İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Mümin bağlı olduğu iman zeminine bir çınar gibi kökleriyle tutunurken, aynı zemine tutunmuş gibi duran münafığın bağlanma vasıtası örümcek ağı gibi zayıftır… Yani mümin, küfür kasırgaları esse imanı sarsılmayan bir gerçeklik iken, münafık, kendisine üflense imanı kedi tüyü gibi savrulan bir sahteliktir…
Bunu geçelim…
Esas mesele, müminlik ve münafıklık mevzuunu geçmeyip, geçmemekten başka üzerine bir de dikkat teksif ederek ortaya çıkardığımız “MÜMİN-MÜNAFIK” isimli eserimiz…
İmarı için önceden krokilendirilip plânlanan yapıların aksine, ani bir kum fırtınasından sakınmak için ve bir mahfaza çadırı gibi bir anda çatılan bu eser, vesilelerden ve bu vesilelerin asabımda hâsıl ettiği öfkeden vareste oldu ve sadece, on iki-on üç gün gibi kısa bir süre içinde vücuda geldi…
Bu eser vücuda geldi ve hemen sonra, vesile trafiğinde, tabiîlik ve hasbiliğiyle kavşak bir mevki tutan gönüldaş sordu:
-Üzerinden esip durduğumuz hususların iticiliği var mıdır, “MÜMİN-MÜNAFIK”ın husule gelmesinde?
Ve ben, sadece tebessüm sigalı bir özetle cevap verdim:
-Her şey ama her şey, bir vesileye tutunuk!
Bu vesileyle, ilk takdim ve kıraatini de kendisine havale ettiğim aynı gönüldaş, bu eseri fikrinin imbiğinden geçirdikten sonra, eserin yazılma muradını da yakalayıcı bir vicdan sızısıyla bana şöyle dedi:
-Bu eserde, nefsime ağır gelen bir sır var… Üzerine çok konuşmaktan kendimi alıkoyamıyorum! Ama bakıyorum ki; nefsim münafıklık üzerine konuşmaktan haz alıyor… Nefsimi kovmak için bu defa bu esere kayıtsız kalsam, münafıklık mevzuuna kayıtsız kalmaktan kaynaklı bir vicdan sızısı beni ısırıyor!
Ne demek istediğini anladım ama emin olmak için sekiz on harfli bir mesajla “Mevzuyu az biraz açar mısın?” dedim, o da on-on beş harfli bir mesajla açtı ve doğru anladığımı anlamaktan kaynaklı olarak mutlu oldum!
Mutlu oldum, çünkü “MÜMİN-MÜNAFIK” tam da, böyle bir kasnağın ortasına mümini çekmek ve orada ona, sadece iman, hikmet ve irfan cihazlarını işletici-geliştirici bir sızı hissettirmek maksadıyla vücuda gelmişti…
Dedim:
-İyidir iyidir! Bu minvalde nefse sızı veren her şey iyidir! Nefislerin, yanlış anladıkları için karşısında kulakları üzerine yattıkları böyle bir mevzuda, kalbin topuklarıyla dikenli yollarda gezinmek, bizi öldürmeyeceği için güçlendirecek bir şeydir!
Ve sonra tam da o an aklıma gelen bir velinin mevzuunu anlattım:
-Bir veli, sekerat halinde… Ölmek üzere… O anın yakıcı susuzluğunu gören müridleri, teskin-i hararete medar olur diye bir bardak su takdim ediyorlar… Ama en çok ihtiyaç duyduğu o anda o suyu almıyor ve şöyle diyor: “Hayır hayır! Nefsimden esaslı bir intikam almak vaktidir bu an! Bilseniz, ömrümce o bana ne hasımlık edip durdu!
Şimdi onunla beraber size de söylüyorum:
-MÜMİN-MÜNAFIK, müşahhas manada kimseye nifak atfında bulunmaksızın, mücerret manada bu işin kalıbını çıkarmaya gayret etti ve kendi ölçülerini bu kalıba uygun bulanları irkiltip kendine getirmeye, belki bu kalıba girmişleri dürtüp çıkarmaya, o kalıba yapışmışları ise girdikleri kalıp içerisinde resmedip ifşaya odaklandı... Hani biz ortaya, Kül Kedisi Sindrella’nın balodan kaçarken arkasında bıraktığı ayakkabıyı değil de, münafıkların ayağına tam gelecek bir ayakkabı koyduk, herkes kendi kendine ayağını bu ayakkabıya soksun ve ayağına onu ne kadar uyuşuk görüyorsa o kadar ürksün istedik! Ayakkabı dediysek, ne kunduracılık, ne el zanaatkârlığı, bu iş, beyne neşter çalan cerrahlarınki kadar dikkat celp eden bir iş ama işte aynı zamanda bize göre bu iş, yapılması mutlaka gereken ameliyat cüzünden bir iş!
Velhasıl…
Bir güvercin gibi Seriyye Dergisi’nin paçasına iliştirip size ısmarladığımız bu yazı önünüze gelmeden belki de, “MÜMİN-MÜNAFIK”, iki kapak arasındaki 170 sayfalık bir diyalog olarak husule gelmiş olacak…
O da, diğerleri gibi daima İslam’ın kuvvet bulmasına tahsisli…
Niyetimiz, bu olarak mübarek… Vücutsuz niyetimizin, kâğıttan amelimizi galebe çalması niyazıyla, okuyanına mübarek olsun!