Fransa'ya Bak, Hakikati Gör: Dünya Kendine Dindar, Müslümanlığa Laik!

Yazan: 21 Kasım 2020 2657

Laik Fransa Devlet Başkanı Macron, “İslam’a şekil vermek” manasına uzun zamandır ağzında bir yasa geveleyip duruyor. Henüz ortada olmayan yasa şu an, Macron’un ifrit rahmine dönmüş aklında… Oradan Bakanlar Kurulu’na 9 Aralık’ta fırlatılacağı söylendi ama Macron ıkınışıyla şimdiden ismi telaffuz edildi:

-İslamcı Ayrılıkçılıkla Mücadele Yasası…

İsminden de anlaşılmaktadır ki; İslam’a bir Fransız tarifi getirilecek ve bu tarifin kapsamında Müslümanlık belirtmeyenlere de, Fransız dirseği gösterilecek…


Yasa, daha kendini kapı aralığından göstermiş haliyle bile Fransa’da çok toz kaldırdı. Zaten sinsi Fransız maksadı da, toz kalkması için her şeyi yaptı. 2 Ekim’de Macron, tasarladığı yasayı, kafasının mermer bloğundan yontar gibi yaptığı konuşmada, İslam’ı tam olarak şöyle tanımladı:

“Tüm dünyada şu an, kriz içinde olan bir din…”

İslam’ı krizde gösterdikten sonra, bu krizden çıkış yolunu da ana hatlarıyla çizdi. Mesela yasa Parlamento’da kabul edilirse, artık üç yaş ve üzeri hiçbir Müslüman çocuk, evde eğitim göremeyecek, camilerde de, Fransız tornasından çıkmamış imamların eğitim vermesi engellenecek… Yasanın, İslam’ı hakikatiyle iptal, Fransız versiyonuyla ihya emelli olduğu bu kadarcık bilgiyle bile malum… Daha bakalım, şeytan torbası yasadan neler çıkacak… Ama bu haliyle bile; Avrupa’nın, gerçekten krizde olan kendisi iken, sunî krizler oluşturmaya ve bu yolla kendini krizden kurtarmaya çalıştığını anlamak mümkün… Hani güya Fransa, 1905’te yaptığı Laiklik Yasası ile devletin dini hayata müdahalesini yasaklamış… Hep hikâye! Acıktığı için Fransız putperesti, Laiklik putunu yiyecek! Hayata her veçhesiyle layık olunabilir belki ama öyle kâğıt üstünde durduğu gibi zaten laik de olunamaz!

1.macron.5

Zaten bütün Batı ve dünya da, Türkiye’de anlaşıldığı şekliyle hiç laik olmadı… Bütün sistemler, millet zeminindeki din rengine de asla bigane kalmadı… Laiklik denilen gulyabani, yalnızca Müslümanlık sahalarında gezinen bir ruh emicisidir… Müslümanlar, hem de Müslümanlık, tuvalete giriş ayağına kadar şümullü bir nizam ortaya koymuşken, asla nizam belirtici, ahkâm tatbik edici bir sisteme sahip olmamalıdır… Bu da, dinin, Mushaf rafında durmasıyla mümkün… Din ile devlet işlerinin ayrılması durumu… Batı’nın dini, zaten devletinde mündemiç… Ama bizde, bu ayrılmayı, dinin ellerini kollarını bağlayıp mahzene indirmek, orada ekmeğini suyunu verip beslemek ve devleti de, ondan cüda, ona bigane ve ona soğuk bir serserilikle dış dünyada bir başına bırakmak… Tüm insanlıkla beraber, Müslümanların tamamı, farkında olan ve olmayanlarıyla gerçek bir nizamın hasretindedir. Bu nizam gelmesin, gelemesin diye Müslümanlara dayatılan layıklık, laikliktir… Şu hakikati de bu minvalde mahyalaştırmak mümkündür:

-Dünya kendine dindar, Müslümanlara laik!

Bunu anlamak için işte; İslam ülkelerinin en güçlüsü ve mahyalaştırılmış çizgileriyle tek laiki olan Türkiye ile onun Laiklik Atası ve bugünlerde ona en büyük düşmanlığı etmekte olan Fransa’ya bakmak yeterlidir…


Türkiye’nin Laiklik Atası Fransa’ya, gündemine aldığı “İslamcı Ayrılıkçılıkla Mücadele Yasası” ve gün gün yürüttüğü Türkiye düşmanlık halleriyle adeta, en katı dinsizlik tavrı içinde bile dinî bir tavır bulunduğu tezimizi ispatlıyor… Hani “İnançsızım, Allahsızım!” diyen bir kimsenin, apaçık “Allahsızlık İnancı”ndan olması durumu… En evvel İslam’ı yok etmeye çalışanların, bunu gerçekleştiremeyince, bu defa İslam’a kendilerine uygun bir şekil vermeye çalışmaları, Fransa’nın Laiklik Torunu Türkiye için çok da yabancı olmayan bir şey… Söyleyin, 1930’lardan itibaren şiddetli bir balyoz halinde İslam’ı Türkiye’de yok etmeye çalışanlar, bunu beceremeyince bu defa “Dinde Reform” ayağına sayısız herzede bulunmadılar mı?

İşte bu manada Türkiye’nin Laik Atası Fransa bugün, Laik Torunu Türkiye’ye, torun olmuş vaziyettedir…

Gittikleri yerden döndük, tur bindiriyoruz yani…

Ama durun…

Yarın, geldikleri yere yeni gidiyor olmayacağımız da, meçhul… Zira Türkiye’de, hışma uğratıcı, dışlayıcı, çatışmacı laiklik katırının henüz canı çıkmamıştır. Ak Parti ile beraber, bu katırın suyuna sadece uysallaştırıcı ilaç katılmış ve pasif laiklik katırına döndürülmüştür. Getirilen ama işletilmediği için, Türkiye’nin hışımcı laiklerini deşmek yerine daha da şişiren Başkanlık Sistemi, bu katırın her an eski ahvaline dönme potansiyelini de canlı tutmaktadır. Yani Laiklik Katırı, % 50 üzerine tek oy koyan tarafa göre, ya bir süredir uysal uysal yolduğu otları kemirmeye devam edecek ya da yeniden agresif agresif çitme sallamaya başlayacak… Uysal ot kemirişiyle bile vatan ve millet dimağında çürütücü etkiler yapan bu katırın, biz yaşlardaki nesillerce bile hatırlanan çitmeleri, bir potansiyel halinde ve sistemin doğasında durdukça, Fransa ile Türkiye arasındaki dedelik-torunluk nispeti de, değişim göstermeye devam edecek…

Dün Türkiye’de başörtüsü yasak, Fransa’da serbestti, bugün Türkiye’de serbest, Fransa’da yasak… Tersi durum içinse, iki ülkede de laiklik potansiyelleri yerli yerinde duruyor. Laiklik Katırı sucuk olmak yoluna sokulmazsa, bu gerçek değişmeyecek… CHP’li bazı isimler bunu söylüyorlar zaten… Bunun için ilk seçimde, geçen seçimde kendilerinden % 1 puan fazla alan karşı taraftan, % 1 puan fazla alması yetecek… Yani vaziyetimiz, % 1’in değil, bıçağın sırtında duruyor…

Yani bir manada şu nispette:

-Türkiye’nin Laiklik Atası Fransa, Fransa’nın Laiklik Torunu Türkiye…

Soralım:

-Kim kime ne zaman ve hangi ahvalde dede ve kim kime ne zaman hangi ahvalde torun?

Cevap verelim:

-Liyakat, layıklık ile değil, Laiklik ile…


Macron’da, Laiklik şarabının ortak etkisiyle olsa gerek, tam bir CHP’li kafası var… Mesela adam, kız çocuklarını havuza göndermeyen Müslümanlara ateş köpürüyor… Bu, ağzından taşanı… Siz ağzından taşanlarına bakın ve içinde kıpraşanlarını hesap edin… Eski sömürgelerden aldığı göçle, ülkesi Batı Avrupa’nın en çok Müslüman nüfuslu ülkesi oldu bir de… Fransa’nın en az % 10’u Müslüman… Müslümanlık trendi de, yükselişte…  Bu sebeple, Müslümanlık trendi zaten yüksek olan Türkiye’de bir zamanlar, onu düşürmek için kurulan ve “Denaet (kötülük) İşleri” olarak işletilen Diyanet İşleri gibi bir kuruma ihtiyaç duyuyor. Sancısı, böyle bir duruma müteallik… Macron, İslam’ın yoga olmadığının farkında… Demek Fransa Müslümanlığından da, bu şuurun kokusunu alıyor. Hele de, nüfusları gittikçe artarken… Öyleyse Macron, İslam’ın yoga dini olmadığı gerçeğini şuurundan ekser kısmıyla uzaklaştıran Türkiye’ye bakmalı ve emeline ermek istiyorsa “Yahu Laikliği bizden aldılar!” diye gurur ve nefs yapmamalıdır, Jakoben Kemalizm’den kopya çekmelidir…

