İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
İlayı Kelimetullah için aleme nizam vermek!
Yaşanmaya değer hayatın biricik misyonunu ifade eden bu nurdan doktrin, Allah’ın insana emrettiği davayı ve kulluk borcunu ne de güzel özetliyor.
İnsan ise bu kutlu misyonun güdücüsü mevkiinde…
Ayeti kerimede Yüce Allah mealen şöyle buyuruyor;
"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzab, 33/72)
Kainatın köyü mesabesindeki dünyaya alçalan insanın vatanına dönmesi ve tekrardan yücelmesi için onu alçaltanlara doğrultmuş olduğu tılsımlı kılıcın adıdır, İlahı Kelimetullah için nizamı alem.
Allah (azze ve celle) ayeti kerimesinde mealen şöyle buyurur:
“Ve ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56)
Varlık aleminde hiçbir eser yok ki müessiri tarafından ona yüklenmiş bir memuriyeti olmasın. Yoktan var etme cehdinden uzak insan bile var olanlarla türettiği eşyalara bir misyon yüklemiştir. İcat ettiği her eşyanın bir mükellefiyeti vardır. Tırnak makasından uçağa kadar bütün icat edilmiş makineler, bir işi halletmek için mevcutturlar. Üretilen eşya, halletmesi gereken işin iktidarından düşerse, yeri ya hurdalıktır ya çöplük. Eşyaya tahakküm iktidarı olan insan, eşyayı hallettiği işe göre kıymetlendirip, görevi olmayan hiçbir makine üretmemişken, şeytani bir vesvese ile kendisinin bir memuriyeti ve işi olmadığını da iddia eder maalesef. Makinenin mecazi olarak rabbi olan insan, tasarruf yetkisi altında olan eşyalara başı boşluk hakkı vermezken, mecazi yaratma cehdindeki mahluk olarak, onu yoktan var eden ve onda mutlak tasarruf hakkına sahip hakiki Rabbin ona yüklediği memuriyeti reddetme gafletine düşer. İnsanın bu dünyada yapacak işi olmadığını iddia etmek, ahmaklıktan öte şeytanın akıl etme melekelerini örtmesi sonucu ortaya çıkan, küfre meyyal bir idraksizliktir. İlahi memuriyetin farkında olan ve kulluk icraatını, Allah’ın istediği gibi icra edenler de vardır hamdolsun.
İlahi memuriyet, kulluk… Yani Allah’a yaklaştıracak her şey. Allah’tan gelene, Allah’ın istediği gibi tabi olmak ve alçak dünyadan Allah’a hicret etmek, yücelmek... Allah’ın salih kulları diliyle mukaddes kitabında yer verdiği hakikat:
“Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” (Bakara, 2/156)
İnsan farkında olsa da olmasa da dönüş O’na, kabul etse de etmese de seyir O’na …
Allah’ın, insanın fıtratına işlediği kulluk memuriyeti, yaratılanlar arasında insana en şerefli mahluk olma ünvanını da bahşetmiştir. Nitekim Allah (azze ve celle) ayeti kerimesinde mealen:
“Andolsun ki biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.” (İsra, 17/70)
Buyurur. Bu şerefi müdafaa ancak fıtratımızı muhafaza ile mümkündür.
Yüce Allah mealen buyuruyor:
“O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30/30)
Fıtrat… Hâlık’ın mahlukuna, memur ettiği ameli ifa etmesi ve muradı doğrultusunda çalışması için işlemiş olduğu lahuti kod… Dışı mamur edici iç güdü… Kainatta maddi yahut manevi bütün mahlukatın cinsine göre değişiklik gösterse de, doğuştan malik olduğu yegane hassa… Gösterilen bütün tavır ve işlerin düğümlendiği temel... Olmuş, olmakta ve olacak olanın niçini, hep bu...
İnsan memuriyetini icra edebilmek için fıtratı muhafazaya mecburdur dedik. Peki fıtratı aslından rücu ettiren, onu fesada bulamak isteyen taarruz mevkiinde kim ya da kimler var?
Kulluğun ferdi ve içtimai iki buudu mevcuttur. İki alemde, iki cephede icra edilmesi gereken bir ameldir kulluk. Fert alemine ve fertler alemine nizam verme borcu da vardır bu amelin… Bu iki cepheden herhangi birini ihmal etmek, bu muharebede mutlak mağlubiyetten başka bir şey değil. İnsanı helake sürükleyici tesirlerin, yoğun kalabalıkları ardındaki patronluğunu, iki varlık icra etmekte. İnsanı helak etmeyi menfaat edinmiş ve bu menfaat mukabilinde ittifak etmiş iki ezeli düşman:
Şeytan ve nefis…
Bu şer ittifakının cibilliyetini biraz olsun gözler önüne serebilmek adına misallendirelim.
Düşük bütçeli mafya filmlerinde iki kötü adam tiplemesi vardır hani. Biri güçlü, uzun boylu ama budala, diğeri sıska, sivri burunlu, sinsi ve zeki… Bir işi halletmek için yola koyulan bu ekipte, işi bulmak ve planı kurmak görevi sinsi zekinindir. Bu planı uygulamak ise idrakten yoksun ve işin kaba kuvveti, budala güçlünün... Anladığınız üzere budala, nefis, sinsi ise şeytandır… Ve bu işte beraber çalışırlar. Budala nefiste insanın bileğini bükme kuvveti mevcut ancak o şerrin mefkuresini kuracak kafa cehdine sahip değil. Sinsi şeytan işte ferdi bozacak bir yaptırım gücünden yoksun ancak bozuk fertlerle nizamsızlık nizamını kuracak fikre ve kafa cehdine sahiptir. Serüvenin sonunda budala nefsi de bozuk para gibi harcayacak sinsi şeytan, ferdi bozguna uğratmak için nefsin kaba kuvvetine muhtaç. Acınası budala nefis de gayretsiz kazanılan yüklü maaşa ezelden beri tav olduğundan, şeytanın ona pasladığı gayrı meşru işin müptelasıdır. Bu kirli ittifakın al gülüm ver gülüm hesabı kısaca bu.
Kişi, hasmının taarruz ettiği yeri müdafaa etmelidir ki muzaffer olsun.
Taarruz eden şer ittifakının amacı ve birliktelik sebebi belli… Bu sebeptendir ki, insanın mücahede ve müdafaa taktiği de belli…
İnsan evvela nefsin kaba kuvvetinden kurtulup fert planında şeytanın kolunu kırmaya mecburdur. Budala nefislerce bükülemeyecek bir bileğe sahip olmanın şanlı pehlivanlığına erdikten sonra, alemde nizamsızlık icra eden sinsi şeytanı alt edecek ilme, fikre ve diyalektiğe de muhtaç.
Fahri Kainat Efendimiz (s.a.v) buyuruyor:
“Kuvvetli ve kahraman pehlivan, herkesi yenen kimse değildir. Kuvvetli ve kahraman pehlivan ancak öfke zamanında nefsine mâlik olan ve öfkesini yenen kimsedir.” (Müslim, Birr ve Sıla, 107)
Dedik ya şeytan zeki, şeytan sinsi… Fikirsiz ve ilimsiz bir pehlivan, şeytanın kullanmakta zorlanmayacağı bir kimsedir. Zaten fikirsiz ve ilimsiz pehlivan, şeytanın, kolu, ayağı, kaba kuvveti olabilecek potansiyele de sahiptir…
Tezimize misal olsun kabilinden eski ümmetler zamanında geçen bir olayı nakledelim.
Ademoğlu yaratıldığından bu yana, Allah indinde, insanın yerini ve şerefini düşürmeyi iş edinmiş şeytan, Allah’a ve onun bir emri olan insana düşmanlığını icra etmektedir.
İnsanlık tarihinin meçhul bir zamanında, şeytan, bir ağacı insanlar idrakinde ifrat hale getirmiş ve o dönemin gafillerini ağaca secde ettirerek küfrün tezgahını kurmayı başarmıştı. Tezgahının başında cirosunun zevkiyle neşelenirken şeytan, Allah’a iman etmiş, küfrün ağacını cemiyetten kesmeyi murat etmiş bir âbidi, elinde balta ile ağaca doğru yürürken gördü ve bir insan suretine bürünüp sordu:
-Ey adam, bu hiddetli hal ve elindeki baltayla nereye gidiyorsun böyle?
Âbid zat:
-İşittim ki Alemlerin Rabbi yerine bir ağaca secde edenler varmış! Bu elimdeki baltayla o ağacı kesmeye gidiyorum!
İnsanı hayırdan etmek ve her türlü hayrı da şerre bulamak gayesi olan şeytanın, bu gayeyi gerçekleştirmek amacıyla kesesinde hazır bin bir hilesi vardır. Bu hilelerden kurtulmanın tek yolu, Allah’ın emirlerine tavizsiz, pazarlıksız tabi olmaktır. O hilelerden birini seçer ve âbid zâta savurur:
-Sanane be adam! Bırak isteyen istediğini yapsın. Dileyen dilediğine tapsın. Sen ne diye insanların işine karışıyorsun! Allah onların cezasını mutlaka verecektir.
Allah’ın ahkamına mugayir bir amele ve küfre rızası olmayan âbid zât:
-Yazık sana hayırsız adam! Beni hayırdan edecek bu sözler de neyin nesi!
Diye mukabele eder. Tezgahına balta savrulacağı korkusu şeytanı kızdırmıştır. Öfkeyle şeytan:
-Ben senin bu işi yapmana müsaade edemem! Beni aşmadan oraya gidemezsin!
Der. Allah’a isyanın merkezini temsil eden şeytanın meydan okumasına “hay! hay!” diyen âbid şeytana saldırır.
Şeytan tek hamlede yerdedir… Âbid zât ise niyetini amele dökmek namına ağaca doğru yönelir. İhlas ile yapılacak bir amelin karşısında duramayacağını bilen şeytan, işten vazgeçiremediği âbidin ihlasından eksiltmek namına bir kez daha daldırır elini hile torbasına ve söz ile saldırır:
-Dur bir lahza da dinle beni… O ağacı kessen ne fayda!.. Dünyada başka ağaç mı yok? İnsanlar gider yenisini bulur nasılsa… Gel seninle anlaşalım, bir orta yol bulalım.
Der. Galibiyetin uyuşturucu refahı içinde âbid, “Söyle!” der gibi durur. Ve şeytan, çatallı diliyle çalar âbidin kulağına hilesini:
-Halinden belli fakir bir kimsesin. Sen gel bu işten vazgeç, ben de her gece sen uyurken yastığının altına bir altın iliştireyim. Sen beni tanımazsın… Doğrusu benim hünerlerim çoktur! Eğer dediğim yalan ise yarım kalan işini tamam etmeye kadirsin de zaten!
Şeytanı alt etmeyi pazısından bilen âbidin aklına bu teklif yatar. Zaten bir terslik olursa baltası hazırdır(!). Hem biraz mal kazandıktan sonra da amelini icra edebilir(!).
Dışardan yüzüne baktığı şeytanın içinden sesini duyar da âbid, kendi fikri sanar bu vesveseleri. Âbide cazip görünür teklif ve işinden cayar.
Günler geçer ve iki taraf da şerden yana sözlerini tutarlar. Bizim fikirsiz âbidin baya bir parası olmuştur ki, bir sabah yastığın altını boş bulur. İyice eşelediği yatağında altın olmadığına kanaat getirir. Aradan geçen zamanın körelttiği baltasını alır ağacı kesmeye doğru yola koyulur. Şerli ahitlerinin gerçekleştiği yerde bir daha karşılaşırlar. Bu sefer kendinden emin ve pişkin bir vaziyette sorar şeytan âbide:
-Ey adam, bu hiddetli hal ve elindeki baltayla nereye gidiyorsun böyle?
Eksik kesesinin hiddeti ile âbid cevap verir:
-Kesmemem için anlaşma yaptığımız ağacı kesmeye gidiyorum!
Alayvari bir vaziyette şeytan:
-Senin o ağacı kesmeye gücün yetmez âbid! Zaten ben sana müsaade edecek de değilim !
Ve atılır âbidin üstüne. Tek hamlede yere serer âbidi. Daha evvelce yendiği şeytanın, onu bu kadar kolay alt etmesini idrak edemeyen âbid şaşa dursun, şeytan okur nutkunu:
-Ey ahmak adam! Bundan evvelki döğüşümüzde Allah için yola çıkmış ve niyetini de halis tutmuştun. Sen o ihlas halinde iken, değil ben, cümle şeytanlar karşında dursa seni alt edemezdik. Şimdi ise pak niyetin kirlendi, Allah için edilen niyeti altın için ettiğin niyetinle değiştirdin. Bundandır ki gayrı senin bana gücün yetmez.
Kıssayı izaha lüzum yok.
İnsan, halis amellerini ve pak niyetlerini, nefsinin şerrinden korumadan şeytanla aşık atamıyor. Allah’ın ahkamını yer yüzüne yaymak gibi bir derdi olan her insan bilmelidir ki bu davada hakiki bir pehlivanlık, onu sırat-ı müstakim üzere tutacak sağlam kulp yani ilim ve hasmının niyetini bakışından çıkaracak keskin bir fikir lazımdır. Çünkü şeytanın açtığı her tezgahta insanın nefsinin arzu ettiği şeyler pazarlanır. Cemiyetteki küfür ormanlarını budama arzusu imanın kaviliğinden de olsa tek başına yeterli değildir. Şeytanın suladığı her ağacın tohumu, nefsimizin karanlık bırakılan topraklarına da sinsice ekilmiş ve çoktan boy vermiştir zaten.
Küfrün ormanını, kulluğun iki cephesinde parsa parsa genişletirken şeytan ve nefis ittifakı, nizamı alem davacısına düşen görev, evvela şerrin ittifakını bozup ferdi kurtarmak sonra kurtulmuş fertlerle küfrün ormanlarını kurutmak. Ardından arza İslam’ın tohumlarını ekmektir.
O kadar muhtaç ve o kadar mecburuz.
Rabbim, bugün yahut bir gün, slogan edasıyla değil, imani bir öfke ve fikri bir hamle olarak, cemiyetin orta yerinde, cümle müminlere haykırmayı nasip etsin…
YAŞASIN İLAYI KELİMETULLAH İÇİN NİZAMI ALEM!