İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Ve İstanbul Sözleşmesi, Cumhurbaşkanımızın bir gece yarısı kararnamesiyle feshedildi… İyi de oldu. Şimdi sıra, İstanbul Sözleşmesi ile bağlantılı kanunların revize edilmesinde… Mesela 6284 sayılı kanun…
İstanbul Sözleşmesi’nin, zehirli bir gaz gibi içine dolduğu 6284’e neşter vurulmadan, İstanbul Sözleşmesi kâğıt üstünde feshedilmiş olsa da, bu kanun üzerinden zehrini toplum yapımıza üflemeye devam edecek…
Biliyorsunuz; “Kadının beyanı esastır!” gibi yamyam hukukunun bile tuhaf, iptidaî karşılayacağı bir mantık var ve 6284 sayılı kanunun ruhu mesabesinde… Bu kanunla devlet benzini, her ailede olması muhtemel küçük anlaşmazlıkların kıvılcımı üzerine boşalıyor ve onu bir yangına eviriyor… Güya kıvılcımı söndürecek ve kadını koruyacak… Devlet bunu yaparken, uç örnekleri nispet tutuyor… Mesela gerçekten insan bozması bir adam karısına zulmediyor… Devlet, bu adama ve yaptığının karşılığı ne ise onu ödetmek varken, burada kalmıyor, bu adamın yaptıklarını kıstas alıyor ve karısına “Bu yemeğin tuzu çok kaçmış!” diyen başka bir adamda da, o adamdan peşin tecelliler görüyor, işe kıyısından bulaştığı ilk anda bu adamın ayağına elektronik kelepçe takıp, evinden uzaklaştırıyor… Peşin kabul zulmüdür bu ve iptidaîdir… İşte böyle bir an da, hatası ancak gurmelik sahasında belirmiş kocanın aklına, karısına şiddet uygulama fikrinin düştüğü an oluyor. Kadını korumak maksatlı çıktığı halde, İstanbul Sözleşmesi’nden sonra kadın cinayetlerinin artma sebebi bu kadar basittir. Bu basiti, yıllardır hükümete göstermeye çalışıyoruz…
-Devlet, sadece sıvası dökülmüş ve bir alçı çekmekle kurtarılacak duvarları, dozerlerle yıkmaktadır! Durun, durdurun! Aile yok oluyor!
Diyoruz…
Amma Hükümetin de, fikri ve hakikati değil, partiyi esas tutan kadroları yıllardır İstanbul Sözleşmesi’ni canhıraş savunuyor. Ya şimdi? Ak Parti Kadın Kolları, Aile Bakanlığı, KADEM, fesih kararından sonra utanacak mı? Elbette hayır!
İşleri utanmak değil çünkü, mevcut pozisyonlarını korumak için önlerine konmuş her ne ise onu savunmak! Zira nispetleri hakikat değil… Onlara hakikati nispet tutturacak fikirleri yok… Recep Tayyip Erdoğan bir gece yarısı kararnamesiyle misal Komünizm ilan etse, bunlar daha gözlerindeki çapağı silmeden:
“Ortak mülkiyet ne güzeldir ne güzel!”
Diye şarkı söylemeye başlarlar… Ve dahi bunlar, İstanbul Sözleşmesi henüz pansumanla iyi edilebilir bir yara iken, onun acısını hissedip haykıran Müslümanlara rağmen, onu bir yara merhemi gibi göstermek, Cumhurbaşkanımızı ilzam etmek, yanıltmak, bu sebeple feshi geciktirmek ve işte feshi geciktirdikleri için de yarayı kangrenleştirmek cürmünün sahipleri…
Ak Parti’de feminizmi muhafazakârlaştıran ya da muhafazakârlığı feministleştiren kadınların başında, Özlem Zengin geliyor. Benim de aklıma onun, İstanbul Sözleşmesi’ni savunurken:
“Yirmi kez okudum! Bu sözleşmeye karşı çıkanlar ne okuyorlar acaba!”
Diyerek, istihzaî bir perdeden milyonlarca Müslümana adeta “Salak bunlar!” muamelesi yapması…
Devleti, toplumu ilzam ettiler, yanlış yönlendirdiler… Ancak CHP ve hempalarının sahip çıkabileceği İstanbul Sözleşmesi ve bağlantılı kanunların, Müslümanlar arasında da yer etmesine sebep oldular, hiç olması Müslümanlık refleksine onu felç edici bir yılan zehri olarak zerk olundular. Sarılması güç yaralar açtılar… Bu esnada, İstanbul Sözleşmesi’nden aldığı yüz ile eşcinsellik, solucanlıktan yılanlığa evrildi… Çıkık kaktüs gibi toplumdan tecrit bir vaziyet belirtirken, zehirli bir sarmaşık gibi toplumun her veçhesine sarktı… Milli tasavvur avlumuza, bir çakıl taşı hacmiyle olsun sokulamazken, sokuldu ve bir başköşe putu gibi içeriye yerleşti, televizyon dizilerinde sevimli karakter oldu, paket lastiğiyle olsun adam-cinsiyet devşirme imkânına malik değilken, cemiyet denizimizin her köşesine ağ serebilici bir balık avcısına evrildi… Ve işte; çarpıklık ve sapıklığın bu her türlü kazanımı, Müslüman kimlikli kimselerin onlara verdikleri avans sebebiyle husule geldi…
Mesela İstanbul Sözleşmesi, bundan üç-dört yıl evvel kaldırılsaydı, gazete üçüncü sayfalarının dip köşesi haberi olurdu. O zamandan beri Müslümanlar, âlimler, fikir adamları, kanaat önderleri haykırıyor. Ve o zamandan beri KADEM gibi hükümet yanlısı kadın dernekleri, bu haykırışı bastırıyor ve İstanbul Sözleşmesi’ni adeta Çanakkaleleri yapmışlar, müdafaa ediyorlar… Yara, sayelerinde kangrene evrildi… Bu sebeple şimdi fesih kararı, sürmanşetlerden taşıyor. Baş ağrıtacak daha…
Olsun, bu baş ağrımadan da, bünyeye tam sıhhat gelmeyecek… Zararın neresinden dönülürse kârdır… Ama işte tam dönmek lazım… “Feshettim bitti!” ile olmaz… Göğsüne saplanmış okun, dipteki tüyüyle beraber dışarıda kalmış kısmını kırmak, ancak kurtarıcı tedaviyi yapabilmenin ön hazırlığıdır… Fesih ile göğsümüzdeki okun dışta kalmış kısmını kırdık… Şimdi iş, okun göğüs içimizdeki kısmının fikrî bir cerrahlık maharetiyle çıkarılmasında…
Bunun için millî köklerimizle uyumlu kanunlar hazırlanmalı, hatta yalnız İstanbul Sözleşmesi değil, İsmet İnönü’ye 1950’da imzalatılan ve milli eğitimi adeta ABD mandasına sokan FULBRİGHT Anlaşması, Turgut Özal’a 1985’te imzalatılan ve İstanbul Sözleşmesi’nin temeli mesabesindeki Birleşmiş Milletler CEDAW Sözleşmesi ve onlarla bağlantılı olarak yapılmış bütün kanunlar da, milli irfan eleğinden geçirilmeli ve bu topluma, ruh köklerimize tam mutabık kanunlar yapılmalı…
Fesih adımı, bu adımlarla tamamlanmazsa, yoluna çıkılan ama varılamayan bir saadet menzili gibi emel, milli kursakta kalacak ve orada kaldıkça bir de, milli bünyeyi boğma ihtimali belirtecek…