftalarda, öldü mü hayatta mı diye tartışması yapılan ve Çin tarafından 3 dakikalık videoyla “daha henüz öldürmedik” diyerek videosu yayınlanan Abdurrehim Heyit… Milli ozanımız, bizim milli şairimiz, müzisyen. Mesleğinin zirvesinde, bırakın Doğu Türkistan’ı bütün Türk dünyasında tanınan bir müzisyen, bir ozan. Buna neyin kursunu veriyorsunuz, ne kursu bu! Dinsizleştirme kursu mu? Komünistleştirme kursu mu? Ateistleştirme kursu mu? Komünist partiye sadık kölelik kursu mu? Bunu sormak gerekir. Şimdi Senaber Tursun var, yine bir bayan sanatçı, müzisyen. O da kampta. Yani erkek olarak attın bunu da, öbür kadının neyi var! Şimdi burada, başta da dediğim gibi ehl-i kitapla kitapsız arasındaki farkı görüyoruz. Bugün başka bir zalim olsa, aynı uygulamayı yapmaz , insaf eder, Allah’tan korkar!.. Allah inancı varsa bunu frenler. Ama bunlarda ne Allah inancı var, ne yasa tanıyorlar, ne uluslararası yasa tanıyorlar; ne ahlaki, ne vicdani bir meleke yok! Öyle bir tasavvur yok! Her şey mübah. Böceği, fareyi, kediyi, köpeği hatta insan etini dahi yemeyi kendisi için mübah sayan, uygun gören bir milletten bahsediyoruz. Bu insanlar, bugün maalesef Doğu Türkistanlıların imtihanı. Doğu Türkistanlılar bunların elinde imtihan ediliyor. Doğu Türkistanlılar şu anda tarihin, insanlık tarihinin, belki dinler tarihinin hiç tanık olmadığı, şahitlik etmediği bir zulümle imtihan ediliyor. Ben şuna inanıyorum; Cenab-ı Allah, en sevdiği kullarını en ağır imtihanlarla imtihan ederek onlara bir çıkış yolu verir. Ben Doğu Türkistanlıları da aynı kategoride değerlendirdiğini düşünüyorum. Biz hep şunu diyoruz; Doğu Türkistanlılara birileri yardım etsin, Doğu Türkistanlılara birileri sahip çıksın, birileri el uzatsın. Belki de Cenab-ı Allah,Doğu Türkistanlıları bir buçuk milyarlık bir zalimin potasında imtihan ederek, bütün mazlumların derdine derman olacak bir kurtuluş ordusunu oradan yaratacak. Bu imtihanın belki de hikmeti odur. Ben böyle de düşünüyorum, buna da inancım var. Ya tertemiz götürecek öbür dünyaya, ya da bu imtihan vesilesiyle belki de bütün mazlumların kurtuluşuna vesile olacak bir gücü, Cenab-ı Allah orada yaratacak. Tabi Doğu Türkistanlılar çok ağır bir imtihandan geçiyor ama İslam dünyası, Türk dünyası ve insanlık da en az Doğu Türkistanlılar kadar ağır bir imtihanla karşı karşıya! Doğu Türkistanlılar bu imtihanın içinde. Dışında durup da imtihan edilenler, yarın kıyamet günü bunun hesabını nasıl verecek? Biz il il, ilçe ilçe nerede kimi bulursak anlatıyoruz. Bakın siz geldiniz bugün, size anlatıyoruz, bu bizim sorumluluğumuz, Emr-i bil maruf-nehy-i ani’l münker ise eğer, Doğu Türkistanlıların başındaki musibeti biz millete, ümmete, insanlığa anlatma gayreti içindeyiz. Bu sorumluluğumuzu diğer kardeşlerimize tevdi ediyoruz. Buna Allah şahit… Kıyamet günü bunun hesabını bize sorduğunda biz de diyeceğiz ki : “Ya Rabbi, biz hepsine anlattık. İktidardaki partilere anlattık, muhalefete anlattık, A partisine, B partisine, C partisine anlattık. A cemaatine, B cemaatine, öbür cemaate de… Hepsine anlattık ve anlatıyoruz. Bakın facebook sayfamıza; gezmediğimiz yer yok, anlatmadığımız yer yok. Bizim için ölçü şu; biz bu derdi anlatmak için her kesime müracaat ediyoruz, ama yardımı Allah’tan diliyoruz. Biz sebep dairesinde inşallah sebebi aramakla yükümlüyüz. İnşallah yukarıda dediğimiz gibi bu imtihandan Doğu Türkistanlılar başarıyla çıkacak. Ama Doğu Türkistan meselesine seyirci kalanlar bu imtihanın cevabını nasıl verecek onu çok merak ediyorum.
Şimdi meselenin izah edilme imkânı oluşsun diye soruyoruz; Türkiye’deki geniş bir kesimde, Doğu Türkistan meselesi etrafında serdedilenleri Amerika ile Çin arasındaki umumi kapışmanın hususi bir cephesi görmek gibi bir vaziyet var. “Çin, dünyanın ABD ve Rusya’dan sonra üçüncü bir süper gücü olarak sahneye girdi ve ABD, Çin’i kendi muhitinde oyalamak için Doğu Türkistan meselesini olduğundan çok daha kötü gösterip kaşımakta…” Böyle bir algı cemiyetimize pompalanıyor. ABD’nin, Çin’den haz etmediği bir vakıa… Hatta kendisi milyonlarca Müslümanı pervasız katletmişken, hatta katletmeye devam ederken, Doğu Türkistan meselesine sahte bir merhamet tavrıyla yaklaştığı da ortada… Tabi ki; Doğu Türkistan’ın selametinin, bütün süper güçlere hep birden posta koymak yoluyla gelmeyeceğini, ince bir siyaset dehasıyla bu alanda mesafe kat edileceğini de bilmekteyiz. Bu manada size zor bir sual arz ediyoruz; ABD ve Çin arasında, hele de Türkiye, kalbindeki ile dış politikasındaki tutumu biri birine muvafık değilken, yani meseleyi tam manasıyla sahiplenmezken-sahiplenemezken, Doğu Türkistan davasını nasıl bir minvalde yürütmek, nasıl bir politika istikametine sokmak lazımdır?
Çin’in Doğu Türkistan’da yapmış olduğu bu zulmün, bu soykırımın ve katliamın; ne insani, ne vicdani, ne ahlaki, hiçbir şekilde izah edilebilir bir tarafı yok. Amerika Doğu Türkistan ile ilgileniyor bahanesinin arkasına sığınarak hiç kimse bu zulmü, katliamı, Çin’in imha politikalarını görmezden gelemez ve kendi sorumluluğundan kaçamaz! Bunun altını çizelim. Ne Türkiye, ne İslam Dünyası, ne Türk Dünyası, ne Amerikan aleyhtarı olan kesim, kişi, şahıs, ülke, kurum, devlet; Doğu Türkistan’da yaşanan bu soykırımı, Çin zulmünü, Çin katliamını Amerika’nın ismini kullanarak meşrulaştıramaz, Çin’i haklı gösteremez! Amerika olayını ayrı değerlendirelim. Amerika’nın dünyada yapmış olduğu politik hatalar, askeri hatalar, müdahaleler… Bunları ayrı değerlendirelim. Şunu da söylemek istiyorum: Bakın, ben Doğu Türkistanlıyım ve bu davanın içinde, tam göbeğindeyim. Amerika’nın şu ana kadar Doğu Türkistan politikasında direkt bir tesiri, dahli, desteği ve yardımı yok. Çok açık ve net söylüyorum. Bir-iki tane teşkilata, derneğe belediye vasıtası ile vermiş olduğu ya da bir-iki kuruluş vasıtası ile vermiş olduğu birkaç yüz bin dolarlık destek, tamamen insan hakları ve demokrasi bağlamında verilen destektir. Biliyorum, onları çok iyi araştırdık. Doğu Türkistan ya da bağımsızlık dediğiniz anda o parayı keserler. Yani onların Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı ile ilgili bir para, bir destek verdiği de yok… Bunun da altını çok açık ve net çiziyorum. Çin de oradaki katliamlarını, soykırımını örtmek için Amerika’yı öne sürerek dünyayı manipüle ediyor. Buna aldanmamak gerekir. Yani ”Amerika burada bu olayı kaşıyor, bunların arkasında Amerika var” sözü; Çin’in ahlaksızlığından, Çin’in sahtekârlığından başka bir şey değildir. Orada milyonlarca Doğu Türkistanlıyı işkence kamplarına atan Amerika mı? Çin!
Amerika bunu böyle manipüle ediyor; sanki Müslümanlardan tarafmış gibi davranıyor…
Çin’i zora sokmak için, Amerika’nın girişimleri var sanki.
Tabii, şöyle olabilir; Amerika, kendine rakip olarak gördüğü Çin’i dengelemek, dizginlemek ya da parçalamak için her türlü argümanı kullanabilir. Bakın, açık söylüyorum ben size… Eğer Çin, bu imha politikalarıyla Doğu Türkistan’ı topyekûn imha edeceğim der ise; denize düşen her şeye sarılır. Sarılır mı? Sarılmaz mı? Her şeye sarılır. Hayatta kalmak için her şeyi mubah görür. Bu politikanın, bu hale gelmesinin ana müsebbibi; Çin. Sen orada Doğu Türkistanlılara insanca yaşama hakkı ver, senin teban olan ve senin işgal ettiğin coğrafyaların asli unsuru olan Doğu Türkistanlılara hayat hakkı ver, inançlarını, geleneklerini-göreneklerini, ibadetlerini, dillerini, kültürlerini, medeniyetlerini yaşama hakkı ver; onlar da kimseye “Eyvallah” demesin. İnsanca yaşasınlar orada. Niçin başkasından yardım beklesin? Niye başkalarının oyuncağı haline gelsin? Niçin başkalarının orayı karıştıracağı araç haline gelsin? Bunu yapan Çin. Bunu kaşımaya müsait hale getiren Çin. Buradaki problemin ana sorumlusu, baş mimarı, baş faili Çin! Ha, ondan sonra ikinci meseleye gelelim. Bakın, burada demin sözümde şunu dedim: Çin, burada Amerika’nın ismini ön plana çıkarıyor. Türkiye’de Doğu Perinçek’in açıklamalarını dinliyorsunuzdur. Doğu Perinçek, benim ismimi zikrederek “Seyit Tümtürk Amerikancı, CIA’ci, şucu-bucu” diyor. Pasaportum yanımda değil, olsa gösterirdim size de, on yıllık vizemi Amerika 2017 yılında iptal etmiş. Ailemle beraber sosyal bir faaliyet, bir merasim, bir kardeşimizin düğünü için Amerika’ya gidecektim. Atatürk Havalimanı’nda benim Amerika’ya giremeyeceğimi söylediler. “Size giriş yasağı konulmuş.” dediler. Benim de haberim yok. Bu ikinci defa oluyor bana. 2014 yılında da aynı engelle karşılaştık. Birçok çaba ve girişim ile bu düzeltildi. 2017 yılında da aynı engelle karşılaştık. Şimdi ben nasıl oluyor da Amerika’nın adamı oluyorum? Nasıl oluyor da CIA’in oyuncağı oluyorum? Düşünün şimdi… Benim Amerika’ya giriş yasağım var. Doğu Perinçek diyor ki: ”Seyit Tümtürk, Amerikancı ve CIA’nın adamı… FETÖ’cü” diyor. Be Alçak adam! Devamında şöyle bir cümlesi var: “Türkiye ile Çin ne zaman yakınlaşırsa, ne zaman Türkiye ile Çin arasındaki ilişkiler artarsa, stratejik ilişkiye dönüşürse; Hemen, Uygur meselesini Amerikalılar gündeme getiriyor.” İşte az önce söylediğim laf bu. Milyonlarca Doğu Türkistanlıyı kampa sokan Amerika mı? Milyonlarcasına işkence edip öldüren Amerika mı?
Bizi Amerikancılık ile itham ediyor. Benim 10 yıllık vizem Amerika tarafından iptal edildi. Nasıl ben Amerikancıyım? Bunu bana izah etsin. Biri bana izah etsin bunu. Burada Türk kamuoyunu da, Türk milletini de yanıltma ve yanlışa sevk etme ve bir dezenformasyon operasyonu var. Çin’in talimatı ile Doğu Perinçek bu oyunu, operasyonu yapıyor ve Türkiye’de de, bizim saygı duyduğumuz ve önemli gördüğümüz bir kesim bu bilgi kirliliğine inanıyor. Gittiğim yerlerde, Ülkücü camiadan ya da Ak Parti camiasından birçok arkadaşımız aynı soruyu bize soruyor. “Yahu Amerika mı oynuyor bu oyunu?”. Diyorum ki; “Arkadaşlar, Doğu Türkistan’da olup biten bu zulmün hiçbir yerinde Amerika yok. Bütün bu zulmün, soykırımın müsebbibi Çin.” Ama bu soykırımı masum göstermek için ve Doğu Türkistan davasını da bu soykırımı kullanamaz hale getirerek yalnızlaştırmak ve ona sahip çıkabilecek insanları tiksindirmek için Amerikancı iftirasını atıyorlar ki Çin’in kucağına düşsün, herkes tarafından Çin’in insafına terk edilsin… Bizi Amerikancılıkla itham (başka bir şey değil bu) etmek, Çin’in zulmü ile birlikte iki kere zulümdür bize. Yardım etmesi, destek vermesi, sahip çıkması gerekenler; bir de “Amerikancı” diyerek, aslında iki kere bize zulüm ediyor. Açık ve net söylüyorum… Bırak Amerika’yı kenara, sen sahip çık. Erkekçe çık ortaya de ki: “Buranın sahibi benim.” Hiç kimse buna itiraz etmez. Bunu Türkiye desin, İslam Dünyası desin, Türk Dünyası desin, Rusya desin, Japonya desin. Ama şimdi kalkıp da dünyada ve Türkiye’de Amerikan aleyhtarlığının zirve yaptığı bir dönemde Doğu Türkistanlıların mağduriyetine destek vermesi gerekenler, Doğu Türkistanlılara destek vermeyip “Amerikancı” diyerek hakikaten affedilmez bir ihanet işliyorlar. Bizi en az Çin kadar yaralıyorlar.
Birçok teşkilat, dernek, vakıf, cemiyet var. Bir-iki tanesi Amerika’nın bazı insan hakları kuruluşlarından fon alıyor olabilir. Onların da yukarıda çerçevesini belirttim bakın, bunu araştırdık. Doğu Türkistan isminin kullanılmasına bile karşı çıkanlar, bırakın Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını; Doğu Türkistan kelimesine bile karşı çıkıyorlar. Bu nasıl Amerikancılık ya da nasıl Amerika burayı karıştırıyor? Ben bazen diyorum “Keşke bu iki-üç teşkilat da hiçbir destek almasa da bu itham da bize gelmese”. Bazen bunu da söylüyorum ama birilerinin destek vermesi lazım bu davanın sürdürülmesi için. Birilerinin sahip çıkması lazım. Bizim gönlümüzden geçen Türkiye’nin, İslam dünyasının sahip çıkması. Niye başkasına bizi muhtaç edip de sonra oracı-buracı-şuracı diyerek ithamda bulunuyorsunuz? Siz sahip çıkın. Siz destek verin. Siz destek verdiğiniz halde eğer Doğu Türkistanlılar “Biz sizin desteğinizi istemiyoruz. Bize mutlaka Amerikan desteği lazım” der ise, o zaman deyin ki: “Siz vatan hainisiniz, siz ihanetin içindesiniz.”
Peki Türkiye’nin politik olarak Doğu Türkistan davasına destek amacıyla Amerika’yı bu hususta kullanarak ince bir siyaset izlemesi sizce makul olabilir mi?
Türkiye’nin bu konuda direkt Çin ile çözüm üretme şansı biraz zayıf. Ha yok değil, var. Mesela; Türkiye’nin eline son üç yıldır bir fırsat geçti. 2016 yılında Sayın Cumhurbaşkanımız da Pekin’de bir imza atmış oldu. Bir Kuşak Bir Yol Projesi (Yukarıda bahsettiğim, çerçevesini çizdiğim proje…) Türkiye’nin de ortağı olduğu bir proje. Şimdi Türkiye şunu der ise Çin’e: “Bak kardeşim, seninle biz stratejik ilişki kurmak istiyoruz. Sen de bizim gibi batıdan tehdit görüyorsan eğer; ortak tehditleri, algıları, endişeleri olan ülkeleriz, o halde seninle ilişkilerimizi samimi bir ölçekte yürütelim. Nasıl yürütelim bunu? Senin Sincan Uygur Özerk Bölgesi dediğin, bizim Doğu Türkistan dediğimiz bölgede, senin vatandaşın, tâbiin olan, benim kardeşim, dindaşım, soydaşım olan 35 milyon Doğu Türkistanlıyı birinci sınıf vatandaş haline getir. Bunlara yaşam hakkı tanı, bunları topyekûn imha edecek politikalardan vazgeç. 1,5 milyarlık dev ülke, Amerika ile rekabet eden bir ülke, süper güç iddiasında olan bir ülke olarak sen 35 milyon Türk’ten ne korkuyorsun? Bunlara hayat hakkı tanı ki ben de bunlarla senin arandaki bütün problemlere hakemlik rolü üstleneyim, arabulucu rolü oynayayım.” Bu Türkiye’nin itibarına, tüm İslam Dünyasındaki saygınlık ve liderlik itibarına katkı sağlar. Çin’in bölünme, parçalanma endişesini de bertaraf eder. Doğu Türkistanlılara nefes aldırır ve hayatta kalmalarına vesile olur. Bu onurlu bir görev, onurlu bir vazifedir. Riskli fakat onurlu bir görevdir. Ben zannediyorum ki Türkiye bunu diyor. Ya da demiyordur ama dememiş ise demesi gerekir. Türkiye bunu diyorsa ve eğer Çin buna itibar etmiyorsa çok büyük hata yapıyor. Türkiye’nin aklıselimle barış elçiliği, arabuluculuk rolü hem Çin’e, hem Doğu Türkistanlılara, hem bölge ülkelerine hem de Türkiye’ye ve bu coğrafyaya katkı sağlar. Kazan-kazan politikası uygulanır. Ama Çin derse ki: “Yok arkadaş! Ben Türkiye’nin bu politikasını kabul etmem. Doğu Türkistan’ı ezer geçerim”; o zaman Amerika’nın Çin’i parçalamak için Doğu Türkistan’ı kullanma olayı gelecekte Çin’i de ciddi manada rahatsız edecektir ve Çin de buradan kendi nasibini alacaktır. Doğu Türkistanlılar da hayatta kalabilmek için her türlü aracı kullanmak zorunda kalacaktır. Bu dinen de mübahtır. Geleceğimizi ve istikbalimizi kurtarmak için, bizim inanç ve düşüncelerimize tamamen uygundur. Ben bunu böyle düşünüyor ve söylüyorum. Ayrıca şunu eklemek istiyorum: Amerika’yı yöneten iki grup var. Birisi, New York Conservative dediğimiz (İsrail Lobisi) Amerika’nın menfaatinden çok İsrail menfaatini ön plana çıkaran bir grup… Küresel sermaye diyelim. İşte o Rockfeller şucular-bucular diyelim. Burada Amerika’nın menfaati maalesef hiç gündeme gelmez. Burada bir bölgenin, bir grubun, bir dinsel azınlığın menfaati hep ön plandadır. Ama gerçek Amerikancılar da bunun farkında. Bu iki grup arasında Türkiye ile ilgili politikalar netleşmiş değil. Gerçek Amerikancılar Türkiye’nin kıymetini ve değerini biliyorlar. Türkiye’nin Amerika ile müttefik olduğu süre içerisinde iki ülkenin de kazan-kazan politikaları geliştirebileceğinin ve bunun daha istikrarlı, daha sürdürülebilir ve daha gerçekçi olduğunun farkında. Ama o bahsettiğim bir grup azınlığın politikalarını, küçük bir zümrenin menfaatlerini Amerika’nın menfaatlerine yeğleyen, Amerika’yı bertaraf eden bu politika biraz daha hakim gibi duruyor. Bugün Suriye’deki PYD/YPG’nin silahlandırılması da yine o grubun etkisi ve onların gücü ile gerçekleşiyor. Farkındaysanız bir kaç aydır Türkiye’nin ısrarlı bir şekilde ‘’PYD/YPG ile ilişkileri kesin, Amerika ile biz müttefikiz, stratejik dostuz, eğer teröre, DAEŞ’e karşı müttefik olacaksanız, iş birliği yapacaksanız biz hazırız. Terör örgütüyle, terör örgütünü bitiremezsiniz’’ sözüne karşılık Amerika sürekli zikzak çiziyor. Bir Türkiye ile gidiyor, bir PYD/YPG ile… Bunun arka planı da Amerika’daki o Türkiye taraftarı ve Türkiye aleyhtarı olan iki görüşün bir türlü Türkiye konusunda mutabık olamaması. Ama doğru olan Türkiye’nin Amerika’yla müttefik ve stratejik dost olarak hareket etmesi. Müttefik olarak burada ortak hareket ederse Ortadoğuda, Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Asyada hatta Çinde Doğu Türkistan meselesinde Amerika’yla Türkiye’nin menfaatleri örtüşür. Çünkü Nato’da biz müttefikiz. Avrupa Birliğine üyelik sürecimiz devam ediyor. Türkiye batı kulübünün bir üyesidir. Hiçbir zaman Çin’den bize bir hayır gelmez. Düşünün; kendi milletini, kendi üniversite öğrencilerini 80’li yılların sonunda 90’lı yılların başında sırf insan hakları ve demokrasi talep ettiği için tankların paletleriyle ezen bir millet, bir iktidar, bir yönetim... Türkiye’nin dostluğunu kazanmak çok kıymetlidir, çok değerlidir. Bunun kıymetini Amerika’nın bilmesi lazım. Türkiye 80 milyondan ibaret, 700 küsür bin km karelik bir yüz ölçümüne sahip, küçük bir ülke değil. Türkiye bugün 1-1.5 milyarlık Türk-İslam dünyasının lideridir, baş atıdır. Adriyatik’ten Çin seddine kadar Türk dünyasının lideridir.
2003 tarihinde, Ankara’ya hicretinizin 50. yılı münasebetiyle bir resepsiyon vermiştiniz. Ve bu resepsiyon, Çin’in baskıları sonucu o günkü Ak Parti hükümetinin baskısına dönüşmüş ve resepsiyona resmi düzeyde katılmama, salona Doğu Türkistan bayrağı asılmasına müsaade etmeme gibi bir tutuma dönüşmüştü. Tabi o günler, Ak Parti hükümetlerinin de başlangıç devreleriydi. Geçen 16 senede, Recep Tayyip Erdoğan şahsında hem Ak Parti, hem de Türkiye daha bir güçlendi. Biz 16 yıllık bu akışı bir de Doğu Türkistan davası özelinde görmek istiyoruz aslında… Ak Parti ve Türkiye’nin, 16 yıl evvelki Doğu Türkistan yaklaşımıyla, bugünkü yaklaşımı arasında fark var mıdır, varsa bu farklar nasıl tecelli etmektedir?
Hicretimizin 50. yılı olan 2003’de verdiğimiz resepsiyon sebebiyle Çin adeta çıldırdı. Biz o zaman Süleyman Demirel Bey’e de davetiye göndermiştik. Kendileri daha önce geleceğini söylemişti. Bakan, başbakan, eski cumhurbaşkanları, milletvekilleri ve üst düzey yetkililer davet edilmişti o resepsiyona. Çokta güzel kabul görmüştü. Fakat Çin Türkiye’ye diplomatik bir kriz yaşatarak devlet erkanının katılımını engellemeye çalıştı. Ama buna rağmen devlet erkanı tarafından da katlım olmuştu hatırladığım kadarıyla. Diğer siyasi partilerin tamamının lider düzeyinde katıldığını biliyorum. Birçok eski bakan ve siyasetçi oradaydı. Tabi Ak Parti için o yıllar, Doğu Türkistan politikasını tanıma dönemi. Çünkü 2002 yılında kuruldu Ak Parti. Doğu Türkistan’la ilgili yeni yeni hafıza geliştirdiği ve öğrenme aşamasında olduğu bir dönem. Ondan sonraki süreçte Mesut Yılmaz’ın 9836 numaralı bir genelgesi vardı. O genelge, Doğu Türkistan davasını Türkiye’de bitirmişti. Çok ciddi yaralar ve tahribatlar oluşturmuştu. Doğu Türkistan davası adeta Türkiye’de bitirilmişti. Doğu Türkistan ismini kullanmak yasaklanmış, dernek, vakıf ve teşkilatlarımızın faaliyetleri engellenmişti… Bayraklarımızın kullanımı dahi yasaklanmıştı. Doğu Türkistan davası Türkiye’de adeta felçli hale getirilmişti. Bu bizi çok rahatsız ediyordu. Biz 2009’daki Urumçi katliamından sonra Tayyip Erdoğan Bey, Abdullah Gül Bey ve Ahmet Davutoğlu Bey ile birebir görüştük. Destek babında “Ne yapabiliriz?” dediklerinde kendilerine “Üzerimizde 9836 numaralı Mesut Yılmaz’ın çıkardığı Doğu Türkistan genelgesi var. Bu bir ihanet genelgesidir. Bunun kaldırılması gerekiyor. Bu konuda desteğinizi bekliyoruz.” dedik. Bu görüşmeler akabinde hükümet 2010/15 numaralı genelgeyi yayınladı. Bu tarihlerde Efkan Ala Bey Başbakanlık Müsteşarıydı. Beni Ankara’ya davet etti. Bu genelgeyi gösterdi. Daha mürekkebi kurumamış yeni bir genelgeydi. Çok teşekkür ettik kendilerine. Allah razı olsun onlardan, bu güzel bir gelişmeydi ve ondan sonra zaten Türkiye’deki faaliyetlerimiz ivme kazandı. Biz de bu vesileyle yasaklardan, prangalardan kurtulduk… En azından, Doğu Türkistan davasını göğsümüzü gere gere rahatça Türkiye’de anlatabilme imkânına kavuştuk. Bu uygulama, Ak Parti hanesine yazılan bir artıydı diyebiliriz. İlerleyen yıllarda da bu uygulama bu şekilde devam etti. Fakat son 3-4 yıldır dış politikada Türkiye’nin bazı sıkıntıları var. Amerika’yla, Avrupa’yla, İsrail’le yaşamış olduğu krizleri buna örnek gösterebiliriz. Avrupa Birliği’nin 40-50 yıldır Türkiye’yi kapısında bekleterek adeta onuruyla alay eden tavrı, Amerika’nın özellikle en son PYD/YPG’ye binlerce tırlık silah ve askeri teçhizatla destek vermesi, Türkiye’yi rencide eden, adeta Türkiye’nin bekasına kasteden girişimlerdir. Ve bu krizler akabinde Türkiye’nin kendini korumaya geçtiği bir pozisyona şahit olduk hep birlikte... Bunlara ilaveten içerde bir de darbe girişimi oldu. Ve birkaç olay da peş peşe gelince Türkiye, Doğu Türkistan meselesinde Çin’i de karşısına almamak için adeta olayı eskilere taşıdı. Yani normal olmasının çok daha gerisine gitti. Biz kimseyle görüşemez hale geldik. Hiçbir şekilde Doğu Türkistan davası artık Türkiye’de kabul görmez oldu. Sanki biz Doğu Türkistanlılar, Türkiye ile Çin arasında kara kediymişiz gibi bir algı oluşturuldu. Bunda tabi ki uluslararası konjonktür, dış politikada Türkiye’nin çıkış yolu bulamaması, denge politikası arayışı ve Amerika-Batı-İsrail eksenine karşı İran-Rusya-Çin ekseninde farklı bir alternatif arayışı etkili oldu. Biz buna saygı duyuyoruz. Türkiye bağımsız bir ülkedir. Türkiye elbette beka sorunu yaşamamalı. Türkiye bağımsızlığını sürdürmeli ki bütün mazlum coğrafyaların umudu olabilsin ve bunu sürdürebilsin. Bu konuda biz Türkiye’ye saygı duyuyoruz. Fakat burada öyle yanlış olaylar gelişti ki Türkiye’nin dış politikadaki bu pozisyonunu Çin son 2-3 yıldır iyi tahlil etti. Türkiye, Doğu Türkistan konusunda Çin’e karşı dur diyebilen tek ülkeydi. Türkiye iç ve dış politika gereği sıkıntılı bir süreç yaşarken, Çin bunu da fırsat bilerek Doğu Türkistan’da işkence kamplarını kurdu ve soykırım derecesindeki zulüm ve katliamlarını acımasızca uygulamaya başladı. Türkiye’ye biz de çok kırıldık... Çin’in bize yapmış olduğu bu soykırım bize ne kadar acı ve ızdırap verdiyse, Türkiye’nin Doğu Türkistan konusundaki 2-3 yıllık suskunluğu da en az o kadar acı ve ızdırap verdi. Aliya İzzetbegoviç’in ‘Başımızdaki bu savaş da biter. Ama savaş bittikten sonra hafızalarımızda kalan düşmanın bize yaptığı değil, dostlarımızın suskunluğu olacaktır.’ sözü bize çok şeyi hatırlattı… Çünkü Türkiye bizim dostumuz, ağabeyimiz, kardeşimiz, Allah’tan sonra her şeyimiz... İnsan umduğu yere küser, umduğu yerden bekler… Niye bekler? Umduğun için beklersin… Niye başka yerden beklemiyoruz da biz Türkiye’den bekliyoruz iki adaletli kelimeyi? Ben de 2-3 yıllık bu suskunluk sonrası Sayın Cumhurbaşkanımıza sadece beklentimizi ifade etmek için derim; “Sayın Cumhurbaşkanım! Siz ümmetin liderisiniz. Madem ki ümmetin liderisiniz, Doğu Türkistan da ümmetin en mazlum coğrafyası… Bugün eğer Mısır, Suriye, Irak için gözyaşı döküp buralar bizim namusumuz diyorsak, Doğu Türkistanlılar da bizim iki kere namusumuzdur... Arap kardeşlerimize karşı İslam kardeşliği hukukuyla sorumluysak, Doğu Türkistanlı kardeşlerimize de hem İslam hukuku hem de Türk olması hasebiyle akrabalık hukuku ile sorumluyuz. İki kere sorumluyuz...” Bu sözleri ben Sayın Cumhurbaşkanıma birçok mitingimde ve değişik vesilelerle yaptığım açıklamalarımda söyledim. Bize sahip çıkın, biz sizden yardım bekliyoruz... İki kelime adil tavrınızı bekliyoruz Sayın Cumhurbaşkanım! Siz madem ümmetin emirisiniz, o halde bu sorumluluk da size düşer... Ve 2 yıldır bu sözümüze karşılık bulmayınca gerçekten kırıldık... Türkiye’den siyasi arenada hiç kimse buna cevap vermeyince kırıldık... İçimiz acıdı… Ama Türkiye’nin maruz kaldığı iç ve dış ihaneti de bildiğimiz için sabrettik, Türkiye’ye dua ettik... Dedik ki, Cenab-ı Allah Türkiye’ye güç, kuvvet versin… İnşallah Çin zulmüne karşı da adil bir şekilde sorumluluğunu yerine getirir…
En son 9 Şubat 2019 tarihinde Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün açıklamaları çok anlamlıydı bizim için. Adeta dört gözle beklediğimiz bir açıklamaydı bu... Türkiye 2-3 yıldır belki kapalı kapılar ardında diplomasi trafiği yaparak Doğu Türkistan konusunda Çin’i ikna etmeye çalıştı... Belki de ikna edemedi… Bunun için Türk milletinin hissiyatına tercüman olarak milli ve manevi sorumluluğunu yerine getirdi. Bununla birlikte devlet olmanın gereğini yapıp Doğu Türkistanlı soydaşlarına, dindaşlarına, kardeşlerine sahip çıktı... Ben buradan bir kez daha teşekkür ediyorum... Sayın Cumhurbaşkanımızdan ve devlet yetkililerinden Allah razı olsun... 35 milyon Doğu Türkistanlı halkım adına, Doğu Türkistan Milli Meclisi başkanı olarak ben buradan şükranlarımı arz ediyorum. İnşallah bu tavır böyle sürdürülür ve daha somut adımlar atılır... Çünkü Türkiye’de binlerce Doğu Türkistanlı kardeşimiz var... Ailesinden haber alamayan, akrabaları şehit edilmiş, kayıp, kamplarda işkence gören babalar-anneler var... Anne ve babasından haber alamayanlar var... Telefonla görüşemeyen insanlar var… Bugün Doğu Türkistan’daki akrabalarımızla telefondan, internetten, sosyal medyadan dahi irtibat kuramıyoruz... Ve bu 21. Yüzyıl dünyasında, 2019’da yaşanıyor, anlatabiliyor muyum? Şimdi bu kardeşlerimizin şehadeti, tanıklığı, bunların belge ve bulguları alınarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önderliğinde milletvekillerinden, İnsan Hakları İzleme Komisyonu’ndan ve Doğu Türkistanlılardan oluşan, basın ve medya kuruluşlarının temsilcilerinin de bulunduğu bağımsız gözlemci heyeti Çin’e bir ziyaret gerçekleştirirse, bahsettiğimiz bu zulümler de yerinde görülecektir. Sadece Çin’in görmemizi istediği kampları değil tabi... 300’ün üzerinde kamp var orada... Bunlardan iki tanesi beş yıldızlı otel gibi dizayn edilmiş... Her türlü konforun, lüksün, yeme içmenin bulunduğu, türlü sportif ve kültürel faaliyetlerin yapıldığı sahte kamplar... Tamamen tiyatro... Bahsettiğimiz bu bağımsız gözlemciler işkencelerin yapıldığı kamplara giderse işte o zaman Çin’in Doğu Türkistan’da gerçekleştirdiği bütün katliamlar gün yüzüne çıkar. Dünya en çıplak şekliyle Doğu Türkistan gerçeğini tanır... Biz devletimizin bunu yapmasını istiyoruz... Yoksa Çin, geçtiğimiz aylarda kendisiyle müttefik olan 12 ülkenin büyükelçilerini davet ederek ve yine kendisiyle iyi ilişkilerde bulunan 7 ülkenin basın mensuplarına senaryo gereği önceden kurgulamış olduğu az evvel bahsettiğimiz beş yıldızlı hotel konforunda olan iki tane kampı ziyaret ettirip uluslararası camianın gazını aldı. Sonrasında bülbül gibi öttüler bu basın mensupları… Dediler ki: “Biz kamp konusunda yanılmışız.” Hatırlıyor musunuz, ATV muhabirinin birisi aynı bu beyanatta bulundu... Çin’in, görülmesini istediği kampı gezdi ve sonrasında “Kamp konusunda biz yanılmışız. Kamp diye bir şey yok. Zulüm ve işkence yok orada... Sadece meslek edindirme kursu veriliyor ve bu kamplar beş yıldızlı otelden daha lüks…”. Çin’in bu tip manipülasyon ve dezenformasyonlarının önüne geçmenin tek yol, Çin’in belirlemiş olduğu kamplara ve evlere değil, bağımsız gözlemcilerin Google’dan tespit ettiği herhangi bir ev, kamp ya da camiye giderek orada inceleme yapmasıdır. Ondan sonra bu raporlar yayınlanınca dünyadan gereken tepki gelecektir diye düşünüyoruz…. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu heyeti götürürken Birleşmiş Milletlerden, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nden, Uluslararası İnsan Hakları İzleme Kuruluşları’ndan da yanına temsilci alırsa işte o zaman bu raporlar daha inanılır, güvenilir ve ciddi olur. Türkiye’nin bunu yapması gerekir... Önümüzdeki bir-iki hafta içerisinde Türkiye’den bir heyetin bölgeye gideceğiyle ilgili bilgi aldım. Eğer bu heyet yukarıda belirttiğimiz çerçeve içinde oluşturulursa çok daha sağlıklı ve verimli bir iş yapılmış olur. Aksi takdirde, yine Çin’in görmemizi istediği yerleri görüp döneriz. Ve böylece Çin’in bir sahtekarlığına daha imza atmış oluruz. O zaman da Çin haklı çıkarak bölgede gerçekleştirdiği zulümleri örtbas etmiş olur...
Sizce Doğu Türkistan diasporasının mevcut vaziyeti ve konumu, yeterli mi ve doğru mu? Dünya Uygur Kongresi, Doğu Türkistan Sürgün Hükümeti, bunları birbirlerine nispetleri açısından açıklar mısınız? Toplu ve tek bir kuvvet halinde hareket edilebiliyor mu? Doğu Türkistan davasını, Türkiye’nin davası, hatta İslam dünyasının davası haline getirmek noktasında hiç özeleştiri yaptınız mı? Şimdi denebilir ki; Müslüman olmaları yönüyle zaten bu dava onların davası olmalı… Evet, ama bu olması gereken… Olansa, maalesef farklı… Burada orkestra şefliği, biraz da sizlere düşmekte… Mesela 16 sene evvel, o dönem gördüğümüz bir aksaklığı Ankara şubeniz nezdinde dile getirmiştik… Çıkartma kâğıdından kopya birkaç kişi, Doğu Türkistan mitinglerine yaklaşıp “Bize ne Arap’tan, bize ne Gazze’den!” diye pankart açıyordu. Hatta Reisimiz Servet Turgut, Doğu Türkistan Radyosu olsa gerek, oraya verdiği bir mülakatta bunu dile getirmiş ve “Bu ruh hastalarına kapıları kapayıp, bütün İslam dünyasına kapıları sonuna kadar açmalı!” demişti. Sizin, böylesi bir düşünce yapısında olmadığınızı biliyoruz. Ama mesela hâlâ, Allah Resulü’ne(SAV) boy boy hakaret etmiş tipler, Doğu Türkistan organizasyonlarına yaklaşıp boy gösteriyorlar. Siz bu kimseleri tanımıyorsunuz belki ama kamuoyu tanıyor. Ve muhafazakâr kesimde Doğu Türkistan davası, haksız olarak ırkçı kimselerin iştigal alanı gibi algılanıyor. Doğu Türkistan’ın, “aksakallı ve nur yüzlü dedelerle” zihinlere kazınmış temessülünü korumak, bize göre Doğu Türkistan’ın kendisini korumaya çalışmak kadar önemli… Bu konuda neler söylemek istersiniz… İşte Anadolu, işte sizin kalpten çıkacağınıza inandığımız lisanınız…
Allah razı olsun, güzel bir soru... Bahsettiğiniz o teşkilatların isimlerini zikretmek istemiyorum... Toparlayıcılık, birleştiricilik, vizyoner bir organizasyonla hem milletimizi birleştirmek hem de milletimizi birleştirirken bütün Doğu Türkistan diasporasını, vatan içindeki 35 milyonla birlikte vatan dışındaki 3 milyon muhaceretteki kardeşimizi topyekûn bir çatı altında birleştirmek için Doğu Türkistan Milli Meclisi adı altında bir üst siyasi organizasyonu kurduk. Bu kuruluşun amacı, her kesimden kardeşimizi kucaklayabileceğimiz, her kesimden kardeşimizin Doğu Türkistan davasında kendisine yer bulabileceği bir siyasi çatı ve üst örgüt olmasıydı... Biz aslında Türkiye’de bunu kurmak istedik fakat geçtiğimiz yıl seçim arefesinde Türkiye’de buna yeşil ışık yakılmadı. Türkiye, “Biz zaten yedi düvele karşı mücadele ediyoruz. Bir de Çin’i karşımıza alamayız.” deyince, meclisimizi Paris’te kurmak zorunda kaldık… 27 Eylül-1 Ekim 2018 tarihlerinde Fransa’nın başkenti Paris’te 20 ülkeden 15 teşkilat ve 200 delegenin katılımıyla “Doğu Türkistan Milli Meclisi” kuruldu ve bu meclisin başkanlığına bütün delegelerin de oy birliği ile biz seçildik... Aynı zamanda “Doğu Türkistan Bağımsızlık Hareketi” ismiyle bir teşkilat da kurduk... Doğu Türkistan Bağımsızlık Hareketi’miz bizim kendi şahsi teşkilatımız ve partimiz diyebiliriz... Bu bizim taraftarlarımızın ve ekibimizin kendilerini ifade edecekleri siyasi bir organizasyon… Ama Doğu Türkistan Milli Meclisi 35 milyon vatan içindeki esir kardeşlerimizin, muhaceretteki yaklaşık 3 milyon kardeşimizin tamamının ve bütün teşkilatlarımızın çatı örgütüdür. Hedefimiz bu, bu amaçla kurduk. Bunu kurarken de bizim felsefemiz şudur; bütün inançlara saygı duyuyoruz. Milletimizin içinde her türlü görüşten insanlar olabilir. Bunlara saygı duyuyoruz ama bizim değerlerimize hakaret edecek, bizim değerlerimizi aşağılayacak biri olursa bunların hiçbirine de biz müsamaha göstermeyiz. Yukarıdaki sorunuza cevabım budur. Bizimle omuz omuza bu Doğu Türkistan davasını yerine getirecek olan insanların bizim dünya ve ahiret görüşümüze bizim inanç ve değerlerimize saygı duyarak bize destek verirse bu desteğin bir kıymeti, bir değeri olur aksi takdirde bu desteğin bize hiçbir faydası yok.
Aksi taktirde bu desteği İslamsızlaştırmak namına Çin de veriyor yani.
Tabi tabi. Ben çok fazla dinsel motifleri kullanmak istemiyorum uluslararası bir organizasyon olduğu için ama ne demek istediğimizi siz çok iyi anlıyorsunuz
Evet…
Yani bizim düşüncelerimize saygı duyan insanların desteğine ihtiyacımız var. Yoksa bizim düşüncelerimize karşı durup bize destek için gelen insanların desteğine hiçbir zaman ihtiyacımız yok. Bizim düşüncemiz budur.
Şimdi toplumda bir algı da oluşmuş durumda, bu insanların varlığı yüzünden.
Onla ilgili bakın mesela ben size şunu söyleyeyim. O kadar geniş düşünüyorum ki bu konuda açıyı o kadar geniş açtık ki; mesela Türkiye’de bütün siyasi partilere gidiyoruz. HDP dışında bütün siyasi partilere gittim ben. HDP’ye Türk milletinin bu coğrafyada bir alerjisi var, bir refleksi var, bir tepkisi var haklı olarak. Doğu Türkistan davası Türkiye’nin Kıbrıs gibi milli bir davasıdır. Hedefimiz bu çerçeveyi oturtmak. Anlatabiliyor muyum?
Aynı zamanda ümmetin de bir davası.
Bizim buradaki gerçek dostlarımız kalbimizde saklıdır. Gerçek dostlarımız bizimle aynı düşünce, inanç ve ufka sahip olan, aynı vizyonu paylaşan insanlardır. Diğerleriyle de iş birliği yaparız. Onlarla birlikte bu davada yürürüz ama tabi onun kendine göre bir kategorisi, bir mesafesi vardır. Bu kadar ifade edeyim herhalde yeterli ama dediğim gibi bize destek verdiğini söyleyen insanların bizim milli ve manevi değerlerimize hakaret etmesi, onu aşağılaması, küçük düşürmesi haddi değildir. O insanlarla bizim asla işimiz olmaz. Bize destek vermesinler. Öyle bir desteğe ihtiyacımız da yok. Bunu çok açık ve net söylüyorum. Biz Türk’üz, Türk dünyası kendisini Doğu Türkistan’dan sorumlu hissetmeli. Biz Müslümanız elhamdülillah. İslam dünyası da kendisini Doğu Türkistan’dan sorumlu hissetmeli. Biz ümmetin en mazlum coğrafyasıyız. Bakın açık söylüyorum ümmetin en mazlum coğrafyası Doğu Türkistan. Filistin’i ben hiçbir zaman sulandırmak, ötekileştirmek ya da hafife almak amaçlı konuşmadım. İnanın bugün Filistin’de yaşanan zulümden daha ağır bir zulüm var Doğu Türkistan’da. Bunla ilgili herkesle her zaman her yerde müzakere, münazara etmeye hazırım. Bugün Suriye’de bir ihtilal savaşı yaşanıyor ama Doğu Türkistan’da yaşanan bir dinler savaşı. Dinsiz, ateist bir ideoloji burada İslâm’a karşı savaş açmış ama İslam ümmeti uyuyor. Arabistan’a gittim bir ziyaret için. Orada Doğu Türkistan’dan bahsediyorum, ümmet coğrafyasından gelen umreciler ya da hacılar Çin’den bahsederken “ahsen-i nas” diyor. Ahsen-i nas, yani insanların hayırlısı diyor. Ümmet bu kadar uykuda. Ümmet bu kadar gaflet içerisinde. Amerikan aleyhtarlığı, Batı ve İsrail aleyhtarlığı Çin’i ahsen-i nas olarak görecek kadar gözleri, idrakleri ve kalpleri maalesef bağlamış, kör etmiş. Nasıl olur da ateist bir Çin ahsen-i nas olabilir. Filistin-İsrail meselesinde Çin’in Filistinlilerden yana tavır alıyormuş gibi görüntüsü, o şeklen görüntüsü, İslam dünyasını aldatmış durumda. Amerikan aleyhtarlığı ümmeti Çin’in kurtarıcı olduğunu görecek kadar gafletin içine batırmış durumda. Hâlbuki Çin’in İslam ümmeti ve Filistin meselesindeki hassasiyetini ben sorgulamak istiyorum. Eğer sen Çin’i Filistin-İsrail meselesinde test etmek istiyorsan Doğu Türkistan’a bak. Çin Müslümana hangi gözle, hangi nazarla, hangi çerçeveden bakıyor? Tamamen imha etmeye çalışıyor. Müslümana bakışını Doğu Türkistan’da resimlendirmiş. Buna bakarsak ahsen-i nas mı yoksa bela mı, bizim ezeli ve ebedi düşmanımız mı bunu göreceğiz. Burada tabi Türkiye’nin desteğini tekrar ifade etmek isterim. İçerde ve dışarda 7 düvele karşı mücadele ederken, sıkıntılı süreçler yaşarken, 2-3 yıl boyunca gizli diplomasi ile kapalı kapılar ardında Çin’i ikna etmeye çalıştı Türkiye. Girişimleri sonuçsuz kalınca en sonunda patladı. 9 Şubat 2019’da açık ve net Çin’i kınadı. “1 milyondan fazla Uygur Türkü işkence görüyor. Bu işkencelerden Birleşmiş Milletler Avrupa Alanı düzenleme raporlarında bahsedilmektedir. Bu kampları kapatın ve Uygur Türklerini serbest bırakın” dedi. Bu bizim için çok kıymetli bir durum. Türkiye’nin bu kadar badireler atlatırken, dış politikada bir çıkış yolu ararken; Çin’i karşısına alması ve Doğu Türkistan’a sahip çıkabiliyor olması çok kıymetli bir durum. İnşallah bu kıymet yok edilmeden içi doldurulur. Yukarıda bahsettiğim gibi Doğu Türkistan’a bağımsız bir gözlemci heyet gönderilmeli. Çin’i köşeye sıkıştırarak Doğu Türkistan politikasında normalleşmesini sağlamalıyız. Türkiye arabuluculuk ve hakemlik rolünü ısrarla Çin’e telkin etmelidir. Bence bu hakemlik rolü ile Çin’in, Türkiye’nin ve Doğu Türkistan’ın lehine bir sonuç elde edilebilir. Sorunuzda “ümmetten ne bekliyorsunuz?” dediniz. Maalesef ümmetle İslam ülkelerindeki devlet yöneticilerinin aynı frekans ve görüşte olmadıklarını, aynı düşünceye sahip olmadıklarını görüyoruz. Bunu gördükçe de üzülüyoruz.
Doğu Türkistan davasını belki Müslümanlardan daha fazla sahiplenen ve bize ne Gazze’den bize ne Arap’tan diyen o bahsettiğimiz tiplere müsamaha gösterilmesi bu davanın Filistin davası kadar sahiplenilmemesine yol açıyor olabilir mi?
Bakın şunu söyleyeceğim size. Doğu Türkistan davası ümmetin davasıdır. Doğu Türkistan davası Türk Milletinin davasıdır.
Hakikatte öyle…
Hakikatte öyle. Allah’tan korkan ve ümmet bilinci taşıyan her insanın bunu böyle bilmesi lazım. Çünkü bu konuyla ilgili açık ayet ve hadisler var. Resulullah (SAV) diyor ki: “Zulme karşı sessiz kalan dilsiz şeytandır.” Bu sadece Türkiye’deki ümmeti kapsamıyor. 1.5 milyarlık bütün ümmeti kapsıyor. O peygamberin ümmetiyim diyen bütün Müslümanları: dağdaki çobanından, Emir-ul Müminine kadar hepimiz bu hadisin kapsama alanı içerisine giriyoruz. Peki, ümmetten şimdiye kadar kim çıktı da Doğu Türkistan’la ilgili Çin’e itiraz edebildi? Çin’e dur diyebildi ve Çin’e adam gibi Müslüman gibi bir tavır sergileyebildi? Var mı? Yok yok yok... Peki, bunu yapamadık. Hz. Ali efendimizin şöyle bir sözü var; “zulme karşı durunuz, zulme karşı duramazsanız zulmü duyurunuz” diyor. Karşı çıkamadığımız, itiraz edemediğimiz ve fiiliyatta işin içine dâhil olamadığımız, müdahale edemediğimiz 35 milyon Doğu Türkistan’daki ümmete yapılan zulmü duyurmak, onların sesini duyurmak için İslam coğrafyası ne yapıyor? Bakın sesini duyurmak için diyorum, bunun için büyük bedeller ödemeye gerek yok. Çin’i karşına almaya gerek yok. Niye sosyal medyadan ya da basından -şimdi siz geldiniz Allah razı olsun yani sizi tenzih ederim- bangır bangır Doğu Türkistan meselesi duyurulmuyor? Niçin televizyonlar gazeteler bu konuyu gündeme taşımıyor? Yani bu hakikaten çok ironik ve çok acıtıcı bir durum.
Ülkemizde Filistin davasının halk nezdinde büyük bir karşılığı var. Doğu Türkistan davasının da esasen tam manasıyla böyle olması lazım. Ama Allah Resulüne (SAV) hakaret eden insanların da Doğu Türkistan diye haykırması sebebiyle, halk ister istemez bu meseleye bir soğuk bakıyor, bir acaba diyor.
Bakın bir daha söylüyorum. Türkiye’de şöyle bir yanlış algı var: Türk dünyası ve başta Doğu Türkistan sadece Alparslan Türkeş’e emanet edilmiş, buraya sahip çıkma vazifesini Allah(CC) sadece ona vermiş gibi bir durum var. İslam dünyası ve Filistin sadece Erbakan Hoca’ya tevdi edilmiş gibi. Böyle bir vahiy mi inmiş? Anlam veremiyorum. Böyle bir şey yok. Ama Müslümanlar böyle algılıyor işte. Yazıklar olsun ki biz bu Müslümanlardanız. Alparslan Türkeş’in Doğu Türkistan hassasiyeti olması ya da ülkücü milliyetçi kesimin Doğu Türkistan’a ilgi göstermesi, İslami kesimin “bu onların işi” demesine gerekçe olabilir mi? Bunu diyebilir mi? Allah’tan korkmak lazım. Hiç kimse hiçbir coğrafyayı parselleyemez. Hiç kimsenin üzerine ayet nazil olmadı. Ama İslam ümmetinde böyle bir sakatlık, böyle bir dar anlayış var. Şöyle bir tahlil yapıyorum kendi kendime; “eğer ümmet Allah’ın emrettiği ümmet şuurunu bilseydi, kimin ne dediğine itibar etmeden, o ümmete sırf Allah’ın kulu ve Resullullah’ın(SAV) ümmeti olduğu için sahip çıkardı.” Doğru olan bu değil mi? Niye bu ümmet “falanca sahip çıktı, ben de sahip çıkarsam onlardan olurum, ırkçı olurum.” diyor? Ümmetin iman akidesinde sakatlık var. Ümmet “ben Doğu Türkistan’la ilgilenirsem ırkçı olur muyum? Veya imanıma zarar gelir mi” diye korkuyor. Niye korkuyorsun sen? İmanından korkma. Eğer sen Allah’a kalben iman edip onu dille ikrar ettiysen, o ümmetin hangi coğrafyadan, hangi ırktan olduğunun seni hiç ilgilendirmemesi gerekiyor. Allah onu biliyor. Allah senin kalbine göre onun ecrini verecektir. Kim ne derse desin. İnsanların kınaması, eleştirmesi senin umurunda olmasın. İşte bizim bütün hastalığımız bu. Bakın 10-15 yıldır Bülent Yıldırım Bey’le tanışıyorum, bunları ona da anlatıyorum. Allah razı olsun Bülent Bey’de samimi bir kalp var ve o bu konuda hakikaten birçok kesime örnek olabilecek birisi. İslami camianın içinde hakikaten saygı duyduğum arkadaşlardan birisi, görevini hakkıyla yerine getiriyor. Her ne kadar son 2-3 yıldır Doğu Türkistan meselesinde siyaset ile biraz daha uyumlu gittiyse de... Bizim beklediğimiz ölçüde tepki gösteremedi, onu da anlayışla karşılıyorum. Ama Bülent Bey bu konuyu çok iyi analiz ediyor. Bundan 5-6 sene önce yönetimiyle beraber geldi. Burada bir sohbet ettik, Kayseri’de derneğimizde. Şurada, bu kardeşimizin oturduğu yerdeydi. Dedi ki; ‘’Seyit Bey inan Doğu Türkistan’daki zulüm Filistin, Arakan, Çeçenistan, Bosna, Keşmir hepsini toplasan bunların toplamından daha fazla. Ama maalesef Çin kapalı rejim, kapalı kutu olduğu ve oradaki zulüm dünyaya duyurulmadığı için oradaki zulüm, soykırım ve ıstırabı ümmet bilmiyor. Bunu anlatmamız lazım.’’ Bunu söyleyen Bülent Yıldırım. Filistin konusunda uzman ve otorite olan kişilerden birisi bunu söylüyor. Ümmet bilincini yaşayan bir insan söylüyor. Ben ümmet bilincinin bu ölçekte, bu çizgide olmasını istiyorum.
Dediğiniz gibi kesinlikle böyle olması gerek ama bir de Allah Resulü’ne(sav) hakaret eden tipler var ki, adeta bahane oluşturuyorlar.
Ben yukarıda söyledim, onunla ilgili tavrımı konuştum. Bence böyle şeylerin hiç gereği yok.
İşte Doğu Türkistan davasının sahipleri olarak sizin onlara karşı bir tavır sergilemeniz gerekmez mi?
Peygamber(as)’a savaşta müşriklerden birisi geliyor. Bir avuç mücevher getiriyor. Bunu da benden al diyor. Hatırlıyor musunuz bu olayı? Resulullah “Gerek yok, sen önce iman et” diyor. İman edene kadar onun yardımını, hediyesini almıyor. Ne zaman iman ediyor o zaman alıyor.
Ben de ondan bahsediyorum.
Şöyle diyeyim ben size. Resulullah(sav) Mekke devrinde neler yaptı? Ehli kitapla ittifak yaptı mı? Müşriklere karşı Yahudilerle ittifak yaptı mı?
Beni Kurayza Yahudileri ile yaptı ve ihanete uğradı. Sonra da ihanetin cezasını kesti…
Önce ehli kitapla ittifak yaptı, müşrikleri halletti, ondan sonra da döndü öbürünü halletti. Müslüman akıllı olmak zorunda, Müslüman ferasetli olmak zorunda. İşte bizim düsturumuzda bu yol olmalı. Allah bizi o yoldan ayırmasın. Ha bunu söylerken biz melaike ya da mükemmel değiliz. Bizim de hatalarımız var. Ama ben bunların burada söylenip, yazılmasını hoş karşılamıyorum. Çünkü ben sadece Türkiye’de hizmet eden bir teşkilat değilim. Biz Fransa’da kurulduk ve şu anda dünya çapında bir organizasyon kurma aşamasındayız. Sizin o yukarıda bahsettiğiniz bütün Doğu Türkistanlıları temsil noktasındaki en üst çatı örgütü kuracağız. Onun için burada çok hassas, çok dengeli, çok isabetli kararlar almamız lazım. Dediğimi anladınız değil mi? Onun için beni bu konuda mazur görün. Bazı şeyleri sizin tam arzu ettiğiniz, kalben mutmain olduğunuz kelimeleri kullanarak anlatamıyorum belki, beni bağışlayın.
Doğu Türkistan için “Çok uzak” deniyor. Tabi bu bazı şeylere bahane bulmak için kullanılıyor daha çok… Artık dünya küçük bir köy… Her telefon neredeyse, canlı yayın yapmak ve anlık fotoğraf paylaşmak imkânına sahip… Böyleyken, neden sık sık kafa karışıklığı doğuracak açıklamalar ortaya… Kamuoyunda, ''Çin ile ABD’nin, medya didişmesi” gibi bir algı da oluşuyor. Oysa şu hakikat: Toplama kamplarında alenen bir soykırım, asimilasyon yapılmakta… Çin bile başlarda reddettiği bu kampları “Eğitim merkezi” gibi bir makyajla kabul etti. Bütün bu hakiki zulüm manzarası içinde, aslı olmayan haberler yayılıyor. Bu da kamuoyunda “yalancı çoban” etkisi yapıyor. Yani misal Doğu Türkistan’lı bin kişinin misilsiz zulümle öldürüldüğü bir hengâmede, öldürülmemiş bir kişinin ölmüş haberi yayılıyor. Hissiyat doğuruluyor ama bir süre sonra o kimsenin ölmediği haberi çıkıyor. Herkeste bu defa “O bin kişi de öldürülmedi demek… Yalanmış!” duygusu oluşuyor. Mesela mahpus ozanımız Heyit meselesinde böyle oldu. Günlerce Anadolu insanı Heyit’e adeta ağıt yaktı. Ama ölmediğini, hapiste olduğunu açıklayan videosu çıktı. Daha evvel de, bir trafik kazasına ait görüntüler yayınlanmıştı. Ama gerçek ortaya çıkınca da aynı menfi etki oluşmuştu. Oysa Doğu Türkistan, hangi parçasına dokunsanız üzerinize zulüm sıçrayacak bir mazlumluk diyarı… Bu hususlarla alakalı ne düşünüyorsunuz. Mesela Ozan Heyit mevzusunun ilk nereden çıktığını merak ediyoruz. Sizler irdeleme fırsatı buldunuz mu?
Şimdi şöyle cevap verebilirim. Birincisi sorunuz sizin açınızdan doğru ama bizim açımızdan şöyle bir yanlışı var. Mesela iletişim çağı, teknoloji çağı bilginin çok kolay ulaşabileceği bir çağ diyorsunuz. Doğu Türkistan için böyle bir şey yok. Doğu Türkistan da bugün 35 milyon kardeşimiz açık hava hapishanesinde, 5 milyon kardeşimiz kapalı cezaevi ve kamplarda, o kamplardan seçilmiş 1 milyon kardeşimizin ise Çin’e karşı durabilecek potansiyel tehdit oluşturdukları için nereye götürdüklerini bilmiyoruz, akıbetleri meçhul. Anne ve babasından, eşinden, çocuğundan, kardeşinden haber alamayan bir milletten bahsediyoruz. Yani Doğu Türkistan’da şu anda 35 milyon Müslüman Türk, dünyadan izole edilmiş durumda. Bunu anlatmakta da zorluk çekiyoruz. Karşımızdaki muhataplarımızın da idraki burada çaresiz kalıyor. 21. yüzyılda 35 milyon Doğu Türkistanlı nasıl olur da dünyadan koparılabilir, hiçbir iletişim yok mu? Maalesef yok. Benim abim ve ablamın çocukları orada. Onlarla hiçbir şekilde iletişim kuramıyoruz. Şimdi isterseniz yanınızda arayabilirim, teyit ederiz. Telefon cevap vermiyor. Bizim oradan doğru bilgi alma şansımız çok kısıtlı. Hatta doğru veya yanlış, herhangi bir bilgi alma şansımız çok kısıtlı. Ancak haber kırıntılarını toplayarak haber değeri taşıyan bir bilgi oluşturmaya çalışıyoruz. İşte Çin bunu çok güzel suistimal edebiliyor. 5-10 tane haber varsa içine bir tane yalan haber sokuyor. Bizim de onu teyit etme şansımız yok. Çünkü Doğu Türkistan’la irtibatımız yok. Normalde Haber teyit edildikten sonra yayınlanır öyle değil mi? Siz habercisiniz en azından yayınla uğraşıyorsunuz. Ama bizim o sızma haberleri teyit etme şansımız yok. Haber kaynağınız açık değil zaten size talimle haber geliyor, siz ne bulduysanız onu servis ediyorsunuz. Ama buna rağmen ben siyasi vitrinde olan bir şahıs olarak sorumluluk taşıyorum ve çok ince eleyip sık dokuyorum. Ben şüphe ettiğim haberleri kesinlikle eliyorum. Ama Doğu Türkistanlılar içinde sıradan insan çok. Hiç bakmadan incelemeden alıp ve koyuyorlar. Mesela Doğu Türkistan’la ilgili bir hassasiyetiniz bir ilginiz var. Birkaç tane haber geldi, siz onu hiç teyit etmeden servis edebilirsiniz. Teyit etme şansınız yok bilemezsiniz, ama ben bilirim. Mesela en azından tecrübelerime dayanarak o haberin doğru olup olmadığını anlarım. Bununla ilgili az çok tecrübem var, ama sizin benim kadar tecrübeniz yok. Çünkü siz Doğu Türkistanlı değilsiniz, orayı o kadar detaylı bilmiyorsunuz. Siz alıp servis ediyorsunuz, olay Doğu Türkistanlılara ihale ediliyor. Mesela bir karakolda iki polis jopla bir şahsı dövüyor... Videoyu görmüşsünüzdür belki; orası Endonezya. Görüntü bir hırsızlık olayına ait.
Trafik kazasına ait görüntüler de geçti…
O trafik kazası da aynı şekilde. 2009 Urumçi olaylarında bize Çin’den gelen bir haberdi o. Bizim onu hiç teyit etme şansımız yok. Adeta balığı tutmak için ona zoka yutturulur ya biz o zokayı yuttuk. Çin 10 tane haberimizin içinde bir tane asılsız haber buldu ve dedi ki bunlar yalan söylüyor. Rabia Kadir Hanım o haberi basınla paylaşmıştı. Kendisi Doğu Türkistan davasının siyasi vitrinidir ve önderidir. Çin dedi ki “bunlar sahtekâr”. Bu trafik kazasını katliam-cinayet diye servis edince bizi yalancı olarak ifşa etti. Şimdi on haberin bir tanesi yanlışsa dokuzu doğru ise o bizim yalancı olarak adlandırılmamıza bir referans olamaz. Ama maalesef öyle bir algı var. Abdurrehim Heyit olayında bu haberi hiçbir Doğu Türkistanlı servis etmedi. Bunu ben araştırdım. Abdurrehim Heyit’in öldürüldüğü haberi hiçbir Doğu Türkistanlıdan çıkmadı. O arkadaşta nerden aldı bilmiyoruz. Yani bize aydınlatıcı bir bilgi vermedi. Haber kaynağını bize söylemedi. Bilmiyorum acaba ona da birileri zoka mı yutturdu, bilerek mi yaptı, farkında olmadan kandırıldı mı?.. Bizim Doğu Türkistanlı Abdurrehim Heyit’in öldürülmediğini tespit etme şansımız yok. Bende paylaştım aynı haberi. Hatta ben paylaşırken “teyit etme şansımız yok, teyit edememekle birlikte Abdurrehim Heyit’in öldürüldüğüne dair haber aldık.” dedim. Sosyal medyada çok geniş bir şekilde bu haber yayıldı. “Eğer Abdurrehim Heyit öldürüldüyse Allah’tan rahmet diliyoruz. Çin bunun hesabını versin.” Böyle bir haber paylaştım. Üç gün sonra Türk Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada “Bir milyondan fazla Uygur Türk’ü kamplarda esir, işkence görüyor, insan hakları ihlalleri var, raporlara göre bu rakam. Derhal kamplar kapatılarak Uygur Türkleri serbest bırakılsın. Abdurrehim Heyit öldü mü? hayatta mı? toplumumuzda büyük bir infial var.” diyerek bu soruyu sorunca, ertesi gün Ankara’daki Çin Büyükelçiliği Türkiye’yi suçlayıcı bir açıklama yaptı. Bir sonraki gün de Türkiye’deki İşçi Partili birisi aynı minvalde bir açıklama yaptı.
Çin’in uzantıları gibi bir işlev de görüyorlar bu ülkede.
Evet… Bunu direkt Çin büyükelçiliği yapmıyor. Ama Türkiye’deki bunların ajanları, provokatörleri, bunların adamları Çin ağzıyla konuşuyor. Abdurrehim Heyit ölmedi, hayatta diye üç dakikalık video yayınladılar. Bu ilk defa Perinçek’in adamları eliyle yayınlandı.
Yaşadığına dair haberin de teyit imkânı yok herhalde.
Onun da teyidi yok. Şimdi bilgisayar teknolojisiyle, görsel efektlerle o kadar güzel fotomontaj yapılıyor ki, ben Abdurrehim Heyit hayatta mı değil mi hala şüphe içindeyim? Onun hayatta olduğuna benim kanaat getirmem için iki-üç bağımsız gözlemci onunla görüşmeye gitmeli, fiziki temas kurmalı. Ancak o zaman inanacağım. Yoksa şu anda ölmüş insanın bile bilim kurguyla, efektle, fotoşop ile ağzını ve mimiklerini hareket ettirebilir, onun sesini verebilirsin. Bu onun hayatta olduğuna dair bir emare değildir.
Öldüğü hangi kaynaktan çıkmıştı tam olarak?
Bir şahıs… Abdurrehim Heyit’in arkadaşıymış güya ama ben bilmiyorum. Resmî bir ağız değil, bir şahıs… Şimdi Abdurrehim Heyit’in hayatta olduğunu var sayalım. Prof. İlhan Tohti var, onun gibi binlerce profesör, din adamı, entelektüel şahsiyet, sanatçı, müzisyen, spor adamı, bunlar nerede? Bunların akıbeti ne? Çin Büyükelçiliği bunların yaşadığına dair video yayınlamadığı için ses yok. Erkin Öncan diye birisi var. Bu yine Perinçek’in Türkiye’deki adamlarından birisi. Bunu yayınlayanda ona benzer bir isim, şu an ismini tam hatırlayamadım. Ben şöyle paylaştım; “Abdurrehim Heyitin hayatta olduğuna dair bir video yayınlamışsın ama bunlar nerede? Bunların hepsi toplumun bilinen önderleri entelektüelleri, bilim adamı, sanatçı, müzisyen, din adamı, aydın, münevver, toplumun önder insanları, nerede bu insanlar?” Bunlara cevap versin, bunların hiçbiri ortada yok. Hiçbirinin hayatta olduğuna dair bir bilgi yok, ama muhatap susuyor. Ancak yine Türkiye Cumhuriyeti sormalı bunlar nerede diye, belki cevap verme lütfunda bulunurlar. Eğer bir yalan habere medyada yer veriliyorsa bu ayıp bizim ayıbımız değil. Doğu Türkistan açık ve şeffaf olsa, seyahat özgürlüğü ve basın yayın özgürlüğü kısıtlanmasa, biz bir tane yalan haber yayınlarsak o zaman uluslararası toplum bizi yalancılıkla ya da dezenformasyonla itham etsin. Ama kapalı bir rejim olduğundan girip çıkamıyoruz. Telefonla dahi görüşemiyoruz, haber alamıyoruz. Ancak oradan gelen bilgi sızıntılarını paylaşmak zorundayız. Maalesef bu bilgileri teyit edemiyoruz. Kamuoyunun bunu adil bir şekilde yargılaması, bizim yalancı olmadığımızı, Çin’e iftira atmadığımızı değerlendirmesi gerekir. Hem mağduruz, hem mazlumuz. Bu ahvalde sözlerimiz yalancılık ya da dezenformasyonla itham edilirse, bize bir kere değil, iki kere değil on kere zulmedilmiş olur.
Çin bunu siyasetinde kullanıyor…
Güzel sordunuz onu da şöyle açıklayayım. Bence Abdurrehim Heyit olayını Çin bilerek provoke etti. Çünkü Türkiye’de biz 3-4 aydır il il dolaşıp meydanlara iniyoruz. En az 50 60 ili gezdik. Basın toplantısı, miting, sokak gösterisi, gıyabi cenaze namazları, televizyon programları yaptık ve toplumsal bir farkındalık oluştu. Şimdi Çin ne yapıyor, bu farkındalıkla siyasi bir sonuç alınmadan önce bunu itibarsızlaştırıp bizim sesimizi tamamen kısmayı hedefliyor. Ve o paylaşan şahıs kimse artık, o şahsı da bilerek ya da bilmeyerek kullandılar. Çin’in adamıdır, ajanıdır deyip öyle bir ithamda bulunmuyorum ama her şey, her türlü ihtimal olabilir. Buradaki amacı Türkiye’deki hassasiyeti kırmak olarak görüyoruz. Bizim lehimize olan meseleyi bizi yalancı çıkararak aleyhimize çevirmeye çalıştılar. “Bunlar yalan söylüyor Abdurrehim Heyit ayakta” diyerek bizi tamamen itibarsızlaştırmak istediler ama Türk Dışişleri Bakanlığı çok güzel bir cevap verdi. Dedi ki “Tamam Abdurrehim Heyit hayatta olabilir. Bunun videosunu gönderdin. Ama geri kalan yüzlerce binlerce Doğu Türkistanlı nerede? Onlar hayatta mı değil mi? Bunları sen hangi gerekçeyle tutukladın? Hangi uluslararası hukuka dayanarak gözetim altına aldın ve kamplarda sorguluyorsun. Bunlar yasal mı?” diyerek çok anlamlı ve manalı bir açıklama yaptı ve Çin’in bu tezgâhı kendi başına döndü. Bence Çin orada bir hile yapmak istedi ama Cenab-ı Allah onun hilesini başına çevirdi. Abdurrehim Heyit olayı da Türk kamuoyunda Doğu Türkistan’la ilgili hassasiyeti ve farkındalığı zirveye taşıdı. Yani Çin kendi ayağına kendi sıktı. Ha şimdi Amerika-Çin rekabeti ya da Amerika-Çin medya savaşları var. Şimdi size şunu söyleyeyim, bakın sözümün başında da söyledim; Doğu Türkistan’da bir Çin soykırımı var. Amerika’nın Doğu Türkistan olayı ile ilgilenmesi ya da ona basınında yer vermesi ya da Çin’e karşı Doğu Türkistan’ı kullanma niyetinde olması Doğu Türkistanlıların mazlumluğuna, mağduriyetine gölge düşürür mü? Düşürmez. Peki Çin’in zulmünü örter mi? Örtmez. Ama Türk-İslâm dünyasında Amerikan aleyhtarlığının zirve yaptığı bir dönemde Çin Amerika’yı öne sürerek bütün cinayetlerini örtüp kendisini masum göstermeye çalışıyor. Doğu Türkistanlıları da Amerikan işbirlikçisi göstermeye çalışıyor. Bu alçakça ve adice bir provokasyondur, dezenformasyondur. Buna hiç kimsenin aldanmaması gerekmektedir. Doğu Perinçek burada bana saldırıyor. Amerikancı CIA’cı FETÖ’cü diye. “Kürdistan kurduracağız” dedi filan diyorlar. Oysa hiç aslı astarı, alakası olmayan şeyler bunlar. Geçen gün Abdulkadir Yapcan’ın bir duruşmasına katıldım. Kendisi İstanbul’da bir kanaat önderi, Doğu Türkistanlı saygın bir kardeşimizdir. Orada hâkim bey sordu; “Siz Doğu Türkistanlı mısınız” diye, evet dedim. “Nerede doğdunuz?” dedi. Ben 1964 yılında Doğu Türkistan’dan çıkıp Kabil’de dünyaya geldim, hicrette muhacirette. “Doğu Türkistan davasını ve Doğu Türkistan’daki Çin zulmünü nereden biliyorsunuz” diye sordu. Ben de dedim ki; ‘ilk defa çocuk yaşlardayken anne, babamdan, dedemden duydum. Onlar orada yaşamışlar. Çin’in kamplarında kalmış benim babam. Her türlü zulme uğramış; açlık, sefalet, yoksulluk, her türlü işkenceyi yaşamış. İlerleyen dönemlerde de oraya giden, gelen, oradaki zulmü yaşamış olan kardeşlerimizi dinleyerek onların tanıklığından’ diye ifadede bulundum. 29. Ağır Ceza’daki Abdulkadir Yapcan’ın duruşmasında geçen ifadelerimi alıyor Doğu Perinçek, babamdan, dedemden duydum dediğim için beni güya yalan konuşuyormuşum gibi duyduğum bir hikayeyi anlatıyormuşum gibi şeyler söylüyor. Yani burada asıl dezenformasyonu, asıl yalanı bunlar uyduruyor. Abulkadir Yapcan’ın yaptığını bende yaptım demişim. Ben şunu söyleyeyim, Abdulkadir Yapcan’ın terör eylemine karıştığına şahit olmadım. Abdulkadir Yapcan’la birlikte Ankara’da biz Çin elçiliği önünde protesto eylemi yaptık. Onun yaptığını bende yaptım dedim. Yani birlikte protesto eylemi gerçekleştirdik. Bunu kastederek konuşuyorum ben. O da –Perinçek- Abdulkadir Yapcan’ın yaptığını bende yaptım sözümü öne sürerek bana da terörist ithamında bulunmaya çalışıyor. Yani kelimeleri cımbızlayarak çıkartıp asıl kurguyu, asıl iftirayı ve hileyi Doğu Perinçek ve dolaylı olarak Çin uyguluyor. İşte burada gerek Türk kamuoyu, gerekse Doğu Türkistan ile ilgilenen herkesin, özellikle müslüman camianın da Amerikan algısını çok iyi analiz ederek Doğu Türkistan’ın mağduriyetine Amerikan gölgesi düşürmemesi gerekir. Velev ki Amerika Doğu Türkistan meselesiyle fiili olarak ilgilendi. Yani oradaki zulüm sonlandırılacaksa Çin’i mi tercih edeceğiz? Amerika bu işe müdahale etti diyerek Çin’in oradaki soykırımına rıza gösterip ona sessiz mi kalacağız? Çin orayı tamamen yok etsin, katletsin, Amerika bu işe karışıyor diye biz suskun mu kalalım? Böyle bir politika ya da böyle bir görüş doğru mu sizce? Bence zalim kim olursa olsun ona karşı durmamız, mazlum kim olursa olsun onun yanında yer almamız gerekiyor. Bugün zalim Doğu Türkistan’daki Çin Komünist Yönetimidir ve buna karşı bizim onurlu bir şekilde Müslüman gibi Türk gibi duruşumuzu sergilememiz gerekiyor. Amerika’nın somut bir bilgisi yok, somut bir girişimi de yok. Açık ve net konuşuyorum. Niçin bu algı ta Endonezya’ya kadar yayılıyor? Cakarta’da yüzbinlerce Müslüman 2018 Aralık ayında Cakarta Çin Büyükelçiliğinde protesto gösterisi yaptı. Dediler ki Doğu Türkistan’daki zulmü durdurun. Bunun üzerine Çin Büyükelçisi apar topar hemen o cemaat, kanaat önderleriyle toplantı yaptı. Çin Büyükelçisi onlara ne demiş biliyor musunuz? Doğu Türkistan’da Amerika’nın oyunu var, CIA operasyonu var, siz buna aldanmayın demiş. Her yerde aynı şeyi söylüyorlar. Sözümün başında da bahsettim, Amerika’nın dış politikadaki bazı hatalarından dolayı İslâm dünyasında, Türk dünyasında ve uluslararası camiada Amerikan aleyhtarlığının zirve yaptığı bir dönemde Çin Doğu Türkistan’daki bu zulmünü gizlemek için bizi “Amerikancı” olmakla itham ediyor. Buna hiç kimse inanmasın. Eğer buna inanan varsa Çin’in buradaki soykırımına ve zulmüne ortak olmuş olur…
Doğu Türkistan davası namına bizler, binlerce gönüldaşımız namına sizlere varlığımızı beyan etmeye geldik… Anadolu’yu, hangi camia ve hangi yapı olursa olsun, Müslüman olmak kaydıyla toplu bir iman refleksine dönüştürmek lazım… İşte bizler kayıtsız şartsız bu meselenin yanında duracağımızı beyan ediyoruz. Vasıtamızla sizin de son söz sadedinde bütün Türkiye’ye beyan etmek istediğiniz bir şey var mı?
Son olarak şunu söylemek isterim. Buraya kadar gelmişsiniz. Bizimle dertleşmek, hasbihal etmek için. Allah razı olsun ayaklarınıza sağlık. Size, sizin nezdinizde camianıza, Seriyye Dergimize ve okurlarına 35 milyon Müslüman Doğu Türkistan’lı kardeşimizin selamlarını ve emanetini iletiyorum. Bu emanet Allah’ın emanetidir. Ben bir aracıyım. Yukarıda birçok şey anlattım. Allah’ın razı olacağını düşündüğümüz ve bizim de istediğimiz mücadelenin, hakiki cihad ateşinin, orada yanmasını, alevlenmesini diliyorum. Cenab-ı Allah bize o günleri göstersin. Ben inanıyorum ki Anadolu’dan binlerce kardeşimiz Doğu Türkistan bağımsızlık mücadelesinde, Allah’ı razı edecek bu cephede yer almak isteyecektir. Cenab-ı Allah bize o günleri göstersin…