Necip Fazıl Seriyyesi

Yazan: 06 Ocak 2019 4431

Araba radyosundan filan spiker filan yazar için ötüyor:

“Ömrünü Türk romanına adayan filanı rahmetle anıyoruz!”

Dinlerken, midesi kalkan ruhum… Ve tespih gibi geçit resmine duran kelimeler, kelimeler, kelimeler… Kime ve neye amadeler? Bir mümin için Allah’a adanmışlık kelimelerden başlıyor. Kelimeler, fikir eyvanına çıkan kapının cümlesi… Kelimeler, dil silahının saplanan değil, saptayan mermileri… Saptayan kelimelerimiz arazi, saplanan kelimeleri afazi… Sekülerizmin ensemizde pişirilen bozası… Onlar aşçı, biz tava… Bu arada: Afazi, Yunanca bir kelime… Konuşamamazlık hali, konuşmadaki işlev bozukluğu… Beynin bazı bölgelerinde balıklar kavağa çıkar ve dil dalından şizofren bir mahlûk olarak öylesine ötmeye başlarlar. “Dala çıktın da bari, kuş gibi ötmeseydin be hamsi birader!” diye gönül koyan ağaç dibi sakini, dala çıkamayacağını düşündüğünden, hamsiyi kandırarak aşağı indirmeye çalışan kargadan başkası değil… Eyvah eyvah… Kanatları yerinde de, şuuru yerinde değil… “Al birini vur ötekine” diyeceğine “Vur ortasına koy gitsin!” diyen umursuz bir afazideki aleni arıza hali, “Nabersin ya!” diyen kalabalık gençlik kitlelerinde sekülerizmin rızasına malik olmuş bir has lügat hüviyetinde… Yangın var, yanıyor kelimeler… Anlayın ama evvela bu vaziyeti anlamadığınızı… Dinin diline kerpeten vurulan Anadolu insanı, adeta Levantenler gibi dil çırpmaya zorlanırlarken, diş koltuğundaki hasta gibi avazı basar:

“Yandım anam!”

Yanan, Anadolunun sımsıcak din dilidir… Geçen asrın sekülerleşme bombardımanında kaybettiklerimizden biri de, şüphesiz o... Dinin dili… İrfan kafası, iman kalbi, amel kolu koparılmışken, bir din dilinin de ne önemi var ki? Denebilir mi? Denemez! Dinin dili, irfanın kafası, imanın kalbi ve amelin koluna da şamil hüviyetiyle bir çalıştırma düğmesi gibi… O çalışınca irfan kafası işleyecek, iman kalbi hissedecek ve amel kolu çalışacak… Ruhumun aklıyla bunları düşünüyordum, direksiyon cesedimin kollarına havale iken… Ama radyodan sesi değil, tırnaklı elleri çıkan ve beni kulağımdan itibaren parçalayan spiker gene zıpladı. Konuşmuyordu da sanki, sekülerizmin geçen asırdaki zaferini diliyle mahyalaştırıyordu:

“Türk kültürüne yaptığı katkı ile ölümsüzleşen yazar…”

Ah kulağım kopuyor, dilim acıyor, ruhum sancıyor. Kültür neye müstenit, ölüm kimden tevellüt, ölümsüzlük nereden tevarüs… Kelimeler, kelimeler, kelimeler… Çatallı yılandiline tebdil olundukları günden beri, Allah’a adanmışlar ülkesinde yalnızca yılan sirklerine amadeler… Hal böyleyken ne mi yaptım? Parmağımı uzattım ve sekülerizm kralının radyodan konuşan münadisinin kulağını büktüm… Güya kaçacağım… O da ne? Yan frekansta bu defa sekülerizmin sahne oğlanı nutukta:
“Pantolonunu sevdim
Çıkar onu bebeğim
Hadi gel bize gidelim!
Gömleğini çok sevdim
Çöz onu bebeğim
Hadi gel bize gidelim!
Cippudu cippudu cip ciiipp…”

Güya vardım… Arabadan inerken azın azına razı bir bünye peltesi halindeydim ve din dilinden tevarüs ettikleriyle içimin sesi bana şunu mırıldanmaktaydı:

“Dilden geçtim, pantolonunu kaptırmadan eve vardığın için Allah’a şükret!”

Güya vardım, var mıydım?

necip fazıl seriyyesi2002 yılıydı. Mücadelemizi taçlandıracak bir yayın çıkarmak istedik. İstişarelerimiz bizi “Seriyye” ismine erdirdi. Her eleştiriye saygılıydık… Biri hariç:

“Bir kere bu isim Türkçe değil…”

Söz sahibinin ismi Türkçe olsaydı bari… Kavgalar, operasyonlar, mücadeleler… İki dönemde toplam yedi sayı çıktı ama fil dişi kule münevverliği yapmayan Seriyye kadrosuna bir de, kavganın içinden damıtılan bir isim çıkmıştı:

“Seriyyeciler…”

2014 yılıydı. Mücadelemize sadece araçlardan bir araç olacak bir vakıf kurmak için gerekli bütün başvurularımızı yaptık. Bu defa ne oldu bilin? Rutin bir işlem için bilirkişiye yönlendirilme evrakımız:

“Vakfın ismi tayin edilen ‘Seriyye’ Arapça bir kelime olduğundan vakfın kurulamamasına…”

Diye bir ibareyle geri döndü. Bilirkişinin ismi Türkçe olsaydı bari… Mahkemede hakime hanımla diyalogumuz:

“Hakime hanım! Vakıf etkinliği açısından sual ettiniz, bilirkişi Türkçü-Turancı bilirkişiliğiyle (!) iştikak köklerine direksiyon kırdı…”

Hakime hanım belki de dediğimi tam anlamadı ama gene de:

“Doğru söylüyorsun! Ne alaka şimdi, ismi Türkçe değil filan…”

Anlayacağınız, araba markası Almanca, telefon markası İngilizce, hatta don markası Olimpus tanrılarından alınmış ödünç isim rezaletiyle Yunanca olan adamların muhalefetine rağmen Seriyye Vakfı, son turda ve hukuk yolunun tükendiği son anda kuruldu. 2004 yılından 2014 yılına, Seriyye kelimesini çileyle taşıttığı için Allah’a hamd ettik… Liyakat gösterebildiğimiz için değil, sadakat gösterdiğimiz için… Seriyye, Siyer lisanından tevarüs ettiğimiz bir kelimeydi ve Allah Resulü’nün madde ve mana hedefleri uğrunda hamle keyfiyetlerine havî bir lisan tuğrasıydı. Az evvel, Seriyye kelimesi hakkında görüş beyan eden zat ile Baltalı Zagor romanlarına layık bilirkişi (!) namına kaydettik ya hani:

“İsimleri Türkçe olsaydı bari!’

Diye… İşte isimleri gerçekte “Murat” ve “Ali” olarak Türkçeydi… Bin yıl boyunca her an kullandığın bir kelime, senindir! “Değildir!” diyorsan, sen, sende değilsindir! Bu manada ilân ediyoruz: “Seriyye”, on asır her anını Allah Resulü’nün hedef istikametinde geçirmiş bir milletin hem büründüğü bir mana, hem de yürüttüğü bir madde hamlesi olarak has Türkçe’dir! Unutanına muhabbet, duyunca kuduranına da hararet kaydıyla arz edelim ki:

“Dost ve düşman kutupları! Duyduk duymadık demeyin! Seriyye kelimesini herkese öğretecek, O’nu lisanda bile ihya edebilsek, irfan ve amelde de dirileceğimizi herkese göstereceğiz!”

Allah Resulü’nün saadet devirlerinde yola çıkarılan bir Seriyye, çoğu zaman kumandanının ismine göre tesmiye edilirdi… Abdullah bin Cahş Seriyyesi, Halid bin Velid Seriyyesi, Ali bin Ebu Talip Seriyyesi… İsmi Ali olan Baltalı Zagor’dan fırlama tiplerin, Seriyye’ye daha kelime iştikaklarından itibaren başlayan nefretleri, bir sekülerizm şizofrenisi olarak bir kenarda dursun, biz kaydedelim: Bizi fikirde istikamete sokan Üstad Necip Fazıl Kısakürek Hazretlerini, asrımızda şuurlara zerk etmek istediğimiz Seriyyemizin kumandanı sayıyor ve aslımızı buradan süzdüğümüz cüretle heceliyoruz:

“NECİP FAZIL SERİYYESİ…”
Daima, Allah Resulü’nün ufkumuzda beliren mana ve madde ufukları peşinde, ateş böceği çapında da olsa parlamak, ışıtmak ve ısıtabilmek… Nasip olsa daha isteriz… Varlığımız, her şeyimiz, kalemimiz, silahımız, malımız, canımız, her şeyimiz… Sadece İslam’a amade… Gazeteyi, hikâyeyi, romanı, teşkilatı, kültürü ve dahi aileyi, işi, ekmeği, nefesi, şunu, bunu, her şeyi… Sadece Allah için olarak bilmek ve benimsemek… Hatalar nefsimizin, isabetler davamızın…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi