Değişen Yok, Deşilen Var...

Yazan: 08 Ocak 2019 2338

Ruhumuz her daim, en eskiye meftun… En eskide, en güzel var… Varlık yok iken var olan, en güzel olan… İnsan kuşunun kanatları mesabesindeki ruhu, işte hep oraya uçmak istemekte… Varlığı var edene… Nostalji denilen şey, bu hakikatin kılıfı… Yoksa eski bayramları özleyen ahvalimiz, bayramlar hiç değişmeseydi de, eski bayramları özleyecekti. Ya eşya ve hadiselerin lübbüne (özüne) değil de, kışrına (kabuğuna) tekabül eden dünyalık hallerimizde “geriye doğru” nispetimiz nasıl? İyiye doğru koşmakta mıyız, kötüye doğru sürüklenmekte miyiz? Bize bu hisleri tedai ettiren, Büyük Doğu Mütefekkirinin 1946 yılından aktardığı şu manzara… Aynen okuyoruz:

“Yılbaşından birkaç gün evvel... Beyoğlu... Bütün caddeyi boylu boyunca gören bir nokta... Akşam... Işıklar tek tük... Bütün caddenin ışık demeti, kuru ve pörsük papatyalardan cılız bir demet... Bu demetin içinde, kan yanaklı, yalnız birkaç gül... Bunlar piyango dükkânlarının (reklâm) ışığı... Yaşadığını ilân eden yalnız onlar... Henüz meyhane ayık, gömlekçi çıplak, kuyumcu donuk, lokanta aç, eczahane hasta... Evet, yaşayan yalnız piyango dükkânları... Her birinin camekânında, göz önüne serilmiş bir servet tesiri uyandıracak ayrı bir tertip... Tertipler arasında müşterek nokta paranın cazibesi... Ellişer, onar, beşer liralık paralardan kalın desteler... Fakat yalan! Destelerin içi kof... Üzerlerinde altın suyundan ince bir zar... Yani üst üste muntazam bir istifle kabartılmış bir destenin son tabakası hakiki... Fakat başarılı hile... Camekânın karşısında bir halka insan...

Gözlerde, bir kat elbiseden on kat apartmana kadar dehliz dehliz hayal... Hazin hazin düşündüm:

Halk ne anlaşılmaz şey! Yüzüne karşı züğürtlüğünü haykıran, aç olduğu nesneyi şeffaf bir duvar arkasında teşhir eden, böylece hırsını nezaketsizce suratına çarpan aşağılık hileye hemen teslim oluveriyor. Oltanın ucundaki yarım solucana esir koca balık!

Zaten seni hep böyle avlamazlar mı?”

O günden bu güne tam 72 yıl geçti. 72 yılbaşında, 72 defa haltın başına geçtik… İyiye, doğruya, güzele doğru değişenimiz mi var, kötüye, yanlışa, çirkine doğru deşileniz mi? Kaydedelim:

“Yılbaşından birkaç gün evvel… Kızılay… Ankara’yı terk eden kar’a karşılık, yerlerde ‘karı’ kart vizitlerinden ibaret ‘kuşeden’ bir örtü… ‘Kuş eden’ mi demeliyiz? Aslında kadın değil, erkeklikten kadınlığa evrilmiş ucubelerin reklâm kart vizitleri… O kadar çoklar ki; Ankara’nın bitki örtüsü diye takdime kalksanız, ciddiyetle karşılanacak… Üstelik tepelere yerleştirilen ve cebinizdeki parayı bile sayabilecek yüzlerce hassas kamera ile donatılmış bu meydanda sık sık şahit olduğunuz manzara şu: Geçen bir arabanın açılan camları ve oradan fırlatılan fuhuş davetiyesi kart vizitler… Devrimizin asayiş ruhu, kadınlarımızın kaldırımlarda yürümelerini fecaate çeviren bu manzara karşısında gevşek… Cemiyet nizam ve ahlak ukdemizi fil adımlarıyla ezen bu vaziyeti, gamsız bir fil gibi kuyruğuna konmuş sinek gibi algılıyorlar. Fecaatin nişanesi… Işıklar namütenahi çok… İçlerinde hadiseye duyarlı vicdanlar tek tük… Piyango reklamlarının her yanı saran ışıkları, parmağıyla visaline davet eden aşüfteler gibi yol kesmekte… Bir kere kumar masasını devlet kuruyor! Reklamını da haliyle devlet yapıyor! Devletin kumar masası kurmasına bahanesi de şu:

‘Ne yapalım! Demokrasi, laiklik şu bu… İsteyeni var!’

Tam da, eroin pazarı oluşturmak isteyen baronların, piyasa oluşturmak için ilk malı ücretsiz dağıtmalarına benzer bir tavır… İşte piyango kuyruğunda tahmini 72 yaşında olan yaşlı bir vatandaş… Kurun üzerinde hayalinizi: Bu adama 72 yıl boyunca kumarın gizli illetleri aleni ve harbi olarak kaç defa anlatıldı? Elde var sıfır! Ama aynı adamın üzerine, kumara teşvik edecek nice şeyi mitralyöz gibi sıkmadılar mı? Devlet sıktı, bu bir vakıa… Kumarda ‘İlk bileti ücretsiz ver, alışsınlar, gerisi gelir!’ baronluğu… Gerisi zaten geliyor. Müslüman kimlikli hükümet:

‘Ama isteyeni var!’

Kalkanıyla kendini savunmada… İyi de, ya istemeyenlerin hali ne olacak? İsteyenlerine dayanıp istemeyenleri haşlıyorlar, yetmiyor, istemeyenlere dayanıp, isteyenleri haşlıyorlar! İlk turda ahlaksızlık, kumar, fuhuş tezgâhını istemeyen Müslümanlar… Onlara:

‘Ne yapalım! İsteyenleri var!’

Deniyor! İkinci turda, İslam’a göre bir düzenleme isteyen Müslümanlar… Bu defa onlara:

‘Ne yapalım! İstemeyenleri var!’

Deniyor ve bu hokkabazlık, kısır döngüyle işleyen sistemin doğasına sinik olarak böyle devam ediyor:

‘Her şeye evet, İslam’a hayır!’

Mesela Kızılay ve etrafını saran erkeklikten dönme kadınımsılara elinizle müdahale etseniz, devlet eliyle sizi haşlıyorlar. Tecrübî olarak sabit! Toplumun hayalindeki düzeni yazacak olsanız, bu defa kitaplarınızı dedektif merceğiyle cümle cümle tarıyorlar… Haşlamak için… Caddelerin çok ışıklı fener alayında, geçit resmi yapan tahakküm ruhu bu… Reklam panoları, parmak enindeki iç çamaşırlarıyla, sizi göz yuvarlaklarınızdan tutup şehvet hanelerine çekmek için göz kırpan kadın mankenlerle dolu… İstismar edilen kadın eliyle, erkeğin istismarı… Sözünü etseniz:

‘Özgür bir ülke! İsteyen kıçını da açar, başını da!’

Savunması… Onlar hışımla bağırır:

‘Kıçını açana özgürlük!’

Ama siz tevazu tavrıyla:

‘Asıl kendisine kıç açılana özgürlük!’

Diyemezsiniz! Kendisine kıç açılamama özgürlüğü, bir ütopya! Zira; ‘provokatör’, ‘mürteci’, ‘bağnaz’, ‘demokrasi düşmanı’, ‘harekete geçen ölü hücre’ gibi ellerinde bir sürü bandrol çeşitlemesiyle bekleyen ve rejimin sollu sağlı muhafazakârları hazır beklemektedir. Bütün camekânların cansız mankenleri, adeta size bunu ihtar eden zabitler gibi bakmakta… Meyhane zımba, kafeterya çakılı, diskotek kıvrak… Eczacısı, marketi, lokantası, gömlekçisi, piyango kuyruklarını şenlendirmek için soluk, hasta, donuk ve sessiz… Yılın başına doğru, Kuvay-ı Milliye hareketliliği… Kök alakalarında zebun devlet, haltın başında olarak dipdiri bir kumar krupiyeri… Elleri o dağıtacak, kumarı o kuracak… Piyangonun ‘kaç milyonda bir’ kendisine çıkma ihtimali peşinde, milyonlarca insan… Günaha ‘Ya çıkarsa!’ hasreti! Günaha ‘Ya kurtulamazsam!’ diye bakılan eski günlere nispeten bu günler, kirlenmiş nura nispeten, nurundan arındırılmış zift… Zift dolu gözlerde, ateşin hayali… Dehlizler, türlü türlü ucubeliklerle dolu… Azıcık Allah’tan korkan, bu korkuyu tebdil edip yerine tam tamına ‘Allah’ı kandırma’ sayılabilecek bir hokkabazlık ikame ediyor:

‘Çıksın! İlk Cami yaptıracağım! Vallahi!’

Hakikat dekoderinde bu ses:

‘Camiyi al, beni görme!’

Rüşvetidir. Hem de Allah’a vaat edilen cinsinden… Felaket! 72 yıl sonrasında daha bir hazin hazin düşünelim: Şu kalabalıklar, ne anlaşılmaz şey… Anlaşılmazlıkları çapında, kendilerini idare edenlerin mazlumları… Yüzlerine karşı kendilerini ebedi saadetten mahrum edenlerini, yüzlerine karşı kutsamaktalar… Aşağılık hileler, sinsi tuzaklar, korkunç tezgâhlar… 72 yıl öncesinin olta ucundaki yarım solucana teslim olan halk balığına bakıyoruz da, şimdinin vaziyetine kıyaslayınca şimdinin balık halkını, iki yanı ağlarla kapatılmış nehirlerdeki çaresiz balık kalabalıkları olarak görüyoruz. Bu demde tek çare galiba, nehir ağcılarına esir düşmemek için balık harakirisi yapmak ve ağa takılmadan evvel nehir kıyısındaki kupkuru toprağa atlamak… Buyurun…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi