Dondurmacı Hüseyin

Yazan: 08 Ocak 2019 3186

Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’in, Şeyh Safiyüddin Hazretlerinin “Reşahat” isimli eserinden damıtılmış aynı isimli eserini inceliyordum. 1995 baskısı… Bir yerde gözüme orijinal eserle bir çelişiklik takıldı:

“Öyle bir yara bağlan ki; bırakılmasında çare olmasın…”

Bu sözü Mevlana Camî Hazretlerine, rüyasında gelerek Mevlana Sadettin Kaşgarî Hazretleri söylüyor. Şeyh Safiyüddin’in “Reşahat”inde, yani eserin orjinalinde böyle… Ama Üstadımızın o eserden damıttığı 1995 baskılı Reşahat’te bu isim, Mevlana Alaaddin diye çıkmış… Bir yerlere not ettim. Hatayı Büyük Doğu Yayınlarına iletirim diye… Sonra elimde eserin 2012 baskısı olduğu geldi aklıma… Baktım. Meğer tespiti zor ve ancak maksatlı bakanına aşikar olacak bu hatayı Büyük Doğu Yayınları da bulmuş ve düzeltmiş… O an aklımda beliren ilk şey, Üstadımızın vasiyeti oldu:

“Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerimin üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da, ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse, tezgâhını başına yıkınız! En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir…”

Büyük Doğu Yayınları, yüzü aşkın eserlik bir külliyat bırakan Üstadın, fikir semeresinin muhafazasına dair en büyük vasiyeti… Olmasaydı; Büyük Doğu eser mecmuu, batan geminin malları gibi payumal edilebilirdi. Üstadımız, Büyük Doğu Yayınlarını kurup en yakınlarına emanet ederek, fikir bahçesi etrafına çit çekmiş… Yoksa göz hakkına değil, gözünü çıkartmaya kadar kendinde salahiyet hakkı görenler, bu bahçeyi tarumar edebilirdi. Büyük Doğu Külliyatı ve onun muhafaza verasetine bu gözle bakınca, daha bir hakikatli neticeler elde etmek mümkün… Yoksa her büyük adamın ailesine, çekirdek çitleyen kadınlar gibi:

“Layık değilsiniz ona layık değil!”

Diye hücuma geçen hazır manga bir insan türü her devir var. Devirler, telgrafın telleridir ve bu tip adamlar da o tellerin müdavimi haset kargaları... Semra Özal oluyorlar, haşlamak için Semra Özal arıyorlar. Bunları geçelim… Şuraya gelelim… Ama önce bize Reşahat’i tedai ettiren meselenin peşrevi sadedinde dimağınıza birkaç bilgi tayfı çekelim… Üstadımız, “İdeolocya Örgüsü” isimli eseri için şöyle der:

“Bu eser, benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim... Ben, arının peteğini hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım. Şiirlerim de, piyeslerim de, hikâyelerim de, ilim ve fikir yazılarım da sadece bu eserin belirttiği bina etrafında bir takım ‘müştemilât’dan başka bir şey değil…”

Yani “İdeolocya Örgüsü”, canlı bir müfredat gibi nesilleri fikre kandırmış Büyük Doğu Külliyatı’nın lübbü, özü, özeti mesabesinde… Peki biri kalksa ve bu eser için:

“Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü, Hitler’in Kavgam isimli eserinden daha da tehlikeli!”

Dese, ne dersiniz? Bir yanda fikrini, insanları ruhlarından itibaren millet millet inşa etmeye tahsis etmiş Necip Fazıl ve eseri, diğer yanda mecalini, insanları kafatasları üzerinden kitle kitle katletmeye tahsis etmiş marazî bir katil, Hitler… Ne dersiniz? Ne diyebilirsiniz ki; bu ülkede herkes her şeyi söylüyor zaten…

Varsın, bu söz sahibi de kendi takasından, haset oltasını fikrin uçsuz bucaksız denizine sallasın… Ona da düşecek birkaç hamsi nasibi belki vardır. Fikir denizinin transatlantiği mesabesindeki Necip Fazıl Kısakürek, takıntılı taka sahiplerinin olta kancasına takılacak ve yolundan edilecek değil ya… Buna tamam…

