İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
-Kitapta, yekten “pezevenk” tabirini kullanmışsın…
-Kim için? Bir pezevenk için değil mi? O kişi manifaturacı idi de, ona ben mi pezevenk dedim? Hem, Türkçe sözlükte yeri yok mu “pezevengin”…
-Var… Var ama burada biraz kaba olmuş…
-Pezevenklik yapanın yaptığı şey kabalık değil de, benim ona pezevenk demem kabalık, emi…
-Tabir yumuşatılabilirdi…
-Mesela?
-“Kadın taciri” denebilirdi…
-İyi de, o zaman daha büyük bir fecaat işlenmiş olmaz mıydı? Bir pezevengi tanımlarken, zorlama bir kibarlıkla ona “kadın taciri” demek, hem kadına hem de cümle tacire saygısızlık etmek olmaz mı?
-Yumuşak geçilmiş olurdu en azından…
-Yumuşak geçişi benim gibi sokakta büyümüş bir fikir adamının kaleminde arama… Asıl yumuşama, Fetulah Gülen gibi bir iblis eliyle, ümmetin yapıtaşı mesabesindeki “mümin” üzerinde kırk yıl uygulanan, ruh ve lisan mafsallarındaki yumuşatılmadır… Böyle bir yumuşatılmada da nihayet yoktur… Ne yani, bir gün birilerini dişler diye dişlerimize de lisan manikürü mü yaptıralım!
-Tatlı sözlü olmak iyidir…
-İyidir de, tatlı sözün de yeri ve muhatapları vardır…
-Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır ama…
-Çıkarır ama eğer deliğinden çıkan yılan için arkanda bir kürek saklamıyorsan, o yılan seni tatlı dilinden sokar! Ortada, analizi yarıda kesmiş bir atasözü var yani…
-Tatlı söz, kötü mü? İlahi kelâmın söylediği de bu değil midir: “Allah çirkin sözün, açıkça söylenmesinden asla hoşlanmaz…” (Nisa-48)
-Bak burada da ilahi kelâmı yarıda kestin… “Allah çirkin sözün, açıkça söylenmesinden asla hoşlanmaz. Ancak zulme uğrayan kimsenin durumu başkadır…” (Nisa-148)
-Bu ruhsat oluşturur mu?
-Bu, apaçık ruhsat değil mi? Ortada bir zulüm, bir zalim varsa, bu zulmü ve bu zalimi apaçık, hem de tatlı olmayan sözlerle yaftalamak, Allah’ın verdiği bir hak… Bu hakkı, Vatikan lehine, Batı lehine, Şeytan lehine iptal etmek, kimin haddine! Seni, beni avurdumuzdan sokmak isteyen bir yılan, arkamızda sakladığımız kürekten daha çok, onu mevcut pisliğiyle yaftalayacak dilimizden korkar! Bir kürek, bir yılanın işini halleder belki en fazla ama zalim için, kâfir için, pezevenk için, zulmü, küfrü, pezevenkliği yaftalayacak bir dil, umumi bir iş görebilir… Hayırlı bir iş…
-Yine de, böyle konuşurken, seni büyüklerin görmesinden rahatsız olacağından eminim…
-Büyükleri gene çekme, bizim seviyemize… Biz icabında, fosseptiğe iner, lağım açarız… Bunu, yaptığımız işin keyfiyetiyle düşün… Ama sen, bu çarpışmanın mukadder pisliklerine karşı göğsünü değil, büyükleri siper ediyorsun… Ah, ne hileli bir durum bu… Hani, pislikten en çok sakınılması gerekenleri sakınmıyorsun da, sıçrayan pislik onlara yapışsın da, sana bulaşmasın diye arkalarına saklanıyorsun… Deniz savaşında ancak ahmak bir amiral, ana malzeme taşıyıcı gemiyi ilk top atışlarına açık bir vaziyette bekletir. Ya da Osmanlı ordusunda böyle bir hamakat olsaydı, padişah otağını, Kapıkulu Süvarileri, Silahtarlar, Sipahiler, Ulufeciler, Okçu Solaklar ve Gurebalar, ejder ağızlı ve zincirlerle birbirine bağlı top arabaları, tüfekli Yeniçerilerden müteşekkil halkaların tam ortasına değil, bu halkaların dışına, onların en uç noktasına kurardı! Hani hepsinden üstün ya Padişah, en önde olsun hesabı! Sende, büyüklerin konuşlanma hakikati bu! Böyleyken, senle beraber herkes sanır ki; büyükleri sen sevip sayıyorsun da, bizler onlara bihürmetiz! Ah; ne hazin çarpıtma! Öyle hazin ki; çarpıtmayı yapan bile, yaptığı çarpıtmadan gafil!
-Yine de, şu konuşmamıza şahitlik edecek olsalardı, büyüklerin senden değil, benden razı olacağına kaniim…
-Yav he he… Bu halinle bana neyi tahattur ettirdin şu an biliyor musun?
-Neyi?
-Hani büyüklerden birine “Siz, zamanımızda Sahabîye denksiniz!” denmiş de, o da şu meşhur “Ben nasıl Sahabîlere denk olabilirim ki! Siz Sahabîleri görseydiniz, ‘Bunlar deli!’ derdiniz ve Sahabîler de sizi görecek olsaydı ‘Bunlar Müslüman değil!’ derlerdi…” cevabını vermiş ya…
-Evet… Ne olacak ki?
-İşte; kurabiye çocuğu gibi, balkon bitkisi gibi, sinameki gibi edasıyla, olması gereken kıvamından kırk kat daha da yumuşatılmış ve küfrün dişini kıracak taş olmak yerine, küfrün kaşık çaldığı tabağın pilavı olmuş bugünün Müslümanı da Sahabîleri görseydi eğer diyorum, “Bunlar da ne sert, ne küfürbaz!” der miydi, demez miydi?
-Hâşâ!
-Düzünden hâşâ dediğini, mizansız kibarlığın kaynamış suyuyla tersinden haşlamak…
-?
-Boşverrr…
-Ben gidiyorum…
-Dur… Seni geçireyim… Eşiğe dikkat et de, çıt kırılma!