Manevi Ötanezi Makineleri

Yazan: 02 Şubat 2019 2600

Araba radyosundan duyar gibi oldum… İrkildim… Emin olmak için araştırdım… 2013’te 3252… 2014’te 3065… 2015’te 3246… 2016’da 3064… Dört yılda toplam 12.637… Bu rakamları Nisan 2018’de Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) açıklamış... Ama ne enflasyon, ne eşya fiyat endeksi, ne de tarım ve sanayiye dair bir hesabın mahsulleri… İnanması güç ama bu rakamlar, ülkemizdeki dört yılın intihar vakıalarına ait… Üstelik yıllık intihar adetlerinde tutturulmuş “3000 üzeri” ortalama da ayrıca sarsıcı… Bir sonraki yıl, ondan sonraki yıl, ondan da sonraki yıl, Anadolu tarlasından baş doğrultmuş 3000’in üzerinde insan başağı kendini, kendi orağıyla budayacak… İstatistik kasıp geçilecek bir vaziyet değil bu… Hesap edin: Malatya’nın namlı ilçesi Pötürge’de, resmi kayıtlara göre el an 14.382 kişi yaşıyor… Kayseri’nin Hacılar ilçesinde bu rakam, 12.293… Çanakkale’nin Bozcaada’sında, 8769… Kütahya’nın Hisarcık’ında, 12.489… Daha sayalım mı? Pastadan dilim kesilir gibi handiyse her dört yılda bir, ortalama bir ilçenin bütün ahalisi adedince insanımız intihar ediyor ve vatandan kopup gidiyor… Bir kuytuda üç papaz intihar etse, bu olay “esrarengiz toplu intihar” diye dünya çapında hadise addedilir. Ya da kıyıya toplu halde vuran balinalar… Ya da denize sürüsüyle giren geyikler… Ya da Norveç kır fareleri… Hepsi üzerine dizilen çarşaf çarşaf makaleler, hazırlanan haberler vesair… Hepsine aşinayız ama Anadolu’da intihar mevzuu sadece TÜİK verisi… 814.578 kilometre kare vatan toprağında bu hadisenin sadece TÜİK verisi olarak karşılanması, intiharların bütün vatana yayılı olmasından mıdır? Bu yayılışı bir an kaldıralım ve intiharları tek bir ilçeye teksif ederek hayal edelim… Gazete manşeti okur gibi dinleyin:

“Ankara’nın Haymana ilçesindeki bütün vatandaşlar, toplu halde intihar ettiler!”

Böyle bir haber, dünyayı sarsar değil mi? İşte kemmiyet yönünden her dört yılda bir Haymana ilçemiz toplu halde intihar ediyor ve hadise sadece TÜİK’in rakamlarla ördüğü hadisat sepetinde bir nakış olarak kalıyor... Böyle düşünüp sarsılsak yeri… Her intihar, neticede bir ölüm… Ama müntehir kimsenin yakınları için bu ölüm, normal bir ölümden daha sarsıcı olmalı… Her yıl “3000 üzeri” olarak standart ve istatistiğe bağlanmış müntehirlerimiz de, vatan ananın tek bir bedende intihar etmiş evladı… Anadolu anamız sarsılıyordur, ya diğer evlatları? Allah, mümine “Kendinizi öldürmeyin!” (Nisa-29) der. Hemen ardından ekler:

“Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir…” (Nisa-29)

Anadolu’da müntehir, bu merhametle, kendisini ölüme sürükleyen sebebi arasına setler girmiş kimsedir. Gerçi intiharın, ilahî merhameti beşeri sıkıntı karşısında küçültmekten başka da sebepleri var. Biyolojik, psikolojik, anksiyete bozuklukları vesair… Bilinemeyen daha bir çok şey… Bu bilinmezlik, Batılı için intihar alanı üzerinde de horon tepme fırsatı vermiş… Filozoflar, intihar hakkında eşekçe laflar etmişler mesela… Albert Camus, intiharı kendi içinde çelişkili göstermiş... İntihar eden için “Yaşamak anlamsızsa zaten, niçin eyleme geçer?” der ve intiharı, müntehir için böylece anlamlı sayar… İntihar duygusunun, alenileşen sebepleri dışında alenileşmeyen bir dünya dolusu sırrı karşısında, Camus, solucan dansı etmekte… Çözülemediğini söylediği bu felsefî problem karşısında en esaslı çözüm cakasına durması da, kendi içinde ayrı bir çelişki taşır! Schopenhauer’in, intiharı yaşama sevgisinden kaynaklanır göstermesi de böyledir. Arı denilen hayvanı, incelik ve sırları ile kavrayamadan “Uçan ve vızıldayan şey!” diye hepten tanımladığını sanan bir adam, bu derin (!) filozofların solucanlığı karşısında orta halli bir yılan çapı belirtir. Platon intiharı hoş karşılamaz… Ama Stoa filozofları için intihar, asil bir davranıştır. Nerdeyse Stoa’nın bütün filozofları, intihar etmiştir… Batı’da bugün için yasal çerçevede işleyen intihar makineleri var… Ötanazi makineleri… Ölmek isteyen kimse yasal başvuruyla kullanabiliyor. Müstakbel müntehiri, kablolarla bu makineye bağlıyorlar ve damarından kimyasal bir zehir kokteyli enjekte ediyorlar. Yarım saat içinde ölüm geliyor. Bilim boş durmuyor:

“Hollandalı doktor Philip Nitschke, yani bir ötanazi makinesi geliştirdi…”

manevi otanezi makineleri2

Gazete manşeti bu… “Doktor Ölüm” lakaplı adam, yeni nesil ve 3D bir ötanazi makinesi geliştirmiş… Tabut şeklinde bir makine… İçindeki butona basan müstakbel müntehir, nitrojen salınımı sebebiyle beş dakika içinde ölüyor. Makinenin ismi Sacro… “Huzurlu ve seçilmiş ölüm” manasına kullanılıyor. Zaten “ötanazi” de Yunanca “güzel ölüm” demek… Sacro’nun içinde bir de acil durum butonu var. Hani ölmekten vazgeçen insan, ona basacak ve intihardan vazgeçtiğini iletecek… Ötanazi makinelerinin manada belirttiği anlam, tüyler ürpertici… İntiharı, yasaya ve makineye bağlamak… Korkunç… Batının ve Batılının, insanlığı ölüme sürükleyen endamında hayat izi yok… Hepsinin canı cehenneme… Allah’ın Resulü, intihar eden kimsenin, intihar şekliyle azap göreceğini bildirir ve intihardan men eder… İslam’daki adalet, kişiyi kendi katilliğinden ahirette kısasa tabi tutar bir nevi... “Hesap var yapma!” ikazıdır bu… Müntehir, İslam’dan çıkmaz ama İslam’ını zedeler… Her yıl üç binin üzerinde insanımız için bu vaziyet, TÜİK tablolarında sessiz sedasız arz-ı endam eder… Ne kadar ağlasak, ne kadar sızlansak yeri… Akıbet, “3000’in ötesi” ve “3000’nin berisi” için Allah’ın rahmetine havale… Bütün umutlarımızın ufkunda, Allah’ın rahmet tecellisi… Maddede intiharın manayı zedeleyen ama toptan da yok etmeyen ahvali, Allah’ın rahmetine havale… Ama bir de, manada intiharın daha insan yaşarken başına gelen bir türü var ki; TÜİK bunun istatistiğini tutamaz. Umurunda da değildir zaten… Hem bu manadaki intihar, kişilerin farkında olmadan başlarına gelir, hayatlarını yolunda zannederken, ebedi ve saadetli hayat hinterlandından çıkmış olurlar. Kalpleri madden kan pompalar ama manada ölmüştür. Böyle birinin namazıyla mesela, bir robotun namazı arasında pek fark kalmaz. Bu durumun farkında da olunmaz… Her yıl “3000 üzeri” bir standarda bağlanmış madde intiharlarımız, her gün binlerce insanımızı mana ölümüne zorla sürükleyen mana intiharlarımız yanında, devede kulaktır. Bunun için, piyasaya dökülmüş yüzlerce “manevi ötanazi makinesi” vardır. Gazeteden, radyodan, televizyondan insanımıza seslenen bu makineler, insanımıza itikat ve iman prizleri üzerinden çaktırmadan bağlanırlar ve onları manada öldürürler. Manevi ötanazi makineleri, senkronizasyon içinde işlerler. Aşamaları vardır. Önce insanımızın Peygamberine iman kanallarını kurutmaya çalışırlar. Hadisleri “uydurma” ithamıyla gözden ve gönülden düşürürler. Bunun için Peygamberimizin Ashabını gözden düşürmek de şarttır. TÜİK, bu manevi ötanazi makinelerinin istatistiğini tutmaz, tutmak istese de tutamaz. Zaten TÜİK, devlete bağlı… Devlet de, laiklik ismindeki kendi ötanazi makinesine… Bu sebeple manevi ötanazi makineleri için ahval, köpeksiz köyde değneksiz gezmek rahatlığına mütealliktir. Bu makineler, Hadisi itibarsızlaştırdıktan sonra yeni aşamaya geçerler. Hedefe bu defa Kuran’ı koyarlar. Bunu suret-i haktan görünerek ve İslam âlimi, ilahiyatçı gibi vasıflarla yaparlar. Damarına Hadislerden şüphe duymanın zehirli kokteyli enjekte edilmiş müstakbel mana müntehirine bu defa, Kuran ayetlerini şüpheli kılacak zehirli kokteyl verilir. En son ki aşamada, Allah’ın varlığı ile ilgili hazırlanmış kokteyl verilecektir… Bu mukadder… Ama daha o devrede değiliz… TÜİK de, o mesaide değil…                Öyleyse manevi ötanazi makinelerinin, istatistiklerine kaydettikleri manevi müntehir sayısını nasıl bileceğiz? Onun da yolu var. İşte madde intiharlarımızın net istatistiğine karşılık, mana intiharlarımızın kaba istatistiği: KONDA isimli anket firması, 2009 ila 2019 arasının toplumsal değişim raporunu açıklamış… Mevzuumuza has netice:

manevi otanezi makineleri3“Türkiye’de ateist sayısı son on yılda % 1’den % 3’ e çıktı…”

Haydaa… Son on yıldır Türkiye’yi muhafazakâr bir hükümet yönetmiyor muydu? Öyle… Hatta bu hükümetin kendince bir kıvancı da vardı:

“2002’de göreve geldiğimizde İmam Hatip Okulu sayısı 450 idi… Bugün bu sayı 4000’in üzerinde…”

Alkış! Ama ya bu ters orantıya ne diyeceğiz? İmam Hatip sayısı arttıkça, ateist sayısı da artmış… KONDA’nın 2015’te yayınladığı başka bir raporda, Türkiye’de kendini ateist, deist, agnostik olarak tanımlayan 5,5 milyon insan olduğu tespiti var. Dehşet verici… Dinsizler, azınlık olmaktan çıkıyorlar. Zaten hükümete yakın cenahlar da, bu tabloyu kabul etmek durumunda kalıyorlar. Ateizmin, deizmin yayıldığını herkes kabul ediyor. Her şey bir yana, çocukluğumuzdan beri devlet kanalına her Perşembe çıkan ve “İnanç Dünyası” isimli programıyla Anadolu’da her haneye konuk olan Yaşar Nuri Öztürk, ölene kadar manevi ötanazi makineliği etti ve ölmeden hemen evvel kendisinin de deist olduğunu açıkladı. Deist, yani Allah’a inanan ama Peygambere, dine inanmayan… Deizm, Aristo’nun insanlığa çaktığı bir kazık… Yaşar Nuri’ye “Puhh!” yapan Müslümanlar, Aristo’yu halâ takdis ederler. Tenakuz… Muhafazakâr bir rektör, dehşet hissiyle konuştu:

“Odama tam 17 tane başörtülü öğrenci geldi ve hepsi de ateist olduklarını söylediler…”

Başörtülü ve ateist… Hem de, muhafazakârların, muhafazakâr yetişsin diye kurdukları bir üniversitede… Ürpersin tüyleriniz… Ama ürperecek bu tüy, manevi ötanazi makinelerini, topluma zehirli kokteyl enjekte etmelerine müsaade edenlerde yok… Tüylerini ürpertecek imanî bir şuura sahip değiller… Her gün, milletimizin ekranların en çok karşısına toplandıkları anlarda, bir sürü manevi ötanazi makinesini konuşurken görüyoruz. Konuşmuyorlar da, iman ve itikat damarlarından millete zehirli kokteyl enjekte ediyorlar. Mustafa İslamoğlu, Mustafa Öztürk, Caner Taslaman, Mehmet Okuyan vesair… Sanki bu memleket, bu adamların kaydettikleri görüşlerin temelinde yükselmiş ve sanki Müslüman kimlikli hükümet, bu adamların millete itikadî kol damarından enjekte ettikleri zehirli kokteyli, manevi zenginleşme şerbeti addetmekte… Biri, ikisi, üçü… Bazen hepsi toptan ve bugün olmasa yarın mutlaka, ekranlara çıkıp makinelerini işletiyorlar. Hadise, Sahabeye, Kuran’a saldırıyorlar. Hükümet, susuyor. Hatta bu adamlar, hükümete yakın kanallardan işletiyorlar makinelerini… Bazısının, kendine ait televizyonu bile var. Sonra müşkül şu oluyor:

“Allah Allah… İmam Hatipleri on kat arttırdım ama Allah’a inanmayanların sayısı da kaç kat arttı… Hata nerede?”

Hata, fikir olmadan yükseltilen binaların, yıkmaya matuf adamların mikroplarıyla dolacağını anlayamamakta… Fikir, silahın mermisi… Fikirden yoksun silah imalatçısı, aslında düşmanının zehirli fikir mermilerine silah üretmektedir de, haberi yoktur… Bakın, bir keresinde denk geldim ve Mustafa İslamoğlu’nu kendi televizyonundan birkaç saat boyunca izledim. “Yaratılış ve Evrim” isimli kitabı hakkında konuşuyordu. Neticede dehşete kapıldım. Bir Anadolu insanının, bu konuşmayı dinledikten sonra kendinin maymun cinsine nispeti hakkındaki kanaatinin, mutlaka etkileneceği kanaatine vardım. Adam, hokkabazlık ediyor, ayetler sıralıyor, Aristo mantığından sahte reveranslar sergiliyor ve karşısındakini mutlaka “maymundan gelmiş olma fikrine” ikna çabası gösteriyor. Kendisi de duysun: Gerçek bir âlimle birkaç saat muhabbet ettikten sonra, aklınızda değilse bile yadınızda kalacak şeyleri damıtsanız ve karşınıza tek bir cümle halinde koysanız, o cümle ne olur? Cevabı belli:

“Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz…”

Ama hakikate mebni olarak söyleyeyim; Mustafa İslamoğlu’nu dinlemeye tahsis ettiğim birkaç saati damıttım ve karşıma tek bir cümle halinde geçirdim. O cümle şu oldu:

manevi otanezi makineleri4“Maymundan geldik, Allah’a gideceğiz mi?”

Tabii ki bu bir vesvese fısıltısı… Ama manevi ötanazi makinelerinin en gelişmişlerinden biri olan Mustafa İslamoğlu’nu dinleyen her müminin kulağına bu fısıltı muhakkak sokulur. Ya kaçının iman ciğerine bir hançer gibi saplanır? Saplanan nicesini görüyoruz… Şeytan için bu sual, denizden ağını toplamış bir balıkçının, balık hasılatını hesaplamasına benzer bir manaya matuftur. Kendisi de anlasın, Mustafa İslamoğlu, insafla bile baktığımızda bize Allah’tan başka her şeyi hatırlatıyor! Hadis kabul etmez ama kaydedelim:

“Sizin en hayırlılarınız o kimselerdir ki; görüldükleri zaman Allah hatırlanır…”

Mustafa İslamoğlu’nun, maymundan gelmiş olabileceğimize dair yazdığı kitabı okudum, ettiği sohbeti dinledim, işte bunca mesaimin toplamından tüten ahengi:

“Mustafa İslamoğlu’nu her gördüğümde gözümün önüne bir maymun geliyor…”

Asla hakaret etmiyor, ona maymun demiyor, ilim mesaisinin tedai tablosundan bahsediyorum… Caner Taslaman, zaten her gün televizyondan evrim teorisini Kuran’dan olarak anlatıyor. Mustafa Öztürk, Kuran ayetlerini Peygamberimizin yazdığını söylüyor. Öfke celp edince de kendini şöyle savunuyor:

“Farabî, İbn-i Sina da dediklerimi dediler… Onları kutsayıp, bana niye kızıyorsunuz…”

Bu dediğinde aslında haklı… Kendisine kızılmaması noktasında değil bu haklılık, Farabî ve İbn-i Sina’ya ne sebeple kızılmadığı noktasında… Zaten devrimizin bu manevi ötanazi makinelerini işler kılan da, fikirdeki bu tenakuz tavrımız… Devlet zaten başka tellerde… Hükümette, tenakuz tavrı zirve… İmam Hatip istatistiğini yükselterek, manen yükseleceğimizi sanmak gibi bir motivasyonun kucağında… Aile Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı, çılgın kovboy heyecanıyla Kemalizm ve Avrupa kökenli eğitim politikalarının takipçisi… Rodeo kovboyları gibi, kendilerini üzerinden atmaya çalışan millet boğasından düşmemeye çalışıyorlar. Millet boğasındaki tenakuz, devlet ve hükümete paralel halde cari ama maddede ve manada müstakbel müntehir vasfıyla millet gene de mazlum… Bu mazlumluk, ciğer yakıcı cinsten hem de… Lise çağlarımda, şimdi rahmetli olan bir arkadaşımla Turan Dursun kitaplarını toplar, yakardık… Yatılıydı okulumuz… Okula ait harabelerin ardında, içinde ateş yanan bir kova ve etrafında onun aleviyle ısınmaya çalışan biz… Okulun dinsiz öğrencilerinden topladığımız bu kitaplar, eski müftü ve dinsizliğini alenileştirmiş Turan Dursun’a aitti ve biz o yaşımızda, bu kitapların yeni dinsiz devşirmek için cemiyet gölümüze serilmiş ağ hüviyetinde olduğunu biliyorduk… Devlet korumayınca, milletin kendi kendini koruma refleksi gelişiyor tabi… Şimdi güya devlet bizde ama televizyondan, gazeteden, radyodan, sinemadan, kitaptan savrulan sayısız şeytan ağına muhatabız… Kuran’a, Hadis’e, Ehl-i Sünnet’e hücumları hoparlöre bağlayan devlet, bu hücumlara karşı müdafaaya geçenlerin başına torba geçiriyor. Hadislerden süzülme manasıyla “Kadın için vücut hatlarını sergileyen pantolon giyinmek haramdır!” diyen hocaya, yüzünü ekşiterek:

“O tür hocalara itibar etmeyin!”

Diyen Aile Bakanı geliyor da aklıma, midem kalkıyor. Odasına başörtülü ateistlerin girdiği rektör de, gerçekte Allah Resulü’ne ekşitilmiş bu yüze baksın ve hayretle karşıladığı vaziyetin ruh ve madde köklerini orada arasın…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi