İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Sureti siretine, siması davasına muvafık insandan sual edilse, akla ilk gelen isim muhakkak Muhsin Yazıcıoğlu olur… Benim için en azından bu, böyle…
Bakışların, O’na bakıp bakıp, pek de anlamlandıramadığı sır, tam da bu noktadaydı. Şahsiyeti ve toplam hayatıyla Muhsin Yazıcıoğlu, Türk’ün İslam davasında, maddenin ulvileşmek üzere ruhlaşmasından sonra, ruhun hizmet etmek üzere maddeleşmesi evresine denk düşer, dış çizgilerinden bu mana okunur, izahı edilemese de, bu izahsızlık kendisini, “sevilmek” şeklinde gösterir…
Siyaset ve cemiyetle hiç işi olmayan birinden dinlemiştim; yolda giderken birden aklına Muhsin Yazıcıoğlu geliyor ve bir kenara oturup, çocuklar gibi hüngür hüngür ağlıyor… Şimdi bir başına Anadolu namına ağlayan bu adama “Niye ağlıyorsun! Gözyaşlarına sebep ne?” diye sorulsa, size tek cümleyle dahi izahat veremez, tıpkı suda yaşayan ama sorulduğunda suyu izah edemeyen balıklar gibi müşkül yaşar…
Hey gidi hey!
Ölümünün üzerinden on bir yıl, su gibi gelip geçti… Bizim O’nu nasıl, hangi manada ve bu sebeptendir ki herkesten ziyade sevmemiz, en azından bu iddiada bulunmamız hususu bir yana, O’nun, şahsım özelinde Seriyye Hareketi’ne karşı, kendine mahsus tuttuğu özel bir sevgisi vardı… Seriyye Dergisi’nin ilk sayısını çıkardığımızda ilk iş hemen makamına gitmiş, dergiyi kendisine takdim etmiştim… Dergiyi uzun uzun karıştırdı, memnuniyetini izhar etti, sonra nasihatlerini de yol verecek bir peşrevi tebessüm ederek şöyle başlattı:
-Tabî, altınız kuru, rahat rahat yazıyorsunuz…
Bu deyişinin atfı, içinde “Keşke ben de yazabilsem!” hissi de olmak kaydıyla, siyaset sahasında olmanın getirdiği bazı sıkıntıları bizzat yaşıyor olmasına idi… Özellikle çarpık bir sistemle Türkiye’de siyaset yapmanın, herkesi memnun etmek gibi bir muhalin peşinden koşturmaya denk gelmesine… Bana değişik zamanlarda, kaç kez:
-Şöhretten kaç, aman!
Dedikten sonra, kaçamadığı için kendisinin nelerden nelerden mahrum kaldığını uzun uzun anlatmışlığı, misaller getirmişliği vardır…
İşte; ruhumuzun hamleye geçiş sureti halinde bu adam, sessiz bir çığlık halinde fikrimizin kabartmasıydı, kitaplaşmamış tefekkürüydü… Fikrimizin her veçhesine hücre hücre vakıftı ama bu vukufiyeti daha çok patlamamış bir volkan halinde kalmıştı… Fikrimizin yakıcı lavları O’ndaydı ama püskürülmüş olduğu halde dışta ve volkanik dağlar halinde ayan beyan değildi, dipte, magmasında kımıl kımıl kaynamaktaydı… Yüzündeki sıcaklık da işte; bu kaynamanın eseriydi…
MHP’den kopma safhasının tamamı ve kopuşundan sonrasının başlarında O’na bakanlar, Seyyid Ahmet Arvasi ile beraber Necip Fazıl Kısakürek’in kolunu görürlerdi… Fikir ve fikrin emrinde kol; Muhsin Yazıcıoğlu… Bu kol, fikrimizin bizatihi kendisini kolon kolon cemiyet meydanına da dikebilirdi ama olmadı. Siyasetin doğasından gelen güçlüklerle beraber, rahat bırakmayan nice unsur, fikir mafsallarında peyda olan nice ur, hamle istikametlerinde nükseden nice nasır, buna engel oldu… Muhsin Başkan’la beraber fikrimiz hamleye geçecek, ileriye atılacaktı ama Muhsin Başkan eliyle kurulan partiyi nicesi şahsi ikballeri için bir zıplama tahtası olarak kullandı, şu oldu, bu oldu ama davamızın sembol sureti nurlu yüzünde daima sergilendi ve Muhsin Yazıcıoğlu, tertemiz hayatını tertemiz karlar üzerinde noktalandırarak Allah’a gitti…
O’nun, kritik ve tenkit manasıyla söylediği ama çoklarının, derin nezaket içindeki bu kritik ve tenkidi, övünüş ve takdir ediş diye anladıkları bir deyişi var:
“Bizim çocukları kitap okumak sıkar. O yüzden fikri tartışmalarda biraz zayıf kalırlar. Ama kavga var dersen, Ayrancı’dan Kızılay’a koşa koşa gelirler!”
Bu deyişteki “bizim çocuklar” tabiri elbette, çok geniş bir yelpazeye sahip… 1970’lerin sonundan, vefat ettiği 2009’a kadar ki uzun süreçte bir şekilde etrafında bulunmuş, kendisini Muhsin Yazıcıoğlu’na “Sendenim, seninim!” diye takdim ve teslim etmiş, gepgeniş bir yelpaze… Bu yelpazedeki “kitap ilgisizliği” ile “kavga yatkınlığı” da bir vakıa… İşte bu vakıa içinde Muhsin Başkan’ın dediği de aslında tam olarak şu oluyor:
-Tek kanatla uçulmaz! Ve maalesef bizim çocuklar tek kanatlı…
Yani kavgadan çekinmemek bir erdem ama ettiği kavgayı manalandıramadıktan sonra kavgayla ortaya çıkacak bereket de, akil değil sakil oluyor… Yani sıkıntılı…
Ve Muhsin Başkan, Cumhuriyet tarihinin en aksiyoner adamlarından biri olarak, bu sıkıntıyı ömrü boyunca hep çekti…
İçimde bir hayıftır; ah derim kendi kendime hep; ya Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek 10 yaş küçük, ya Muhsin Başkanımız 10 yaş büyük olaydı ve kendi hikâyeleriyle ikisinin de hayatları, mana çizgilerinden başka madde çizgileriyle de birleşik duraydı, ayrık olmayaydı, “fikir ve emrinde kol” nispetiyle iç içe geçeydi!
İşte Büyük Birlik Hareketi, iç dizaynı teferruatlı bir kesişme göstermese de, dış çizgileriyle başlarda bu nispet ruhu ile yola çıkmıştı, ama gerek MHP sahasından, gerekse Büyük Doğu sahasından Muhsin Yazıcıoğlu’na yüklenen bagajlar sebebiyle bu ruh çok fazla canlı kalmadı, siyaset girdabıyla boğuşmalar da başlayınca, kaybolup gitti…
Ve işte biz bunu gördüğümüz için Muhsin Yazıcıoğlu’nu herkesten çok sevdik, Muhsin Yazıcıoğlu da bunu yaşadığı için bunu gören bizleri, başkalarının kâh anlam veremediği, kâh anlayamadığı bir perdeden çok sevdi… Ortak faydası menfaat değil, fikir ve dava olan, zararda eksilmeyip, faydada artmayan böyle bir sevgi de zaten, ölümle ölmez, olmak aşkıyla intikal eder, ondan ona, bundan şuna ama daima ihlâsla atan kalplerden kalplere geçer, sırtlara yüklenir ve ilerler…
Bu sebepten ötürüdür ki; biz ilerledikçe, Muhsin Yazıcıoğlu da kavgamızla beraber ilerleyecek ve daima asli hüviyetiyle nurlu yüzüyle bize yolbaşçılık edecek…
Şimdi; gözünüzü, gözüme bir hatıra dürbünü gibi dayayın, makam odasında Seriyye Dergisi’nin ilk sayısını ağır ağır karıştıran Muhsin Yazıcıoğlu’nu seyredin, sonra da dilimizden değil, ruhumuzdan serdedilen şu cümleyi, ölümüyle durmayıp ilerleyen Muhsin Yazıcıoğlu ediyormuş gibi ama gene kulağınızla değil, ruhunuzla dinleyin:
-Bizim çocuklar, artık kitap okuyarak da düşmanı sıkmaya başlamışlar… Şimdi kavga var dersen, hangisi olduğu belli değilse eğer hem silahlarını, hem kalemlerini yanlarına alarak Ayrancı’dan Kızılay’a kadar koşarlar… Bu sebeptendir ki; entelektüellik fetişizmi yaşayan tek kanatlı tipler, fikirde ve fiilde karşılarına çıkmak istemez, bizim çocuklar meydana çıkınca Kızılay’dan Ayrancı’ya kadar koşarak kaçarlar…
Artık; bu deyişin bağlamında ve bu keyfiyetin andındayız! Herkes görecek ve herkese göstereceğiz…
Büyük Doğu Mütefekkiri’nin, koca milletle beraber Muhsin Başkan’ın da üzerinde emeği var, Muhsin Başkan’ın, koca milletle beraber üzerimizde de emeği var, bilmem benim de üzerinde gıdım kadar da olsa emeğim olanlar var mıdır? Var ise eğer onlara seslenir ve hareketimizin iki kanatlı vasfının da ifadesi olan ismiyle, yani Büyük Doğu-Seriyye hesabına şöyle derim:
-Şuracıkta birileriyle kavgaya tutuşsam ve siz, bunu sadece izleseniz, dost da düşman da sizi ayıplar… Ve işte kalem ile cihadın, her cihattan üstün olduğu bir devirde, fikrimiz ile her sahada tutuştuğumuz kavgayı görüyor ve sadece izliyorsanız, sizi yalnız dost ve düşman değil, aksiyonları, sırtlarındaki evlerine mahpus kaplumbağalar bile ayıplar!
İşte bağırıyorum:
-Kavga varrrr!
Ya iştirak, iştirak var mı? Fiilî iştiraki zaten cepte, ya fikirde, fikirde iştirak var mı?
Unutmayalım; fiilî kavgada izansız atak, fikrî kavgada ise açılmaz tutuk olan kimse, tek kanat çırpan ve bu sebeple uçmayıp, ancak yerden toz kaldıran kimsedir ve böyle kimseleri bu halleriyle görecek fikir gözü de artık bizde montedir!
İşte yükleniyorum; dualarıma yükleyip sırtıma bindirdiğim ve Allah nasip ederse, ölmeden evvel İslam’a kuvvet vermek iddiasıyla yazmayı murat ettiğim eser sayısı en az yüz olsun… Ve işte yükleniniz; Büyük Doğu-Seriyye Hareketi toplamında bu sayı, yüzlerle ve hatta binlerle ifade olunsun…
Diyorum ya; kavga var ve bu kavga büyük…
Muradımız ve emelimiz de, ona muvafık olarak niye büyük olmasın?
-Kavga varrr, yetişin!
Diye çığlık atıyorum ve şunu da biliyorum:
Bu çığlığı, aksiyonu, sırtındaki evinde mahpus kaplumbağalar duymasa da, aksiyonu, yalnız bileklerine değil, kalemlerine de mahsus gönüldaşım iseniz duyacak ve biz, fikirde ve fiilde daha çok ilerleyeceğiz…