İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Türkiye’de televizyon bir dâidir, pisliğe, çıplaklığa, gıybete, şirke, küfre, nifaka, eşcinselliğe, kumara, içkiye davet edip durur… Yalnız televizyon mu? Türkiye’de üniversite bir dâidir, iktisadî düzen bir dâidir, politika bir dâi! Üniversite fikir yerine, züppeliğe davet eder… İktisadî düzen helâl kazanç yerine, faizi işaret edip durur. Politika zaten, memleketi kimin yağmalayacağının nefsî cedelidir ve davet ettiği şey de hayatı nizamlandırmak ukdesi değil, yağma örgütlenmesinin ikamesidir… Ya gazete, çarşı, stadyum, sahil, cadde, okul, tatil, şirket, sinema, arkadaş? Hangisinden Allah’a davetin lahutî bir sadâsı duyulur ve hangisi elde ettiği dâilik imkânını fıska, hevâya, nefse, dünyaya, küfre, Allah’a isyana davette kullanmaz?
Memlekete bir baştan bir başa, inciğinden boncuğuna, topuğundan alnına şöyle bir bakıverin… Kokuşmuş bir düzen içerisinde, insanı Allah’tan ve ahlâktan koparmaya odaklı her ne var ise, akredite edilmiş bir dâi salahiyetiyle bu memlekette çığırıp durmamakta mıdır, millî-İslamî dimağımızı dumura uğratmak üzere tepemizde cirit atmamakta mıdır?
İnsaf edin ve görün; Allah’a ve ahlâka davet eden seslerin filtrelendiği bu memlekette, Şeytanların sesi avazdadır!
Bu şeytanî avazlar, kokuşmuş rejimin onları bizzat arayıp bulması, bulduktan sonra da her birine, kablosu dev hoparlörlere bağlı mikrofonlar tutması şeklinde husule gelmiştir. Yani gelişigüzel değil, bizzat kurgulanarak tesis olunmuştur… Şeytanî rejimin, emrinde istihdam etmek üzere destelediği şeytancıklar, tam da Allah Resulü’nün ihbar ettiği üzere iş görmektedir… Zira bir defasında; mübarek parmaklarıyla kuma evvela dümdüz ve kalın bir hat çeken, sonra da o hattın sağına ve soluna o hattan ayrılan başkaca çizgiler ekleyen Âlemler Efendisi, bir memleketin rahmanîlik ya da şeytanîlik yönünden baskın rengini de belirtecek şu hakikati ifşa etmiştir:
“Bu kalın ve dümdüz hat, benim size Allah’tan getirdiğim Şeriat-i Mutahhara’dır ve bu hat doğruca Allah’a gider… Bu Şeriat hattına kastedecek (kötülük edecek) şekilde kıvrılan diğer hatların her biri üzerinde de birer şeytan oturur. Bu şeytanların vazifesi, Şeriat hattını takip edenleri şaşırtmak ve helâk olmalarını sağlamaktır… Sakın ha; şaşırıp helâk olanlardan olmayasınız!”
Şeriat-ı Mutahhara, yani tertemiz Şeriat yolu, insanı ahlâka, Allah’a, Cennet’e, ebedî saadete götürür… Ama bu memlekette nicedir, bu yolun üzerine bilmem kaç milyar ton mucur dökülmüş ve kapatılmıştır… Oysa Şeriat yoluna kastedip ondan kopan tali yollar, her biri birer şeytancığa tahsisli olarak otobana döndürülmüştür… Yoldan çıkarıcı bütün şeytanlık dâileri ile bütün bu tali yol trafiğine inzibat eden kokuşmuş rejim, şeytanî avazla hep birden öyle bir çığırırlar ki; Hakka ait davet ve sadanın, iki cümle dahi olsun terennüm etmesini istemez, zulmanî teganni gayretiyle ile onu bastırmaya çalışırlar…
Görmüyor musunuz, Şeriat-i Mutahhara yolunda dâilik etmesi gereken “âlim” tiltli nicesi bile, Şeriat-i Mutahhara’ya kasteden tali yollar babında, o yolların şeytancıklarına muavinlik eder olmuştur! Tevekkeli evliyaullah dememiş, ulemadan olsa dahi, zahirle, dünyayla, nefsiyle meşguliyeti çok olan kimse, bu meşguliyeti nispetince Hakk’tan uzaklaşır… Dışarıdan bakınca sen onu Hakk ile zannedersin ama o, şeytan dâisi televizyonda, şeytan dâisi faiz için, hem de İslamî kisve altında çığırtkanlık etmeye bile tenezzül eder… Çünkü toplamda kokuşmuş rejim, nefisleri cihetinden böylelerini korkutmuş, ana hattan koparıp ara hatlara kaydırmış, çapına göre de her birini şeytanî dâilik vazifesiyle atamıştır!
Kastettiğimiz minvalde baksanız, daha dün Şeriat-i Mutahhara’nın Allah’a götürücü ana hattında gördüğünüz nice tipin, Allah’tan koparıcı ara hatlardan birine kaydığını hemen göreceksiniz… Ve hemen, Şeriat-i Mutahhara hattında görünürken de aslında bunların o kurtarıcı ana hatta değil, gerçekte kendi heva ve heveslerine tabi olduklarını fark edeceksiniz! Zira Şeriat-i Mutahhara yoluna gerçekten girmiş olsalardı, ondan bir daha çıkmazlardı… Çıktılar, demek ki girer gibi durduklarında da aslında girmemişlerdi!
Baksanıza, afâkın yeşil manzarası az sökülüp de, kapkara ve kıpkızıl bir renge bürünür gibi olunca, ana hattan ara hatlara doğru nasıl da bir akış başladı… Paganizmin buzdan dağları erir gibi durduğunda, o buz dağlarından erimeye başlayan suları üzerine, hem de en büyük dindar kisvesiyle nefsinin sörf tahtasını indirenler, iş terse dönüp de eriyen sular tekrar donar gibi olduğunda bir anda çark ettiler, devrimizin demokrasi suyuyla vaftiz edilmiş paganizmine derhal yanlayıverdiler!
Bir zamanlar, hani o Allah bile demenin kanun yoluyla yasaklandığı zamanlar, Üstadımız Necip Fazıl orta yere atlamış, küfrün buz dağlarını adeta nefesiyle hohlaya hohlaya eritir olmuş ama bu defa da ortalığın çamur yığınlarıyla dolduğuna şahitlik etmişti. Çamur yığını dediği, Allah demenin risk olduğu demlerde ortalıkta görünmeyen, o risk ortadan kalkar gibi olduğunda da Müslümanlığı kimseye kaptırmayan türediler!
Şimdi zaman, o zaman değil, değildir de, insan malzemesi aynı malzeme değil midir?
Gelen hükümete göre dindarlık ve milliyetçilik duygularında oynamalar olan, yetmedi gelen hükümete göre bıyıklarının alt dudağına hizası bile değişen nicesi, parti, dernek, ocak, kabine, meclis, gazete, televizyon, sanayi, bürokrasi, diplomasi diye mecraları değişse de, meramları asla değişmeksizin ve sadece rahat yaşama koşullarının kemiği ardından bir köpek gibi koştururken söyleyin, aynı haltın aynı malzemesi değiller midir?!
Daha dün, Pensilvanya’ya don koklamak üzere gitmek için, adeta Meksika sınırı geçmeye çalışan kaçaklar gibi gayret gösteren sayısız tipleme, don koklamak, koklamak nasip (!) olmasa da hiç değilse gayretinde bulunduğunu göstermekten elde ettikleri dünyevî hâsıla da ceplerinde olduğu halde bugün, Yunan Akrapolis’inden bozma ebedî tapınağın etrafına çadırlar kurmuş vaziyettedir!
Anlayacağınız, Allah Resulü’nün kum üzerine kalın ve dümdüz bir hat halinde çizdikleri Şeriat-i Mutahhara hattı, tertemiz ama apaz mümin vesilesiyle hâlâ açık olsa da, o hattan kopan dâlâlet çizgileri de, kipkirli ama pek çok yalloş, münafık, yanlama, mamacı, kılkuyruk tipleme vesilesiyle epey kârdadır ve misilsiz şen şakraktır!
Kâr dediysek, hasılası mukadder ateş ve şen şakrak dediysek, baton çubuğunun daima menfaat kemiği olduğu bir senfonya plânında, sadece kuyruk sallayarak enstrüman öttürücülüğü yapmaktan ibaret bir şen şakraklık!
Şimdi biz, diyoruz ki; bugün için Türkiye’de mümin olmanın, yani Allah Resulü’nün kum üzerine kalın ve dümdüz bir hat halinde çektiği ve doğrudan Allah’a gittiğini kaydettiği Şeriat-i Mutahhara yolunda bulunmanın en bariz göstergesi, üzerine bilmem kaç milyar ton mucur dökülmüş ve kapatılmış Şeriat-i Mutahhara yolunun yeniden açılması için gayret sarf edip sarf etmemektedir!
Hani bir şey ki; o şeyde olmanın ölçüsü, o şey yok iken de hem onun hasretinde, hem de onu avdet ettirmenin gayretinde olmaktır!
Velhasıl, dost da bilsin, düşman da!
Kokuşmuş rejim, tali ve dâlâlet yollarının başından şeytanlarını çığırtadursun, kendisini Büyük Doğu-Seriyye eri sayan her fert ve onlardan müteşekkil tek bir topluluk, mutlaka Şeriat hattında kalmak, memleketin şeytan dâilerine kulak asmamak, Allah Resulü’nün emrettiği üzere şaşırıp helâk olmamak azmindedir!
Bu azimle, arzda ve milyar kovuktan, çatallı dil ıslığıyla memleketi helâka çağıran sayısız şeytancığı ve onlara ram sayısız yalloşu, münafığı, yanlamayı, mamacıyı, kılkuyruğu, menfaatçiyi, kral öldü yaşasın yeni kralcıyı, gökten tek bir şimşek çakışı halinde bastırıyor ve bütün memlekete, Hakka ait davet ve sadanın lahuti tebessümüyle uzanıyor ve Üstadımızın heceleyişiyle:
-İşte iz! Geliniz!
Diyoruz!
O iz ki; Şeriat-i Mutahhara hattıdır ve ondan yüz çeviren her bedbahtın ettiği, helâkine şen şakrak koşmaktan ibaret bir şeytan haltıdır!
Bir vakit; kokuşmuş rejimin kokuşmuş makamları Üstadımıza, Güneş’e ateşli silah muamelesi yapmaktan beter bir şeytanlıkla hesap sormuşlardı:
-İslamî nizamı propaganda ettiğinizi söylüyorlar, bu doğru mu?
Ve Üstadımız, ebedî kurtuluş yolunda, Şeriat-i Mutahhara hattında olduğunu bilmenin vakarıyla şöyle cevap vermişti:
-Şüphe mi var? Biz yalnız İslamî nizamı propaganda etmiyor, aynı zamanda bu işi yapmak için yaşıyoruz!
Şeytan dâilerinin gür sadalı olduğu bir memlekette, Şeriat’i kabahatlendirici bir mana derekeyle eşitleyenler de aynı kasıtla bize milyon kez sorsalar, milyon kez aynı cevabı vermek azmindeyiz:
-Bizim Şeriat-i Mutahhara hattında durduğumuzu söylüyorlar! Şüphe mi var! Biz yalnızca Şeriat-i Mutahhara hattında durmuyor, o hatta gelsin diye memleketle beraber bütün insanlığı da davet ediyor, üzerine bilmem kaç milyar ton mucur döktükleri ve kapattıkları o yolu bir gün, daimi açık olduğu kalplerimizden başka cemiyetimizde de yeniden açacağımızı bütün âleme ilân ediyoruz!