Yani Macron, beylik tabirle “nüfusunun % 99’u” Müslüman olan Türkiye’ye bakmalı ve Fransa’daki laikliğin ahvaline şükretmeli…


Laiklik, CHP’nin Türkiye’ye montesi… Ve yalnız CHP’nin değil artık, Türkiye’nin… Laiklikte mal, değer, kıymet görenlerin aksine biz onu, kazık, kızamık gibi bir şey görmekteyiz… Kazık hepimize saplı, kızamık hepimize bulaşık yani…

Şimdilerde, CHP’nin, yalnız Türkiye içre bir sahada sündürdüğü ve sümük gibi her vatandaşa sürttüğü laikliği, Fransa’nın Macron’u da, CHP’ye karşı Müslüman Anadolu halkının yükselttiği iktidara karşı ve Türk dış politika hinterlandında sürdürür gibi bir vaziyet belirtmekte…

Doğu Akdeniz’deki doğalgaz çekişmesinde Fransa, Yunanistan’ın arkasında olarak, Türkiye’nin karşısında…

Libya’daki iç savaşta Fransa, Libya Ulusal Ordusu’nun arkasında olarak, Türkiye’nin karşısında…

Ermenistan-Azerbaycan savaşında Fransa, Ermenistan’ın arkasında olarak, Türkiye’nin karşısında…

Suriye’de Fransa, PKK-PYD unsurlarının arkasında olarak, Türkiye’nin karşısında…

Sanki de Fransa, Türkiye’ye, dış politikada CHP’yi aratmamaya yemin etmiştir…

Aslında içi ve dışıyla Macron Fransa’sının Türkiye’ye karşı takındığı tavrı, hal lisanıyla CHP’ye attığı şu çığlıkta toplayabiliriz:

“Sen o yandan ısır, ben bu yandan! Bu iş, olacak!”

1.macron.1

Türkiye özelinde, Müslüman Anadolu’ya karşı ve CHP ile doğrudan ve dolaylı yollardan yürütülen İslam düşmanlığı, Avrupa’ya vekâlet eder haliyle Macron ile sadece Fransa’ya değil, dünya çapına teşmil edilmek isteniyor… Zaten Macron da, İslam için “Fransa’da krize girmiş din” demiyor, “tüm dünyada krize girmiş din” diyor…

Ve ağzındaki baklayı, 20. asırda Kemalizm’in adeta ağzında aşüfte sakızı gibi çiğneyip durduğu haliyle çıkarıyor:

“Fransa’da, Aydınlanma ile uyumlu bir İslam inşa edeceğiz…”

Bu, CHP’nin, bütün tarihi boyunca inşaa ameleliğinden asla vazgeçmediği bir emel… Kurucusu Kemal’den, şu anda koltuğuna kurulan Kemal’ine kadar, CHP idare mekanizmasının Fransız Pozitivizmi’nden ilhamlı ve güdümlü olduğunu, CHP’yi seven CHP’li kimseler de bilir ve söylerler… Aklı başında tipleri kast ediyoruz tabi… Yoksa halâ CHP’ye, Cenab-ı Hakk’ın Partisi’ymiş gibi yaklaşan afyonlu kitleler yok değil… Hani Afyonlu değil, afyonlu… Kayıt ve kavga dışı, tampon malzemesi bir kitle bu…

Bunlar bir yana,  İslam’ın, modern Batı toplumlarıyla çeliştiği düşüncesi, Macron’un ağzından çıkardığı bir başka bakla… O da, asırlık CHP sakızı… Ama sadece CHP değil, asırlık CHP zahmetinden doğma bir imalat olarak, İlahiyat çevrelerinde de bu sakızı cak cak çiğneyip, balonunu pat pat patlatan müşterisi çoktur. Ve Türkiye’de sistem halâ, moderniteye uyumlu İslam imalatı için çalışan bu adamların emrinde… Televizyon kanalları, bu adamların evlerindeki şark köşesinden daha fazla oturdukları ofisleri… Macron’un, Fransa’da yapacağını söylediği şeyler, Türkiye’de zaten yapılmakta olan şeyler… Sistemin tüm imkânlarıyla emirlerine serildiği ucube tipler, Ehl-i Sünnet’i iptal, hadisleri imha, Şeriatî pratikten sonra teoride de mülga etmek için, kurulu düzenin bütün hoparlörleri başına yerleştiriliyorlar. Yani Fransa’nın Macron’u, Fransa’da şeytanlık tasarlarken, Türkiye’nin Macronları şeytanlığı çoktan icraya dökmüştür… Bakın, bugün Macron ne diyor:

“Toplumun bir kısmı, İslam adına yeni siyasi proje geliştirmek istiyor…”

Yani adam, Öz Muhammedî İslam’ın ne olduğunu çakmış, bu sebeple telaşlı, aynı sebeple onu yozlaştırıp, Fransa Müslümanlarına “Böyle olursa tamam!” şartıyla takdim etmek istiyor. Kurduğu cümle tam olarak şu:

“Fransa'da, cumhuriyetin ortağı olması için İslam’ın yapılandırılması gerekiyor!”

1.macron.2

 Yani ahmak, Allah’ın yaktığı çerağı söndürmek için bir gayretle “Bir de ben üfleyeyim bakalım!” diyor… Çünkü; 14 asırdır bu çerağa çok üfleyen oldu ama onu söndürmek bir yana, sakallarının tutuşmasıyla kaldılar. Allah’ın yaktığı çerağ, elbette zatî mahiyetiyle sönmez, söndürülemez. Ama onu, insanlar nezdinde söndürmek mümkündür. İşte geçen asrın son üç çeyreği ve içinde bulunduğumuz asrın ilk çeyreği… Sakalları, bir asırdır tutuşup yanmış CHP, Allah’ın yaktığı çerağı söndürememiş ama geniş insan kitleleri nezdinde onu çokça söndürmüş… Düşünün; CHP’nin, İslam’ı temsil kürsüsü diye düşündüğünden de dolayı boğmak istediği Ak Parti, kendisini laikliğin ılımlı versiyonunu temsil etmekle takdim ediyor! Hani “Tecavüz kaçınılmazdı, biz de daha az acıtanını seçtik!” der gibi bir hâlin, mukadder neticesi…

İşte bakın; Fransa’nın “İslamcı Ayrılıkçılıkla Mücadele Yasası”nı kınamak için Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, şöyle bir mesaj paylaştı:

“Bu politika ürkütücü bir şekilde tanıdık… 1920’lerde Avrupalı Yahudilerin şeytanlaştırılmasını hatırlatıyor…”

Hani tam bu anda, Fransa’dan bir yetkili kalksa ve hakikati de içinde barındıracak şekilde şu muzipliği yapsa, cuk diye oturacak:

“Dinime söven Türkiye, bari Müslüman olsa!”

Aslında Fahrettin Altun’un, tahattur cihazını, ne Avrupa’ya, ne de Hitler’e uzatmasına gerek yoktur, bizzat Fahrettin Altun’un kendi eşi, başörtüsü sebebiyle yakın gelecekte “şeytanlaştırılmış” biridir… Mağdur yani, yüz binlerce kadın gibi… Yalnız başörtüsü değil, bir asırdır kaç kalem mevzuda, kaç milyon Anadolu insanı mağdur edildi. Fahrettin Altun, nasılsa ele geçmiş bir cihazı, kendi tarihine doğru işletip de, hesaplaşmaya girmek, bu yolla da kendi huzurlarını kaçırmak istemiyor. Şimdi –şimdilik!- kadınlar, başörtüsü takmakla ilgili problem yaşamıyorlar diye, Türkiye’yi 16. Asır Osmanlı’sına döndürdüğünü zannediyorlar. Timsahın, bataklık kenarında uysal uysal yatışına aldanan çaylak ceylan gibi bir vaziyet belirten bu haller, başörtüsüyle beraber başı da götürür, farkında değiller… Bu, Fahrettin Altun’un temsil ettiği anlayışı, toptan kapsayan bir ruh hali… İdeolojik formasyondan doğma strateji demiyorum, dikkat edin… Nasılsa artık kadınlar başörtülerini takıyorlar diye, öz Muhammedî İslam’ı takmayan sistemin varlığını yok saymak, kaba Müslümanlık hissidir ama ideolojik formasyondan doğma Müslümanlık stratejisi değildir…

Oysa CHP’nin muvazzaf nice kurmayı, ilk fırsatta bu mevzileri, kazandıklarını zannedenlerin burnundan getireceklerini açık açık söylüyorlar. Bu, uzak bir ihtimal de değil… Ama hükümet aygıtını inhisarlarına almış olanlar, bu gerçeğe kör… Hitlerizm’i gösterip Macron’u kınıyorlar ama Kemalizm’i de, kendilerine has laiklik anlayışlarıyla kutsamaya devam ediyorlar! Günü kurtarmak ama yarının altında mukadder ezilip gebermek gibi bir seyri var bu durumun… Yaşarsak zaten göreceğiz…


Laikliğin ılıman versiyonu, Ak Parti’ye nefes aldırır belki ama millete aldırmaz… Millet, hakiki bir fikir ve hakiki bir nizam tarafından sarılmak istiyor. Bunun hasretiyle kavruluyor. Zira Türkiye’deki laiklik, Fransa’daki laikliğe göre daha “dinsiz”… Daha toplu ifade edelim: Türkiye’deki devlet laikliğinin İslam’a karşı tutumu, Fransa’daki devlet laikliğinin Hristiyanlığa karşı tutumuna göre, daha Fransız…

Katolizm mevzubahis olduğunda, Fransa, içine Hristiyanlığın bütün değerlerini alan bir süngerdir… Ama Türkiye’de devlet, bu manada halâ bir mermerdir! Müslümanlık, dışından akıp giden bir su sadece… İçine giremez, girebilemez, girerse kıyamet kopar, koparılır!

Fransa’da, tüm orta ve lise öğrencilerinin yaklaşık dörtte birine, özel Katolik okullar eğitim verir ve finansmanını da devlet sağlar. Bu Fransa’nın tümüyle içine sindirdiği bir şeydir. Orada, Fransa’ya zıtlık eden bir CHP yok yani… Ama Türkiye’de halâ “Çocuklar namaz kılarken basıldı!” gibi manyaklıklar zuhur eder. İmam Hatipler, öz Muhammedî İslam’ı payidar kılmak gibi bir hedefe matuf ve maruf değilken, halâ irticanın mekânı olarak görülür. Buna rağmen Türkiye’nin CHP’si, kurduğu karşı blok % 1 fazla oy aldığında, zaten çoğunun tabelasını değiştirecek… Bunu söylüyorlar.

Çitmeci Laiklik Katırı gelince, uyuşturulmuş ılımlı Laiklik Katırı gidecek, haliyle çitme devri yeniden başlayacak…

Fransa özelinde bir şey daha göstereyim; Fransa’nın, içinde Strazburg şehrinin de bulunduğu Alsace-Moselle bölgesinde laiklik yoktur… Yani Fransa devleti, bu bölgesini din-devlet ayrımına dair kanunlardan istisna tutmuştur. Şimdi Türkiye’de bir Müslüman kalksa ve “Şeriat istiyorum!” dese, onu laikliğin iki çeşit katırı, birlikte çitmeler… Aynı Müslüman kalksa ve “Yahu kendime Şeriat istiyorum, sana değil!” dese de, durum değişmez. Mesela bu kişi kalksa ve “Ben hırsızlığı meslek edinirsem, benim elimi kesin! Ama hırsızlığı meslek edinmiş biri benim malımı çalsa, onun da elini kesin!” dese, bu insanî bir hak olur. Ama Türkiye’de bunun karşılığı, Fransa’daki gibi olmaz, “Anayasal Düzeni Yıkmaya Kalkışma”dan, adamın hayatını zindan ederler, yani hayatının geri kalanını zindanda geçirtirler… Çünkü Türkiye’nin laikliği İslam’a karşıdır... Başına dindar birinin konulup, İslam karşıtlığının tam işletilmediği devrelerinde de… Malzeme çantasında durdukça ustura, sünnetçinin usturasıdır… Bugün çıkarıp kesmez, yarın çıkarıp keser…

Türkiye laikliği, Kur’an’ın ahkâm belirten sayısız ayetine, yani sayısız Allah emrine karşı, ancak raftaki yerlerinde durdukça sıkıntı duymaz. Nafakaya Allah süre tayin etmiştir ama Müslüman kimlikli hükümet, süresiz nafakayı şiddetle savunur. Hatta başörtülü kadın derneğinden bazı kimseler, tarihselcilik hokkabazlığı yapmaya ve bu ayetlerin artık bu devirde uygulanamayacağını söylemeye kadar vardırdılar işi… “Erkeğin kadın üzerine gözetici olduğunu söyleyen” (Nisa-34) Allah’tır, ama yüz buruşturan da, CHP değil, bunlardır… CHP’nin zaten olayı farklı… O, İslam’ın her şeyine toptan karşı… Sistem de zaten halâ onundur. Tapusu ondadır yani… Bütün sistem halinde de hepsi, hakiki İslam’a ya direkt karşı, ya da nefslerine uydurduktan sonra razıdır, yani endirekt karşıdır. Bu durum halâ böyledir… Sistem toplamı halinde karşı olunmayan şeyin, İslam olmadığını söylemeye de hacet yok… İslam, zerresi gitse, küresiyle kaybolacak hakikat… Ondan ya işte, onu hakikatlerinden eksiltmek istiyorlar hep…

Fransa’nın Avrupa İşleri Devlet Bakanı Clément Beaune, ne diyor hani:

 “Bay Erdoğan’ın ılımlı bir siyasi İslam biçimini temsil ettiğine inanıyoruz. Fakat insani yüzlü siyasi İslam diye bir şey yoktur.”

Yani Recep Tayyip Erdoğan’a inanıyor ama “siyasal İslam’ın insanî olabileceğine” inanmıyor… Macron’un dediği şeyin altını çiziyor, yani toplumun bir kısmının, İslam adına yeni siyasi proje geliştirmek istediğinden, bunun da insanî olamayacağından dem vuruyor… Yani hakiki İslam’dan, Öz Muhammedî İslam’dan…

“Siyasal İslam” diyerek iğrendikleri şey, İslam’ın ta kendisi… Biliyorsunuz; “siyasal İslam” tabiri, Türkiye’de de Macron ruhlu geniş kalabalıkların bir tabiri… Fransa, Fransa Laikliği ve Macron ile Türkiye Laikliği, CHP ve CHP mamulü çeyrek porsiyon Müslümanlar, “siyasal İslam” mevzuunda da aynı çanağı yalıyorlar. Bu hususta bizim tavrımız net:

-“Siyasal İslam” tabiri bir sakızdır ve kimin ağzında bu sakızı görürseniz biliniz ki; o kimse, onu cak cak çiğneme, küt küt patlatma çapına göre, ya itikadı çarpık, imanı kayık bir din gevşeği, ya da diş ve tırnakları İslam’a düşmanlık kaydıyla çekik bir küfür aşüftesidir…


Batı’da devletler, Hristiyanlığa zaten hiç karşı olmamıştır. Ama Türkiye’de devlet, bir aygıt gibi eline geçenine göre İslam’a düşmandır… Yani yazılımında İslam düşmanlığı vardır. Şimdi Ak Parti hükümeti, yazılımın bu veçhesini kullanmıyor, o başka… Ama yazılımı hepten değiştirmek için girişimde bulunmaması da, onun hesabına kötü şeyler yazar. Tek işi, sadece mazlum gözlerini oymak olan şişi, asıldığı çengelde gördüğü halde indirip atmayan kişi, işinin bir parçası o şişi muhafaza eden kişidir ve anında değilse de, sonrasında çıkarılacak her mazlum gözünde cürüm ortağıdır. Azgın sırtlan, sendelediyse, yapman gereken şey, onun hakkından gelmek ve onu ebediyen uyutmaktır, ona pansuman yapmak değildir… O sırtlan iyileşirse, ney kursuna gidecek hali yoktur, doğası ne ise onun gereğine girişecektir, yani başta pansumancısı, Anadolu’nun bütün ceylanlarını parçalamaya devam edecektir.

Ak Parti, bu sırtlanın icabına bakma nasibinin kenarına kadar gelmiş ama oradan roket hızıyla geri çekilmiştir… Bu sebeple, iktidarı, aslında muhalefete ortam hazırlayıcı bir paryalıktan öteye gitmeyecektir. Bu haliyle vaziyeti, çöp çöp ve uzun zaman uğraşarak inşa ettiği dev köprüsü, dev bir piton tarafından çökülecek bir kunduzu andırmaktadır… Piton, uzaklarda rahattır. Nasılsa kunduzun aklında, kendisiyle hesaplaşmak gibi bir düşünce de yoktur, kendisinin sadece gitmekle o köprüyü alabileceğinden de gafildir…

Müslüman Anadolu halkı, kunduzca bir eziklikle vaziyeti geçiştirecek bir iktidara değil, kurnazca bir siyaset ile düşmanın üzerinden geçecek bir iktidara hasrettir!

 Hem Jakoben Kemalizm pitonu ile hesaplaşacak, hem de Jakoben Kemalizm’in fikrî, siyasî, kültürel manada millet mafsallarına taktığı bukağıları sökecek pençe, kimin elinde monte ise, Müslüman Anadolu halkının beklediği kahraman da odur… 

Gelir gibi yapmayacak, gelecek, kahraman…


Macron, 2 Ekim 2020’de, Fransa tipi İslam için yasa çıkaracaklarını yineledi. 16 Ekim’deyse bir cenaze törenine katıldı. Sıradan bir cenaze değildi bu... 2 Ekim’de yinelediklerini, kendi pisliğini karıştırdıkça dağıtan şıllık bir tavuk gibi daha da yaymak için, kendisine fırsat sunan bir cenazeydi.

Fransa’da Samuel Paty isimli bir öğretmen, sınıfta öğrencilerine Charlie Hebdo Dergisi’nin Allah Resulü’ne hakaret eden karikatürlerini gösteriyor. Sınıfta, Müslüman öğrenciler de var tabi… Mevzu dallanıp budaklanıyor ve ennihayet, 18 yaşındaki bir Çeçen öğrenci öğretmeni dışarıda kıstırıp kafasını kesiyor… Cenaze, işte bu cenaze…

Samuel Paty isimli öğretmen için gün bitmiştir ama Macron’a aslında gün doğmuştur. Bu cenazede iyice azıtıyor ve nefretin esas körüğü Charlie Hebdo’nun aşağılık karikatürleri iken, bu karikatürlerin devlet binalarına yansıtılarak sergilenmesi emrini veriyor. Sanki de, iltihaplanmış yaraya şifa tığı vuracak… Oysa yaptığı şey, düpedüz Müslümanlığın hiddet damarına basmaktır. Tarihin hangi devresinde ve yeryüzünün hangi coğrafyasında olursa olsun, Müslümanlar, Peygamberlerine hakaret edilmesine asla tahammül gösteremezler. Bunun, er ya da geç, elbette bir hesabı olur. Hep olmuştur da… Aslan iken bir pençelik iştir bu… Kedi çapına düşmüşken de, kedi tabiatında her an, bir gün aslan kudretine erilmek fırsatıyla beraber kollanan bir emeldir… Allah’ın Resulü’ne inanmayabilirsiniz ama asla hakaret edemezsiniz… Ederseniz, not edilirsiniz…

1.macron.3

Şimdi kalkıp kasten Allah Resulü’ne hakaret ediyorlar, birileri de bunun hesabını sorunca vaveylaya başlıyorlar… Sebep sonuç ilişkisine bakalım basitçe: 2015’te Charlie Hebdo Dergisi, Allah Resulü’ne hakaret edince, birileri de dergiyi bastı, tepkisini o yolla gösterdi. Şimdi ısrarla bu karikatürleri gündemde ve vitrinde tutuyorlar. Ateşi yakan kendileri, ateşe benzin döken kendileri, bu ateş birilerini yakınca da, ateşi Müslümanlığa atfeden ve itfaiyeci pozuna bürünen  gene kendileri…

Anlamadıkları şey, Müslümanlar ile Allah Resulü arasındaki bağ… Vatikan bu bağı gevşetmek için kaç konsil topladı… Asırlık projeler yürüttüler… Fetulah Gülen ifriti, böyle bir projenin neticesi… “Lailaheillallah” dense ve “Muhammedun Resulullah” denmese, Cennete gitmek için yeterli olunacağı neticesini almak için yarım asır uğraştı. Ama ne oldu? Kuyruğu, bacakları arasına sıkıştırıldı ve kaçtı… Şimdi ABD’nin apış arasında, bir kıç biti gibi yaşıyor… Anlamıyorlar işte; 5000 yıl önce de insanlar yemek yer, su içerdi… Dünya dönmeye devam ederse, 5000 yıl sonra da aynısı olacak… Müslümanların Allah Resulü ile olan bağları da böyle bir şey… Devrelere, mevsimlere, coğrafyalara göre değişmez, farklılık göstermez, Müslümanlar gözlerini sakınmazlar icap ederse ama Peygamberlerini, O’na kötülük kastıyla uzanan her elden, her kasıttan sakınırlar…

Veda Hutbesi’ndeki 120.000 Sahabî’nin, tek bir emanet olarak bizlere ısmarladığı mirastır bu… Dünya gözüyle de gördükleri Allah Resulü’nü, her şeyden sakındılar ve bizlere ısmarladılar… Emanetleri, Allah’ın da emaneti olarak başımız üstüne… “Başımız üstüne” de ne, baş da O’nun…

Allah için yaşıyor, Allah Resulü’nün yolundan yürüyoruz…

Şimdi; bugünlerde Fransa’nın baş çektiği bir kastla, Müslümanlık yolunu değiştirmek istiyorlar… Bu istek, Macron ağzından iyice bayraklaştırılınca, Recep Tayyip Erdoğan 24 Ekim’de Kayseri’den seslendi ve deli yakıştırması yaptı:

“Macron denilen zatın İslam ile derdi nedir, Müslümanlarla derdi nedir? Macron’un zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı var. İnanç hürriyetinden, inanç özgürlüğünden anlamayan, kendi ülkesinde yaşayan milyonlarca farklı inanç mensubu insanlara bu şekilde davranan bir devlet başkanına başka ne denilebilir, öncelikle akli noktadan kontrol…”

Aslında Macron, deli değil, şeytanî bir akılla, akıllıdır… Oluşturmaya çalıştığı bu gerilimle hem  Fransa iç siyasetindeki düşüşünü önlemek istiyor, hem de Avrupa’da yükselişe geçmiş İslam’ı düşürmek… Bu manada Fransa, tüm Batı’nın kendinde olan şuuru, haykıran lisanıdır…

İnsanlık, mutlak bir nizama hasret, O’nun doğuşu, Batı’nın batışı anlamına geliyor… Batı’nın, Macron özelinde fark ettiği bu…

Karanlığın bütün çirkefi, güneş doğmasın diye…


Allah Resulü’ne hakareti takdir eden Macron’un, Müslümanlara rol model olarak gösterip de takdir ettiği kişilerden biri, İbn-i Rüşd…

Şıllık tavuğun, kendi pisliğini eşelediği son herzeleri içinde, Fransa’nın, İbn-i Rüşd düşüncelerinin okutulduğu bir ülke olmasını istemek de var…

Bizim çırpına çırpına anlatmaya çalıştığımız bir hususu, tersinden olarak Macron bir çırpıda anlatmış aslında… İslam Felsefe’sinin, aslında İslam olmayarak “İslamsı” olduğu hususu…

Allah Resulü’nden çok Aristo’yu severek, aslında Allah Resulü’ne de örtülü düşman olan İbn-i Rüşd, Endülüslü olmaktan başka,  kafasıyla zaten Batı’lıdır ve Fransa’ya şayan bir tiptir. Zaten vasfını “İslam dünyasının Avrupa’yı en çok etkilemiş düşünürü” diye yaldızlarlar… Oysa etkileme filan da şöyle; Batı’dan alınan, gene Batı’ya verilmiş, İslam’dan verilen bir şey yok… Batıdan alınan, Aristo… Macron, bunu biliyor… Mesela başka bir İslamsı filozof var, İbn-i Sebin diye… İbn-i Rüşd ile ilgili şöyle bir şey der:

“Eğer İbn-i Rüşd, Aristo’nun ‘Ayakta durmakta olan, aynı zamanda oturmaktadır da!’ dediğini işitseydi, buna mutlaka inanır ve doğruluğunu ispatlamaya çalışırdı!”

Düşünün, bazı dönemler İbn-i Rüşd Avrupa’da, Hristiyanlıktan sansür bile yemiştir. Dikkat; İslam bulaştırdığından değil, dinsizlik bulaştırdığından…

Yani İbn-i Rüşt gibi adamlar, Batı için büyük adamlar olduğundan, bize de büyük adamlar olarak lanse edilmişlerdir. Rönesans ressamı Gozzoli’nin yaptığı bir tablo da, bu manaya havîdir… Yüksek skolastiğin zirve filozof ve teoloğu Aquinalı Thomas, kendi tahtında kurulu, vakarla oturuyor, sağında ve solunda ise vezir edalarıyla Aristo ile Platon… Ve nihayet ayaklarının dibinde de İslamsı filozof, İbn-i Rüşd… Orta yerde, ders çalışan bir cüce talebe gibi resmedilmiş… 

1.macron.4

Yani diyorlar ki:

-Bizim için kutsal bir cüce olan, İslam dünyası için kutsal bir zirvedir!

Yani, Batı ve Batı sembollerini zirveleştiren her bir kimse, Batı için zirveleştirilebilir bir kimsedir. Aristo, İbn-i Rüşd için “tüm zamanların” en büyük adamıdır… Öyleyse; Allah Resulü’ne candan düşman Macron için de, sakıncasızdır…

Onların sakıncalı gördüğü şey, öz hakikatiyle İslam ve öz şahsiyetiyle Peygamberimiz, Efendimiz, Hz. M….d’dir…

Onların tehlikeli olmak manasına sakıncalı gördüklerini, korumak manasına bizler sakınılası görmeye devam edeceğiz, onlar da bizi sakıncalı görmeye…

Demek; Batıcı olmak, Müslümanlığını koruduğu halde imkân dahilinde değil…

Türkiye’nin Batıcılık’taki yol başçısı CHP, bu sebeple Müslümanlığı yok etmeye çalıştı, çalışıyor… Macron, aynı sebeple kudurdu, kuduruyor…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi