Bedir'i Anlamak, Her Şeyi Anlamaktır!

Yazan: 24 Eylül 2020 1864

Bedir Harbi, hicretin 2. yılında ve miladi 624 yılında gerçekleşir. Bedir kasabası, Mekke-Medine yolunun Suriye kervan yolu ile birleştiği yerde bulunuyordu. Ticaret yolu üzerinde bulunması hasebiyle bu kasabanın sakinleri de geçimlerini bir nevi turizm sayılabilecek konaklamadan ve hayvan yetiştirmekten sağlıyorlardı.

Hicretin 2. yılında Kureyşliler, kalabalık bir kesimin katıldığı ve başlarına da Ebu Süfyan’ı emir tayin ettiği ticaret kervanını Suriye’ye yolcu ettiler. Allah Resulü (s.a.v) bu kervandan haberdar olur olmaz sahabilerini topladı ve onlara kervandaki muhafız sayısının azlığından ve kervandaki malın çokluğundan bahsederek bu kervanı Suriye’den dönüş yolunda Bedir’de kıstırabileceklerini söyledi.

Allah Resulü (s.a.v), kervan hakkında istihbarat toplamaları için Talha bin Ubeydullah ve Said bin Zeyd’i görevlendirdi. Lakin bu isimler Medine’ye ancak Bedir Harbi’nin yaşandığı gün dönebildiler. Allah Resulü (s.a.v), kervanın dönüş haberini başka bir kaynaktan öğrendi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v) yerine Abdullah bin Ümmü Mektum’u vekil tayin ederek hicretin 2. yılında, Ramazan ayının 12. gününde Medine’den ayrıldı. Daha sonra Ebu Lübabe Hazretlerini Medine’ye memur tayin ederek, onu yarı yoldan Medine’ye geri gönderdi. Ordunun sancaktarlık görevine ise Hazreti Ali, Musab bin Umeyr ve Sad bin Muaz tayin edildi. Ordunun sayısı hakkında muhtelif rivayetler vardır. Bu rivayetlerden birisi, 74’ü muhacir ve 231 tanesi de ensardan olmak üzere toplam 305’tir. Çeşitli mazeretler sebebiyle ensardan ve muhacirden birkaç kişi izinli sayılarak savaşa katılamamıştır. Lakin bu sahabilere de savaşa katılmış gibi daha sonra ganimetten pay verilmiştir.

Ebu Süfyan, Suriye’den dönüş yolunda Allah Resulü’nün (s.a.v) kendisine baskın yapacağını haber aldı ve bunun üzerine Mekkeli müşriklerden yardım istedi. Kendisi de Mekke’ye ulaşmak için tedbir gereği, Bedir’den hayli uzakta olan ve çok nadir kullanılan sahil yolunu tercih etti. Ebu Süfyan’ın yardım talebinin Mekke’ye ulaşması üzerine müşrikler Kureyş’in bütün kollarına haber salarak asker talep etti. Ve böylece 1000 kişiden oluşan bir kuvvet oluşturdular. Bu kuvvetin başına da Ebu Cehil’i kumandan tayin ederek Mekke’den uğurladılar. Müşrik ordusunda 700 deve, 100 tane de at vardı. Müslümanlarda ise sadece 70 deve ve 2 at bulunuyordu. Müslümanlar müşriklere göre insan kuvveti açısından 1’e 3, deve sayısı bakımından 1’e 10, at sayısı bakımından ise 1’e 50 nispetinde daha zayıftılar.

Kureyş ordusu Cuhfe’ye geldiğinde Ebu Süfyan’ın habercisinin kervanın kurtulduğunu haber vermesi üzerine müşrik ordusundan bazısı savaşmaya gerek kalmadığını düşünerek Mekke’ye geri döndü. Lakin ordunun ileri gelenleri, hazırladıkları bu güçlü orduya güvenerek kibirlendiler ve bu ordunun gücünün mutlaka Müslümanlara gösterilmesi gerektiği yönünde görüş belirttiler. Bu sırada Allah Resulü (s.a.v) ordusuyla birlikte, Bedir yakınlarında konaklamıştı. Kervan hakkında bilgi getirmeleri için Hazreti Ali, Zübeyr bin Avvam ve Sad bin Ebi Vakkas’ı Bedir kuyularına gönderdi. Bu sırada Allah Resulü ve ashabı, Kureyş ordusunun Mekke’den Medine’ye doğru hareket ettiğini bilmiyorlardı. Hazreti Ali, Zübeyr bin Avvam ve Sad bin Ebi Vakkas, Bedir’e yakın bir yerde konaklayan müşriklerin Bedir kuyularına su almaları için gönderdiği kölelerden 2 tanesini yakalayarak Allah Resulü’nün (s.a.v) huzuruna getirdiler. Bu köleler sorguya çekildi ve müşrikler için her gün kesilen deve sayısından, sayılarının yaklaşık 1000 civarında olduğunu tahmin ettiler. Kölelerin verdiği bilgiyi tahkik etmek için Abdullah ibn Mesud ile Ammar bin Yasir keşfe gönderildi. Keşif esnasında sabaha karşı Kureyş’in konakladığı yerde büyük bir telaşın yaşandığı haberini getirdi Abdullah bin Mesud ile Ammar bin Yasir. Bu kargaşanın sebebi, kurtulan kölelerin Müslümanların Bedir yakınlarında bir yerde olduklarına dair müşriklere verdiği bilgidir. Müşrikler de bu bilgi üzerine baskın yemek korkusuyla hemen hazırlık çalışmalarına başladılar. Lakin o gece yağan kuvvetli yağmur sebebiyle iki taraf da harekete geçme fırsatı bulamadılar.

Bu manzara karşısında Allah Resulü (s.a.v) ashabını topladı ve onlara “Allah iki nimetten birini bize müjdeledi, hangisini seçersiniz?” buyurdu. Allah Resulü’nün (s.a.v) iki nimetten kastettiği şeylerin ilki, Kureyş kervanına baskın verip mallarını almak, ikincisi de, Kureyş ordusuyla savaşarak mutlak bir zafer kazanmak… Allah, hangisini tercih ederlerse etsinler, zaferi kendilerine nasip edeceğini Resulü’ne bildirmişti. Tercih, Kureyş ordusu oldu. Aslanlar gibi çarpışmak ile kervana baskın yapmak arasında aslanlar topluluğu olan ashab-ı güzin elbette savaşmayı tercih edecekti ve öyle de oldu. Bu sırada Miktad Hazretleri Allah Resulü’ne hitaben: “Ya Resulallah! Rabbin sana ne emrettiyse onun üzerinde ol. Vallahi biz sana, Yahudilerin Musa peygambere dediği gibi ‘Git, Rabbinle birlikte düşmanlara karşı çık. Biz bulunduğumuz yerden kımıldamayız.’ diye bir söz söyleyecek değiliz. Biz senin izindeyiz.” dedi. Yine savaş öncesi meşveret devam ederken, ensarı temsilen Sad bin Muaz Hazretleri de, “Yâ Resûlallah, biz sana inandık. Bize getirdiğin Kur’ân’ın hak olduğuna şehâdet ettik. Sen nasıl arzu edersen öyle yap. Sen bize denizi gösterip dalsan biz de seninle birlikte dalarız. Ensârdan tek kişi dahi geri dönmez. Biz sözümüzde duracağız.” dedi. Ashabının kendisine sadakat belirten bu sözleri üzerine Allah Resulü (s.a.v) tebessüm ederek, “Yürüyün ve Allah’ın lütfu ile şad olun. İşte, Kureyş’in tek tek düşüp uzanacakları noktaları görüyorum.” dedi.

Harp günü Allah Resulü (s.a.v) ve ashabı Bedir kuyularının bulunduğu mevkiye vardığında kuyuların müşrikler tarafından tutularak arkalarına alınmış olduğunu gördüler. Bunun üzerine şeytan, sahabilerin kalbine şöyle bir vesvese saldı: “Siz kendinizi hak yolda sanıyor ve aranızda peygamber var sanıyorsunuz ama bakın içecek tek damla bile su yok. Suyu Kureyş tuttu. Susuzluğun tam canınıza tak edeceği sırada gelip sizi doğrayacaklar.” Sahabiler arasında böyle bir ıstırap yaşandı. Lakin Allah’ın nusreti hemen yetişti ve gök, kapılarını açarak Bedir’i yağmura doyurdu. Sahabiler de kırbalarını ve tulumlarını su ile doldurdular.

Bu hadiseyi anlatan ayet meali:

“Allah gökten su indirir. Ta ki onunla pak olasınız. Kalbinizden şeytanın vesvesesi gitsin. Kalbinize kuvvet ve adımlarınıza sebat gelsin.”

Şimdi, Bedir gazasının adeta ruhunu tariflendiren ve ölçülendiren bir ayetten bahsedelim. Mücadele süresinin 22. ayeti… Meali:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun, Allah’a ve peygamberine düşmanlık eden kimselere -babaları, oğulları, kardeşleri yahut diğer akrabaları da olsa- sevgiyle bağlandıklarını göremezsin. İşte Allah bu müminlerin kalplerine imanı nakşetmiş ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları -orada ebedî kalmak üzere- altından ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın askerleridir; iyi bilinmeli ki kurtuluşa erecek olanlar da Allah’ın askerleridir!”

Ayette “babaları dahi olsa” ifadesi ile kastedilenin Hazreti Ebubekir olduğu rivayet edilir. Şöyle ki; Hazreti Ebubekir babası ile konuşurken babası Ebu Kuhafe Allah Resulü’ne (s.a.v) hakaret etmeye başlar. Bunun üzerine Hazreti Ebubekir babasına yumruk atar. Babası da durumu Allah Resulü’ne (s.a.v) bildirir. Allah Resulü (s.a.v), Hazreti Ebubekir’i çağırtarak olayı teyit ettirir. Hazreti Ebubekir de aynen böyle olduğunu tasdik edince Allah Resulü (s.a.v) Hazreti Ebubekir’e bir daha böyle bir şey yapmamasını telkin eder. Bunun üzerine Hazreti Ebubekir, “Ey Allah’ın Resulü! Eğer yanımda bir kılıç bulunsaydı, o kılıcı babamın yüzüne indirirdim.” der. Bu hadise üzerine de bu ayetin nüzul ettiği rivayet edilir.

Yine “babaları dahi olsa” ile kastedilenin Ebu Ubeyde bin Cerrah olduğu rivayet edilir. Zira o Uhud Harbi’nde babası Abdullah bin Cerrah’ı öldürmüştü.

“Oğulları dahi olsa” ifadesi ile kastedilenin yine Hazreti Ebubekir olduğu rivayet edilir. Çünkü o Bedir Harbi’nde oğlu Abdullah’ı teke tek çarpışmaya çağırmıştı.

Ayette “kardeşleri dahi olsa” ile kastedilenin de Musab bin Umeyr olduğu rivayet edilir. Bedir Harbi’nde müşrik saflarında yer alan kardeşinin savaş sonrasında bir sahabi tarafından iple bağlanarak esir alındığını görünce sahabeye hitaben “Ey kardeşim. İpi sıkı tut ki kaçamasın. Zira onun annesinden güzel bir fidye alabilirsin.” der. Bunu duyan kardeşi, “Sen nasıl böyle konuşabilirsin. Ben senin kardeşin değil miyim?” der. Musab bin Umeyr bunun üzerine kardeşliğin keyfiyetini ölçülendirmeye dair şu harika yanıtı verir:

“Hayır! Sen benim kardeşim değilsin. Benim kardeşim, şu an senin ipini elinde bulunduran kişidir.”

Yine ayette “kardeşleri dahi olsa” ile kastedilenin Musab bin Umeyr olduğu rivayet edilir ki bu rivayetin sebebi bir öncekinden başkadır. Musab bin Umeyr, Bedir Harbi’nde kardeşi Ubeyd bin Umeyr’i öldürmüştür.

Ayette “soydaşları dahi olsa” diye kastedilenin de Hazreti Ömer olduğu rivayet edilir. Bu rivayete sebep de Hazreti Ömer’in Bedir’de dayısı el-As bin Hişam bin et-Muğire’yi öldürmesidir.

Yine ayette “soydaşları dahi olsa” ile kastedilenlerin Hazreti Hamza ve Hazreti Ali olduğu rivayet edilir ki onlar da Bedir’de akrabalarından olan Utbe, Şeybe ve el-Velid’i öldürdüler.

Sahabeleri Bedir’e sevk eden iman ve onları Bedir’de muzaffer kılan istikamet sırrı izhar edilip diriltilmedikçe ümmetin üzerindeki ölüm yılgınlığı da hiçbir zaman sona ermeyecektir.

Bedir’i anlamak, her şeyi anlamak olacaktır…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi