İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Bizimkisi bir aşk hikâyesi… Tevekkeli müşrikler, daha Peygamberliklerinin evvelinde Hira Mağarası’na kapanan ve orada uzun vakitler geçiren Efendimiz için:
“M….d, Rabbine aşık oldu!”
Dememişlerdi… Bu cümleyle kendilerince, münzevî bir aşığı, hem de kayıtsız, kaygısız çerçevelendirmekteydiler…
Ama az bir vakit sonra, bu aşk, inzal olunan ayetlerle serpilecek, Hira’dan nur sarmaşıkları halinde Mekke’yi saracak ve Mekke şirk diktasının bu çerçevesine sığmaz olacaktı…
Diyoruz ya; bizimkisi ne tarihî bir nostalji, ne nefsanî bir ayrobik, ne de şehevî bir alaka pervaneliği, tastamam, Peygamberler Peygamberi’yle başlayan bir aşk hikâyesi…
Öyle bir aşk ki; noktasına halel getirene, kendisini dakikasında haram kılan, bir asalet ve asliyet hakikati…
Hesap edin ki; ilk müminlerin kızgın kayalar altına yatırıldıkları, ucu kurşunî topuzlu kırbaçlara kucaklatıldıkları, demir gömlekler içinde güneş tavasına konuldukları, kuyulara boğmak üzere daldırıldıkları ama tek ferdiyle bile aşık oldukları Allah’tan dönmeyip, Allah’a kendileriyle şirk koşulan putlara yüz vermedikleri o demlerde, Ammar isimli bir mazlumun, evvela gözleri önünde anne ve babası öldürüldü ve sonra, bu aşktan döndüğünün açık alameti olarak kendisinden, Kureyş’in en büyük putlarını övmesi istendi…
Az evvel, aynını anne ve babasından da istemişler ama onlar kendilerine telkin edilen:
“Hubel, Lât ve Uzzâ, M….d'in ilahından iyidir deyin!”
Cümlesini demek yerine:
“Allah’tan başka ilah yok!”
Demiş ve İslam’ın ilk şehitleri olmuşlardı. Ammar, devam eden işkenceye günlerce direndi. Ciğeri patlatılır, derisi yüzülür, aklı çıkarılır hale getirildi… Gene de direndi. İşkenceci müşrikler, ağzından Kureyş putlarını övecek tek bir cümle duymak istiyor, böyle olursa onu bırakacaklarını söylüyorlardı. Ennihayet, dayanamadı ve Hubel’i, Lat’ı, Uzza’yı övdü ve Allah Resulü’nün aleyhinde konuştu… Onu bıraktılar… Ortalığa “Ammar, kâfir oldu!” şayiaları yayılmıştı… Derhal huzura çıktı. Hüngür hüngür ağlamaktaydı. Olanları anlattı. Allah’ın Resulü, gözyaşlarını mübarek elleriyle silerken:
“Bunları söylerken ey Ammar, kalbini nasıl buldun?”
Diye sordular ve Ammar’dan:
“Ey Allah’ın Resulü, kalbimde en küçük bir değişiklik olmadı…”
Karşılığını aldılar. Aşk hikâyemizin Başgüdücüsü (SAV), o zaman buyurdular:
“Ammar, başından ayağına kadar iman kaplı... İman, kemiklerine işli… Velhasıl Ammar, kâfir olmaz!”
Zaten fazla geçmedi, Allah, Âlemler Efendisi’ni teyit etti ve meseleyi tüm müminler için ölçülendirdi:
“Kim Allah’a küfrederse, onlara şiddetli bir azap vardır. Ancak kalbine iman yerleşmiş olduğu hâlde küfür kelimesini söylemeye zorlanıp, sadece diliyle söyleyenler müstesna…” (Nahl-106)
O günden bu güne ve bugünden yarına, kim bilir bu aşk ne acılar tahkiye etti ve edecek, şahadeti kimine doğrudan, kimine dolaylı yollardan getirdi ve getirecek…
Diyoruz ya; bizimkisi, ne sosyal faaliyet, ne tribün taraftarlığı, ne menfaat birlikteliği, tastamam, Allah ve Resulü’nde sebat ettiren ve bu uğurda, şahadeti aratan bir aşkın hikâyesi…
Dünya çok kirlendi, anlayışlar çok değişti, Şeytan nice mevziler kazandı ama biz, aynı aşkın hikâyesindeyiz, yaşamayı bu aşk için bilmekteyiz, ölümü aynı aşkın uğrunda beklemekteyiz…
Dün küfür ve şirk, Ammar Hazretlerinin ağzından işkence ile laf kapmaya ve zulüm düzenlerindeki çatlakları o laflarla kapamaya bakmıştı… Kapandı mı? Hayır… Zira Allah’ın Resulü, küfrü, küfrün kanunlarıyla yönetmeyi reddetmekle kalmamış, küfürle uzlaşmamış, küfrün putlarına güzelleme yapmamış, putların gölgesine seccade sermemiş, Hubeller, Lâtlar, Uzzalar için tevillere girişmemiş, İslam’ın yalnız Ammar Hazretleri şahsında bir an gölgelenir gibi olan bu dik duruşu da, işkence altında olmanın istisna parantezine alınmış, bu yolla O da, tevhidin güneş belirişine katılmış ve zulüm, küfür ve şirk düzeninin yıkılışı bu yoldan gelmişti…
Ya bugün?
Evet bugün? Ammar Hazretlerinin, işkence ile bir an sallanan dil burcu ama asla sarsılmayan kalp mevzisine karşılık, ortalığın, kıçları makam koltuğu, başları küfür tacı, cepleri dünyalık banknot ile dolunca, dillerine ve kalplerine iman donu indirten kalabalıklarla dolu olduğu, bugün?
Bizim aşk hikâyemiz de, sekteye mi uğramıştır?
Asla… Dinini asla dünyaya satmamak azmi kalbimizde, nazarlarımızı, daha dün “Putları yıkmaya geliyoruz!” diye nutuk atan tiplerin, NUTUK’u başucu kitabı yapışları üzerine çeviriyor, böceklerin üzerlerindeki kartal kostümlerini çıkardıklarına şahitlik ediyor, böcekleşmekten Allah’a sığınıyor, böcekleşmediğimiz her an için Allah’a hamdde bulunuyor ve aşkımızın hikâyesine daha bir bağlanıyoruz…
Aşk, zor iş vesselam… Ama uğruna ölünesi, güzel bir iş…
Aşksız kütüklerin, gül dalı sanıldıkları devirler geçiyor ve onlar, kazandıkları dünyalık edimlerle küfür, zulüm ve şirk ile aslında sahte olan muarızlıklarını birer birer sonlandırıyor ve din namusundan geçişlerini de en çok:
“Ahbes’le artık barışmalıyız!”
Diye göndere çekiyor, ne kadar pis olduklarını ortaya koyuyorlar ve işte biz, devrimizi kusturan bu rezillik karşısında, derisi yüzülmek, ciğeri patlatılmak, kuyularda boğulmak pahasına, yani dünyalık makam, mevki, para elde edememek pahasına, dinimizi satmıyor, aşkımızın hikâyesine daha bir bağlanıyoruz…
Hangi Velinin mangalından sıçramış bir ateş koruyuz bilmeyiz ama dinini dünyaya satan alçaklara baktıkça, dünyasını dinine kurban eylemekteki asaleti daha bir seziyor, yandıkça aşkı artmak ve aşkı arttıkça daha bir yanmak kalesinin burcundan, asaletin, aşkın ve imanın sancağını sallıyoruz…
Ve ihtizaza gelen ufuklar, sallanan bu sancağı şöyle selamlıyorlar:
“Dinini dünyaya satmayanlar, selam sizlere…”