Fazıl'ı Hepten Say'ıp Da, Dininizden Olmayın!

Yazan: 02 Şubat 2019 3302

Büyük İrşad Kutbu Abdulhakim Arvasî Hazretleri… Bütün namazları, bizimkilere nispetle bulutlar üstüne serili seccadelerle kılınmıştır. Buna inanırız… Ama böyleyken bakın O ne diyor:

                “Yarın ahirette güvenebileceğim ne amel, ne iyilik… Hiçbir şeyim mevcut değil… Yalnız küfür timsaline duyduğum gayz ve buğz belki yeter…

                Hiçbir mevzuda olmadığı gibi, amel muhasebesinde de gerçek veliler, lüzumsuz yere söz söylemezler… Abdulhakim Arvasî Hazretleri de, gerçek velilerden olarak İslam’ı “Hubb-i fillah Buğz-i fillah” (Allah için sevmek, Allah için buğz etmek) keyfiyeti üzerinden özleştiriyor. Müslüman amel eder ama ameline güvenmez. Buharî ve Müslim birlikte nakletmiştir:

Kâinat Efendisi buyuruyorlar:

                “Hiç kimse kendi ameliyle cennete giremez…”

Sahabî soruyor:

“Siz de mi Ey Allah’ın Resulü?”

 “Evet! Ben de! Meğerki Rabbim beni rahmetinin kucağına almış olsun…”

Allah’ın rahmet kucağına alınmak ne ile? İşte Abdulhakim Arvasî Hazretleri, bunun ölçüsünü koyuyor ortaya… Allah için sevilecek ve Allah için öfkelenilecek… Allah’ın düşmanlarına muhabbet besleyen bir adamın namazı, kromdan bir robotun namazından ne fark belirtir? Allah’ın dostlarına karşı düşmanlık besleyen için de aynı şey… Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek, bütün amelleri sanki de aktive eden ateşleyici bir amel… Baş amel… Hadis meali:

“İbadetlerin en kıymetlisi, Allah için sevmek ve Allah için düşmanlık etmektir…” 

fazili hepten sayip da dininizden olmayin2

Kedisine “pist!” diyen adama bile kaş çatan bir Müslüman, Allah’a olmadık hakaretlerde bulunan ve Allah’a her zerresiyle düşmanlık eden bir adama başkaca vasıfları vesilesiyle muhabbet duyuyorsa, Müslümanlıkla olan bağını görünmez bir makasla kesmiştir de, haberi yoktur! Ya da Müslümanlıkla bağı zaten yoktur da, bu yaklaşımı da bu yokluğu ele vermektedir. Kuran, Allah Resulü ile beraber olan müminleri överken bir kıstas koyar ortaya:

“Kâfirlere karşı şedit, biribirlerine karşı merhametli…” (Fetih-29)

Bu kıstasa ne kadar uymaktayız? Üstelik bu kıstas, müminliğin asgarî şartını ortaya koyan bir keyfiyet… Böyle kıstasa uyunca, makamı yüksek mümin olmuyoruz. Mümin oluyoruz… Allah ve Resulü’ne göre dost ve düşman belirlemek, müminliğin daha eşikte kontrol edilen vizesi… Şehadet, kuru kuruya bir şahitlik değil zira… Şahit olduğunun dost ve düşman kutuplarına, bütün zerrenle dost ve düşman olacağına dair ahitleşiyorsun… Yoksa telgraf tellerine dizilen kargalar da, güneşin her gün doğduğuna şahitlik ediyor. Kelime-i Tevhid’deki şahitlik, böyle bir şahitlik değil… “Allah’tan başka ilâh yok ve Hz M…d Onun kulu ve Resulü” demek, sahte ilâhlarla dibine kadar dalaşılacağına, bu dalaşmanın pratize edilmesinden başka şey olmayan hayatıyla Allah Resulü’nün her cihetten takip edileceğine teminat vermek demek… Çiklet falı okur gibi getirilen şahadet, karşılıksız çek gibi bir kıymete haiz değildir.  Sevgi, tezahür ister, muarızına öfke serdi ister, ispat ister… İmam Rabbanî Hazretleri buyurur:

“Cem-i zıddeyn muhaldir!”

