"Dünyalığınızı Düzeltmek İçin Hükümete Sokulsanız Ya!"

Yazan: 15 Ekim 2023 1169

Başlıkta tırnak ile gösterilen bu cümle, bir Hadisin içinde olarak Şeytan’a ait, Şeytan’a ait ama bu sesi şu kulaklarımız pek çok insandan da duymadı değil… Peki, Şeytan, bizzat kurduğu bir cümleyi kimi insanların ağzından kimi insanlara tekellüm ettirir mi? Niye ettirmesin ki? Bizim tam da “Şeytan’ın da sopası yoktur!” dediğimiz durum…

Ayet meali:

“Şüphesiz ki Şeytanlar, dostlarına sizinle mücadele etmeleri için vahyederler…” (Enâm-121)

Allah’ın sopasının olmadığını söylemek, Allah’ın rahmet ve gadabının çeşitli vesilelerle insanlara ulaştığına nişane… Şeytan’ın da sopası yoktur derken biz, insanlara tesir manasına Şeytan’ın da, evvela bazı insanlara tesir edip vesilesini bizzat oluşturmasını kast ediyoruz. Kapısız eve girmesi pek kolaydır! Allahsız, zikirsiz, duasız gönül ve akla da Şeytan’ın girmesi pek kolaydır. Şeytan oraya girer, ora sahibine içinden telkinlerde bulunur, ora sahibini tesir ettikten sonra onun vesilesiyle de başka insanları tesir altına almaya çalışır. Şeytan’ın sopası yoktur, Şeytan’ın kalemi yoktur, Şeytan’ın tüfeği yoktur, Şeytan’ın şerre nasihat edecek dili de yoktur! Bunun için insan vasıtası kullanır… Kaydettiğimiz hususta da Şeytan telkinini galiba, tesirde bulunduğu başka insanlar vasıtasıyla yapar… Elbette böyle bir telkinde bulunan her insan Şeytan hoparlörü değildir. Bazen kimisinin taktik kafası Şeytan’ın tetkik kafasıyla eş düşer… Bu böyleleri namına azamî isabetsiz ve yersiz bir görüş bildirmek noksanlığı belirtir. Ama kimisi gerçekten dilsiz Şeytan’a dil olur ve Şeytan telkini ile insana yaklaşır… Gelin, İbn-i Abbas’ın rivayet ettiği mezkûr Hadisi bütün halde bir okuyalım:

“Benden sonra ümmetimden bir kavim gelir. Bunlar Kur’an’ı okurlar, dinî ilimlerden de malumatları vardır. Şeytan onlara gelir ve:

-Dünyalığınızı düzeltmek için hükümete sokulsanız ya! Siz yine dininizde onlara uymazsınız…

Der… Nasıl çalıdan; dikenden başka bir şey alınmazsa, onlara sokulmaktan da günahtan başka bir şey elde edilmez…” (Ramuz el e-Hadis-303. sayfa, 3. hadis)

Bugünün Türkiye’sinde bu Hadis, bütün İslamî yapılar ile İslamî olarak siyaset sahasına çıkmış hükümet arasındaki nispet ilişkisini bütün halde fotoğraflar… Şöyle ki:

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan hemen sonra Türkiye’de İslam yok edilmeye çalışıldı. Elbette Müslümanlar buna türlü şekillerde direndiler. Bu direniş orta yere, çeşitli İslamî yapılar çıkardı. Mücadele sürdü. Ennihayetinde üçüncü bin yılın başında teşekküle gelen Ak Parti de, bu mücadelenin ortaya çıkardığı bir teşekkül idi. İslamî bütün teşekküllerin desteğiyle Ak Parti, siyaset sahasında din karşıtı rejim yanlılarına karşı bazı muvaffakiyetler kazandı. Ama gelinen noktada asrı aşkın bir zamandır süregelen İslamî mücadele gayesine ermeden cıvatalar da gevşetildi. Bu hem karşı cenahla uzlaşma gereği belirten bir hamlesizlik ruhundan, hem de memleket kilerinin eşsiz nimetlerine malik olmakla husule gelen bir rehavet duygusundan oldu. Neticede İslamî mücadele, yarım bırakıldı. Yarım bırakıldığı gibi, kalan yarısının da heba edilmesi yoluna girildi…

Gelinen noktada Ak Parti, memleketi hepten avucunda tutan bir idare olarak bütün Müslümanlardan Kemalizm ile ortada buluşmasını istemektedir. O bunu ister de başkaları durur mu? Elbette memleket kilerinden mahrum kalmak istemeyen tiplerin de İslamî cenah içinden fırlaması bunu takip eder. Misal, bir tanesi yıllar boyunca Deccal diyerek hücumlar ettiği Mustafa Kemal için “Onu sevmeyeceğim de kimi seveceğim!” bile dememiş midir? Mustafa Kemal’in ne idüğüne dair arkeolojik kazılar yeni bir veri vermediğine göre değişen Mustafa Kemal değil, bu tiplerdir… Gerçekten, Atatürk’ü bunlar sevmeyecektir de, kimler sevecektir!

İşte; tam da mezkûr Hadisin bahsettiği şekilde Şeytan evvela Ak Parti yücelerine gelmiş, Kemalizm iktidarı ile kavga etmek yerine onunla barışmasını, bu suretle de dünyalıklarını doğrulmak yoluna girmelerini telkin etmiştir. Bu telkin, görünen o ki tutmuştur. Erdoğan’ın daha ilk halkasından itibaren etrafına çekilen bilmem kaç halka, milyar dolarlık servetlere ermiştir. Ve şimdi de mezkûr şeytanî faaliyet bir alt katta icra-ı faaliyettedir. Her dönem ufuk hedef olarak İslam’ın Türkiye’deki hâkimiyetine odaklanmış İslamî yapılar birer ikişer, sanki de Erdoğan ile Türkiye’de İslamî bir idare kurulmuş gibi bir ağız kullanmaya başlamışlardır. Nasılsa Timurtaş Hocalara aşkla “Allah” dedikleri için acıyla “Allah Allah” diye işkence tekbirleri çektirilen dönemler geçmiş, artık aşk ile Allah demekten dünyevî nimet akışı sağlanan bir sosyal borsa kurulmuştur. Kürsüye çıkan kimi vaizler, CHP ile kavgayı tahkim ederken aslında öbür yandan, Ak Parti iktidarını Şeriat’in kaim olmuş hali diye yutturma hokkabazlığı etmektedirler. Nasılsa CHP tarafından hedefe konulunca bir de hedefe koydukları kırk dünyevî hedefe vasıl olabilmeleri için onayı lazım gelen kırk kurumun kırkını da Ak Parti idaresindedir. Öbür yandan işin içine ilaveten, İslam için konuştuğundan ötürü mağdur edilmiş olmak nefsîliğinin kârı da girmektedir… Var ettikleri Ak Parti iktidarından, lif lif İslam’ın rükûnlarını hayat geçirmesini, İslam’a mani olan yapıları tuğla tuğla hayattan koparmasını istemek varken, ondan devre mülk arazileri, rant getiren yapı işletmeleri, tahsisler, ihaleler, teşvikler, hibeler isteyen, tam da Hadisin felaket kaydıyla Şeytan ağzından haber verdiği “dünyalığı düzeltmek için hükümete sokulmak” fiiline fail olan teşekküller, gene Hadisin ve gene Şeytan ağzından devamen bahsettiği “gene de dinde onlara uymamak” fiilinin faili olmaktan da yavaş yavaş kopma yoluna girmişlerdir.

Yani İslamî talepleri değil de, İslamî süs verilmiş dünyevî talepleri temin için hükümete yanaşan İslamî teşekküller, Ak Parti’nin Kemalizm ile uzlaşma başlığı altında eylediği sayısız cerahate de ses çıkarmama durumunda kalmışlar, böylece din hususunda da Ak Parti neye ve kime uymuşsa ona uyma yoluna girmişlerdir. Yoksa Erdoğan faizi İslamî gerekçelerle düşürdüğünü söylediğinde tekbirler çekerek ona destek verenler, faizi yükseltmeye başladığında ne diye ıslık çalıp tavana bakmışlardır ki? Yoksa Allah’ı memnun edememekten daha çok, Erdoğan’da namlarına bir memnuniyetsizlik oluşturmaktan mı korkmaktadırlar? Bu Allah Resulü’nün her mümine emanet ettiği hakiki İslamî tavra ihanet değil midir? Değil midir ki; müşrikler, İslamî taleplerinden vazgeçmesi karşılığında Allah Resulü’ne Mekke krallığını bile teklif etmişler, mal ise mal, kadın ise kadın, güç ise güç, İslam namına talepte bulunmadığı takdirde dünyevî manada içlerinde en üst seviyeyi onun için hazırlayacakları vaadinde bulunmuşlardı. Teklif edilen şey, küfür düzenini, küfür düzeninin kanunlarıyla yönetmek mevkii idi. Müşrik diktasının isteği Allah Resulü’nden, kendi putlarını mevzu bahis etmemesiydi. Putlarına ilişilmediği takdirde İslam’ın hiçbir rüknüne ilişmeyeceklerdi…

Ayet meali:

“İstediler ki, sen onlara yaranasın, böylece onlar da sana yaransınlar…” (Kalem-9)

Ama İslam, Allah Resulü’nün davasıydı, Allah’ın ondan yapmasını istediği şeylerin cümlesiydi ve onun en küçük bir gereğinden dünyada daha değerli hiçbir şey yoktu. Bu sebeple kıl kadar gerilemedi, İslam ondan neyi istiyorsa toplumundan onları istedi ve bu ihlâslı tavır en nihayetinde küfrün bileğini büküp belini kırdı. Oysa şimdi Müslümanlık davası güden eski çamların çoğu, küfür zücaciyesinde bardak olmuş vaziyetteler… Devrimizin ve beldemizin küfür iskeleti mevkiindeki Kemalizm ile mücadeleden vazgeçip, onunla orta yolda buluşmak endazesindeler…

Velhasıl; dünyalığı düzeltmek için hükümetlere yanaşmak ve sonra gene de aynı istikamette kalmak muhaldir. Dünyalığı düzeltmek için hükümetlere sokulanlar, dünyalık almaya alışanların buyruk almaya da alışmaları kuralınca dünyevî ev ödevleriyle yüklenir, böylece İslamî talepte bulunma pozisyonlarını kaybederler. Zaten gerçek bir İslamî teşekküle şayan şey hükümetlere, İslamî talepleri bildirmek üzere yanaşmaktır. Bu talepler bildirilir, taleplerin dikkate alınma durumlarına göre hükümetler tebrik ya da tekdir edilir. Bizim de yıllardır yapmaya çalıştığımız budur. Biiznillah, istikametimizde İslam davası yönünden zerre sapma yoktur. Aksine İslamî talepler açısından hükümetlerin müspet ya da menfi tavır takınmalarına göre onları tebrik ya da tekdir etmekteyiz. İşte tebrikten tekdire, tekdirden tebrike dönen bu tavrımıza bakanların kimisindeyse bizim istikametten yer yer saptığımız gibi sarsak bir kanaat oluşmaktadır. Kediyi sütünü güzelce içtiğinde okşayan, sütünü döktüğünde ise döven bir adamın kedi tavrı tutarlıdır. İşte bu sarsak kanaatin gerçekte yaptığı şey, sütü içtiğinde de, sütü döktüğünde de kedinin ya hepten okşanmasını, ya hepten dövülmesini istemektir. Zira bunlar istikamette sapma olup olmadığını ölçerken İslam davasına olan nispete değil de, hükümete olan nispete bakarlar, hükümetin her yaptığının ya desteklenmesini, ya kösteklenmesini isterler. Oysa bu desteği ve kösteği bizim için husule getiren şey dünyevî taleplerimiz değil, İslamî taleplerimizdir. İslam davası yolundan bir engel kaldırılmak istenirse, bunu destekleriz. İslam davası yoluna bir engel koyulmak istenirse, bunu köstekleriz… Zira ana nispet makamımız, baş kıstas ölçümüz, İslam’dır… Zaten gerçek müminliğin de, gerçek İslamî teşekkül olmanın da gerçek ölçütü, hükümetlere dünyalığı düzeltmek için değil, İslam’a olan yanlış yaklaşımı düzeltmek için yaklaşmaktır. İslam, bu vatana yeniden tam manasıyla hâkim olmalıdır. Bu, İslam’a olan yaklaşımın tam düzelmiş halidir. Bu düzelmişlik düzenine ermeden dünyada erilecek her dünyalık zaten, rezilliktir. Ama işte bu aralar en çok da İslamî teşekküllerden “Güçlü olmak gerek! Bunun için de cart curt!” nevinden sözler duymaktayız… Anlayacağınız, Şeytan, Kur’an’ı bilen, dinî ilimlerden de malumatı olan nice teşekkülü dünyalıklarını düzeltmek noktasında hükümetlere yanaşmaları için ikna etmiştir. Her halükarda bunların ellerine gene aynı Hadisin kaydettiği üzere günahtan başka hiçbir şey geçmeyecektir, zira çalıya sarılanın eline dikenden başka şey geçmeyecektir!

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi