İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Yüce Kitabımız, Allah Kelamı, Kuran-ı Kerim, arapça bir sözcük olan '' Kuran '', okumak, ezbere okumak, biraraya getirmek anlamlarına gelir. 23 senede inen Yüce Kitabımız Kıran-ı Kerim asırlardır tahrif edilemeden bir harfi dahi değiştirilemeden bugünlere kadar gelmiştir ve kıyamete kadar da değiştirilemeden, üzerinde en ufak oynama dahi yapılamadan gidecektir. Zira El-Müheymin olan Allah(c.c) ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: ''Kesin olarak bilesiniz ki bu zikri ( vahyi, Kuranı ) kuşkusız biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.'' (Amenna ve Saddaknâ). Sünnet ise sözlükte, yol, gidiş, tabiat, prensip, kanun gibi anlamlara tekabül eder. Terim anlamıda Peygamber Efendimiz'in (S.a.v) söz ve fiillerinin ve takrirlerinin tümü manasına gelir. Resulullah (S.a.v)' in hadisi şerifleri, ayetleri açıklar. Kısa ve öz olarak beyan edilen Allah'ın kelamını izahlandırır. Misal; ayeti kerimelerde namaz kılmamız gerektiğini Allahu Teala birçok kez tekrarlar. Fakat namazı nasıl kılacağımızdan bahsetmez. Namazı nasıl kılacağımızı ise Resulullah (S.a.v)' in sünnetleri izaha kavuşturur. Nitekim Gaye İnsan ve Ufuk Peygamber (S.a.v) mukaddes ağızlarından dökülen hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: '' Ben namazı nasıl kılıyorsam sizde öyle kılın. '' (Buhari, Ezan, 18, Edep, 27, Ahad, 1 ). Son olarakta Kuran ve Sünnet'in birbirinden ayrılamaz olduğunu, kördüğümle birbirine bağlı olduğunu beyan eden ve tastikleyen ayeti kerimenin meâlini de yazalım: '' Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdiği zaman, artık mümin bir erkek ve bir kadın için, hiçbir tercih hakkı yoktur. Zira kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur''. (Ahzap 33/36 )
Giriş yaptıktan sonra meselemizi billurlaştıralım ve bu yazıyı yazmamıza amil olan sebebe gelelim: Hokkabaz profesörlerin illüzyonik hareketlerle şapkadan tavşan çıkarma girişimleri... Yani hakikati dalaverelerine peşkeş çekme... Yani sinsi Kuran düşmanlığı, açık Sünnet düşmalığı... Karışıyor evet farkındayız... Biraz daha açalım. Kuran bize yeter diyen hokkabaz reformistlerin Sünneti kabul etmedikleri aşikâr ve dillerine pelesenk olmuş vaziyette. Ama Kuran-ı Kerime ise öyle açıktan değil alttan alta, sinsi sinsi bir düşmanlık tütmekte. Soba borusunda ki deliği fark edip, kokuyu alabilen bu sinsiliği yakalayabilir. Bariz bir şekilde Sünneti redderler ama Sünneti redderken otomatik olarak ayeti de reddettiğini illüzyonik hareketlerle göstermeden, belli etmeden. ''... Zira kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.'' Sapkınlığın nirvanasına çıkarlar ama illüzyonik hareketlerle, efsunlu konuşmalarla karşı tarafı narkoz verilmiş hastaya döndürürler, dimağını uyuştururlar. Sadece ve sadece satıh hokkabızlık marifeti! Bu hokkabazların bizi uçsuz bucaksız uçurumlara sürükleyeceği aşikâr. Nasıl mı? Yol ve yordamlarını gösterelim. Önce evliyalardan, Allah dostlarından başlarlar reddetmeye. ''Bize, Allah, Kuran, Peygamber ve Sahabeleri yeter! '' derler. Daha sonra Sahabeleri reddederler. ''Bize Allah, Kuran, Peygamber yeter! '' derler. Daha sonra Peygamberi reddederler. ''Bize Allah ve Kuran yeter! '' derler. Daha sonra Kuran-ı reddederler. ''Bize Allah yeter!'' derler. Daha sonra Allahı reddederler. ''Bize akıl ve mantık yeter! '' derler ve Müslümanları uçsuz bucaksız uçuruma atarlar. Bunların Müslümanları getireceği nihai nokta burasıdır. Müslümanları fosseptik çukuruna atıp, kendilerine sinirli ve inandıklarına pişman bir şekilde bakan Müslümanlara ise yapacakları tek hareket ''Naniiikk!'' çekmek olacaktır. Görebilene..!
Büyüğümüz Servet Turgut, Yakazat isimli eserinde: ''Şeytanı görebilmek, onunla mücadele edebilmenin baş şartıdır!'' der. Ufak bir dokunuşla konumuza uyarlıyalım bu cümleyi: ''İnsan silüetine bürünmüş şeytanları görebilmek, şeytanla mücadelenin şartlarındandır!''. Bu hokkabazlar, kafir insandan daha teklikeli yaratıklardır ve yanıbaşımıza malikanelerini kurmuşlardır. Kafir net olarak söyler ve onun ne idiğünü bilirsin. Fakat bu hokkabazlar bulanıktır. Siyah ve beyazın ortasındadır, gridir. Sendenmiş gibi yaklaşır ama iç dünyasında, seni bitirmek için bıçak bileyler ve sana namütenâhi uzaktır. Şevkatli ve başını okşayıcı bir şekilde yaklaşır ama sinsi emellerinde ensene tokatı atıp fosseptik çukuruna yuvarlamak hülyaları dolanır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek İdeolacya Örgüsüsü eserinde bunlardan şöyle bahseder: '' Düpedüz kâfir, olduğu gibi devrilmiş bir yelkenlidir, hidayet vincine bağlanırsa olduğu gibi doğrulur, yüzer, mükemmel bir tekne halini hemen kazanır. Fakat, reformacı, güya denizde yüzen ama her noktasından su sızan, kırık dökük, perçin ve macun kabul etmez bir teknedir. İkincisini kurtarmak, birincisinden çok daha zor...'' Ve şunu da ekler: '' Üstelik reformacı, mücerret fikir ve dava haysiyeti bakımından da, hem mümin ve hem kâfirin nefretini kazanmış mitolocya unsurları gibi başı insan, vücudu keçi bir hilkat galatı...''
Bu hilkat garibelerinin sayıları azımsanmayacak kadar çok ve her geçen gün artmakta... Soyadı İslamoğlu ama kendisi münafıklığın daniskası olan hilkat garibesi geçen senelerde: ''Hacamat ne ya? Peygamber yapmışsa yapmış! O zaman Peygamber yetimdi gidin ananızı öldürün!'' deyip satıh üstü satıh hokkabazlıklarla fikir hainliğini ve iman yoksunluğunu tescillemiştir. Bir örnek daha verelim. İlham şeytanları ile ilhamlanan İlhami Güler isimli akademisyen de Hızır (A.s)'ın anlatıldığı ayetlere ve yaşanan hadiselere şu yorumu getiriyor: '' Şaka değil yani. Bu çocuğun annesi babası çok iyi gelecekte de bu çocuk bunlara işkence edebilir yani böyle bir gerekçe ile çocuk öldürülmez. Bu gerekçe insanlığın sağ duyusunda, vicdanında kabul edilemeyeceği apaşikar ortada''. Bak bak apaşikar ortadaymış! Apaşikar ortada olan senin fikir hainliğin ve iman yoksunluğundur. Bu numunelerin söylemleri 3-4 sene içerisinde bizzat ağızlarından itiraf edilmiştir. Cahiliye devrinin sapkınlıklarından bahsetmiyoruz. Müslüman milletin vatan topraklarının içinde vatansızların yaptığı sapkınlıklardan, yakın tarihlerdeki sözlerinden bahsediyoruz. Fırsat sahalarını oluşturdukça ciğerlerinde ki urları yavaş yavaş kusan bu hokkabazlar kusmaya da devam edeceklerdir. Fikirleri ve haysiyetleri virane olmuş insanlar, satıh hokkabazlıkları ile İslamiyeti virane göstermeye çalışıp onu tamir etmeye kalkışıyorlar. Üstad Necip Fazıl Kısakürek, İdeolacya Örgüsü eserinde bunların röntgenini şu cümle ile çok iyi çekiyor ve dev ekranlara yansıtıyor: '' Reformacı, ne türlüsü olursa olsun, İslamı harap bir bina farzedip onu dışından payandalamak, ahşap evlere dışardan çimento püskürtürcesine, onu dışından desteklemek, onu yardıma muhtaç bilip bu yardımı dışından tedariklemek gayretinde bir fikir haini ve iman yoksunudur!''.
Bu, sözde! inandığından, şüphe eden insanları, Allah kendisinden şüphe edilecek duruma düşürsün. Müslümanları fosseptik çukuruna atıp '' Naniikk'' çekmek isteyenleri; Allah, kendi kurduğu tuzaklara düşürüp, Müslümanlara gülümsemeyi nasip etsin. '' İslamı gadre uğratmaya çalışan meçhul sanığın altından babamız çıksa bizim için o gün bitmiştir! '' anlayışını ve şuurunu idraklerimize yerleştirerek Üstad Necip Fazıl'ın şu cümlelerini hep bir ağızdan haykırıyoruz: '' İslam güneş gibidir! Güneş yenilenmez, güneşe bakan göz yenilenir! ''.