Yani iki zıt, bir kalpte kendi hakikatleriyle beraber bulunmaz… Allah Resulü’ne duyulan sevgi ile, hem o devrin, hem de bütün devir Ebu Cehillerinin sevgisi bir kalpte yan yana durmaz. Duruyor gibi bir manzara varsa, bu seraptır. Serap olup hakikat olmayan muhabbet ise, Allah Resulü’ne olduğu zannedilendir. Mezhep İmamımız Ebu Hanife Hazretleri buyurur:

“Küfre rıza küfürdür!”

Yani kişi kendi küfre girmiyor ama küfre girenin küfre giriş sebebine buğz da etmiyorsa, o da küfürdedir. Küfre buğzun olmadığı yerde, rıza tavrı var… Küfre rıza tavrının olduğu yerdeyse, gizli küfür… Yok değil yani, gizli olarak var! Bu gizli küfür, insan kalbinde bir bulanıklık halinde bulunur ve Azrail’le randevu anına kadar da kendini ele vermez. Ölümden kısa süre önce varlığı ortaya çıkan sinsi urlar, nasıl tıbbı çaresiz bırakır, kalpteki iman kederi-bulanıklığı da öyledir. Son ana kadar saklanır. Kalbine kurulduğu kişi namaz kılar mesela, bu iman uru umursuz keyfine bakar. Zira akü başlıkları takılmamış bir araçta, iman motorunun da çalışmayacağını bilmektedir. Allah’ın düşmanlarına buğz, dostlarına da muhabbet beslemeyen bir Müslümanın iman motoru sakıttır ama o bunu bilmez. İşte bu bilinmezlik ancak “Hubb-i fillah buğz-i fillah”  keyfiyetiyle bilinir hale getirilir. Gaz kaçağı olup olmadığını ölçen aletler gibi, her Müslüman kalbine bu keyfiyetin ölçüm cihazını yaklaştırmalı ve Allah’ın düşmanlarına muhabbet, dostlarına da düşmanlık hissinin kendine bulaşıp bulaşmadığını kontrol etmelidir.

Dedik ya; Abdulhakim Arvasî Hazretleri, kaydettiğimiz özlü söyleyişiyle müminlere “Hubb-i fillah buğz-i fillah”  keyfiyetinin ölçüm cihazını uzatmakta… “Alın ve ölçün!” hesabı… Şunu ezberlemeli: Namazsız, oruçsuz olmaz ama cennete namazla, oruçla değil, Allah’ın düşmanlarına buğz, dostlarına da muhabbet tavrıyla gidilir! Kalp, bir bisiklet kornası değildir. Bir emanettir… Ahirette açılacak ve içindeki dostluk-düşmanlık, buğz-muhabbet bakiyesine bakılacak… Allah, kendisine ya da Resulü’ne küfreden, hakaret eden bir adamı iyi tarihçi, hoş sanatkâr ya da güzel hatip gibi sebeplerle seven bir kimseyi rahmet kucağına almaz. Bu net… Ebu Cehil’e muhabbet besleyen bir “Müslüman kalbi” olamaz. Ve her devrin Ebu Cehillerine… Allah’ı inkâr edecek, Resulü’ne “Çöl bedevisi!” diyecek, Kuran’a “Masal!” yakıştırması yapacak kadar küstahlaşan Hüseyin Nihal Atsız’a “İyi Türkçü!” diye muhabbet besleyen güruhla az cedelleşmedik… Muradımız, bu keyfiyeti anlatmak ve asgarî Müslüman olmanın nasip sırrına onları da erdirmekti. Şifaya erdirecek şurubu, haşarı çocuk dişlerini sıkarak karşılar. Ağzına zorla koysanız, onu ilk fırsatta tükürmeye çalışır. Yutan da olur ama… Oldu da… Şimdi vesilelerine dostluk nazarıyla bakmaktalar…  Allah, cümlemizi korusun, cümlesini kurtarsın… Bu şurubu ısrarla içmek istemeyenler, iyi Türkçüler için kurulmuş Cennete konulduklarında  vaziyeti anlayacaklar! Ama tabi ki böyle bir Cennet yok… Ve Allah’ın, kendisine, Habibine, öz kelâmına hakaret edenleri kucaklayacak rahmeti de yok… İsterse böyle kimseler, alınları secdeden kalkmayan kimseler olsunlar. Bu sebeple, mümin, kalbini bir kuzu gibi “Allah’a düşman kimselere muhabbet kurdundan” ve “Allah’a dost kimselere düşmanlık sırtlanından”  sakınmalı… Bu kurt ve sırtlan cinsinin sürüleştiği ve iman kuzularının sürüsüne daldığı bir devirde aslında, bunca sözü piyanist Fazıl Say vesilesiyle söyledik… Recep Tayyip Erdoğan’ın, 18 Ocak 2019 akşamında bu adamın konser davetine icabet etmesi vesilesiyle… Daha evvel, Recep Tayyip Erdoğan, annesinin ölümü vesilesiyle Fazıl Say’ı aramış, taziyelerini iletmiş, Fazıl Say da, başka bir ülkenin dargın ama gönlü alınmış devlet başkanı havasıyla geri dönmüş ve Recep Tayyip Erdoğan’ı konserine davet etmişti. Hadisenin bundan sonraki safhasının Recep Tayyip Erdoğan için “Gidecek mi, gitmeyecek mi?” şeklinde kritiğe tabi tutulmasının da bir cemaziyülevveli var tabi… Bu Cemaziyülevvelde Fazıl Say’ın, Ak Parti’den Allah’a kadar bir dizi küfür çeşitlemesi var… Bunları hatırlatırız. Ama evvela Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir siyasetçi olduğunu hatırlatalım… Onun bu ziyareti belki de düşman safına ateşiyle yaklaşmak ve onların buzdan yontulmuş ok, mızrak, balta vesair silah takımını eritmek maksatlı bir taktiğe mebni… Bu kadar hüsn-ü zannı ondan esirgemek olmaz… Neticede, bizim için durulma değil halâ çalkalanma devresinde olan bütün bir ülkeye Cumhurbaşkanlığı ediyor ve piyano başındaki cezbesiyle dünya çapında şöhrete ermiş bir adamın, dünya çapında edeceği şeytanlıkların önünü almak istiyor. Biliyorsunuz: Müslümanlarda gereksiz paranoya ve korkuya da döndüğüne şahitlik ettiğimiz bir “Gezi Parkı” psikozu var. Ama Gezi Parkı nevinden ayaklanma çıkartmak isteyenlerin, toplumun fay hatlarındaki gerginliği arttırmak için fırsat kollamadıklarını söylemek de olmaz… Böyle bir fay hattı gerginliği içinse Fazıl Say, piyanosu altından provokasyon şambiyeli gibi şişirilebilir bir model…. Bu sebeple, Recep Tayyip Erdoğan, tersinden bir hamleyle fay hattı germek isteyeceklere karşı bu fay hatlarını gevşetmek maksatlı olarak Fazıl Say’a yaklaşmış olabilir. Böyle olduğunu düşündüğümüzde, piyano altından şambiyel şişirenlere karşılık, Recep Tayyip Erdoğan da el tokasıyla bu şambiyelin havasını almış olur… Niyet bu olabilir… Diyoruz ya; fetva makamı, Nakşi şeyhi, Şeyhülislam, mezhep imamı değil, Recep Tayyip Erdoğan, Müslümanların gönül ve umut bağladığı dünya çapına ermiş bir siyaset adamı… Bu sebeple, en başta hoşa gitmeyecek bazı davranışları, derin nazarla bakılınca bir hikmete matuf addedilebilir… Bu açıdan bunların hepsini anlamak mümkün… Üzülürüz, gene de bir cır cır böceğine atfedilen bu çapı fazla görürüz ama “Vay! Nasıl Allah düşmanını ziyaret edersin!” bağnazlığına düşmeyiz. Çikolata zannedilmekten sonra, siyasette çamura girmek de var. Vatanın, bütün zerre ve ruhuyla yeniden inhisarımıza geçtiği ve çamura çamur muamelesini hürriyetle yapabileceğimiz günde zaten, kimse piyano bitlerini ayıklamak gereği de duymaz, zaten böyle bir kutlu devirde piyano başında kimse bitleşemez de… Ayrı husus… Dikkat çekmek istediğimiz şey, Recep Tayyip Erdoğan’ın Fazıl Say mevzuundaki saklı ve stratejiye dayalı maksatlarını sezemeyen fikirsiz Müslümanların hali… İki zümreler… İlkini kaydettik; “Allah düşmanını nasıl ziyaret edersin!” vaveylasıyla özetlemek mümkün… Üzerinde durmaya değmez; her devir varlar, her devir olacaklar da… İkinci zümreye gelince; onlarla, kalplerdeki iman kederi arasında gizli bir hat var ki; onları öyle kolay özetlemek zor… Yeni nesiller… Döşeme ahşapları altında bitiveren tahtakuruları gibi, fikri dezenfekte hassasından mahrum “particilik” zemininde peyda oldular… Diplomatik menfaat kaygısıyla yapılan bir ziyareti, İslam düşmanı Fazıl Say’ı “Fazıl Hazretleri” yapmak için yeterli gören bu güruh, İslam aküsüne, dostluk-düşmanlık kutupları üzerinden bağlı olup olmadıklarını da ele verecek fikirsizlikleriyle hayrete şayandır. Fazıl Say, İslam’a, ezana, hatta Allah’a ettiği hakaretlerinden vazgeçtiğine dair bir açıklama filan yaptı da, bizim mi haberimiz olmadı? Ya da “Başörtülü sayısı arttı, bu ülkede yaşanmaz!” cümlesinden nedamet getirdi de, gazeteler filan sansür mü uyguladı? Elbette bunların hiçbiri olmadı! Ama zaten fikirsiz ve partizan marka Müslümanları için, bunlara gerek de yoktur! Bu kitle için Recep Tayyip Erdoğan’ın Fazıl Say konserine gitmesi, Fazıl Say’ı zemzemle tütsüleyip, muhabbet kundağına sarıp, nur ile sarmalamak için yeter sebeptir. Bu kitlenin umutsuz kroniklerini Allah’ın ıslahına havale ederken, hatası ciğerinde zift değil, tavır sehpasında toz olan müminleri ikaz ediyoruz… Bu vatanı İslam imanıyla aldığına ve onu gene ancak İslam imanıyla koruyabileceğine inanan vatan evlatları, dost ve düşman kutuplarını işaretlerken sadece İslam imanını kıstas tutmalı değil mi? Bunu böyle kabul eden herkese Fazıl Say’ın fikir ve ruh dünyasını hatırlatmak babında göstermeliyiz:

fazili hepten sayip da dininizden olmayin3Fazıl Say, 2001’de yazdığı bir yazıda, Amerika’nın Afganistan bombardımanına irticayı yok ettiği için destek vermiş, karnında tek centlik yiyecek olmayan ve milyonlarca dolarlık bombalarla katledilen on binlerce Müslüman çocuğun öldürülmesini başarı olarak addetmişti:

“Savaşta şu anda gelinen noktayı pozitif değerlendirin. Amerika yanlışlıkla 3-5 tane kız çocuğunu öldürdü belki… Ama milyonlarca kız çocuğunu diriltti. Nazım Hikmet şu aşamada Amerika’ya ‘Aferin!’ derdi.’’

2007 seçimlerinden Ak Parti zaferle çıkınca, dünya çapında meşhur ve o çapta hadsiz piyanist Fazıl, bir Alman gazetesine röportaj vermiş, yılan dolanmış bir tavşan edasıyla dünyanın bütün kuzgunlarına çığlık atmış ve Türkiye’yi şikâyet etmişti:

“Türkiye'yi terk etmeyi düşünüyorum, çünkü İslamcılar zaten kazandı… Bakan eşlerinin bile başları örtülü, Türkiye'de yüzde 30'lara düştük, bu ülkede yaşanmaz!”

Bu kadar mı? Tabi ki hayır… Fazıl Say neticede, piyano tuşlarına gizlice imansızlık trafosu bağlanmış da elektriğe kapılmış gibi titrek ve küfür bağnazlığının cezbeli parkinsonudur… Allah’tan, İslam’dan, imandan, ezandan iğrenmektedir… İşte 2012’de paylaştığı mesajlardan bir seçki… Küçük enişte Fazıl, Ömer Hayyam rubaisinin tavassutuyla ortaya atlamış ve Allah’a horozlanmış:

“Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cenneti alâ meyhane midir? Her mümine iki huri vereceğim diyorsun! Cenneti alâ kerhane midir?”

Yetmiyor, küçük enişte palazlanıyor, bu defa Allah’a inanan herkesi, olduğuna inanmadığı Allah’la beraber aşağılamaya kalkıyor:

“Bilmem fark ettiniz mi nerede yavşak, adi magazinci varsa hepsi Allahçı… Bu bir paradoks mu?”

Fazıl Say zaten, Afganistanlı “üç beş kız çocuğu”na da, Ak Parti’ye de, Recep Tayyip Erdoğan’a da “Allahçı” oldukları için düşmandı! Peki Fazıl Say, bu düşmanlıklarından vaz mı geçti? Ya da Allah’ı bir eroin -haşa!-, bütün Müslümanları da bu eroinin yavşak ve adi bağımlısı gibi görmekten nedamet mi getirdi? Şu nabızların, hadisenin vicdanında bir gerçeklik olarak attığını da kaydetmeliyiz: Küfredilen Allah… Allah’a küfredildiği için öfkelenen samimi Müslümanlar… Recep Tayyip Erdoğan ziyaret ettiği için “Allahçı” olmayan Allah’a küfretmiş Fazıl Say… Ama Recep Tayyip Erdoğan, Allah’a küfreden Fazıl Say’ın davetine icabet ettiği için rencide olan samimi Müslümanlar…  Yakın tutulduğu için yaklaşmayan düşman ama rencide edildiği için peyderpey uzaklaşan dost… Düşman hattında bir semizlenme de meydana getirebilecek bu nabız, başka başka hadiselerin kol ve boyun mafsallarında Ak Parti için ata dursun, aksini beyan etmediğinden Fazıl Say’ın, halâ “Allah’a küfür” mevzisinde durduğunu söyleyebiliriz. Öyleyse sesleniyoruz:

“Ey Recep Tayyip Erdoğan’ın, az evvel kaydettiğimiz sebeplerle Fazıl Say’a uzattığı ele bakıp, Fazıl Say’ı hidayete ermiş gibi selamlayan Müslümanlar! Kalplerinize bakınız ve orada “Hubb-i fillah buğz-i fillah” keyfiyetinden yana bir akametin olup olmadığını kontrol ediniz!”

fazili hepten sayip da dininizden olmayin4

Zira gerçek bir müminin, dost ve düşman kutuplarını belirlerken kıstası ne Recep Tayyip Erdoğan, ne de Ak Partidir, sadece ve sadece Allah ve Resulü’dür… Mesela Allah’ın Resulü, maslahat gereği bazı Yahudi kabilelerle işbirliği yaptığında, Sahabî kadrosunun kalbinde bu Yahudilere karşı muhabbet filan oluşmamıştır... Zira maslahat ile iman hakikatlerini birbirinden ayırabiliyorlardı. Fikirsiz değillerdi, marka Müslümanı değillerdi… Hoş, Fazıl Say, Recep Tayyip Erdoğan karşısında, aslana nispeten bir cır cır böceği mevkiinde… Ama ezik Müslüman tipi, aslanın, cır cır böceği ardında kümelenmiş sırtlan ordularını da görerek uzattığı pençelere bakıp, cır cır böceğine karşı muhabbetle dolmakta, böylece kendi aslanını da cır cır böceği seviyesine çekmektedir. İşte Recep Tayyip Erdoğan’ın, Fazıl Say konserine gitmesi vesilesiyle bir kez daha görmekteyiz ki; bir çok Müslümanda maslahat ile iman hakikatlerini ayırt edecek keyfiyet yok… Kalplerdeki arızaya nişane!  Allah’a düşmanlığı, ezandan rahatsızlığı, başörtüsü karşısında kusmuk görmüş gibi iğrenme tavrı ve küfür bağnazlığı baki iken, sırf Recep Tayyip Erdoğan’la, o da kendi zaviyesinin maslahatı gereği görüştü diye Fazıl Say’a methiye dizmek, onun Allah’a olan aleni düşmanlığını önemsememek anlamına da gelmez mi? Ah ah… Ezik ve fikirsiz Müslümanın yakasına yapışmak ve onu silkeleyerek şöyle demek mümkün olsaydı:

“Ne oldu! Allah’a ve Recep Tayyip Erdoğan’a küfrettiği için ona öfke kusuyordun, Allah’a küfrü baki iken Recep Tayyip Erdoğan’a bir güldü diye ona muhabbet mi beslemeye başladın! Fazıl’a, ateş görmüş kaşar gibi attığın bu ‘ehe ehe’ bakışları da ne… Ne oldu!  Allah’a küfredilmesine öfkelenmek hassandan mı soyundun, yoksa Fazıl Say’ın Allah’a hürmet tavrına geçtiğine dair gaybî bir bilgiye mi erdin? Hııı… Söyle ne oldu!”

 Bu eziklik, konser sonrasında Fazıl Say’a doğru bizim mahalleden (!) “Truva Sonat”ı olarak değil de, “Ezik Müslüman Sonatı” olarak terennüm edilmeye başlandı. Fazıl Say’ın beyefendiliği, gerçek bir sanat adamı olması, Recep Tayyip Erdoğan’ın anne sevgisini en iyi bilen biri olması, daha neler neler… Fazıl Say, Fazıl Hazretleriymiş de meğer, bizim haberimiz yokmuş! Ortalıkta ortak bir koro:

“Kardeşlik kazandı… Aynı gemideyiz, birlikte mesut yaşamalıyız!”

Gürültülerini çığırmakta… Oysa Fazıl Say bile, milletin ruh kökünden iğrenen haliyle bu vatanda azınlık olduğunu itiraf etmişti! Bir konser davetiyesiyle, Türkiye’yi yarısından itibaren elinde tutan “İngiliz Sömürge Bakanı” mevkiine eriverdi. Kim erdirdi? Fikirsiz ve ezik Müslüman tipi… Aynı gemideymişiz de, biribirimizi anlamalıymışız da… Kendi vatanında Rabbine, Peygamberine, Kuran’ına, ezanına, namusuna küfredilen hep biz… Ama küfreden azınlık karşısında “Aynı gemideyiz! Ihı ıhı!” sancaklı tersinden bir zapt-u rapt hamlesiyle elleri ve kolları bağlanan da gene biz… Tayfasından kaptanına kadar bütün gemi müfredatını güvertede topluyorlar, karşılarına bir ambar faresi geçiriyorlar ve:

“Aynı gemidesiniz! Sırnaşın!”

Diyorlar… Çünkü bir maşrapalık, ya da bir küreklik, hiç olmadı bir terliklik çap ve kudretteki birkaç ambar faresinin birkaç dişinden korkuyorlar! Ruhları mefluç, maddeleri ezik, fikirleri hadım… Vatan sarayının, bir bakışımızla bütün kapılarını kilitleyebilecek, bütün kilitlerini açabilecek kadar sahibi iken, onun mahzen katında mahpus durumdayız. “Aynı gemideyiz!” martavalı bu cihetiyle doğru yani… Ama dümende fareler, mahzende kaptanlar var… Buna itiraz ediyoruz… Bu vatan bizim ve Müslümanlara “Allahçı” nitelemesi yaptıktan sonra  “Hepsi yavşak ve hain!” diye küfreden bir adama, eğer bu vatanda yapılmışsa bir sokak kedisinin pisliğini dahi vermez, üzerinde sahiplik cakası satmasına müsaade etmeyiz. Ama Anadolu insanının Ak Partiyi sırtında taşıyarak erdirdiği zaferler sonrası “Bu ülkede yaşanmaz! Azınlığız!” diye açıklama yapan aynı adam, Cumhurbaşkanının konserine gelerek kendisini ayakta alkışlamasından birkaç gün sonra “yarı yarıya ortak” havasına girer ve açıklama yapar:

“Hayatta hatalar yapılabilinir, Erdoğan da yapar, Say da yapar, Ahmet Mehmet de yapar, insanız hata yaparız, hatadan dönmek hatayı düzeltmek ise erdemdir, insani bir durumdur…”

Ve konuşmanın satır aralarında “İlk adım Erdoğan’dan geldi!” diyerek, ezik ve fikirsiz Müslüman tipinin asla duyamayacağı bir perdeden seçimsiz erdiği “kısa gün kârlı” zaferini ilân eder! 

Şimdi elinizi vicdanınıza değil, imanınız üzerine koyun ve söyleyin: Fazıl Say konseri, ezik ve fikirsiz Müslüman tipinin “Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek” tavrından soyunduğu ve  “Recep Tayyip Erdoğan için sevmek ve Recep Tayyip Erdoğan için buğz etmek” tavrına büründüğü felaketi için bir vetire midir, değil midir? Biz, Recep Tayyip Erdoğan’ı, Allah’a ve Resulü’ne bağlı diye seviyor, Fazıl Say’dan da, Allah ve Resulü’ne düşman diye iğreniyoruz! Bir gün Recep Tayyip Erdoğan, -Allah muhafaza!- Allah ve Resulü’nü sevmekten vazgeçer düşman olursa ondan iğrenir ve Fazıl Say, Allah ve Resulü’ne muhabbet duymaya başlarsa -inşallah!- kendisinden  iğrenmekten vazgeçer, severiz.  Gerçek müminlik tavrının gerektirdiği şey budur… Bu gerekle; Ak Partili Müslüman can kardeşlerimize değil de, Müslüman Ak Partili ham gebeşlere sesleniyoruz:

“Recep Tayyip Erdoğan’daki maslahatı hakikat sanmayın ki; Fazıl Say’ı hepten sayıp da dininizden olmayasınız!”

Hüsn-ü zannımız ve maslahat ile hakikati ayırt edebilen fikrimiz bize şöyle fısıldıyor:

“Aslan, cır cır böceğine, piyanosu ardında saklanmış bahane sırtlanlarını savmak niyetiyle şöyle bir uğramış…”

Ama hüsn-ü zannımız ve fikrimiz, biz çekildikten ve ikisi baş başa kaldıktan sonra abanır ve biribirinin kulağına bu defa şöyle fısıldarlar:

“Keşke gitmeseydi…”

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi