İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
EŞDİNSELLİKTEN EŞCİNSELLİĞE… KUŞATMA ALTINDAYIZ!
Milli Eğitim’in “Of Spor” kalibresinde kalmış ahvaline “Barcelonalı Messi” cakasıyla Bakan atanan Ziya Selçuk, 29 Aralık 2018 tarihli gazetelerde şöyle haberleşti:
“Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul’ projesiyle (ETCEP) ilgili, 162 okulu kapsayacak plânı anlattı…”
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul Projesi mi? Erkek ve kadın cinsiyetleri arasında örülen topluma, tek bir cinsiyet tıpası takar gibi “toplumsal cinsiyet” demek de neydi? Şeytan Ayetleri kitabında pasaj başlığı olmaya şayan ismiyle bu projenin detayları için Bakan Ziya Selçuk’a kulak vermeliydik… Verdik… Ziya Selçuk, evvela Bakanlığının yüksek motivasyonunu:
“Cinsiyet eşitliğine yönelik algı, öğrencilik yıllarından itibaren geliştirilmeli…”
Diye çerçevelendiriyor ve sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın eylem plânını kısaca özetliyor. Aynen aktarıyoruz:
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Etkinlik Kitabı hazırlandı. Kitap kapsamında 9 ve 10. Sınıf seviyesinde derslerde ünitelere uygun etkinlikler yaptık… Uzmanlar tarafından hazırlanan taslak etkinliklerin incelenmesi ve değerlendirilmesi amacıyla branş ve rehberlik öğretmenlerinin katılımıyla bir çalıştay gerçekleştirildi. Çalışmalar neticesinde, Taslak Değerlendirme ve İyi Uygulama Örnekleri Raporu hazırlandı ve revize süreci başlatıldı…”
Şömine başında gazete okurken görülse, başlığından başka hiçbir satırı okunmayacak bu haber aslında, bütün bir milletin, bütün milli değerleriyle şömineye atılmaktan beter bir vaziyete düşürüldüğüne nişanedir. Evet! Şöminenin karşısında değil, içindeyiz… Yakılmak isteniyoruz ama asırların inkisar ve çilesinden sadır gözyaşlarıyla ıslanmışlığımız sebebiyle tutuşmuyor, direniyoruz… Yerin üstünde başımıza geçenler, sakarlık ile ihanet arası bir sıklette bizi kuruluyorlar… Daha iyi yanalım diye… Sadece, yerin altından bakan yüz binlerce şehit ve velinin, nefesiyle toprak altından üflemesi ve bizi nemlendirmesi sebebiyle yanmıyoruz. Ama vaziyete bakılırsa talihimiz, bir papatya falının insafına kalır gibi “Yanacağız, yanmayacağız…” gibi bir sergüzeşt belirtmekte… Millet zebun… Garip, şaşkın, mazlum… Ensesine kurt çökmüş koyun gibiyken, o ağılının ahval ve şeraitinden kaygılı… Ve Millet, ilk defa olarak koyuna nispeten azgın kurt gibi dağdan değil, zayıf bünyeye nispeten arsız kurtçuklar gibi içeriden saldıran bir düşman karşısında… Yanlış oldu, karşısında değil… Çünkü artık düşman, millete karşısından gelmemekte, mikrop unsurları halinde damarında gezinmekte, içinde dolanmakta… Yani millet Sütçü İmamlaşsa, kafasına ateş edeceği müşahhas bir Fransız askeri bulamayacak… “Başörtüsü” perişan ama başörtüsüne uzanan el yok ortada…
Anlamamamız gereken şey şu; artık düşman, çizmeleriyle adımlamıyor vatanımızı… Bunu, pastaya çileğini koymak manasına en nihayetinde yapmak isteyecekler, o ayrı… Ama o güne kadar boş durmuyor, hazırlık yapıyor, bizi ruh mafsallarımızdan yavşatmak, kültür cıvatalarımızdan gevşetmek için çizmesiz, suretsiz, silahsız işgal yöntemleri deniyorlar. Hal böyleyken:
“Hamd olsun Sütçü İmam ruhundayız ama maalesef Sütçü İmam tekniğindeyiz!”
Öfkeliyiz ama öfkemizi muhatap kılacak düşmanı göremiyoruz… Ama gelin, cin seansı düzenler gibi düşmanın peşine düşelim ve cinin su üzerindeki kâğıtta beliren sureti gibi onu göstermeye çalışalım:
Milli Eğitim Bakanlığının, kelime baş harflerinin kısaltması bir Ermeni ismini anımsatan “ETCEP” projesi, adeta katilin kol düğmesini düşürdüğü bir cinayet mahalli… Hani sanki de, onun evdeki gardırobuna girecek ve delil torbamızdaki kol düğmesinin öbür tekini ele geçireceğiz… Evvela; bu projeyi Cemaziyülevveli’yle kısaca özetleyelim:
Proje ortakları Milli Eğitim Bakanlığı ile Birleşmiş Milletlere bağlı UNICEF… İşte buyurun, kümes hırsızlığı için soruşturma yürütüyoruz da, başın başında tilki ile karşılaşmışız gibi bir hal… Fakat tilki, zanlı sandalyesinde değil… Zira içimizden tavukluk edenler, ruh kümesimizin kapılarını onlara bizzat açmış… Proje 2014 yılında başlatılıyor. 2016 yılında da tamamlanıyor. Sonraki aşama da işte; 2018-2019 yılında ve 81 il, 162 pilot okulda bu proje tatbik edilecek… Bakan Ziya Selçuk’un:
“Proje yolunda ve uygulamaya geçiyoruz!”
Diye açıklama yaptığı tarihi burada tekrar hatırlatalım… 29 Aralık 2018… Bu tarihi aklınızda tutun… Biz 2014’ten bu yana bu proje kapsamında ne tavukluklar, ne tilkilikler edilmiş ona bir bakalım:
Toplumsal cinsiyet eşitliğine uygun kitaplar hazırlanmış… 468 eğitimciye bu minvalde hizmet içi eğitimler verilmiş… Eylem plânları, durum analizleri, etkinlik raporları vesair… Devletin mal denizi himmet etmiş, bir dünya masrafla bir dünya iş görülmüş… Bu arada olan her şeyi, boynu okşanan bir koyun rehavetiyle izlediğimizi kaydedelim. Oysa boynumuzu okşayan şey, bir bıçak… Hoş, UNICEF tilkisi ile işbirliği yapan tavuktan “devletlülerimiz” bunu göremeyince, millet nasıl görecek, boynundaki bıçağı nasıl hissedecek ki? Gene de öyle demeyelim…
“Ne varsa gene millet ferasetinde var!”
Diyelim ve devam edelim… Buyurun; 2015 yılı gazetelerinden bir başlık:
“Milli Eğitim Bakanlığı, cinsiyet eşitliğinin sağlanması için harekete geçti. ‘Ali topu at, Ayşe topu tut, Ali ekmek al, Ayşe sofra kur’ gibi fiş sloganları yeni baştan yazılacak…”
Yanlış okumadınız… Ayşe’nin sofra kurması, Ali’nin de ekmek alması durumunu, doğuştan ayağı göbeğinden çıkmış bir hilkat garibesi gibi gördüklerini ilan etmekten başka, karındaki ayağı diz altına indirme ameliyatına başlayacaklarını da söylüyorlar. Kimler? Milli Eğitim Bakanlığı ile UNICEF… O dönem Bakan, Nabi Avcı… O da Ak Partili… Bu arada bu işte, bireysel bir cürüm olmadığını, bireylere düşen cürüm hissesinin sadece eşya ve hadiselere üst perdeden nazar edecek ve düşmanı suretli-suretsiz saldırılarında filtreleyebilecek bir üst fikir bakiyesinden yoksun olmak olarak işaretleyelim… Hoş, bu dediğim devletin kendisinde de yok zaten… Ak Parti’nin kendisinde de… Yani Ziya Selçuk, “Messi” olsa da, üstün futbol kabiliyetlerinden tevarüs çalımlarını gene atamayacak… Saha patates tarlası… Çalıma müsait değil… Hem Ziya Bey “Messi” de değil zaten… Attığı gol olmayacak… Yani Devlet, bütün enstrümanlarıyla tam tamına “Ofspor” sıkletinde… Böyle olmasa, erkekliği ve kadınlığı, kendi ruh dinamiklerinde şiş şiş iken, Batı’nın şişlenmiş balon plastiklerinden medet mi umardı? Umulmuş işte… Zahmete girmişler, milleti televizyonlardan da şişlemek için “Kamu Spotu” bile hazırlamışlar. Hilkatten gelen erkeklik ve kadınlık karakterimizle oynamak için bir kız, bir de erkek animasyon karakteri seçmişler… Sureten masum, sireten şeytanî bir fısıltı halinde Anadolu’ya filmden sesleniyorlar:
“Ali topu at, Ayşe topu tut, Ali ekmek al, Ayşe sofra kur, Ali babana yardım et, Ayşe annene yardım et, Ali adam ol… Bunları yeniden yazmaya var mısın?”
Ali sofrayı kuracak da, Ayşe askere gidecek mi? Ya da Ali pasta yapacak da, Ayşe inşaat katlarında pasta-cila çekecek mi? Kendi içinde bin bir tenakuz taşıyan projenin, yapmaya değil, yıkmaya odaklı olduğunu gören kim? Erkekten, erkeğe has, kadından da, kadına has tavrı ve edayı yıkmaya odaklanmış bu “Kamu Spotu”, RTÜK’ün önüne geliyor. Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun… Üst kurul ama bu kurumun da, üst bir fikirden nasibi yok… Parkinson hastası, her uzvuyla titriyor yani… Önüne geleni, ardına koymak üzere milletin önüne koyan RTÜK, üyelerinden biriyle bu projeye ve bu projenin Kamu Spotuna hoşamedi ediyor hemen:
“Ekmek almak sadece erkek işi ya da sofra kurmak sadece kadın işi değil… Cinsiyet ayrımı çocukluktan başlıyor. Maalesef okullarda da yapılıyor. Bunu engellemek için güzel bir kamu spotu hazırlanmış. Biz de onay verdik…”
Sadece RTÜK mü? Sendikası, partisi, derneği, pılısı, pırtısı sıraya giriyorlar ve kısırda gün sırası komşusuna geçmiş kadın rahatlığıyla, Ermeni “ETCEP Amca”dan duydukları memnuniyeti ifade ediyorlar. Fikirsizlik… Can gözlülük fukaralığı, cam gözlülük zenginliği… Eşya ve hadiseleri, tıkıldığı akvaryumdan kendine has gevişiyle izleyen balık kumpanyası… RTÜK üyesinin “maalesef” diye eseflendiği, gerçekte “okullarda da yapılan cinsiyet ayrımcılığı” değil, Anadoludaki bin yıllık bakiyemiz… Onun:
“Cinsiyet ayrımı, okuldan başlıyor maalesef!”
Dediği şeyi biz:
“Cinsiyet ayrımını Allah koymuş elhamdülillah!”
Diye ifade ediyoruz. Ondaki de ağız, bizde ki de… Ama onun ruhu, ağzından uçup kaçmış… Bizse, ağzımıza ruhumuzu gasp için uzanan ellere direniyoruz… Şu, fikir mafsallarından duvara asılmış acuze bir adamdan çıkacak vaveyla sesidir:
“Ayşe maalesef bin yıldır Anadolu’da sofra kuruyor!”
Şu da, fikrini, kendi şahsiyet burçlarından bir sancak gibi dalgalandıran milletimizin çığlık sesi:
“Hamd olsun! Ayşelerin bin yıldır Anadolu’da kurduğu sofrada doyduk, dolduk, doğduk… Ölsek de gayrı, Ayşelerimizden ve Anadolu’muzdan vazgeçmeyiz!”
Bu çığlığa sağır olanlar, Avrupa kedisinin kıçını görüp:
“Ahh ah! Ne de büyük ve derin yaramız varmış!”
Diye sızlanıyorlar. Batı toplumunun dehhameleşmiş yaralarını görüp, ilacını kendine tatbik etmek tam bir eşekliktir! Ondaki yaranın devasını kendinde niye arıyorsun? Batı:
“Bana doğmayan güneş, sana da doğmayacak!”
Diyor, bunlar doğmuş güneşlerini muhafaza edeceklerine karanlığa ağıt yakıyorlar. Bunları görünce kendimizi de bu avanaklığın içine gömüyor ve haykırıyoruz: Kendini sümüklüböcek sanan şizofren bir aslan gibiyiz! Kendimizden iğrenirken, Batı kazuratında da hoş tat vehmetmekteyiz… Aslında böğrümüz böyle değil, başımız böyle… Böğürdeyiz biz, başta değil… Manzara şu: Böğrümüz yanıyor, başımız saçlarını tarıyor… Hem bilmiyorlar ki; UNICEF’in okullarda “cinsiyet ayrımı” dediği şeye, erkek ve kız tuvaletlerinin ayrılması da dahil… Cinsiyetsiz tuvalet… Pisuar evrimi, tuvalet devrimi… Toplumun içine “toplumsal” edilecek… Cinsiyetsiz… Sadece tuvaletler mi; ruhlar, edalar, konumlar, her şey hedefte… Kadın ile erkeği törpüleyerek düzlemek ve “toplumsal bir cinsiyet” üretmek istiyorlar… Niye? Niyesine de geleceğiz… Ama ayakkabısına tırtıl girse onu ters çevirip silkeleyecek adamlar, milletin yatağına mütecaviz domuzlar girerken onlara ne diye yorgan buruyorlar? Evvela buraya odaklanmak lazım…
Özetin özeti halinde sebep şu: Mutlak fikre nispetli bir dünya görüşünden yoksun olmak… Eşya ve hadiseleri okuyamıyorlar… Domuzdaki domuzluğu göremiyorlar… Yahu irkilin; “ETCEP Amca” nasihatiyle artık okullarda öğretmenlerin öğrencilerine “Oğlum, kızım” diye hitap etmesini bile ayrımcılık olarak görüyorlar! Projenin kondisyon safhasında, icraya konulmuş bir şey bu… Rezil bir durum… Millet, laboratuarlardaki deney kurbağaları gibi radyojenli kavanozlara alınmış, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’e tüm jilet ve neşter takımıyla gelsin diye de davetiye gönderilmiş… Vaziyet böyle… Daha örtülü bir lisan ve esas niyeti daha az açığa çıkarıcı bir üslûp kullansalar, belki de “ETCEP Amca”ya Ali ile Ayşe’yi karmak ve onlardan “toplumsal cinsiyet”in kopya ilk Dolly koyununu almak mümkün olacaktı. Ama millet, derin ferasetiyle:
“Ali, Ayşe… Yok sofra, yok top… Noluyor lan!”
Seviyesinde de olsa durumu çaktı ve tepkisini Milli Eğitim Bakanlığına adeta şöyle gösterdi:
“Göster bakalım oğlum pipini ETCEP Amcaya…”
Hani çıkıntısını görsün ki; çıkıntı yapmasın! 29 Aralık 2018 tarihini hatırlamanın yeri burası… Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un, ETCEP projesinin tam gaz ilerlediğini kaydettiği bu tarihten sadece 6 gün geçtikten sonra, 4 Ocak 2019’da Milli Eğitim Bakanlığından kısık sesle şu açıklama geldi:
“ETCEP Projesine devam edilmeyecektir…”
Hoppala… Ne oldu? Pipinin gücü… Bakanlık, birkaç bin yıllık töre ve onu 14 asırdır tamama erdiren ve taçlandıran ruh mevcudumuzun sıra dağlarını görmeyip, Batı vadisinde ve Napolyon edasıyla “toplumsal cinsiyet” geçidi yaparken, Anadolu insanının kapı aralığından gösterdiği pipiden ürkmüş ve geri çekilmişti… Tekrar ediyorum; bu pipiye Ziya Selçuk’u tek başına muhatap addetmek zulümdür ve üstelik tehlikeyi gözden kaçırmaktır. Zira çok geçmedi ve pipinin gücünden çekinilerek vazgeçilen bu projeden doğan hasarı önlemek için, “hükümetin müzmin destek” grupları devreye girdiler ve ETCEP Projesinin aslında Fetöcü bürokratlarca devreye konulmuş bir proje olduğu şayiasını yaydılar. Oysa sadece ETCEP projesinden vazgeçildi, “toplumsal cinsiyet” projesinden değil… Zira “toplumsal cinsiyet” kavramı, dünya çapında, hassaten İslam dünyasında uygulamaya konulan sinsi bir niyetin ruhu mesabesindeyken, ETCEP, bunun sadece Milli Eğitim sahasındaki bir gecekondu yapılanması mesabesindedir… Bu gecekondu, verdiği zararlarla yıkıldı ama hükümette halâ, “toplumsal cinsiyet” örme faaliyetleri tam gaz devamda… Alın işte: 16 Ocak 2019 tarihinde, Birleşmiş Milletler Kadın Birimi ile Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından Ankara’da düzenlenen konferansın ismi:
“TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL CİNSİYETE DUYARLI MÜLTECİ DESTEK PROGRAMLARI…”
Türkiye’deki mültecilerden ekmek esirgeyen Birleşmiş Milletler, onların önüne cinsel yön tabelaları koymak için masraftan kaçınmıyor. Ortağı kim? Gaziantep Büyükşehir Belediyesi… Erkek ve kadından sonra, üçüncü bir insan cinsi üretmek istiyorlar ama devleti idare edenler, olaya “kadın kısır günü” çapında bir kısırlıkla bakmakta… Hadisenin fikri veçhesi, 2500 yıllık şeytanî mazisiyle “Sokrates Bizim Neyimiz Olur?” alt başlığıyla yayınlanacak “Batı Tefekkür Tarihi-1” isimli eserimizde… Devleti ve belediyeleri sınırsız imkânlarıyla yönetenlerdeyse, bu hadisenin fikrî ve fiilî cenahına 25 dakikalık bir mazi, 25 milimlik bir derinlik çapında bakan göz yok… “Toplumsal Cinsiyet”i, “Toplumdur, cinsiyettir, eşitliktir, eyidir, eyidir!” gibi bir Kibar Feyzo tefekkürüyle karşılıyor, baş tacı ediyorlar. Ahmak tavukların, kümes tellerinin ardından görünmüş tilkiyi “Misafir var hanımlar, hamurları mayalayın!” diye karşılayıp gerdan kırmalarına benzer bir vaziyet var ortada… Dikkat edin; daha evvel solun solduran rengine bürülü Odtü, İtü, Ankara gibi üniversitelerde teşekkülde bulunan “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı”, şimdi de sağın sağmaya matuf olarak kurduğu Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nde kuruldu. Şimdilik müfrezesi iki profesör, iki doçent, iki de doktordan oluşma… “Sosyal üroloji” cehdiyle “Toplumsal Cinsiyet” denilen Anka kuşunun peşine düşecekler! Bu kadar değil tabi… Ne kadar olduğunun özeti şu: Sol ile sağ, memnuniyet ve minnettarlık belirtmek üzere göğüste birleştirilen iki el gibi Toplumsal Cinsiyet denilen şeamet üzerinde anlaşmış durumdadır! Alın işte, ruh ve fikir kümesimizin tilkilerine teklifsiz “Hoş geldin!” denildiğine başka bir nişane: 2019 Mart ayında, hükümetin Amazon Birliği gibi işleyen KADEM öncülüğünde düzenlenecek bir kongrenin ismi:
“TOPLUMSAL CİNSİYET ADALETİ…”
Afişi şöyle bir inceledik, Türkiye’nin nüfusuna bile “toplumsal cinsiyet” çerçevesinden bakmaya matuf panel başlıkları var… Her satırında “toplumsal cinsiyet” sözcüğü… Yahudi Kabala’sının “abrakadabrası” şeklinde hecelenen sihir sözcüğü, nasıl masum çizgi filmlerle hayatımız içine sokulduysa, şeytanî bir fısıltı halinde de kulaklarımızı, şeytan lügatinden fırlama-fırlatılma “toplumsal cinsiyet” tabirine alıştıracaklar. Allah’ın erkek ve kadın için belirlediği statüyü, yeniden düzenlemek, şeytanlaşmak demektir. Bu alanda derinleşmeden, Türkiye’de, kadının statüsünü belirlemeye yönelik çalışma yapan bir de genel müdürlük olduğunu hatırlatalım:
“KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ…”
Aile Bakanlığına bağlı bu müdürlüğün 2009 ve 2011 yıllarında hazırladığı “TÜRKİYE’DE KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDET” ve “TÜRKİYE’DE KADININ DURUMU” isimli raporları var. Bu raporlar, doğum yapan kadınlara “eğitimsiz-cahil” yakıştırması yapıyor! Kadın sağlığı için gebeliği önleyici önlemleri teşvik ediyor! Hatta sıkı durun, Aile Bakanlığının semizli ineğinden sağılarak Genel Müdürlüğün kovasına süt gibi doldurulan bu rapora göre “aile”, kadın için güvensiz bir limandır:
“Araştırma sonuçları, hem kadınlar, hem de toplum tarafından en güvenli ortam zannedilmesine rağmen, aslında kadınlar için aile güvenli ortam değildir…”
Buyurun, buradan yakın… Kadın için güvenli ortam ailesi değil de, pavyon mudur? Rapora şöyle bir “Hıkkk!” dedirtiyorsunuz, hazırlayanı burnundan düşüveriyor:
“Hollandalı feminist Henrıette Jansen…”
Ürperin; Aile Bakanlığı, Anadolu kuzusunun boğazına takılmış ot için Kurtlar Federasyonu’na reçete yazdırmış… Çünkü, fikir yok… Suçlu, Bakanlık pasaportları KADEM’de mühürlenerek işbaşı yapan kadın bakanlar değil… Onlar zaten, aileden başörtülü ortalama kadınlar… Mesela herkesin herkese ait olduğu Magazin kümesinden bir gıdaklama gelse, Aile Bakanı büyük bir eziklik duygusuyla Bakanlık telefonlarını bu kümese bağlıyor ve geçmiş olsun dileklerini iletiyor. Hadiseyi biliyorsunuz; belaltı komedyenlerinden bir erkek, çamaltı müzisyenlerinden bir kadını, birlikte yaşadıkları bir evde dövüyor. Hadiseyi şöyle bir kurcalayalım dedik de, kadının lezbiyen ilişkisinden, erkeğin aslında kadını dövmediğine kadar bir sürü magazin kazuratı üzerimize boşala yazdı. Zaten Magazin dünyası, varlığıyla toplumumuzun aile dinamiklerini döven bir obüs topu gibi… Kucaktan kucağa gezdirilen kadınlar, kadınlık haysiyetini yerle bir ederken, daima cafcaflı ve yaldızlı punto ve manşetlerle cemiyetimize takdim edilirler. Aile Bakanlığının asli görevlerinden biri de, bu alemin boyasını kazımak ve altında aslında nasıl bir sefalet sıvası olduğunu Anadolu kız ve erkeğine göstermek… Öyle olması lazım yani… Öyle mi oluyor! Asla! Aile Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, gazetelere:
“Sevgilisi, lezbiyen ilişkisi yüzünden dövmüş!”
Diye haberi düşen kadın şarkıcıyı aradı ve desteklerini bildirdi. Yani boyası kazınacak sahte âleme, bu defa cafcaf ve yaldız Devlet eliyle püskürtüldü. Bu hareket, Magazin kümesinden bütün Anadolu insanına subliminal perdeden gönderilen ve “Kim kimi tutarsa!” kümesine buyur eden bir davetiyedir!
“Gelin ve kim kimi tutarsa… Aman gıddaklar olmasın!”
Anadolu, Aile Bakanına tepki gösterdi. Herkes, gösterdiği tepkinin yerine ulaştığını zannetmekteydi ki, o da ne? Aile Bakanlığı bu defa, erkek soytarı ile kadın şarkıcı arasındaki mahkemeye, kadın şarkıcı tarafı olarak müdahil oldu! (Yazıyı yazarken gazetede bir haber: Aynı kadın şarkıcı, zil zurna sarhoş, sarmaş dolaş olduğu evli bir erkekle eve girerken görüntülenmiş!) Magazin kümesi ve kapısında Devlet reveransı:
“Buyurunuz kızlarım, dalıveriniz erkeklerim…”
İşe bakın ki; aynı Bakanlık, çocukları ve saadetli yaşamlarıyla tam tamına Anadolu ailesi vasfına haiz nice yuvayı, sırf erken evlilik yapmışlar diye kanunu geriye yürüterek dağıttı. Şiddetle heceliyorum:
“Türkiye’de, annesine tecavüz etmiş –Devlete göre!- hapisteki babasına, annesiyle birlikte hasret mektubu yazan nice çocuk var!”