Tamam olmayan şeyi gene bir soruyla arz edelim: Hitler ve maraz kafasını, Büyük Doğu Külliyatının lübbü mesabesindeki İdeolocya Örgüsü ve onun örgücüsü Necip Fazıl’dan daha masum gösteren bir adama “Necip Fazıl Saygı Ödülü” vermeye kalkmak ne kadar ahlakîdir? Üstelik bu ödülü koşa koşa almaya giden bu adam, yaşarken Necip Fazıl Kısakürek’e bayrak açmış, onu davadan dönmekle suçlamıştır. Hoş, Üstadımız, transatlantik şahsiyetiyle, bu adamların gönderdiği isyan dilekçesine el yazısıyla “hainler” diye not düşmüş ve onları kendi takalarına bırakarak işine bakmıştır. Peki bu adamların Necip Fazıl takıntısı geçmiş midir? Hayır… Bunu bir kenara koyalım… Meselemizin merkezinde Star Gazetesinin birkaç yıldır düzenlediği “Necip Fazıl Kısakürek Saygı Ödülleri” var. İlk etapta, bütün Necip Fazıl sevenlerine hoş gibi görünen bu hadise, peyderpey yüzündeki peçeyi açtı ve ardında sermaye ve bürokrasi urlaşmasından mütevellit çirkin yüzünü gösterdi. Zira “Altın Portakal Film Ödülleri” keyfiyetiyle dağıtılan ödüllerden de gördük ki; bu ödül töreninde Üstadımızın sadece ismi vardır! Evet sadece ismi… Buna da “Kötü mü?” diye çıkışanlar olabileceğinden kaydedelim: İsim ile müsemmalık arasındaki ahenk bir hilkat kanunudur ve ahengin olmadığı yerde sadece hamakat zımbırtısı vardır. Mesela hafız yetiştiren bir müessese, mezuniyet törenine “Nazım Hikmet 7. Hafızlık Mezuniyet Töreni” ismi veremez. Ya da yılın sporcularına verilecek ödüller için düzenlenen bir törene “Sadettin Kaynak Futbol Ödülleri Töreni” denemez… Oysa “Necip Fazıl Saygı Ödülleri” töreninde gördük ki; Necip Fazıl Kısakürek’e “yetersiz” diyeninden, “faşist” diyenine kadar birçok kimseye ödül verildiği gibi, misal Evrim Teorisine inanan kimselere de ödüller verildi. Akıbet; Necip Fazıl Kısakürek’in “ciğerinden kalemine kan çekerek” bir ömür imha hedefine koyduğu fikir ve itikat çıbanlarının, Büyük Doğu çehresinde papatya gibi açtırıldığı bir vasata doğru gidecek… Böyle olunca, handiyse yaşı kadar Büyük Doğu fikir semeresi üzerinde mesaisi olan Mehmet Kısakürek, bu istikamet şaşılığı için gazeteyi uyardı. Dedik ya; sermaye ve güç urlaşmasının olduğu yerde durmayacak şey, izan ve irfandır. Dinlemediler… Veraset haklarından doğan hakla dava açıldı. Mahkemenin ilk etapta zaten rutin olarak yapması gereken, ödül töreni için yürütmeyi durdurma kararı vermekti. Öyle oldu. Ama sermaye ve güç uru depreşti. Keçi yollarından dolandılar, olan oldu ve yürütmeyi durdurma kararı dacdurduruldu! Mahkeme salonunda Star Gazetesi avukatları, kendilerine:

“Patronlarınız için Mehmet Kısakürek Ağabeyin çekincelerine ‘Tamam, gözeteceğiz!’ deyip rızasını almak çok mu zordu?”

Diyen Necip Fazıl Kısakürek Vakfı avukatlarına şu cevabı verdiler:

“Patronlarımız Ankara’da… En zirvede… Bununla mı uğraşacaklar!”

Anlayacağınız, Necip Fazıl Kısakürek ve ailesine saygısızlık etmek üzere, “Necip Fazıl Kısakürek Saygı Ödülleri” verilmeye devam edilecek… Fikir güveleri, selfi çekmek, Cumhurbaşkanı ile fotoğraf çektirmek, türlü ucube adamı yanlarına çekmek için daha çok halt edecekler… Tabi fikrin güvesine, fikrin naftalini olacaklar da durmayacak… Durmadılar da… Sosyal medyada bu hadiseye tepki gösterildi. Sadece Üstadımızın ailesi ve etraflarında halkalananlar, Büyük Doğu bağlısı halisler ve Seriyyeci gönüldaşlar… Hassasiyet belli, tavır belli… Ama buna rağmen ne oldu biliyor musunuz? Star Gazetesinden Hüseyin Gülerce, bu zümreye karşı Star gazetesindeki köşesinden bir yazı yazdı. Sanki “haykırarak açtığı fikir kollarıyla” bir millete yarım asırdan fazladır sahip çıkan Necip Fazıl Kısakürek değilmiş gibi, yalama hedefine doğru mesela şöyle dedi:

“Sayın Cumhurbaşkanımızın teşvik ve destekleriyle artık Necip Fazıl’a sahip çıkılıyor…”

Düşünün; toptan bir millet sadece “Allah lafzına” sahip çıkmak için meydan yerine atılan ve küfrü bütün habaset ve necasetiyle ifşa eden Necip Fazıl Kısakürek’in kendisiydi. “Sahip çıkmak”tan bahsediyorsa biri, hakikati buradadır! Devletin “deniz çaplı” malından pahalı sahneler kurmak, kadın korolu orkestralara “Sakarya şiiri bestesi” ısmarlamak, ya da cafcaflı ışıklar altında selfi-foto kuyrukları oluşturmakla sahip çıkılmıyor! Hazretin “sahip çıkma gecesi”nden Necip Fazıl posterlerini çekip aldığınızda, bu geceyi misal “Fazıl Sayın 30. Yıl Şeref Gecesi” ile yan yana koyup, sonra da “Aradaki yedi farkı bulun!” bulmacası dizebilirsiniz! Cenazesi gömüldüğü gece çalınan ve kemikleri cenaze sahiplerine para karşılığında satılmak istenen zengin bir adamın başına gelenler ile ruhu gadre uğratılıp, maddesi istismar edilen Necip Fazıl Kısakürek arasında yedi fark var mıdır? Bilmem, belki bu itirazlarımız sebebiyle, idrak devi Star Gazetesi ve şürekası, açığı kapatmak için bir sonraki yıl geceyi bir mevlithanla başlatabilirler. Bunun için, dağıtmak üzere başı tepesinden yarım örtecek ve “ödül gecesi damgalı” yemeniler de hazırlamalılar! Göreceğiz… “Hüseyin Gülerce” diyorduk… Bir sürü bildik soydan Necip Fazıl güzellemesiyle doldurduğu yazısına attığı başlığı şu:

“Necip Fazıl’a sahip çıkan Cumhurbaşkanından rahatsızlar…”

Bu sözün muhatabı bizleriz… Bizlerden başka kimse rahatsız olmadı ki! İsterseniz Hüseyin Gülerce ile bizler arasında kısa bir keyfiyet ve feraset kıyaslaması yapalım… Malumunuz bu adamın, yaşı kadar Fetullah Gülen güzellemesi de yapmışlığı var. Yıllarca, münafık Fettullah Gülen’in “sır kâtibi” olarak takdim edildi. Fetö’nün baş yayını Zaman Gazetesindeki köşesinde yazarken herkes:

“Fetullah Gülen, mesajlarını onun üzerinden veriyor!”

Diye inandı. Hüseyin Gülerce, bu yakıştırmayı asla bozmadı. Fetö devrinin, hilm maskesi takılı kudretli veziriydi. Bana gelince… On üç yaşımdan beri Fetullah Gülen hasmıyım. Tek sebebi, onun Peygamberimize alenen kota koymaya kalkması… Bunu bilmek için alim olmak zaten şart değildi. Fetullah Gülen, Allah Resulü’ne inanmadan da cennete gidileceğini söylüyordu. Hasımlık için bu yetmez miydi? Büyüdüm… Verdiğim bir konferansta, alkış tufanları arasında Fetullah Gülen’i haşlıyordum. Resmi evrak kaydından aktarıyorum: Bu konferanstan sekiz gün sonra hakkımda dinleme kararı çıkardılar. Sekiz ay geceli gündüzlü telefonumu dinlediler. Bir şey bulamadılar. Ama kurt kuzuyu yiyecek, geçerli bahaneye değil, giderli bahaneye ihtiyaç var… Onu Allah Resulü’nün siyerinde buldular. Beni, Allah Resulü ile Beni Kurayza Yahudileri arasında geçen mevzuları telefonda anlatmakla suçladılar. Türkiye’nin her yanından Seriyyeci gönüldaşlar palas pandıras toplandı. Onlarla beraber, örgüt lideri olarak cezaevine atıldım. Çıktım, devam ettim. On binlerce, belki yüz binlerce insana Fetullah Gülen’in pisliklerini anlattım. Yıllar boyunca… Daha ortada ne 17/25 Aralık, ne 15 Temmuz kalkışması… Sadece ben mi; Necip Fazıl Kısakürek’in fikrine bir şekilde muhatap olmuş hiç kimse, Fetullah Gülen konusunda yanılmadı. Nefret etmeyeni de, mesafeli durdu. Ama Hüseyin Gülerce ve benzerleri, sadece iktidar odaklı bir Fettullah Gülen bakışı geliştirdiler. Bugün, hükümetin yanındalar ama gene iktidar odaklı devam ediyorlar. Peki siz hiç, bu adamların esaslı bir “dinler arası diyalog” eleştirisi yaptığını gördünüz mü? Surette Fetullah Gülen düşmanlığı yapıyorlar ama siretlerinin bohçasını Fetullah Gülen doldurmuş! Fetullah Gülen, Batı’nın ve derin şeytanî odakların bayrağını taşıyordu. Kendisi belki düştü. Ama bu bayrak, farkında olsunlar ya da olmasınlar, ona bugün nefret saçanların bile ellerinde ilerletilmeye devam ediliyor. Zira bir zihniyet meselesi var ortada… Bir köpekle bir saat yatan adam, belki bugünün şartlarında bir banyoda bir duşla bitlerinden temizlenir. Ama üzerinde bit olduğu hissini belki kırk gün üzerinden atamaz. Peki; Fetullah Gülen’le kırk yıldır aynı yatakta yatmış adamlar, hele de Fetullahçı olmak artık risk olmaya başladığı andan itibaren o yataktan çıkmışlarsa, üzerinde ne kadar Fetullah Gülen biti vardır, hesap edebilir misiniz? Fetullah Gülen, Müslümanlığın gerçek zihniyetini ifsad ederek, Batının muradına uygun zehirli bir zihniyet inşa etmeye çalıştı. Kırk yıldan fazla buna uğraştı. Sizce hiç mi başarılı olmadı? Bakın; bugün Fetullah Gülen’den gerçekten nefret etmeye başlamış bir çok kimse, ona nefretini bile, onun oluşturduğu zihniyet kodlarıyla izhar etmekte… Bu bir felakettir. Yıllarca milleti içten içe dişleyen sırtlan kaçmış… Onu yakalamak için ardından rehberlik eden bir çok kimse, belki de gerçekten yakalanmasını istese de, aslında onun izini haşlamak için takip ettirmiyor, onu sürdürmek için izinden gidiyor! Eldeki o kadar devlet imkânına rağmen Fetö ile mücadelede bu kadar akametin sebebi de bu… Fetulah Gülen’in suretini, Fetulah Gülen’in siretiyle icat edilmiş spatulalarla kazımaya çalışıyorlar! Fetulah Gülen’in donundan çıkma adamlar, Fetö düşmanlığını da kimseye bırakmıyorlar! Ağzını açana, anında “Fetöcü” diye damga vuruyorlar! Bu durumu ben, üniversite yıllarında kavgaları ancak pencere aralıklarından izleyen balkon çocuklarının, mesleğe başlayınca nice kavgalar vermiş adamlar gibi hareket etmelerine benzetiyorum. Cakayı da kimseye bırakmıyorlar, hücumu da… Recep Tayyip Erdoğan, bu manada bir Truva Fetö’sü tarafından kuşatılmış durumdadır. Bu bir ajanlık ihbaratı değil, bu bir zihniyet ifşaatıdır…Tekrar ediyorum; yangında tüm iliklerine kadar yanmış adamlarla sadece “ateşin zararları hakkında” istişare edilebilir, onlardan itfaiyeci mangaları kurulamaz. Yanmış çünkü; her yeri kömür… Fetullah Gülen, Allah Resulü’ne paralel bir Peygamber portesi çizmeye çalıştı. Kırk yılda belki kırk bin vaazla… Bu vaazları dinleyip hıçkırarak ağlayan adamların kafasında halâ, paralel ve sahte Peygamberin din tasavvuru var. Hüseyin Gülerce, televizyondan Fetullah Gülen’i yıpratmak için konuşurken bile aslında onu, tavrıyla, edasıyla inşa ediyor. Fetö’yle, maddi irtibatı kalmamıştır, tamam ama tabiatındaki Fetöcülük devam ediyor. Hükümet, hanemizdeki halıları, diplerindeki zibilden temizledi diyelim ama halılara sinmiş lağım kokusu ne olacak… Zihninden zibili kovan ama kokuyu kovamayan adamlar, gerçek avın kokusunu nasıl alabilirler ki? Alamayınca, nişanladıkları kimler ve neler olacak? Tekrar tekrar düşünün; on üç yaşından beri namus günü hassasiyeti ve Necip Fazıl Kısakürek müfredatıyla Fetö ile mücadele eden ve sadece acı tuz yalatılan şahsımın da içinde olduğu topluluk, kırk yıldan fazla Fetulah Gülen’in dondurmasını yalayan Hüseyin Gülerce tarafından “Necip Fazıl’ın tanınmasından rahatsız olanlar” torbasına konuluyor. Nasılsa Hüseyin Gülerce, ömrü vaki yeterse bir kırk daha yalayacağı yeni dondurmayı bulmuştur. Biz dondurma diyoruz da, siz ne olduğunu anlayın…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi