İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Sırat-ı müstakim, istikamet yolu... Her türlü aşırılıktan uzak olan orta yol, dosdoğru yol. Salih bir kul olabilmek için evvela sırat-ı müstakim üzere olmak gerek… Müslüman, ifrat ve tefritten kaçınıp, itidal halinde kalmalı. İtidal; bir şeyi yerli yerinde yapmak, iki uç arasındaki orta yolu tutturmak, kıvam ve denge hali anlamlarına gelir. Aslında itidal, sanıldığı üzere, müspet ve menfi arasındaki orta yolu tutmak değildir. Servet Turgut’un da ifadesiyle:
“İslam’da itidal, bir müspet keyfiyetin iki ucu arasındaki denge noktasıdır. Ama itidali anlamayan insanlar, hak ile batıl arasındaki orta yolu tutmayı itidal zannediyorlar.”
İtidal, merhamet ile şecaat arası bir tavır sergilemek değildir. Merhametin de şecaatin de kime ve ne için sergilendiğindedir tüm mesele… Neticede “Mikroba merhamet, hastaya zulümdür!”
Her şey yerli yerinde güzel… Gerçek Müslümanlık, her meselede İslami şuurun bizlere vermiş olduğu bakış açısıyla hadiseleri muhasebe edip nerede, nasıl davranacağının şuuruna ermiş olmaktır. Allah Resulü’nün “Fitne çıkarmayın.” hadisini, zulmünde ısrarcı olan bir zalime karşı kullanmak itidal değildir; bilakis bir şeyi ait olmadığı yere koyarak, zulmetmektir.
Ayet meali:
“…küffara karşı çok çetin, kendi aralarında gayet merhametlidirler...” (Fetih-29)
Tekrar Servet Turgut’tan aktaralım:
“İnsan olmak
Mücerret gerdanlıklarını doğru takınmaktır!
Öfkeyi zalime
Merhameti mazluma
Tevazuyu mümine
Azameti ekâbire karşı kullanmaktır!”
Kuran-ı Kerim'de, sıralamaya göre ilk sure olup, Kuran'ın hülasası ve bütün surelerin mana noktasından izahı olan ve kıldığımız her namazda okuduğumuz Fatiha suresinde de tekrar ettiğimiz bir dua vardır:
“Bizi dosdoğru yola (sırat-ı müstakime) ilet." (Fatiha-6)
Kuran’da müminlerin “vasat bir ümmet” kılındığı haber verilmektedir. Günümüzde “vasat” kelimesi “ne iyi ne kötü” manasında kullanılıyor olsa da Kuran dilinde “vasat” kelimesi “her şeyin en hayırlısı ve efdali” anlamına gelmektedir. Vasat ve itidalin olmadığı yerde haddi aşma kaçınılmaz olur. Ve "Haddini aşan her şey tersine inkılâp eder!" Yani olması gereken istikametten çıkıp zıt bir yola evrilir.
Mücerret gerdanlıklarını doğru takınan bir mümin için bu tavır, itikatta, amelde, dünya işlerinde ve her mevzuda sergilenmelidir. İtikattaki muvazene tavrına örnek olabilecek düsturlardan biri, müminin “havf ve reca” (korku ve ümit) dengesi içinde olmasıdır.
Havf; kelime manası olarak “korkmak” demektir. Burada korkunun da dereceleri söz konusudur. Avama ait korku, bir suç sebebi ile akıbeti düşünmekten kaynaklanır. Havasa dair olan korku ise, sevenin sevdiğinden korkması, bir hata nedeniyle sevgilinin gönlünü kırmaktan duyacağı bir endişe halidir. Reca; kelime manası olarak “ümit etmek” demektir. Kul her ne günah işlemiş olsa da tövbeleri kabul edecek bir Rabbinin olduğunu unutmamalıdır.
Havfın haddini aşması, insanı yeise düşürür, Allah’tan ümidini keserek dünya ve ahirete dair her şeyden elini eteğini çeker. Recanın haddi aşması ise kişinin kendini mutlak teminat altına bilip, gaflete sürüklenmesine sebebiyet verir. Kamil bir müminde bu iki hal de itidal düzeyde olmalıdır.
Ayet meali:
“Onlar Rablerine, azâbından korkarak ve rahmetini umarak duâ ederler.” (Secde-16)
Havf ve reca muvazenesini, Hz. Ömer’in şu beyanı çok net ifade eder:
“Yeryüzünde sadece bir kişi cennete gidecek deseler onun ben olduğumu, yine sadece bir kişi cehenneme gidecek deseler yine onun ben olduğumu farz ederim.”
İmam-ı Gazali (r.a), İhya’da Mekhul ed-Dimeşki’nin şöyle dediğini nakletmiştir:
“Allah Teala’ya korkuyla ibadet eden Haruri’dir (Harici), ümitle ibadet eden Mürcii’dir, muhabbetle ibadet eden ise zındıktır.”
İmam Süyuti (r.a)’in Hadis, Fıkıh ve Arap dili sahalarında içtihat mertebesine yükseldiğini söylediği Takiyyüddin es-Sübki (r.a)’in bu söze getirdiği izahı çerçevelendirelim.
“Dalalete düşmüş olanlardan başka Rabbinin rahmetinden kim ümit keser?” Ümitte, Allahu Teala’nın vaadini tasdik vardır. Salih amellere vadedilen güzel karşılık konusunda pek çok ayet bulunduğu gibi, kötü amellerin azapla neticeleneceği hususunda da pek çok ayet mevcuttur. Allahu Teala’nın vaadini tasdik farzdır. Dolayısıyla hiçbir ümit barındırmayan korku tavrı, günahkârların dinden çıktığına hükmeden Hariciler’in tavrı gibidir. Onlar, günahkârlar için hiçbir af, mağfiret ve rahmet umudu bulunmadığını söylerler.
Mekhul (r.a)’in, “Allahu Teala’ya ümitle ibadet eden Mürcii’dir.” sözüne gelince, manası şöyledir;
Allahu Teala’ya korku hissi olmadan sadece ümit ile ibadet eden kişi, günah işlemekten korkmuyor demektir. Korku hissi ortadan kalktığı zaman, ibadetlerin farz ve vacip olduğu inancı da giderek ortadan kalkar. Çünkü kişi farzı terkinden dolayı kendisine azap edileceğine inansa, korku hissini terk edemez. Zira ibadetlerin farz olduğunu bilmek ve öyle niyet etmek şarttır ki, farz ibadetler ancak böyle bir niyet ile sahih olur. Mürcie taifesine göre de, bir mümin günah işlediği zaman, imanı bulunduğu sürece bu günah ona hiçbir zarar vermez ve o kimse hiçbir azaba uğramadan cennete gider.
“Muhabbetle ibadet eden zındıktır.” mevzusuna gelecek olursak da:
Allahu Teala’ya, azabından korkmak, cennetini ve rızasını ummak gibi herhangi bir niyet taşımaksızın, sırf “Allah sevgisi” hissiyle ibadet eden kimse, ibadetlerin farz olduğu inancını terk etmiş demektir. Bu kimse, sevdiği birisine yönelik bir işi, o hak ettiği veya istediği için değil, kendi istediği için yapan kimse gibidir. Buradaki istekte Allahu Teala’nın emrinin olup olmadığının, ibadete layık ve müstahak bulup bulmadığının bir önemi yoktur.
Mekhul’un (r.a) İhya’da zikredilen bu sözünün devamı, Sübki’nin (r.a) getirdiği izahatı desteklemektedir:
“Allahu Teala’ya korku, ümit ve sevgi hislerini cemederek ibadet eden kimse, gerçek Tevhid eridir.”
Hakiki bir Müslüman, mücerret gerdanlıklarını doğru takınmayı bilen, imanında da, ibadetlerinde de, dünyalık işlerinde de, kısaca her durum ve şartta itidalini korumayı başaran, ifrat ve tefritten kaçınan kimsedir. Ne mutlu her daim itidal üzere kalanlara!