Tesbih ve İmâme, İslam Âlemi ve Türkiye

Yazan: 02 Ekim 2019 1614

Türkiye’nin İslam âlemine nispeti, tespihin imâmesinin tespih tanelerine nispeti gibidir. 7 asır boyunca İslam’a sancaktarlık yapmış olan bu mübarek milletin bir asır önce yere düşmesiyle bize hem zâhirde hem de bâtında bağlı olan bütün Âlem-i İslam da yere düştü. “Yiğit düştüğü yerden ayağa kalkar.” Hakikatince de ancak biz ayağa kalkarsak Âlem-i İslam ayağa kalkabilir. Hilafetin kaldırılmasıyla İslam âlemi ile olan aramızdaki zâhir bağları koparıldı lakin bâtın nispetimizi hala muhafaza ediyoruz. Çıkmamış candan umudun kesilemeyeceği gibi, kopmamış bâtın nispetinden mülhem de umudumuz hâlâ diridir. Düştük ama ölmedik…

Bir anne kuş düşünün… Yuvasında, beslemekle mükellef olduğu yavruları var… Yavruları, annelerini henüz yuvasına dönmeden uzaktan duyulan kanat seslerinden bile tanıyıp ağızlarını açarlar… Anne yem ile gelecektir çünkü… Bugün Türkiye’de öze dönüş anlamında derinden bile olsa bir kanat sesi duyulsa, İslam âlemi de tıpkı yuvadaki yavrular gibi beklentilerini ve hasretlerini sesin geldiği yöne doğru çevirmekteler. Ve bundan ötürü de Türkiye’den çok şey beklemekteler. Bu anlamda Türkiye olarak mesuliyetimiz ağır… Ağırlığıyla birlikte bir de bu mesuliyeti ifa ederken avlanma sahasında ve yuvanın etrafında mücadele etmek zorunda olduğumuz yılanlar, çıyanlar ve akbabalar var… Anlayacağınız, canımıza kasteden bu mahlûklarca kuşatılmış vaziyetteyiz. Ama o yemi de o yavrulara ulaştırmak zorundayız. Bunu yapamadığımız takdirde yavrular ölecek… Bu saatten sonra da anne kuş olarak bizim yaşamamızın bir anlamı kalmayacak… Anneyi ayakta tutan şey, yavrusunu yaşatmaktaki azim ve mücadele içgüdüsüdür çünkü… Ya yavrularımızla birlikte yaşayacağız ya da yavrusunu kaybetmiş ama yaşamaya da devam eden hilkat garibesi bir anne olacağız… Şimdi olduğu gibi…

Konumuzu Suriye özelinde müşahhaslaştıracak olursak… Suriye’de patlayan savaş sebebiyle Türkiye’ye ilk göçün başladığı yıllarda, zulümden kaçıp ülkemize hicret eden Suriyeli bir Müslüman ile Türkiye’li bir Müslüman arasında adeta ensar-muhacir nispeti vardı. Şimdi ise bu nispet bağının zayıflamaya başladığına dair emareler görülüyor. Yakın bir zamanda Şanlıurfa’da bulundum. Bu bahsettiğim emareleri bizzat yerinde müşahede ettim. Şanlıurfa gibi misafirperver, sofrasında sürekli tıpkı İbrahim Peygamber’inki gibi misafir eksik olmayan cömert ve diğergam bir bölgemizin bile Suriye’li kardeşlerimizden rahatsız olmaları beni ciddi anlamda rahatsız etti. Rahatsız oldukları şeylere toplu olarak baktığımızda ise kültürel uyuşmazlıkların ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Bu bahsettiğimiz rahatsızlıkların Türkiye genelinde de ufak tefek farklılıklar dışında aynı olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında Suriye’li vatandaşın esnaf dükkanı açarak vergi ödememesi, ucuz iş gücü sağladıkları için bölge insanının iş bulmakta güçlük çektikleri iddiası gibi ekonomik durumlar da var tabi… Bütün bu uyuşmazlık ve anlaşmazlıklar ise siyah ile beyaz arasındaki gibi zıtlık belirten bir ayrılık değil, devletin terbiyesi ve kontrolü altında fırsata çevrilebilecek cinsten bir şey...

Suriye’lilerin ülkemize gelmeye başladığı günden bu zamana kadar Suriye’li hakkındaki menfi tutumunu hiç değiştirmeyen bir kitle de var ülkemizde tabi… Hoş, bu kitlenin, Müslüman olmamız hasebiyle bu ülkenin vatandaşı olan bizlere karşı da yüz yıllık bir düşmanlıkları söz konusu… Bu düşmanlıklarını darbeler, yalnızlaştırmalar gibi değişik yollara başvurarak göstermişlikleri de mâlumunuz… Yani anlayacağınız, ülkemizin mezkûr mukaddesat düşmanı akbabaları ile düne kadar Suriye’liye ensar olan mukaddesatçıları Suriye’li düşmanlığı paydasında eşitlendiler gün itibariyle… Biz de buradaki tehlikeye projektör tutmak istiyoruz. Biraz evvel de bahsetmiştik, biz anne kuşuz ve bütün İslam âlemi de bizim yavrularımızdır diye… Mekke’li Müslümanlar küfrün baskılarına daha fazla dayanamayıp Allah’tan gelen müsaade ile birlikte Medine’li ensar kardeşlerinin yanına hicret ettiklerinde madde gözüyle bakıldığında hiçbir şey yolunda gitmedi. Bugün hicretten bahsederken bunu iki cümle ile anlatıp geçiyoruz lakin hicret demenin malını, mülkünü, eşini, dostunu icabında geride bırakıp vatanından ayrılmak demek olduğunu, hicret esnasında türlü sıkıntılara maruz kalındığını, hicret etmekle sıkıntıların bitmeyeceğini, hicret ettiğin bölgede de bu sefer adaptasyon, kültürel ve ekonomik sorunlarla yüzleşmek zorunda kalınacağını, dil sorunu yaşanacağını hiç göz önünde bulundurmuyoruz. İslam âlemine tabir-i caizse ağabeylik yapmak demek, icabında bu bahsettiğimiz sıkıntıları göğüslemek demektir. Zaten ensâr demek, koruyup kollayan, müdafaa eden kimse demek değil mi? Yavru kuş ufak tefek yaramazlıklar yaptı diye anne kuş onu bu kabahatinden ötürü uçurumdan aşağıya atar mı hiç? Adı üstünde annedir o… Anneye düşen vazife, hata yaptığında yavrusunu kapı önüne koymak değil, o yavruyu terbiye etmektir. Yeri geldiğinde, “Yedi asırdır İslam âlemine sancaktarlık yapmış bir milletiz biz.” Diye övünüyoruz. Övünelim de zaten… Ama bu övünce layık olmanın bazı cefaları ve sıkıntıları da beraberinde getirdiğini bilelim. Büyük millet olmanın gerektirdiği sorumluluklar da büyüktür. “Yurtta sus, cihanda sus!” mantığıyla hareket ederek beş tane tavuğuyla kümesinde pinekleyen bir horoz, zâhir planında mesuttur belki ama orman düzenine hâkim olmak isteyen birisinin de aslanlığın gerektirdiği şartları taşıması ve bunun sorumluluklarını yerine getirmesi lazımdır.

Yavruları yemek için başvurmayacakları yol olmayan akbabaların, yılanların ve çıyanların yavrular aleyhinde ağız birliği yapmalarını anlarız belki ama bunlarla birlikte anne kuşun da yavrularına düşmanlık yapan bir dili konuşmasına asla rıza gösteremeyiz. Bu hale rıza göstermek demek ilk etapta yılan, çıyan ve akbabaların yavruları mideye indirmesine, sonrasında da mukadder oluşlar halinde aynı mahlûkat tarafından anne kuşun da bir punduna getirilip mideye indirilmesine razı olmak demektir.

Bu hinliği görelim ve gösterelim… Aksi takdirde mezkûr zümre tarafından gün gelir baş gözümüzden bile edilir ve topluca kör ediliriz!

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi