İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Vakti fazla değil, iki yıllık bir avansla geriye sarar ve İsrail’e odaklanırsanız, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun 2018’de ekran karşısına geçtiğini ve İran’ın nükleer çalışmalarından ele geçirildiğini iddia ettiği çok sayıda belgeyi kamuoyuyla paylaştığını görürsünüz…
Eğer bunu yapabilirseniz, Netanyahu’nun o açıklamaları yaparken bir yerde ekrana bir fotoğraf yansıttığını, o fotoğraftaki İranlı kişiyi Amad isimli gizli bir projenin başında olarak işaretlediğini ve işaretlediği kimse için de imalı bir kırıtışla aynen şöyle dediğini de hatırlayacaksınız:
-Bu ismi unutmayın!
Şimdi ana geri dönün, nazarlarınızı İran’a çevirin ve Netanyahu’nun hakkında “Unutmayın!” dediği o ismin, hem de İran’da öldürüldüğüne şahitlik edin…
Demek iki yılda herkesin unuttuğu o ismi Netanyahu gerçekten unutmamış ve öldüreceği kurbanlarını önceden ilân eden manyak bir seri katil edasıyla icabına baktırmıştır…
Bu icabına bakıştan sonra da tüm dünyada basın bültenleri, alınlarından şu manşetle etiketlenmiştir:
-İran nükleer programının kilit isimlerinden Muhsin Fahrizade, Tahran’ın Abserd ilçesinde öldürüldü… İran’da, suikastten sorumlu tutulan İsrail için intikam yeminleri ediliyor…
Anlayacağınız; ABD’deki yeni dönemin, dünya için de yeni bir dönem sayıldığı bir hengâmda, İran ile İsrail tandanslı yeni bir ortak bir yapım için kollar sıvanmıştır ve bizce tüm dünya basın bültenlerinin alnına aslında şu manşetin mührü vurulmalıdır:
“İran-İsrail ortak tiyatrosu sunar: Yeni dönem, yeni kaos…”
Böyle düşünmekte, bin kez haklıyız…
Niye haklı olmayalım ki? Muhsin Fahrizade, 2010 yılından beri İran’da öldürülen nükleer başlıklı beşinci adamdır!
2010’da Fizik profesörü Mesud Alî Muhammedî evinin önünde bomba ile öldürüldü… Saldırının faili İranlı idi, yakalandı ve İsrail’de Mossad tarafından eğitildiğini itiraf etti. Sonra da idam edildi. Gene 2010’da nükleer alanda çalışmalar yürüten Mecid Şehriyarî ve Feridun Abbasî’nin araçlarına bomba yerleştirildi. İlki öldü, ikincisi yaralı kurtuldu. Aynı yıl… Bu defa gene nükleer fizikçi Daryuş Rızaînejad, motosikletli suikastçiler tarafından öldürüldü. 2012’de bir başka nükleer fizikçi Mustafa Ahmedî Ruşen’in icabına da, arabasına bomba koyarak baktılar… Öldürülen Ahmedî Ruşen’in ismi İran’ın İsfahan’daki nükleer merkezine verildi. Ama işte bu merkezi de geçtiğimiz Temmuz ayında patlattılar… Başlarda İranlı yetkililer, bu patlamaya kaza süsü vermek istediler… Zira artık Mossad’ın, tenyaların bağırsaklarındaki sörfüne uygun bir rahatlıkla İran’da eylem yapabildiği alenileşmeye başlamıştı. Ama tabi bu patlamanın da alenileşmesine daha fazla mani olamadılar ve kısa süre sonra resmî makamlar bu patlamaya “endüstriyel sabotaj” damgası vurarak saldırıyı kabul ettiler…
Ve işte Muhsin Fahrizade suikasti de, böyle bir vaziyetin tenceresine kapak gibi vurulmak üzere husule geldi…
Şimdi İran, her saat başında tahta evinden çıkan ama saati belirtmek yerine tehditler savuran bir guguklu saat kuşuna dönmüştür…
Biz bu guguk kuşunu bir kenara bırakalım ve şu hakikate odaklanalım:
-İsrail’in bu suikastleri İran’a, İran’ın bu tehditleri de İsrail’e lazımdır…
Ve bütün kıymet hükümlerini de, bu hakikati kavradıktan sonra konduralım… Mesela İran’ın, İsrail tarafından açıkça öldürüleceği söylenmiş çok önemli bir ismini koruyamamasının, İran’ın kudret kestanesini nasıl da ortasından çizdiği hususu, İran-İsrail ortak menfaati gereği ortaya konan İran-İsrail orta oyunu fark edildikten sonra kayda alınmalı…
İran zaten, dünyanın esaslı tüm tenyalarının, istedikleri an bağırsaklarında rahatlıkla sörf yapabilecekleri kolpadan bir devlettir ve onu esaslı bir devlet kudretine erdirense, kendi dinamiklerinden gelen tazelik ve ruh değil, küfür dünyasından gelen avanstır…
Öyle ya; Batı, İslam dünyası içine bizzat çaktığı bir kazığın, hele de ona istedikleri zaman kendi kaos bufalosunun halatı bağlanabiliyorken, niye kökten söksün ki… Böyleyken, ona açıktan ve candan sarılamaz da… O halde yapılması gereken şey, bu kazıkla hasımmış gibi cebelleşirken ara yerde çaktırmaksızın onu sevmek ve ondan mülhem tüm kazıklık hallerinin de sadece İslam dünyasına gadirde bulunmasını sağlamak…
Şurası muhakkak; ABD seçimlerinden sonra, tüm dünya sathında yeni bir senaryo uygulanmaya başlanacaktır… Şeytanlığa taktik değiştirilecek yani… Ve Tahran’ın göbeğinde nükleer başlıklı Muhsin Fahrizade’nin, nükleer başlıksız suikastçiler tarafından tereyağı-kıl metaforu konforuyla öldürülmesini de, bu senaryonun hazırlık teksi olarak anlamak lazım… Bunu anlaması da aslında zor olmasa gerek…
Zira biz bu yazıyı yazarken yorulmuş ve kafa dağıtmak maksadıyla haber karıştıralım demişken, daha birkaç dakika evvel ajanslara düşen bir haberde bakın, İran Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhanî’yi ne derken bulduk:
-Muhsin Fahrizade’ye suikast düzenleneceğine dair istihbarata sahiptik, fakat ciddiye almadık!
İşin hakikatine bakarsanız, Netanyahu’nun iki yıl önceki basın bültenine şahitlik eden herkes, bu suikastin istihbaratına sahip idi… Şemhanî’nin yaptığı bu manada, sabahın seherinde orta yere bir kibir heykeli gibi kurulup:
“Güneşin doğacağını biliyordum!”
Demek gibi bir şey… Devlet ciddiyetiyle de asla bağdaşır değil… Ama işte bu bağdaşmazlıklar da, kaçınılmaz oluyor… Zira İranlı yetkililer, aslında çuvaldaki mızrak gibi artık alenileşmeye başlamış bir orta oyununu, hakiki bir cedelin yansımaları olarak yansıtmaktan kaynaklı tenakuzlara düşmekteler… Traji-komik değil de, traji-hinlik belirten bir vaziyet…
Şuna bir bakın, İran Hükümet Sözcüsü Ali Rebiî, Fahrizade suikasti için düzenlediği basın bülteninde ne diyor:
-Terör ve casusluk örgütleri takibimiz altındaydı. Suikastin yeri tahmin edilmişti. Biraz dikkat ve koruma protokollerine uyarak bu suçu engelleyebilirdik…
Ama işte engelleyemedin… Ya engelleyemeyecek kadar eşeksin, ya da kasten engellemeyecek kadar eşşek oğlu eşeksin…
Tabi bunu engelleyebilmek için, aleni tarafı bile derin İsrail ile derin tarafı bile aleni İran arasında çevrilmekte olan senaryoyu nakz etmek lazımdı ki; bu da, İran’da İran’a rağmen İran varlığı göstermek gibi ucube bir duruma taalluk eder… Kaçınılmaz tenakuzlar… Cilası ise tehdit… Senaryo gereği tehdit…
Hükümet Sözcüsü Ali Rebiî’nin de bu manada, böylesi açıklamalarda bulunduğu toplantıda sakın guguk kuşu lisanıyla tehditte bulunmadığını düşünmeyin:
-Zamanı geldiğinde bu suikaste kesin bir karşılık vereceğiz!
Şimdi; İran cüssesinin ruhu mesabesindeki Hamaney’den, İran ruhunun cüssesi mesabesindeki Devrim Muhafızları’na kadar bütün İran sinir sistemi, guguklu saat sisteminden baş doğrultan guguk kuşları gibi tehdit ötüşleri yapmakta… Fahrizade’nin intikamı mutlaka alınacakmış!
Ama dikkat edin; intikamlarına muhatap tuttukları suret makamında da yeni ABD Başkanı Biden değil, devrin ABD Başkanı Trump var… Başta Hamaney, alenen bütün İran Devleti, Biden’i açıktan adeta “Beklenen Mehdi”leri gibi bekliyorlar… Zira Biden’in, İran’la uzlaşma yanlısı olduğuna dair bir kanaat oturmuş vaziyette… İran Cumhurbaşkanı Ruhanî’nin, Fahrizade suikastine getirdiği yaklaşım şöyle:
-Trump giderayak kaos çıkarmak istiyor… Birkaç hafta sonra baskı dönemlerinin sona ereceğini hissediyorlar ve dünyadaki şartları değiştirmek ve dikkatleri Filistin işgalinden başka noktalara çevirmek istiyorlar… İsrail’in tuzağına düşmeyeceğiz…
Zaten İsrail’in tuzağına düşmüyorlar, İsrail’le beraber tuzağa düşürüyorlar!
İsrail’in nükleer forsuna gerekçe “İran tehdidi” ve İran’ın nükleer zıplayışlarına gerekçe “İsrail tehdidi”…
Gerçekteyse iki ülke, nükleer vaziyetleriyle birbirlerinden başka bütün İslam dünyasına tehditler…
Sırtlan, köyün koyun sürülerine “Kurda karşı zinde olmalıyım!” diye, kurt ise gene köyün koyun sürülerine “Sırtlana karşı zinde olmalıyım!” diye vergi koymakta, diş ve tırnaklarına gerekçe oluşturmakta…
Böyle bir vaziyette de zaten, İran nükleer çalışmalarının önemli bir ismi öldürülmesine rağmen, İran’daki nükleer çalışma faaliyetleri daha bir pekleşmiştir… Zaten Hamaney’in dilinden serd edilen:
“Fahrizade’nin bilimsel ve teknolojik sahadaki tüm çalışmaları sürdürülmelidir!”
İfadesine, İran basını da akustike bir temayülle iştirak etmektedir:
“Teslimiyet yok! Barış yok! ABD ve İsrail’le savaş var!”
Böyle bir savaş çıkacaksa da, bu savaşa İsrail’den çok, İran’ın ihtiyaç duyması sebebiyle çıkacak… Hani İran ile ABD-İsrail arasındaki danışıklı dövüşü çakmış kimselerin hataen kaydettikleri bir kıymet hükmü var:
-İran ile ABD-İsrail asla savaşmaz… Gerçekte onlar dost…
Bu kıymet hükmünden hatasını çıkardığımızda geriye kalan yalın hakikatse şu kıymet hükmü olur:
-İran ile ABD-İsrail, birbirine düşmanlıktan enerji devşiren kardeş düşmanlardır… Daha da zindeleşmek için savaşmaları icap ederse, savaşırlar da…
Tarihte gerçi, Şia’nın ve Şialaştıktan sonra İran’ın küfür dünyasıyla tek gerçek savaşı yok… Ama işte Suriye iç savaşı sebebiyle İran’ın ve İranlaştıktan sonra Şia’nın yediği imaj darbesi de ortada… İran için, ABD-İsrail’le başlayan ve tadında bırakılan bir savaş, bu imajın tazelenmesi için tadından yenmez olabilir…
Hani; ABD-İsrail bufalosu İran katırına birkaç tos vurursa, bu onu ezerek yok etmek için değil, Suriye sahasında yerinden çıkan omzunu yerleştirmek için olur…
Sonra da zaten, danışıklı dövüş şeytanlığı İran’dan ABD’ye doğru gene “Büyük Şeytan!” olarak değil de, “Büyüksün Şeytan!” olarak seslendirilmeye ve icra olunmaya devam edilir… Siyaset ve diplomasi hokkabazlıklarına değil, tarihe ve hakikate bakanlar, Şia ruhlu İran için ABD’nin “şeytanlık eden büyük güç” değil, “büyüklük gösteren şeytanlık” olduğunu da anlarlar…
Bekleyin ve görün, Ortadoğu’yu ortalamış bir büyük yangın çıkacaksa, bu yangını harlamak için sahneye İran kütüğü ile İsrail meşalesini davet edecekler…