İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Kader, imanın altı şartından birisidir. Kader, Allah’ın henüz olmamış hadiseleri önceden bilmesi ve bunu levh-i mahfuza yazmasıdır. Levh-i mahfuzda yazılı olan şeylerin sırası geldikçe tahakkuk etmesi de kazadır. Mahlukatı yoktan var eden Allah’ın, aynı mahlukatın istikbalde ne gibi bir fiilde bulunacağını bilmemesi, bilememesi mümkün müdür? Peki, Allah’ın bunu önceden bilmesi, mahlukatın iradesini yönlendirdiği, yani bir zorlama olduğu anlamına mı gelir? Tabii ki hayır! Şöyle bir misal verelim; bir dağın zirvesinde oturan birisinin olduğunu ve bu dağın eteklerinde de keskin virajları olan bir yol olduğunu düşünün. Bu kimse dağın eteklerine bakıyor ve bu keskin virajlardan birine ters istikametlerden iki tane aracın hızla yaklaştığını ve hızlarını yavaşlatmazlarsa da bu iki aracın çarpışacağının kesin olacağını görüyor. Şimdi bu kimsenin yola hakim bir noktadan manzarayı seyretmesi ve ilerleyen bir zaman diliminde olacak olan bir şeyi bilmesi, bu yolda seyahat eden araç sahiplerinin iradesine müdahale ettiği anlamına mı gelir? Elbette hayır, değil mi? Bilâ teşbih, velâ temsil, Allah da bütün mahlukatın hâlıkı olduğundan ve onun için geçmiş ve gelecek diye bir zaman dilimiyle kayıtlanmak da mümkün olmadığından dolayı hiç zorlanmadan mahlukunun dünyada ne yapacağını bilir. Bunu bilip levh-i mahfuza bu bildiklerini yazması da kaderdir.
İnsanoğlu, sahip olduğu cüz’i iradesiyle dilediğini yapmakta hür bir şekilde yaratılmıştır. Dilediğini yapabilme hürriyetini elde edebilmesi için de hayır ve şer yaratılmıştır. İnsan, hayır ve şerri seçme noktasında hürdür. Lakin burada, şerri seçmesi noktasında Allah’ın bir zorlaması yoktur. Kulların hayrı da şerri de tercih etmesi yine Allah’ın iznine tabidir lakin Allah şerrin tercih olunmasından razı değildir. Muhal farz, eğer Allah insanlara irade vermeyip de önceden belirlediği rolleri icra etmesini sağlamış olsaydı o zaman imtihan olmazdı. İslam tarihi boyunca kaderi bir tiyatro gibi, yani önceden belirlenmiş rollerin oynandığı ve bu rollerin dışına çıkılamadığı bir oyundan ibaret gibi anlayan fırkalar olmuştur. Bu fırkaya Cebriyye mezhebini örnek verebiliriz. Cebriyye mezhebine göre kader telakkisi; insanın gerçekleştirdiği fiillerin, kendisinin hiçbir etkisi olmadan yalnız Allah’ın iradesi ve kudretiyle gerçekleşmesi ve insanların bu noktada fâil olmadığı yönündedir.
Kelam tarihçileri, Asr-ı Saadet’ten sonra zuhur eden ilk itikadî problemin cebir ve ihtiyar meselesi olduğunu belirtmiştir. Bu problemin altında yatan sebepler var şüphesiz. Bu sebepleri siyasi ve sosyal sebepler, dinî ve fikri sebepler bir de kültürel sebepler olarak sıralayabiliriz. Emeviler’in, Hazreti Ali taraftarlarının muhalefetini kırarak onları bertaraf etmek için icra ettikleri yanlış siyasetlerin Allah’ın takdiri olduğunu, böyle olduğu için de bunun bir şekilde gerçekleşeceğini ifade etmeleri bu anlayışın siyasi sebebidir. Kur’an’da insanın hür iradeye sahip olduğunu belirten ayetlerin yanında cebir ifade eden müteşabih ayetlerin de yer alması, Allah’ın sıfatları ile ilgili yorumların başlamasına sebep olmuştur. Bu da Cebriyye’nin kader telakkisinin dini ve fikri sebebidir. İslam’ın büyük fetihlerinin gerçekleşmesiyle birlikte ister istemez yabancı kültür ve inanışlarla temasa geçilmiştir. Yabancı milletlerin ve inanışların, insanın hayatı yaşamak noktasında hür mü yoksa mecbur mu olduğuna dair düşünüşleri İslam alimlerinin de gündemini meşgul etmiştir. Bu mesele ile meşgul olmanın da Cebriyye fikrinin yayılmasına katkısı olmuştur. Cebir fikrini temellendirerek kelam ilmine mâl edenin Cehm bin Safvan olduğu kabul edilir. Bundan dolayı bu düşünceye Cehmiyye adı da verilir.
Cebriyye mezhebinin tam zıttını ifade eden bir de Kaderiyye mezhebi vardır. Bu mezhep de Cebriyye’nin zıddı olarak kaderin varlığını topyekün inkar eder. Kainatttaki bütün iş ve hareketlerin kulun iradesi sonucu gerçekleştiğini düşünür Kaderiyyeciler. Kaynaklarda kader konusunu gündeme getiren ilk kişinin Ma‘bed el-Cühenî olduğu belirtilir. Emevi idaresinin, devrindeki bazı yanlış uygulamalarını kadere nispet etmeleri ve Cüheni’nin de buna karşı çıkarak düşüncesini yaydığı söylenir.
Kader noktasında birbirine taban tabana zıt iki telakkinin oluşundan da anlıyoruz ki ifrat, her zaman tefriti doğurur. Tefrit de her zaman ifratı. Cebriyye, Kaderiyye’nin sebebi; Kaderiyye de Cebriyye’nin bir sonucudur. Bunun misali çoktur. Vahdet-i Vücud ve Selefilik bahsinde de bu böyledir. İbn Teymiyye de düşüncesini temellendirirken genelde Muhyiddin Arabi Hazretlerini ve onun Vahdet-i Vücud nazariyesini nişan almıştır. Buradan hareketle Vahdet-i Vücud Selefilik’in sebebi; Selefilik de Vahdet-i Vücud’un sonucudur diyebiliriz.
Kaderin var olduğuna delalet eden ayetler:
“Yeryüzünde vukû bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın! Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadîd, 22)
“Biz her şeyi bir ölçüye göre (kader ile) yarattık!” (Kamer, 49)
Kader ile ilgili hadisler:
“Hz. Cabir (ra) anlatıyor: "Resûlullah buyurdular ki:
"Kul, hayrıyla, şerriyle kadere inanmadıkça, kendine (hayır ve şerden) isabet edecek şeyi atlatamayacağını, (hayır ve şerden) kaçacak olan şeyi de yakalayamayacağını bilmedikçe iman etmiş olmaz." (Tirmizi, Kader 10, 2145)
“Ubade İbnu's-Samit (r.a) oğluna ölümü sırasında demiştir ki: ‘Oğulcuğum, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe sen, imanın hakikatinin tadını asla bulamazsın. Zira ben, Resûlullah'ın şöyle söylediğini işittim:
“Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: ‘Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarlarını yaz!’ dedi. Oğulcuğum, Resûlullah’tan şunu da işittim: Kim bu inanç dışında olarak ölürse benden değildir.” (Ebu Davud, Sünnet 17, (4700); Tirmizi, Kader 17, (2156))
Kadere imanı, imanın şartı olmaktan çıkaran ve bunu da Kur’an’a dayandırdığını iddia eden bir kesim var günümüzde. Hoş, aynı kesim Kur’an’daki Hızır-Musa kıssasını anlatan ayetlerin de Kur’an’da olmaması gerektiğini(haşa) söyleme cüretinde bulunuyor artık. Bu kesimin gayesi “Sünnetsiz Kur’an” anlayışı geliştirmekti güya, lakin geldikleri nokta gösterdi ki artık “Kur’an’sız Kur’an” gibi bir garabette karar kıldılar. Kur’an’a rağmen Kur’an’cı(!) olmak nasıl bir sapkınlık ve dalaletmiş bunu da öğrenmiş olduk sayelerinde.
Kadere iman hususunda imanımızı emniyete alacak şu ölçüyü idrakimizin kulaklarına küpe edinelim:
“Keyfiyetleri Allah’a havale ediniz.”
Ve kader hususundaki sözümüzü de Üstadımız Necip Fazıl’ın şu şiiriyle bitirelim:
“Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan gel de sıyır beyazı!..”