İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Servet Turgut… Onu bilme hususunda geride kalanlar “Gazi Üniversitesi’nin Efsane Reisi” diye bir laf ederler… Yanlış mı? El’an doğrudur… 1997 ila 2010 arası, lisans ve yüksek lisans derken, hinterlandını silkeleyip durdu. Çok sevildi. Nefret edeni de hiç eksik kalmadı. Ama nefret edenlerinde bile kendisine karşı “uzaktan uzağa” isimli bir hayranlık hissi hep var oldu. Yürüdü, arkasından binlerce insan yürüdü. Boş lafa hacet yok, bilen bilir, kötülüğe başkaldırmasaydı, bir lahza da olsa kötülüğü görmezden gelseydi, kendisine kötü diyenlerin de başında olurdu. Dev yapılanmaların da! Ama tüm iyi kalma iradesiyle devleri devirdiği de vakidir… Dünyayla aklını çelemezsiniz! Düşmanları da bilir! Korkutmakla yolundan döndüremezsiniz! En iyi düşmanları bilir… Ters adamdır. Ama huyu aksi manasında ters değil… Aksine babacandır. Huyu aksi olmanın tam tersidir yani… Onun tersliği, hayata karşı takındığı tavırla, dengeleri ters yüz edici bir tersliktir. Edasını, ummadığınız yerden takınır. İlk bakışta belki nicesine anlamsız gelir. Ama bir vakit sonra, o takıntılı tavrının etrafında toplanılmaya başlanır. Nice hadise, nice şahit… Ama hepsinden öte Servet Turgut için en önemli kavuşma, fikirle olan kavuşmasıdır… Büyük Doğu’yla… Hikâyesi tanıyanına malum; bir kitap tezgâhında lalettayin edinilen bir Necip Fazıl kitabı… Ve o kitabın ilk temasta, zaten kaynamakta olan kanını daha bir kaynatışı… Ve kendini arkadaşlarıyla beraber meydan yerine atışı… Basit düşünmüş, kompleks söylemiştir; “Biz Seriyye’yiz!” Bu deyiş, zaten cemiyeti sarmış çığlığına bir de fikrin kaftanını giydirince, mücadeleler, kavgalar, hapisler, suikastlar… Arkadaşları artık gönüldaşları olmuştur. Kenardan izleyenler ile karşıdan düşmanlık ederler; Servet Turgut ve gönüldaşları için diyedururlar; “Seriyyeciler!” Nisbet, tam sadakat ve muhabbetle Büyük Doğu olunca, Büyük Doğu’yu cemiyet plânında temsil manasına bu defa kendileri Büyük Doğu- Seriyye derler! Şimdi Büyük Doğu-Seriyye, bir fikir ve gönül mektebi… Ve Gazi Üniversitesi kampüsüne değil, Türkiye’ye şamil bir fikir ve gönül mektebi… Artık Servet Turgut’un da, Seriyye’nin de ne idüğü, hedefi, ilkeleri bellidir… Hayata karşı pervasızlık, şiarıdır… Daha başlarken çıkardığı dergilerden birinin kapağı şöyledir:
“Gelenler oldu, gidenler oldu ama kervanımız hep istikamet üzere durdu!”
Gelenler oldu, gelecek de… Gidenler oldu, gidecek de… Kimi maddede, kimi manada ölerek! Büyük Doğu-Seriyye Reisi Servet Turgut’un ne yapmaya çalıştığını gönlüyle idrak eden, zaten gönlüyle bu işin ebedî iştirakçisi… Ama herkes gönlüyle anlayabilir mi, ayrı husus… Bilseniz, kendisini anlatabilmek için ne kadar çırpındığını, kendi tabiriyle nasıl da “sigara dumanından heykel yapmaya” çalıştığını… Halleşirken bir gün, halimize çaremize dair dertleşirken, ruhî şahsiyet nispetimize yakışmayan davranış modellerinden konuşurken, isim yok, cisim yok nasıl da öfkelendi… Belli ki; ufacık zaferler için nefsine ne büyük acılar tattırmaya razı olduğunu, olduğumuz, olacaklarımızı düşündü ve öfkelendi:
-Münafıkvarî bir davranış!
Konuştu, ses yükseltti, sinirlendi, “Olmaz, olamaz, olmamalı!” dedi ve müşahhasa değil, mücerrede, hani sokulup da müşahhaslaşmasın, müesseseleşmesin diye sitem edip durdu. Bu öfkenin içine, ciğerine sirayet ettiğini o an gördüm… O an gördüğümü anlamış olmalı ki; birkaç gün sonra bana:
-Bir kitap yazayım, şunun öbür versiyonu olsun mu?
Şu dediği, sehpa üzerinde duran Üstadımızın “MÜMİN-KÂFİR” isimli eseriydi…
-Olsun!
Dedim…
-Öyleyse aramızda… İlk, sana okutacağım ama…
Ve işte… On iki-on üç gün sonra okumam üzere bana “MÜMİN-MÜNAFIK” eserinin dosya halini gönderdi… İşte o zaman kafama dank etti… Sordum:
-Kitabın, o günkü öfkeyle bir ilgisi var mı?
Cevap verdi:
-Her şey, ama her şey bir vesileye tutunuk!
Sonradan baktım ki; bu vesileyi, ortaya çıkan eserin Seriyye Dergisi’ndeki takdimine de işlemiş… O yazıyla beraber kafam daha bir berraklaştı. “Cins kafa demek böyle oluyor!” şeklindeki bir ses, içimin gong levhasına aklımın tokmağıyla vurulmasından vareste terennüm etti. Fikir çilesi çekenin, sohbet ederken bile acı çektiğini ve okunmaya değer eserlerin de böyle husule geldiğini daha bir anladım… Zaten öyle de, idrak ederek kaydedeyim ki; “MÜMİN-MÜNAFIK” mümin dimağlar için eksikliği besbelli bir şahesermiş… Büyük Doğu-Seriyye Reisi’nin kendi deyişiyle:
“MÜMİN-MÜNAFIK” isimli eserimiz… İmarı için önceden krokilendirilip planlanan yapıların aksine, ani bir kum fırtınasından sakınmak için ve bir muhafaza çadırı gibi bir anda çatılan bu eser, vesilelerden ve bu vesilelerin asabımda hâsıl ettiği öfkeden vareste oldu ve sadece 12-13 gün gibi kısa bir süre içinde vücuda geldi…”
Hususen sordum:
-Bu eserle hedeflenen şey, kitle?
-Bütün müminlerle berber elbette gönüldaşlarımız da… Bu eserle onlara bir nevi diyoruz ki; “Eserin çizdiği hudutları, eğer olmanız gereken yer berisiyse ötesine geçmeyin, ötesinde iseniz berisine geliniz!” Bütün müminler için de öyle… Niyetimiz kimseye nifak atfı değil… Hakiki münafıkları mücerreden tespit ve hakiki münafıklık hatlarını müşahhasen ifşa… Sersemleyenler, ayılsınlar da mevkilerini düzenlesinler!
Eserin gayesini, yalnız bana değil, herkese de arz ettiği eserin takdim kısmından bizzat söylesin:
”MÜMİN-MÜNAFIK, müşahhas manada kimseye nifak atfında bulunmaksızın, mücerret manada bu işin kalıbını çıkarmaya gayret etti ve kendi ölçülerini bu kalıba uygun bulanları irkiltip kendine getirmeye, belki bu kalıba girmişleri dürtüp çıkarmaya, o kalıba yapışmışları ise girdikleri kalıp içerisinde resmedip ifşaya odaklandı…”
Son söz sadedinde açık söyleyeyim; bu husus o denli hassas ve dokunanı yakan bir mesele ki; bugün için bu husus hakkında kim kalem oynatsa, nice çamlar devirirdi. Ve işte lüzumuna binaen Büyük Doğu-Seriyye Reisi, Mütefekkir Servet Turgut bu hususta kalem oynattı ve meselenin çınarını dikti, doğrulttu.
Ve eserden bana kalan nasip payı da şu oldu:
Dedim: Bu şahesere şahsımın bir dahli var mıdır?
Dedi: Her şey ama her şey, bir vesileye tutunuk!