İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Sosyal Medya Yasası’nın, Ekim ayı başında yürürlüğe girmesi üzerinden üç buçuk ay geçti. Kaydettiğimiz üzere, üç buçuk atan tek bir sosyal medya şirketi bile olmadı!
Zaten hatırlayın, bu yasayı zatıyla gerekli ama “İş işten geçtikten sonra!” kaydıyla yaftalamış, hatta onu, bütün sathıyla vatan, sosyal medya eroinine müptela olduktan sonra orta yere “Eroin yasak!” diye fırlayan manasız bir yasa saymış ve böylesi fırlayan bir yasanın da, onu fırlatanları da vuracak olma ihtimalinden bahsetmiştik…
El an vaziyet, o minvalde ilerlemekte…
Ne Twitter, ne Facebook, ne İnstagram, ortada hâlâ, siyasetle kullanıcı, cemiyetle kullanıcı, iktisatla kullanıcı, istihbaratla kullanıcı arasında anlık, hızlı ve katlanarak etkisini arttırıcı vasıf taşıyan ve Türkiye’de ofis açmayı kabul eden tek bir sosyal medya şirketi yok… Uluslararası ve küresel operasyonlar için tahsis edilmiş bir edası yok idi ki, Youtube, belki de cüzdanın Türkiye tarafı buruşmasın diye temsilci atamayı kabul etti. Diğerlerini de göreceğiz… Şimdilik ses yok… Yasada öngörüldüğü üzere bunlara, Kasım ayında 10’ar milyon, Aralık ayında 30’ar milyon cezalar kesildi. Şimdiki aşama, Türkiye’deki özel ve tüzel kişiler ile bu sosyal medya şirketlerinin reklam sözleşmesi yapmalarının yasaklanması… Tam da o aşamanın üzerindeyiz…
Sosyal medya şirketleri, kuvvetle muhtemel bu aşamada da sessiz kalacak ve bize göre çok geç kalmış ve lalettayin hazırlanmış bu yasanın, yasayı hazırlayanları acıtan ilk emareleri de o zaman kendini gösterecek… Sessiz kalmayıp temsilci atamaları da, yola geldiklerinin değil, Türkiye’de iletişimde kalarak başkaca ve daha da büyük şeytanlık denemek istemelerinden olacak… Bunun için, hem küresel istihbarat ağının kulaklarına fısıldadıkları, hem de Türkiye’nin satılmış tiplerinin, özleştirilmiş raporlarına göz atmaları gerekecek… Seçim zamanında açık kalan Twitter ve Facebook, kapalı kalmasından daha fazla iş yapar mı? Fısıltıların ve raporların, kendisine göre düzenlenecekleri sual bu… Ama bu ihtimali bir kenara bırakalım ve temsilci atamama durumunda olabilecekleri irdeleyelim… Yasanın, reklam sözleşmesi yapamama aşamasındayız dedik… Ve bu aşamadan itibaren, Türkiye’nin bu yasanın acıtıcı emarelerini hissetmeye başlayacağını kaydettik… Öyle; çünkü Türkiye’de sosyal medya mecraları üzerinden kendi reklamını yapan işletme sayısı hiç de az değil… Hele yurtdışına ihracat yapan şirketler, dev sosyal medya ağlarıyla Türkiye’de reklam sözleşmesi imzalayamayınca, bu onları dünyanın her yanında da ahraz kılabilir, rakipleriyle rekabet güçlerini zedeleyebilir… Böylesi bir ahrazlık halinin de, kendisine karşı ahraz olmayıp, şikâyet edasıyla avaz atılacak mecrası da herhalde İsviçre Parlamentosu olmayacak…
Hele reklam yasağından sonraki, bant daraltma yasağı safhasına bir geçilsin… Twitter ve diğerlerini, birer bağırsak kordonu gibi içimize serpilene kadar bir oyun zanneden devlet aygıtı, belki de o zaman, bu sosyal medya kordonlarının bizi istediği zaman kabız, istediği zaman ishal yapabilici bir kudrete erdiğini, tam fark edecek…
Koca bir konağı, şişe şişe benzinle ıslatırlarken, konağını kolonyalanıyormuş gibi izleyen, üzerine alevleri başlatıcı kibrit atılınca da, itfaiyeci pozlarıyla orta yere, o da itfaiyeci hortumuyla değil, ceza makbuzlarıyla dikilen bir konak sahibi, tek tek market değerleri Türkiye’nin yıllık bütçesinden çok çok daha büyük bu sosyal medya şirketleriyle hangi kafa ile nasıl başa çıkacak?
Herhalde, Söğütözü kafelerinde, kafa kafaya verip de sosyal medya yasa taslağı hazırlayan milletvekili gayretleriyle değil…
Ya ne ile?
Ne ile olmadığını bilelim de en evvel, ne ile olduğu safhasına o zaman geçeriz… Çünkü ceketi değil, kafayı değiştirmek gibi köklü bir değişim isteyen bir husus bu… Zaten mesele de, vagon içi dekoratif bir tedbirle çözülecek safhayı çoktan geçmiş, vagona makas değiştirilmesini icap ettirecek bir safhaya intikal etmiştir. Yani yüzde sivilce var, Türkiye de o sivilceye pudra sürerek tedbir alan bir idare kafası… Oysa yüzdeki o sivilce, karaciğerdeki salgı rejiminin bozulmasından vaki… Tedbir alınmazsa, bir süre daha pudra ile güzel görünürüz belki ama bir süre sonra da ciğer yetmezliğinden ölürüz… Evvela bu durumun anlaşılması lazım… Bunun da zaten anlaşılmadığını anlamak için, son günlerin Watzap şenliğine şöyle bir nazar atmak yetecek…
İşte bakın; gene en sade vatandaştan, en üst devlet yöneticine, çobandan Cumhurbaşkanı’na kadar herkes, birer Battalgazi kostümüne bürünmüş, Allah Allah nidalarıyla Watzap kale burçlarına doğru ilerlemekte…
Ne imiş? Watzap, sözleşme değiştirmiş ve yeni sözleşmeye göre de kullanıcı verilerini, diğer bir şirketi Facebook ile paylaşacakmış…
Sanki; bu sözleşmeden evvel paylaşmıyormuş, kullanıcı verilerini birçok şirkete pazarlamıyormuş gibi… Oysa olan şey, malumun ilanı… Hadise “malum” safhasındayken bütün vücudunu kadavra gibi arz edip bekleyenler, “ilân” safhasına geçilince Rahibe Terassa rollerine girer oldular!
Şimdilerde herkes, sanki bir Nuh tufanı geliyor da, evini dağ başlarına taşıyor gibi Watzap’tan, hurra ile kaçmakta ve başka haberleşme uygulamalarına geçmekte… Yani herkeste bir Nuh Tufanı’ndan kaçış ve kurtuluş heyecanı var… Çobanda da, en üst devlet yöneticisinde de, televizyoncuda da, gazetecide de… Oysa kimsenin ne evini, ne de kişisel verilerini taşıyabileceği güvenli bir yeri de yok… Sıtmadan kaçıp, vereme razı olur gibi:
“Watzap’tan Telegram’a, Amerika’dan Rus’a kaçıyorum!”
Diyenler, Telegram’ın Ruslara ait olmadığını, geçen Haziran’a kadar Telegram’ın Rusya’da yasaklı olduğunu, yazışma gruplarındaki konuşmalarının “sunucu”dan döndüğünü, sunucularının da ABD’de bulunduğunu bile bilmiyorlar… Ya da Turkcell’e ait yerli BİP’in, teknolojik manada Watzap’ın Mercedes araba olduğu bir yerde sadece bisiklet, güvenlik manasında da Watzap’ın beton bir apartman olduğu yerde sadece naylon bir çadır olduğunu bilmiyorlar… Oysa sadece baksalar, BİP’in, bisiklet ve naylon çadır haliyle bile sözleşmesine:
“Kişisel verini her türlü reklam için kullanır, polisle de her türlü paylaşırım!”
Diye yazdığını görecekler… Yani Watzap’ın, sonradan yapmak isteyip de Nuh Tufanı diye algılanan vaziyetini, kopmuş bitmiş bir Nuh Tufanı olarak BİP zaten baştan koparmış…
Ama ne önemi var ki!
Türkiye’de, teknolojik açıdan en az Watzap kadar iyi, kişisel verilerin korunması ve reklam pastasında çilek olmamanız açılarından Watzap’tan daha güvenli bir haberleşme uygulamasına gerek yoktur, zira haberleşme yurtlarını değişsinler diye Mehter Marşı ile galeyana getirilen kalabalıklara “İşte milli ve yerli haberleşme uygulaması!” diye gaz vermeniz yetecektir…
Şimdilerde olan da zaten bu…
Yarın herkesi, evi sırtında, gittiği yerden dönerken ya da gittiği yere söverken görür gibiyim…
Görür gibi olduğum değil de, bizzat gördüğüm şeyse şu: Devlet, elinde bunun imkânı da varken, şöyle adamakıllı bir haberleşme ya da sosyal medya uygulaması yapmaktan imtina etmektedir!
Evvela burun ucuyla yaptılar, eksik yaptılar, eksik yaptıkları için de tam yapışın katili oldular!
İyi de niye?
Üff, uzun mevzu… İzahı için anlatmaya Nuh Tufanı’ndan itibaren başlamak lazım…
Ben sözü uzatmayayım ama başladığımız mevzuyu kapatmak için de, sigara içtiğim eski zamanlardan bir şeyler kırpıştırayım…
Sigaranın pahalısı ama kalitelisi de olan ABD Marlborosuna karşılık, sigaranın ucuzu ama kalitesizi olan Samsun’u, “yerli malı yurdun malı” diye takdim eden ve “Neden bunu içmiyorsun?” diyen birine bir yerde:
“Niye? Daha mı çabuk öleyim?”
Diye itirazda bulunmuştum… Zira Samsun, yurdun malıydı ama paketinden çıkardığınız tek bir dalını, parmaklarınızla şöyle bir ovsanız, içinden fırlayan kütükler, odunlar, sopalar yüzünden delik deşik olmaktaydı… Gün oldu, yerli malı Tekel 2000 isimli bir sigara peyda oldu. Çok kısa sürede de, bütün Marlborocuları kendisine çevirdi, çünkü bu sigaranın tütünü, gerçekten de çok kaliteliydi ve dahi yurdun malıydı. Ama uzun sürmedi, onun da içinden sopalar, değnekler, kütükler sırıtmaya başladı. Ne olmuştu? Detayını bilmem ama o günlerde meseleyi izah, sahanın bütün bitirimlerince kullanılan şu cümleyle olmuştu:
“Marlboro, kendisini piyasadan sildiği için Tekel’e parayı bastı ve Tekel 2000 sigarasının kalitesini düşürttü!”
Şimdi Watzap Marlborosundan, Samsun, hatta Samsuncuk BİP’ine doğru “Ya Allah Bismillah!” diye gidenler, çok geçmez, ciğerlerine değil ama haberleşme kalitelerine, reklam nesnesi olma durumlarına doğru, kapkalın kütüklerden, odunlardan, sopalardan, öldürücü ve zifiri duman üflenmeye başlayınca ve dahi kişisel verileri pazar donu gibi orta yerde sallanmaya başlanınca, geri dönerler…
E çare?
E-Çare!
Türkiye’nin, kişisel verileri, karakolların duvar ilanı etmeyecek, güvenli, ilkeli ve her veçhesiyle kalite ve güven kokan haberleşme ağını yapmasında…
Onu da, daha çok bekleriz…