İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Türkiye’de devlet değilse bile devletin içine habis bir ruh gibi duhul etmiş rejim, tecdidi değil ta’tiki, ıslahı değil, ifsadı esas alıcı yapısıyla, suretsiz bir siret halinde milletin baş düşmanıdır. Bu rejimde iyiliği emretmek de suçtur, kötülükten menetmek de suçtur, yani esasında devletin bizatihi görmesi gerek bu mukaddes ve mübarek vazife bu rejim vesilesiyle Türkiye’de, tersinden caridir! Yani bu rejimde kötülük telkin edilirken, iyilik tel’in edilir! Yani bu rejimde emredilen kötülük iken, nehyedilen iyiliktir!
Toptan ateşe verilen bir samanlık gibi bütün bir ülke halkının imanını yele vermeye odaklı bu pespaye düzen içinde, fert fert imanı yele verilen bir kavruk fert de biz olmayalım diyorsak, yapılacak şey bellidir:
-İmkânlar nispetince iyiliği emretmek ve kötülüğü menetmek vazifesinden geri durmamak!
Aksi takdirde, düzene uyan kalabalıkların saman balyalarıyla beraber, samanlığa istifli fidan destesi hallerimizle bizler de tutuşur, alevlerce yiyilmekten kaynaklı bir ortaklıkla bizler de kâfir, fasık ve zalimlerle beraber sefalet külünde yekpareleşiriz. İşte bu; Allah’ın, “mümin kalpleri kâfir kalplere vurarak eşitlemesi”dir ki, imanı olan için felâketler felaketi bir iştir!
Kalplerin, kalplere vurulması!
İyiliği emredip kötülükten menetme vazifesinden geri duran kimselerin kalplerine, kötülüklerini engellemek girişiminde bulunmadıkları kimselerin kalpleri vuruluyor ve bu yolla kötülükte eşitleniyorlar!
Dalalet dolu bir kalbin, kendisine buğz etmeyen kalbe katılması!
Mümin kalplerin, kâfir ve zalim kalplere vurularak eşitlenmesi!
Bu apaçık hakikati nereden biliyoruz? Nerelerden ve nelerden bilmiyoruz ki… İslam baştanbaşa bu hakikati terennüm edip durur…
Kâinat Efendisi, İsrailoğulları’ndaki ilk bozulmanın nasıl başladığını anlatırlarken kaydediyorlar:
“Adam biriyle karşılaşır ve ‘Allah’tan kork, helâl olmayan bu işi yapma!’ derdi. Fakat ertesi sabah aynı adamla karşılaştığında onunla oturmakta, yiyip içmekte sakınca görmezdi…”
Peki, onlar böyle yapınca ne oldu? Onu da Allah’ın Resulü kaydediyorlar:
“Onlar böyle yapınca Allah da kalplerini birbirine vurdu!”
Meraklı Sahabî bakışları üzerlerinde, Âlemler Efendisi şu ayetleri okuyarak devam ediyorlar:
“İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar, hem Dâvûd hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlendiler. Bunun sebebi, onların Allah’a isyan etmeleri ve haddi aşıp durmalarıydı. Onlar, yapmakta oldukları kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yaptıkları işler, gerçekten ne kadar kötü idi…” (Maide-78/79)
Allah’tan haber ve kıymet vahitleri getiren Resuller Resulü, bizzat Allah’ın kelâmını kaydettikten sonra ennihayet, onu tefsir sadedinde şu kıymet hükmünü konduruyorlar:
“Vallahi, ya iyiliği emredip kötülüğü menedersiniz, zalimin elini tutar, onu haktan yana çevirir, haktan yana olmaya mecbur edersiniz, ya da Allah kalplerinizi birbirine kırdırır ve onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder!” (Ebu Davud-Melahim 17-4336; Tirmizi-Tefsir-Maide-8050; İbnu Mace-Fiten-20-4006)
Demek içinde yaşadığımız ve İslam’ın bütün hakikatiyle yaşamasına müsaade etmeyici düzende, bu düzenin çarklarında o düzenden bir cıvata olarak helâk olmak istemiyorsak, bu düzenin kötülüğü emrettiği yerde kötülüğü men için, iyilikten menettiği yerde de iyiliği emr için çelik bir çomak halinde belirecek ve bu melun düzenin çarkına, onu ennihayet işlemez kılmak için sokulacağız!
Küfür ve zulüm tüttüren rejimin çarkına, çelik çomaklar halinde sokulmak, zor iş mi?
Zor ama iman korunun küllenmeyip harlanması için de, mecburi bir iş…
Nefs köpeği bu mecburi işin miskten leziz kokusunu alınca istifra haline bürünür ve içine kurulduğu insanın kulağına hatiften fısıldar da fısıldar:
-Nasılsa düzen böyle, napabilirsin ki?
-Sen kendine bak, başkasından sana ne ki!
-Bu düzeni değiştirmeye gücün zaten yetmez ki!
-Şimdi kurulu düzene karşı böyle çıkışlar olursa fitne daha da büyümez mi ki!
Nefsin, süfli ve hileli telkinleri böyle böyle uzar gider. Ve hatta icabı mucibince insanı kendine uydurmak için Kur’an’a bile başvurur:
“Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez…” (Maide, 105).
Görüyor musunuz, bütün hakk olanlarla beraber Kur’an’a da düşman olan nefs köpeği, kendi dalâletini tahakkuk için Kur’an’dan delil getiriyor!
Elbette, Kur’an’ı, Allah’ın muradı hilafına tefsir ediyor!
Ah alçak nefs köpeği ve ah, tuğla tuğla değil, nefs nefs örülen kokuşmuş düzen!
Devrinde; ki devir, Allah Resulü’nden az sonrasıdır, aynı ayeti gene Allah’ın değil, nefsin muradı istikametinde yormalar zuhur etmiştir ki, Allah Resulü’nün bir numaralı halifesi Sıddık-ı Ekber Hz. Ebubekir, Allah Resulü’nün minberine çıkmış ve tam da O’nun muradını tebellür ettirmek için anın ve istikbalin bütün müminlerine seslenmiştir:
“Ey insanlar! Şu ayeti okuyor ve yanlış anlıyorsunuz: -Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez- (Maide, 105)… Biliyor musunuz, bizler Allah Resulü’nün ‘İnsanlar, zalimi görüp elinden tutmazlarsa, Allah’ın, hepsine ulaşacak umumi bir bela göndermesi yakındır!’ dediğini işittik! Dahası ben gene Allah Resulü’nün ‘İçlerinde kötülükler işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde, seyirci kalır, müdahale etmezse, Allah’ın hepsini saran umumi bir bela göndermesi yakındır!’ dediğini işittim!” (Ebu Davud-Melahim 17-4338; Tirmizi-Tefsir-Maide-3059/Fiten-8-2169; İbnu Mace-Fiten-20-4005)
Bir kalpte imanın karar kılması için, o kalbin zikrededurduğumuz bu keyfiyete dair belirttiği nispet, belirleyici unsurdur ve hadise, Allah Resulü tarafından özleştirilmiş olarak gayet açıktır…
Yeryüzünde bir kötülük mü işlendi, buna şahit olan kişi bunun kötü bir iş olduğunu teyit ederse, o kötülüğü sanki de hiç görmemiş gibi zararından kurtulur. Ama aynı kötülüğü şahit olmayan birisi, onu sadece duyarsa ve duyduğu halde de onun kötülüğünü teyit etmezse, o işe şahit olmuş gibi manevi anlamda zararını görür! (Ebu Davud-Melahim-17-4345)
İçinde yaşadığımız, iyiliklerin emredilmesinden rahatsızlık, kötülüklerin tatbik edilmesinden memnuniyet duyan habis rejimden toplamda tüten boğucu hava, kalbimize dolup da imanımızı ifsat etmesin istiyorsak, o habis rejime karşı, iyilikleri emretmek ve kötülüklerden menetmek saflarında durmalı ve mücadele etmeliyiz! Böyle olmazsa, Allah, bu habis rejimden memnunların habis kalplerini kalplerimize vurur ve kalplerimizi onların kalpleriyle eşitleyerek oradan imanı giderir... Hafazanallah!
Altını çizerek kaydediyoruz tekrar tekrar; bir haksızlık görünce el ile, buna güç yetmezse dil ile müdahale edilmesini ve buna da güç yetmezse kalp ile buğzedilmesini emreden meşhur Hadis, kalp ile buğz aşaması için apaçık:
-Ki bu da imanın en zayıf olanıdır!
Derken, örtülü de olsa sarih bir şekilde şunu da demiş oluyor:
-Kalp ile buğz etmenin altında bir iman derecesi yoktur! Çünkü zaten bu derece imanın “en zayıf” olan derecesidir… Daha da zayıfı olmayan, altında iman olmayan bir derece!
Yani kötülüğe, küfre, zulme, fıska, kalp ile BİLE buğz etmeyende, iman yoktur! Zira imanın en zayıf olanı, kötülüğe, küfre, zulme, fıska ancak kalbi ile buğzedebilecek bir zayıflıkta olanlardadır. Bu zayıflık, en zayıflıktır! Bu zayıflıktan ötede imana yol yoktur!
Bu yönüyle Allah’ın, kötülüğe kalp ile buğza bile iman payesi vermesi, engin rahmetinden varestedir. Zira dış bir müdahale ve ondan doğacak riske bulaşmaksızın, kendi kendinden ibaret kalacak bir buğz tavrı sahibini ne düşmana, ne de düşmanın hışmına muhatap etmez… Böyleyken kişi kendi imanının yağıyla kavrulur… İdeal olan bu değildir ama bütün ideal iman derecelerine nispeten gene de bu derekede iman tüter… İmanın tütmez olduğu nokta, bu derekenin altıdır. Bu derken altından itibaren kalplerde küfre, zulme, fıska, her türlü kötülüğe karşı kalbî meyil başlar. Ve bu meyilin kendisini ufuklaştırıp tümörleştiği nihai vasat da, içersinden yaşanılan habis ruhlu rejimden razı olmak şeklinde tecelliye gelir! Tam da Allah Resulü’nün, “Allah kalplerini birbirine vurdu…” dediği nokta… Kötülüğe, küfre, zulme, fıska ve hepsinden tüten toplam halinde habis ruhlu rejime kalp ile olsun buğzetmeyenlerin kalplerini Allah’ın, kötülük, küfür, zulüm, fısk ve hepsinden tüten toplam halindeki habis ruhlu rejimden razı olanların kalplerine vurduğu ve eşitlediği nokta…
İsrailoğulları böyle sapıtmış ve nur çizgisi bir soydan delalet dölü Yahudilik böyle peyda olmuştu!
Böyle yapanların da aynı şekilde sapıtması ve tuğla tuğla değilse de nefs nefs, kendi dalalet döllerini kendi şahsiyet rahimlerine bizzat yerleştirmeleri, Allah’ın örgüleştirdiği bir kanundur!
Cismi, İsrailoğullarından menfi yöne damıtılmamış ve ismi, melanet ile müsemmalık etmek üzere Yahudi diye tesmiye olunmamışsa da, manası ve karşılık tablosundaki ederi bu olan nicesi, işte bu şekilde teşekküle gelmiştir, gelmektedir ve gelecektir…
Kötülüğe, küfre, zulme, fıska, kalp ile buğz edilen derekenin bile altına düşmek, İslam’dan düşmektir!
Kötülüğü, küfrü, zulmü, fıskı müesseseleştirmiş habis rejime buğz duymayan kalpler, ona muhabbet duyan kalpler ile ennihayetinde hüküm açısından kucaklaşırlar! Onları, Allah kucaklaştırır ve böyle bir kucaklaşmanın manası da, iman şuasız alevlerin kucaklaşması olur!
Öyleyse fert fert hiçbir mümin “Ben kendime bakarım!” dememeli, bakışını dışındaki dünyanın dizaynına da çevirmeli ve orada İslam’ın tam hâkimiyetine kota koyucu her işletmeye-düzene-rejime, onu ortadan kaldırmak emeliyle beraber asgarî buğz etmelidir! Ki hiç olmazsa asgarî, imanda kalabilsin, hiç olmazsa imanın asgarîsinde kalabilsin!
İşin azamî yanına doğruysa, mümin fertlerin birleşmesi ve imanlarının nihai icabı için dilleri ve elleri ile hamle etmeleri zuhura gelir… Ki bu zuhur, ilk numunesini bizzat Allah Resulü’nün örnekleştirdiği veçhile ne mübarektir, ne mübarek!