Yılbaşı, Haltın Başı...

Yazan: 08 Ocak 2019 2348

Miladi 2018 sonlanıyor. Gündem pavyonunda aynı şarkının nakaratı:

“Yılbaşı kutlamak haram mı?”

Laik veyahut Müslüman kimlikli fark etmez, Batının, bütün hükümetleriyle saadet hedefi olarak gösterildiği bir ülkede, yılın başında haltın başına geçenler elbette avantajlı… Gramofonda:

“Muasır medeniyetler şarkısı!”

Gramofon gölgesinde plâk değil, Müslümanların idraki serili… Gramofon iğnesi enselerini öptükçe, dudaklarda aynı terane terennüm etmekte:

“Muasır medeniyetler seviyesi…”

Hindi mevsimi açılıyor, kumar merasimi başlıyor. Müslümanlar, defans hattında hücumculuk oynamaya mahkûm… Hani kalktığı atak, atacağı bir golle sonuçlanmayacak, en fazla bir gol daha yemesine engel olacak… Kasım üzerimizden kasıla kasıla geçip de, Aralık, şekavet aralığından görünmeye başlayınca, her yıl Hristiyanlık patronajı altına alınıyoruz. Ocak’ın neticesi Aralık’tan belli: Ocağa konulup tütsülenmiş hindiler gibiyiz… Muhafazakâr basın manşetleri, karınca kararınca bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama kaydettiğimiz üzere, hücum değil bunlar, defans hattı çırpınmaları… Defans hücumu manşetleri klasik, mesela piyango kuyruğuna girenleri haşlayışta:

“Haram için kuyruktalar…”

Topa çakıp gol yapmak için değil, topu çıkartmak için, kumarhane sahiplerini değil, müşterilerini haşlıyorlar. Bu da bir şey amma… Bütün Müslümanların hücum hattında defans acziyetliklerine de nişane… Müslüman kimlikli bir parti idaresindeyken ülke hele, Müslümanların onlara tanıdığı avans –mühlet!-, onlar tarafından icrada Batıcı sisteme tanınmış avanslar –pirimler!- olarak algılanıyorsa… Vay babam vay! Üstadımızın ferasetini süzelim:

“Varlığının düşmanı sendelemişken, yapman gereken son hamle, ona son darbeyi vurman ve canını almandır! Ona pansuman yapman değil…”

Öyle ya; sırtlan, tenhaya sürüklediği geyiği yiyecekken üzerine bir kaya yuvarlansa ve yaralansa, geyiklik selameti, sırt üstü yatan sırtlana pansumana koşmakta değil, ona öldürücü boynuz darbeleri vurmaktadır! Ya geyik, mecazen geyiklik yapar da, iyileştirmek üzere sırtlanı kendi koruluğuna taşırsa! Vaziyetimizi ilan ediyorum: Üzerinde bir geyiklik hissedenler el kaldırsın! Önce varlığımızın ne olduğunu bileceğiz. Sonra onun düşmanlarını… Yoksa Türk mitolojisinin, küllerinden yeniden doğan Anka kuşu gibi düşman her defasında tazelenir ve varlığımızı gadr ütüsünde ütüler… Anka Kuşu, öleceğini hissedince kendine dallardan bir yuva yapar, onu meçhul bir maddeyle sıvayarak içine girermiş... Ve de orada, güneş ışınlarının kuru dalları yakmasını beklermiş... Dallar yanar, Anka Kuşu da… Sonrası onun için; küllerinden yeniden doğmak… Kemalizm’in, son on beş yıllık hikâyesi, son zamanlarda olanlara bakınca Anka Kuşunun hikâyesine çok benziyor. “Ölüyor! Şükürr!” diyorduk ki; İzmir’in dağları çiçekleniverdi… Şimdi söyleyin; Anka Kuşu’na en çok, maddede ve manada varlıkları son bir asırdır yağmalanan Müslümanlar benzemeliyken, hışma uğramak manasına gene benzetildiler mi yoksa? Bunu fazla değil, önümüzdeki birkaç yıl netleştirecek… Biz, boş durmayalım, sivrisinekleştirilmiş kendi unsurlarımıza çatalım:

“Sizi gidi haram için kuyruğa girmiş sivrisinekler sizi!”

Bataklık baronları hepimize nazır sefada… Manzaranın tedai ettirdiği bir hadise aktarayım: Tanıdığım bir alkolik vardı. Babası Hacı… Her sabah namazı vakti, bizimki zıkkımlanmaktan gelmekte, Hacı babası ise camiye gitmekte… Bir gün değilse de, bir diğerinde muhakkak apartman kapısına çarpışıyorlar ve kafası hoş oğul tanımadığı Hacı babasına:

“Pardon birader!”

Diyor. Hacı baba, zengin… Ama oğluna, sarhoşluk ambargosu uyguluyor. Ne güzel… Devletin olmadığı yerde, ne devlet… Bizimki; günahkâr mümin… Hayal edin; birahanede zıkkımlanıyor. İçinde günaha batmışlığın vicdan azabı:

“Bir de cehennem! Ateş! Vay babam vayyy!”

Böyleyken cam patlıyor ve içeriye ateş yağmaya başlıyor. “Rejimle” mücadeleyi, birahane camından içeri ateşli kokteyl atmakla yürüten birinin gazabıdır bu… Birahane, mecazen bataklık oysa… Cümlesiyle sivrisinek o da… Bataklık, duvarında asılı ruhsatta, yuvarlak bir mühür halinde duruyor. Genelevde Anadolu kızı, sivrisinekleştirilmiş biziz… Kurtarılmaya müstahak… Bataklık, onu Kozmopolitan markası “Manukyan” ile satan ve ona bu ticaretinden (!) vaki vergi meblağı sebebiyle ödül verenlerin kafasında… Kuklalarla didişikliğimiz, biraz fikirsizliğimizden, biraz korkaklığımızdan… Kumar kuklacısı, piyango kuyruğuna giren sivrisinekler değil, Piyangoyu düzenleyenler… Mırnav kedi ne yapsın, önüne ciğer konulunca yer… Kanun bu… Kedinin önüne zehirli ciğer koyan kim? Hadi buyurun, voltamızı biraz da onların üzerine doğru vuralım… Genelevler sonuna kadar açık… Kumar masasını, devletin kendisi kuruyor. Tarihimizi öğretiyoruz dizilerde! Milyonların kilitlendiği saat, Şanlı Ertuğrul, faizcilik yapanları falakaya yatırmış… Dın dın dın… Araya giren reklamlar… O da ne? Az önce tarihi kıyafetleriyle Ertuğrul Gazi’yi oynayan artist, Devlet bankasının faiz reklamında milyonları faize davet ediyor! Tarihimizi öğrendik hadi, bu eşdinsellikle istikbâlimiz ne olacak? Devlet, beni din, namus, ahlâk, töre, kültür maktalarımdan itibaren koruyacak olandır. Ya beni din, namus, ahlâk, töre ve kültür mafsallarımdan lif lif asan kim? Doğruya doğru, yanlışa yanlış! Son müdafaa hattımızdaki parolamız galiba bu… Doğruya doğru, yanlışa yanlış!

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi