İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
2019 Ocak ayı poşetin miladı oldu. Poşet bu tarihten evvel “Arabada beş, evde on beş!” tarifesine göre çalışan bir kaldırım yosması gibiydi. Hükümet meseleye el attı ve poşeti kaldırımdan kurtardı. Peki ama yosmalıktan kurtarabildi mi? Müzmin muhalifler dışındaki birçok insan da, beklendiği üzere bu suale evet demiyor. Yani poşetin kaldırım yosmalığından alınıp, kürklendirilerek konken partilerine bırakıldığına ve sınıf atlamış olarak yosmalığa devam ettirildiğine inanmakta... Alın size bir sosyal sorumluluk sorusu: Poşet ve yeni mevkiindeki vaziyeti için endişelenmeliyiz mi?
Miladî takvimin, kendisini Hz. İsa’nın doğumundan itibaren başlatması gibi, poşet de, ücretlendirilmesinden itibaren kendine bir milat tayin eder ve insansı bir kibirle eşya ve hadiselere “poşetten önce-poşetten sonra” (P.Ö-P.S) tarzı bir perdeden nazar eder mi bilinmez? Bilinen tek bir şey var; hükümetin poşetleri ücretlendirirken “Çevre hassasiyetiyle aldım bu kararı!” izahının vatandaşı pek de ikna etmemiş olması… Elimizde elbette bir iknametre yok… Seçim arifesindeki bu kargaşa ortamında da, cemiyete poşetten bir nabız takmak ve onu ölçmek de muhal… Zira hükümet ressamının bu hususa has olarak çizdiği vatandaş portresi, Yunan felsefesinin Demokritos’u gibi ebedi sırıtmakta, muhalefet ressamının bu hususa has olarak çizdiği vatandaş portresi ise gene Yunan felsefesinin Heraklitos’u gibi ezeli ağlamakta… Sanki de; Demokritos ile Heraklitos’un halkı gülerek ve ağlayarak selamlayan maskeleri, olmaları gereken tiyatro sahnesinden alınmış ve iktidar ile muhalefetin yüzüne takılmıştır… Peki söyleyin, maskesiz hakikat var mıdır, varsa nedir ve nerededir? Cevap verelim: Tiyatro sokağının karşı kaldırımına bakın… Maskesiz hakikati orada ve sümüğünü çeke çeke mısır satan bir çocuk suretinde göreceksiniz… Sadece sahnenin dışında değil yani, senaryonun da dışında olarak…
Poşetin, aşırı kullanımıyla çevreye onulmaz zararlar verdiği inkâr edilmez bir gerçek… Ama işte vatandaşın önemli bir kesimi kendisini, göbeğinde bıçaklar, kasaturalar, şişler gezinirken, burnundaki sivilce için zatına tedavi faturası çıkarılan bir adam gibi hissetmekte… “Mesele çevreyse ohooo!” diye başlıyor cümleler… Haksızlar mı? Raflar, plastikten ambalaj ya da şişesi iade edilmemek üzere satılan binlerce ürünle dolu… Mesela elde ciddi bilimsel araştırmalar var: Plastikte satılan sularda ağır metaller cirit atıyor, kanserojen maddeler horon tepiyor… Kurşun, baryum, stronsiyum, suda olmaları gereken miktarın kat be kat üstündeler… Adeta plastikten mevzilerine konuşlanmışlar, orada mitralyöz gibi birleşmişler, karşılarına da böbreklerimizi, ciğerlerimizi, damarlarımızı almışlar, insafsızca ve göz göre taramaktalar… Diyoruz ya, bu bilgiler güncel ve bilimsel çalışmaların analiz raporlarından… Ama toto neticelerini veren broşürler kadar itibar edeni yok… Ne hükümet cenahında, ne muhalefet cenahında… Misalimize binaen, göbeğimizde sadece gezinen değil, orayı delen, kesen, deşen bıçak, kasatura ve şiş manzaraları var… Ve işte bu manzaralarda vatandaş, hele de ekonomik bir buhranın tam ortasındayken, kendisine burnundaki sivilceden fatura çıkarıldığına inanıyor. Poşet hassasiyeti, idrakine “poşet vergisi” olarak geçiyor. Hükümet de, müzmin muhalefet partisinin orkestra şefliğinde yürütülen muhalefete karşı koyarken, bu ikna olmayış durumunu sadece müzmin muhalifliğe yoruyor, arz ettiğimiz manzaradan ötürü “paralı poşet” uygulamasını anlamsız bulan vatandaşları gözden kaçırıyor, onları yerine göre rencide ediyor ve bu sebeplerle içlerine “Seçimlerde hesaplaşırız!” vesvesesi salıyor. Mesela “Mesele çevre hassasiyetiyse!” diye başlayacak bir itiraz, şöyle bir teklifle tahkim edilse, “paralı poşet” uygulamasını tabiatın “Kuvay-ı Milliye”si gibi gösteren bürokrat ve siyasiler ne cevap vereceklerdir:
“Tamam! Poşeti bana 25 kuruştan sat! Ama ben aynı poşeti, parçası eksilmemiş olduğu halde sana geri getirdiğimde 25 kuruşumu bana iade et! Sonra biriken poşetler, büyük marketlerin ortaklaşa kurdukları plastik geri dönüşüm tesislerinde dönüştürülsün ve parası iade edilmek üzere tekrar bana 25 kuruştan satılsın!”
Böyle olursa, bırakın çevrenin kirlenmesini, çevreyi evvela kirletmiş ve toprağa karışmış poşetlerin bile oradan kurtarılması, haliyle onlardan da doğanın kurtarılması sağlanır ve kıt kanaat geçinen vatandaşın üzerinden de, aylık miktarı düşününce ciddi bir meblağ edecek “poşet vergisinin” kaldırılması mümkün olur. Kaydettiğimiz bu çözüm, basit ve gayet mantıklı iken, hükümet bu yolu neden düşünmemiş, seçimler arifesinde müzmin muhalefete, hem de kendi kalesi önünde beklerken ne diye gollük bir orta açmıştır? Hal böyleyken biz bile, “25 kuruş ne ki canım!” hokkabazlığının yapıldığı bir bağlamda işi hakkaniyete vuruyor ve hadiseden çevre hassasiyetiyle beraber “kesesinden arttırma” kokusu alıyoruz. Fakat kendisinden arttırılacak bu kese, vatandaşın değil, hükümetin kesesidir! Sayıyorum: Aksine söylenen koca koca laflardan sonra çıkarılan bedelli askerlik yasası… Şehrin façasını çizenlere “Çizdiğinizle kalın ama yeter ki bana para ödeyin!” der gibi çıkarılan ve süresi sürekli uzatılan imar affı… Trafik cezalarının misli misli artırılması… Bütçeye para lazım olduğunu artık sağır sultanların bile bildiği bir hengâmda, paralı poşet uygulamasını bir de bunlarla brlikte düşünün… “Poşetten ne çıkar ki?” demeyin hemen… Çevre Bakanının açıkladığı “tüketilen yıllık poşet adedi”, “35 milyar” … Bu rakama bakar, sonra bunu 25 kuruşla çarpar ve poşet kullanımının değişmemesi halinde vatandaştan toplamda yıllık “8 milyar 75 milyon” (eski rakam 8 katrilyon 75 trilyon) toplanacağını hesap ederseniz, “keseden arttırma” kuşkunuz da iyice depreşir. Bu rakam bedelli askerlik yasasıyla toplanan paradan bile fazla… Hoş, poşet ücretlendirildiği için bu adet muhakkak düşecek… Yarı yarıya düşse hasılat 4 milyar 37,5 milyona, çeyrek miktarına düşse 2 milyar 187 trilyona düşecek… Marketlerin bu haliyle bile bu rakamdan alacağı pay, beşte ikilik oranına eş olarak 875 milyon… Vatandaşın, soğanı, domatesi, patlıcanı kilo kilo değil de, adet olarak almaya başladığı bir dönemde, ona bu ürünleri adet adet satacak kadar zam koymuş market, ücretsiz verdiği poşetten bir de ciddi mikyasta para kazanacak! Devlet de, çiftçiyle tüccar arasında kabzımallık eden vasfıyla aslan payını –beşte üç!- kapacak… Ne diyelim? Her işte, bütün bürokratik işlem ve siyasi çetele tablolarının üstünde aranan şey ihlâs… İmam-ı Azam’ın harika bir deyişi var:
“Kalpten çıkan söz, kalbe gider!”
Allah’ta ve ahlâkta fenaya ermiş bir toplumduk, poşette felah arayan bir güruha evrildik… Devlet:
“Kalpten çıkan kanun kalplere hitap eder!”
Dedikten sonra adım atsa, millet elbette:
“Kalbinden çıkan kanun, kalbim içre, başım üzre!”
Diyecek ama ne devlette o ihlâs çehresi var, ne de millette bu kabul cümlesi… Azıcık, iki canlı ahvalimize poşeti eritecek kadar samimiyet derç etsek, onunla önümüze yığılmış buzdan dağları da eriteceğiz ama devlet ile millet nispetimizdeki bu ahenk, kaç zamandır iki canımızdan da firardadır.