Oysa ortada tecavüz yok, Allah’ın emriyle nikâh var, aile var, saadet var. Sadece Aile Bakanlığı’nın evlenme yaşına getirdiği sınırlamanın altında evlenmişler... Üstelik sınırlama getirilmesinden de evvel… Hani kanunu bir asır kadar geriye götürseler, tecavüzden içeri tıkılmayacak baba kalmayacak Anadolu’da… İlahi gazabı bu celp etmeyecek de, ne edecek! Hollandalı feministe Anadolu için aile reçetesi yazdıran Aile Bakanlığı ve KADEM bandrollü sıralı Aile Bakanları, adeta Tayyip Erdoğan köyüne kurt çağıran kötü köpek gibi işlev görmekteler! Müslümanlar, sırf Tayyip Erdoğan’ı incitmemek için etrafında kümelenmiş bu insanlara, birikmişinin onda biri kadar sitem etmiyor. Ortada bir uymama durumu var. Recep Tayyip Erdoğan, sarayda ayakkabısını düşüren Sindirella… Etrafındaki kadroların önemli bir kısmıysa, bu ayakkabıya kocaman ayaklarını zorla sığdırmaya çalışan üvey kız kardeşleri… Anadolu, Sindirella’ya vurulmuş aşık prens… Gönlü Sindirella’da ama işte onu bulmak için elindeki tek ayakkabıya Sindirella’nın cazgır ve üvey kız kardeşleri sığmaya çalışıyorlar. Ayakkabı patlayacak ve artık Sindirella’ya ulaşmak için eldeki tek delilden de olunacak… Anadolu prensi, Sindirella ile olan sevdasını sürdürebilmek için direniyor. Ama siyasete ve bürokrasiye bulaşık cazgır ve üvey kız kardeşler, sadece mevkiini korumanın motivasyonuyla dünya dolusu halt ediyor, inisiyatif almıyor, korkaklık ediyor, yanlışlık karşısında susuyor, yalıyor, yakıyor, yarıyor… Ve Anadolu prensinin nasır tutmuş böğründe sitem büyüyor. Biriken bu sitemlerle olmasa, celp edilen ilahî gazaplarla bir felakete duçar olmamız kaçınılmaz. Anadolu insanı, tanklar altında kalmak, aç susuz kalmak pahasına da olsa Tayyip Erdoğan’ın hep yanında durdu. Duruyor da… Ama iş “Zülfiyâre dokunmak” hududuna doğru meyil kazanmıştır. Bunu ne sebeple görmezler ki? Anadolu’nun yapı taşı mesabesindeki aileyi, aile kavramını artık yitirmiş Avrupalıların insafına ısmarlamanın vebali, Devlet’in boynundadır… Ama maalesef, Kemalizm pastasını, krem şanti cürümüyle kaplayıp onu hepten mal ettiğini sananlar, bu pastane hokkabazlığında mallaştıkça mallaştılar. Anadolu’nun ruh lezzeti ve kültür iştahı dinamiklerine dayanılsa ve millete kuvvet katacak asli gözleme yapılabilseydi, böyle olmazdı. Ama yapılamadı ve böyle oldu… Şuna dikkat edelim:
Ak Parti hükümetleri, 2001 yılındaki başlangıçlarından 2013 yılında kendisine karşı yapılan 17/25 Aralık operasyonlarına kadar Fetö ile kol kolaydı. Devlet, hükümet, istihbarat, sermaye, basın her ne ise… Güç enstrümanlarının tamamı Ak Parti senfonyasının ukdesinde iken, yıllarca Fetö’nün gerçek yüzünü göremedi. Bizim de içlerinde bulunduğumuz azınlık bir zümre Müslüman ise, Fetullah Gülen’in münafık olduğunu haykırdı durdu. Ama sesimiz, Ak Parti senfonyasını bastırmak için dışarıdan üflenen yırtık zurna sesi olarak addedildi. Oysa bu “yırtık zurna sesi”, İslam’ın ve vatanın selamet bestesini terennüm etmekteydi. Fetullah Gülen, bütün dinleri “eşdinsel” kılmaya amade kılınmış bir Truva atı idi. Allah, dinine sahip çıktı ve plânlarını bozdu. Şimdi Ak Parti senfonyası, kırık zurna sesine göre kendini akort ediyor. Eksik ama buna da şükür… İşte şimdi de başka bir tehlike ile ilgili olarak haykırıyoruz:
“Fetulah Gülen’in ‘eşdinselleştirme’ ataklarını nasıl göremiyor idiysen, şimdi de Batının bizi içimizden ‘eşcinselleştirme’ ataklarını göremiyorsun?”
Soldan “Mor Çatı”, ya da sağdan “KADEM”, fark etmez, kadın hakları başlığı altında Batı, kendi şeytanî değerlerini, hem de Devlet eliyle bize empoze etmeye kalkıyor! Eşdinsellikten eşcinselliğe, kuşatma altındayız… Göremiyor musunuz? Yoksa bir kırk yıl daha mı geçmesi, Fetö gibi, adeta “Feminist Terör Örgütleri” (FEMTÖ) gibi işleyen ailemiz ve cinsiyetimiz üzerine kamp kurmuş yapıların millet başına bomba yağdırması mı beklenecek! Fetönün “dinlerarası diyalog” maskesiyle “eşdinselleştirme” faaliyetlerine kırk yıl alkış tutanlar, şimdi Fetö’yü sövgüyü de kimseye bırakmıyorlar. Ya arada kaybettiklerimiz? Bugün Fetulah Gülen’e Fetulah Gülen gibi eleştiri getirenlerin varlığına bakılsa, kaybettiklerimizin çapı anlaşılabilir. Ya şimdiki “eşcinselleştirme” faaliyetlerine kırk yıl alkış çalınacak olunsa, neler kaybederiz… Anadolu kültür motifinde cümley-i adiyeden vasfıyla yer alacak şöyle bir cümleye hazırlanın öyleyse:
“Babacım ben artık kendimi erkek hissetmiyorum…”
Ve başkalarına… Allah için haykırıyoruz ve suret-i haktan görünerek içimizde şeytan horonu tepenleri görün diyoruz. Kadın hassasiyetiyle içimizde “toplumsal cinsiyet” (gender) örmeye çalışanların dehşeti, ileride başımızdan aşağı bomba yağdırmak şeklinde tezahür etmeyecek tabi… Onların bombası, içte infilak eden türünden olarak sessiz sedasız patlayacak… Açıkça söylüyorum; Bomba yağdırana kadar FETÖ’nün “eşdinselleştirme” tehlikesini göremeyecek kadar fikir körü olan devlet kadroları, kadını, aileyi ve hilkatten cinsiyetlerimiz üzerinde çalışanların bizi ruhta ve maddede “eşcinselleştirme” faaliyetlerine de kördür! Çünkü fikir gözleri yok… Çünkü kendisine karşı müdafaaya geçilmesi gereken “Muasır Medeniyeti” halâ, kendisine doğru koşulması gereken ufuk hedef görmekteler… Timsah ağzını açmış, ahmak leylek, kaşınan ensesini sürtsün diye onun kendisine âlicenaplık ettiğini sanmakta… Batının “Toplumsal Cinsiyet” yaklaşımı, millet leyleğine ensesini kaşısın diye takdim edilen timsah ağzından başkası değildir! Defaten anlatıyoruz; yineleyelim:
İnsanların çoğu Şeytan’ı tasavvurlarında, böyle boynuzlu bir mitolojik yaratık olarak canlandırır. Bu, şeytan körlüğüdür. Şeytan’ı göremeyince de, Şeytanla mücadele olmaz. Eğer inanıyorsak, Şeytan’ın, organize bir suç örgütü lideri gibi olduğunu da kabul etmeliyiz. Çetesinin başında… Patron… Hesaplarını ve adamlarını kontrol eden, masasının başındaki bir lider… Adamlarıysa, sadece cinlerden, hınzırlardan, ifritlerden değil… İnsanlardan da… Buyurun; Ayet meali:
“Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için vahyederler…” (Enam-121)
Telkinde bulunurlar, yönlendirirler, istikamet verirler… Avrupa, şeytan hacetgâhıdır. Şeytanın, şeytanî vahiy ve telkinlerine en açık insan mahalli burasıdır. Şimdi de Kuran’dan; Allah’ın insan nesline verdiği cinsiyet statüsünü görelim:
“Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık…” (Hucurat-13)
Şeytan’ın, Allah’a açtığı savaşların en esaslı cephelerinden biri de, bu ayette kendisini bulur. Yani şeytan, Allah’ın iki cins olarak yarattığı insanı, tek cinse indirebilir ya da üç cinse çıkarabilirse, Allah’a karşı olan iddiasında haklı çıkacak ve güya insanın pespayeliğini gösterecek… Şeytan için bu, ilk yaratıldığında Hz. Âdem’e tazim secdesi etmediği günlerden kalma bir hesaplaşma… Şimdi sıkı durun; bu hesaplaşmanın en kadim izlerine Antik Yunan’da rastlıyoruz. Bu defa kendisine şeytanın telkinde bulunduğu, vahyettiği kimsesi Platon… Şölen diyalogunda O, “ANDROGYN” isminde bir insan türünden bahseder. “Andro” erkek, “gyn” kadın demektir… Yunan mitolojisinde son derece kudretli olan Androjiniler, insanlığın kadın ve erkekten sonra “hem kadın, hem erkek” üçüncü türü olarak geçer. Hikâyeleri kısaca şu: Androjiniler, Tanrıları kızdırıyorlar ve Yunan Baştanrısı Zeus, onları cezalandırarak kırbacıyla ortadan ikiye bölüyor. İnsandaki erkek ya da kadın eş arayışı isteği, işte bu “diğer yarısını bulma” iştiyakından kaynaklanıyormuş! Dikkat edin; Androjini, hem kadın, hem erkek olarak ideal insan tipi olarak sunuluyor. Batıda yetişen ve bize fikir ve sanat adamı olarak takdim edilen adamların ekser kısmı ne sebeple eşcinsel, üzerinde hiç düşündünüz mü? Platon “Şölen”indeki (Sempozyum) bu aforizmayı, kadim şeytan emelinin örgüleştirilmesi olarak ve halâ cari olan vasfıyla ilk kez biz gösterdik… Büyükdoğu-Seriyye fikir laboratuarında birkaç yıldır üzerinde çalışmaktayız. Cilt cilt eserler dizildi. Şeytanın, 2400 küsur sene evvel Antik Yunan çapına attığı virgül, bugün için virgül sonrası şeytanî cümlelerini dizmekte… “Toplumsal Cinsiyet” ideali, şeytanın vahyettiği bir sapıklık olarak ta buralardan tevarüs… “ Gender” kavramına bile Antik Yunan çağında rastlıyorsunuz. Şeytan, ukdesine aldığı dünya egemenleri vasıtasıyla dünya çapında bu projeyi hayata geçirmek istiyor. Şimdi; 8-10 yaşındaki çocuklar için hazırlanan çizgi filmlerin arka plânına subliminal “Eşcinsel ol!” mesajlarının ne sebeple yerleştirildiğini daha iyi anlamak mümkün… 2000 yılında Pekin’de düzenlenen “Dünya Kadın Zirvesi”, “Toplumsal Cinsiyet” (Gender) idealini hoparlöre bağlamakla kalmadı, ona ülkelerin ruh ve fikir mafsallarında makes bulmak trafiğini de ördü. Antik Çağ’dan, çağımıza… Dinleyin; Platon’un eserinde Aristophanes ağzından serdedilen şu cümleler, ideal insan tipi Androjiniye –hem erkek, hem kadın!- dönmek hayalini heceler ve sanki de bizzat Şeytan tarafından serd edilmiştir:
“TANRILARA SAYGIDA KUSUR İŞLEMEZSEK, O, BİZE İLK YARADILIŞIMIZI GERİ VEREREK, EKSİKLİĞİMİZİ GİDERİP, BİZİ MUTLULUĞA ERDİRECEKTİR…”
Uluslar arası çapta kasırgası estirilen “Toplumsal Cinsiyet” (Gender) Projesinin de emeli zaten, kendileri tarafından ifade edildiği üzere, erkeklik ve kadınlık kavramlarının iktidar çatışmalarından doğmuş olduğunu göstermek, her çocuğun aslında “Unısex”, yani “tek cins” olarak doğduğunu ama toplumların ona haksızca erkek veya kadın rolü dayattığını kabul ettirmek… Nasıl da, üzerinden Şeytanın Allah’a efelenme kokusu geliyor değil mi?
Tehlike görülmelidir… FETÖ, belki maddesiyle tespit edildi ama ruh dinamiklerimize üflenmiş nefhasıyla halâ içimizde… Fetulah Gülen’in “eşdinsellik” faaliyetleri, tesiri Devlet idarecilerine içkin haliyle halâ sürmekte… Demek; ensesinden yakalayınca, ensemizden kırk yıldır üfledikleri içimizden çıkmıyor hemen… Şimdi de; kadınlarımız üzerinden ve türlü renk ve fraksiyonları ve de belki kırk yıl sonra “FEMTÖ” (Feminist Terör Örgütü) diye isimlendirilebilecek bir tehlike ile karşı karşıyayız. Erkeğin kadına uyguladığı şiddeti sadece “kadın” bağlamında köpürtüp, onu erkeğin erkeğe uyguladığı ve öbürünün en az yüz kat çapında olan büyük şiddet fonundan bağımsız gösteren ve çalkalayan, bu itibarla kadında erkeğe karşı nefret örgüleştiren, yetmedi kadını erkekten kaçırıp erkekleştiren, o da yetmedi erkeği ters bir salvoyla kadınlaştıran, böylece erkek cinsi ile kadın cinsi arasındaki hilkat hususiyetlerini silmeye çalışan “Toplumsal Cinsiyet” ideolojisi, Haçlı seferlerinden alâ yıkıcılığıyla içimizde, hatta bizi yöneten insanların sevimli bir kedi gibi karşıladıkları saklanmış vaziyetiyle başımızdadır. Buna engel olunmazsa, çok değil, bir iki seçim sonra, Ak Partinin birinci, CHP’nin ikinci olduğu seçimlerde üçüncü sıraya, hem de CHP’ye kaptırdığı oylara rağmen eşcinsellere ait bir parti üçüncü gelecektir. Abarttığımız sanılmasın; gazete, televizyon, dizi, sinema, Aile Bakanlığı, 6284 sayılı kanun, Antik Yunan çağının eşcinsel filozof güzellemeleri, Avrupa kaynaklı sınırsız fonlar, dünya çapında şeytandan vahiy alan dev şeytanî organizasyonlar, insan neslini erkek ve kadın ikiliğinden “hem erkek, hem kadın” tekliğine, olmazsa “kadın, erkek, eşcinsel” üçlüğüne çevirmek isteyen ordular, sınır ötesinden değil, evlerimizin içinden itibaren aktif işgal vaziyetindedir. Anadolu için, hilkatindeki Anadolu erkekliği ve Anadolu kadınlığı keyfiyetleriyle kıyam vaktidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, hadisenin iç maktalarını göstermek için elden gelen her şey, fikrî ve kanunî perdeden yapılmalıdır. Devletin başı, etrafını saran ve vasatın altında bulunan fikirsiz kadrolar eliyle asliyetlerindeki şeytanlıkları, suretlerindeki rahmanilik olarak gösterilen bu nevi projelere Anadolu çocukluğu vasfıyla mesafe koymalıdır. Anadolu O’nu, kendisini asli hüviyetiyle taşısın diye omuzlarında taşımıştır ve O’ndan bunu istemeye hakkı vardır. Zaten bu hakkın dışında da, garip, zebun, mazlum ve imkândan mahrum ahvaliyle Anadolu’nun, “Toplumsal Cinsiyet” şeytanlığına karşı tek mukavemet gücü de an itibariyle şundan başkası değildir:
“Göster oğlum pipini!”
Hor görmeyin, iş başa düştüğünde Anadolu için istikbâl bu pipinin ucunda olacaktır… İş başa, çiş taşa düşsün yeter…