İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Bütün bir takım halinde Ankara’dan getirilip evimize koyuluşu, 1975’te, daha ben dünyada değilken olmuş… Dolaplar, masalar, oturma grupları arasında bir de kare, üç çekmeceli, cevizden komodinleriyle bir mobilya takımı…
Babamın ansızın ölümü, daha yirmi beş yaşlarındaki annemin evine ilk talanı yaşattığında, evimizden kurtarabildiği çok az şey arasında işte bu mobilya takımının komodinlerinden, ikisi de varmış…
Varmış da ne demek, odunluktan bozma tek gözlü odalarda geçen çocukluğumun merkezinde, işte bu iki komodin vardı… Çekmecelerine, çocukluğumun bütün levazımatının dolup dolup boşaldığı ama en sonunda çocukluğumun bizzat yerleştiği, iki komodin…
İkisinin de üçer çekmecesi çıkarılıp yayılsa belki de, çocukluğumun geçtiği evimizin yüzölçümünden geniş bir alan kaplardı. Ama işte farkında olmasam da, bir çocuğun hayal dünyası ne kadar geniş ise, o genişliğiyle bütün çocukluğum bu iki komodinin altı çekmecesine sığmıştı…
Peki, bu durumun ben ne zaman farkına vardım? Cevap vereyim:
-2020 yılının Ocak ayındaki depremde!
Polislerin, bütün mahallemizi yüzlerce polis ile çevirdikleri, içinde kontrollü yıkım yaptıkları ve yıkılan binaların, her yanıyla çatlamış binamız üzerine çullandığı bir anda, olanları izlerken… İzin vermeyeceklerini bildiğim halde, görevlilere evime girmek istediğimi söyledim. Vermediler… Ben de, damlardan atladım, çatılardan uçtum, arka taraftan ev camımızı kırdım ve zifiri karanlıkta içeriye daldım, yıkım yapılan taraftan sıçrayan moloz şarapnellerine rağmen, bu iki komodini sırasıyla yüklendim ve bu defa onlarla, aynı damlardan atladım, aynı çatılardan uçtum ve onları kurtardım…
İçeriye girebilmişken, yükte daha hafif ama pahada daha ağır şeylere karşın, ütü yapıldığı için tepesi ağarmış bu iki eski komodini ne diye aldığımı görenlerin şaşkınlığı, çekmecelerinde çocukluğumu görememelerinden kaynaklıydı. Vallahi, o an, hem pahada yeni model kırk mobilya takımı edecek, hem de yükte bir mendil gibi kolay taşınacak bir şeyi, bu iki komodin ile tercih tezgâhına koysalar, ben gene bu iki komodini tercih eder, onları yüklenirdim…
Yalnız çocukluğumda değil, bu yaşıma kadar yatağım hep onlara nazır serildi. Yemek yerken, fonda hep bu iki komodin oldu. Kitaplarımı üzerine koydum, kalemlerimi çekmecesine yerleştirdim, karnelerimi onda sakladım, derslerimi üzerinde yaptım, pantolonlarım üzerinde ütülendi, daha ne diyeyim, hayat belirten bir bünyenin, ona bitişik ruhu gibi bu iki komodin, çocukluğumdan bu yaşıma kadar her anıma eşlik etti… Ve işte ben, bu iki komodin olmazsa, bedenimden ruhumun değilse bile hayatımdan çocukluğumun çıkacağını düşündüm ve deprem heyulası içinde en çok da onlar için damlardan atlayıp, çatılardan uçtum ve camları kırıp, yıkılmak üzere olan evimize girdim…
Deprem sonrasında, bu iki komodinle beraber, gene çocukluğuma ait olarak evimizden kurtarabildiğim şeyler oldu. Kurtaramadıklarıma sebepse, kaçak ve gizli arkadan dalışım hariç, beni binamıza bir hafta boyunca sokmayan polisin, bir sabah ansızın koruma kordonunu kaldırması ve mahalle sakinlerine haber vermeden çekip gitmesi sebebiyle oldu… Düşünün ki; polis kordonu kaldırıldı diye bana haber gelip de, evime gittiğimde ilk, tanımadığım kimseleri, batan geminin malları doğallığıyla evimin borularını sökerken görmek oldu… Yağmayı ve talanı hayal etmeye çalışın…
Annemin, kırk yıldan fazla gözü gibi koruyarak baktığı birçok şey de, hayale karışmıştı… İlk gün, gece karanlığında ve elektriksiz bir ahvalde dalışım olmasaydı, belki de bu iki komodin de, hırsızlar tarafından “Çekmecelerinden ne çıkarsa bahtımıza!” hesabıyla kucaklanacak ve götürülecekti…
Ama işte onları kurtardım… Bu defa da, depremden sonra idareten koyduğum yerden kucaklamak ve getirmek için Ankara’dan Elazığ’a gittim… Bir nevi, Elazığ’dan Ankara’ya ve arabanın arka koltuğunda çocukluğumu taşıdım… Şimdi onlar, aynen çocukluğumdaki konuşlanışlarına uygun olarak, evimde konuşlu… Yanlarında da, benim ilk mektebin başlarından itibaren hatırladığım, evce kullandığımız bir seccade ve Elazığ’a gittiğimde giyindiğim klasik, çizgili pijama…
Namaz kılarken, çocukluğuma gidiyorum ve nefsimle olmasa da, çocukluk masumluğuyla namaza, olması gerektiği gibi bir nabızdan bağlanmaya çalışıyorum…
Bir zaman, daha ya altı ya yedi yaşındayken, kerpiç kokulu evimizde, işte bu seccade üzerinde ve bu iki komodine nazır namaz kılarken, beni cumbalı evinin damından gören ve beni ilk gördüğünde namaz kıldığım için seven dedem vardı…
Şimdi o yok… Bir zaman sonra ben de olmayacağım… Ama şimdilik, çocukluğumun alnından öpen seccadem, çocukluğumun oyun bahçesi çekmeceleriyle bu iki komodin ve ben varım…
Biliyor musunuz, bazı bazı onlara yaklaşıyor ve usulünce onları seviyor, onlarla konuşuyorum…
Biliyorum, bu muhabbet, ahşaptan iki komodinden çocukluğuma, çocukluğumdan da, Allah’a hep birlikte söz verdiğimiz Elest Bezmi günlerine uzanıyor… Zaten çoğu insan bilmese de, eskiyi bundan özlüyor, çocukluğumuzu bundan arıyoruz…
Bir gün, beni de, bu iki komodini severken, onlarla konuşurken görürseniz, bilin ki, deliliğimden değil, çocukluk bahanesiyle, zamansızlık buudunu özlediğimdendir…
Allah’tan geldik, Allah’a gidiyoruz, farkında mısınız?