İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Gezi Parkı olayları, 2013 Mayıs’ında başladı. Birkaç ağacın yerinin değiştirilmesini bahane kılanlar, seçilmiş iktidara karşı bir darbe girişiminde bulundular. Hayatı bir ay boyunca yaşanmaz kıldılar. Uluslar arası güçler, ellerindeki şer ipliklerini geçirdikleri iğneden kitlelerle, Türkiye’nin kefenini dikmeye kalkıştı. Kundaklamalar, kamu mallarını yağma, kolluk kuvvetlerine saldırı… Bu süre zarfında neler yaşanmadı ki?
Yakılan fitne ateşini harlamak için Batılı medya kuruluşları BBC, CNN, REUTERS, AFP, DEUTCHE WELLE ve daha nicesi olayları 24 saat canlı yayınladılar. Gezi Parkı teröristleri, bu süre zarfında 589 aracı ateşe verdi. 409 binayı tahrip etti, 337 esnafın dükkânını dağıttı. Yetmedi, iki de polis şehit edip, binlercesini yaraladılar!
Böylelikle bir yandan Türkiye’nin ekonomik büyüme oranları aşağı çekilirken, işsizlik, enflasyon, faiz ve yabancı para kurları, öldürücü bir tansiyon ritmi halinde yukarı fırlatıldı. Ortaya çıkan mali zarar sonradan, 157 milyar olarak hesaplandı. Eski parayla, tam 157 katrilyon! Birkaç şehri, hatta belki bir bölgeyi sıfırdan kuracak miktarda bir para olarak…
Olayın “3-5 ağaç” meselesi olmadığı çok açıktı. Zaten bunu Gezi teröristleri de açıkça söylemekteydi. Zira devletle müzakere etsin diye oluşturdukları Taksim Dayanışma Platformu, masaya sanki de İngiliz Sömürge Valililiğinden çıkma kararlar olarak İstanbul Havalimanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü gibi projelerin iptalini sürdü.
Hal böyleyken, Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri, geçtiğimiz gün Gezi Davası kararını “beraat” olarak noktaladı. Yani devlete Gezi Parkı’nı gösterip “Havalimanı, köprü yapmayacaksın!” diyen ve en başından itibaren Gezi eylemlerini finanse edip organize edenlere “Pardon!” dedi!
Adaletin tavşan olup kaçtığı, vicdanın tazı olup onu kovaladığı ama tavşan adaletin asla vicdan tazısına yakalanamadığı bir hengâmda, adaletle beraber vicdanın Türkiye’de nasıl da gaip olduğunu göstermek için sizlere bir kıyas vahidi vermeliyim:
Bundan 3-5 sene evvel, bir akl-ı evvel, mezarındaki kemikleri üzerinden buldozerle geçmekten beter bir fecaatle Necip Fazıl Kısakürek’in heykelini yapıyor. Kültür Bakanlığı marifeti ve finansı ile ortaya çıkan bu hamakat tablosu, elbette bu heykeli konduracak yer bulamıyor. Ama sarkık nazar bakınıyor, kendisine ismi “Necip Fazıl Kısakürek” olan bir kültür merkezinin önünü seçiyor ve yırtık dondan fırlar gibi muhitin Ak Partili belediyesi derhal reverans tavrına girerek bu heykeli karşılıyor!
Bizzat Necip Fazıl Kısakürek’in ailesi “Babamız heykel fikrine karşıdır! O heykeli kaldırınız!” ve bölgenin yeni kadrolu Ak Parti belediyesi “Nereden başımıza bela oldu bu heykel!” dedikleri halde heykel panteonu direniyor ve Türkiye’de en atarlı gücün heykellerin inhisarında olduğunu ispatlarcasına tek adım atılamıyor!
En nihayet sosyal medyadan “O heykeli kaldırınız! Yoksa onu biz yıkacağız!” diye bir mesaj yayınlanıyor. Tabi ki; dünyada “Heykelistan” olmaya namzet bir numaralı ülke olan Türkiye’de bu çağrı da kulak ardı ediliyor ve kolpa çıkmayan bu mesajdan kısa süre sonra bu heykel yıkılıyor.
Soruşturma başlıyor ama polis, bu heykeli kimin yıktığına dair bir delil bulamıyor. Görüntüler, tam da meçhul şahıslar olay yerinden geçerken parlıyor, olaya şahitlik eden kimse çıkmıyor, teşhiste kimse bulunamıyor. Ama sosyal medyadaki paylaşımdan yola çıkan polis, dikizini heykelin öldürüldüğü muhite yaklaşık 20 kilometre uzakta bulunan Seriyye Vakfı’na çeviriyor ve mahkemeye “Olsa olsa bunlardır!” diyerek takdim ediyor.
Ve onlarca gönüldaş, celseler boyu yargılanıyor. Ve hatta sıkı durun, mahkeme neticelendiğinde mahkeme hâkiminin onlarca gönüldaşı “heykeli yıkan sanık” değil de, “heykelleri yıkılan müştekiler” zannettiği ortaya çıkıyor!
Hal böyleyken, bu satırların yazarı da dahil olmak üzere, bir minibüs dolusu gönüldaş, Necip Fazıl Kısakürek heykelini öldürdükleri için altışar ay hapis cezasına çarptırılıyor!
Vicdan tazısı, adalet tavşanı peşinden koşadursun; sizler evvela Gezi Parkı olaylarına, sonra da Necip Fazıl heykeli olayına, hem de doğurdukları hasar ve belirttikleri yıkıcı etki açısından bir nazar atın, kıyas cihazınız dimağınızda patlamazsa eğer onları kıyaslayın, sonra da adalet ve vicdan namına gözlerinizi buğulandırmak yerine, yanında çayınızı yudumladığınız camınıza üfleyin, onu buğulandırın ve bizim için oraya parmağınızla “adalet” yazın…
Siz bunu yapın ki; biz de camdaki buğudan yazıya bakıp, evvela onu silelim ve sonra da içimizdeki şimşeği onun altına harfli bir dublaj halinde yazabilelim:
“Adaletinizi sileyim!”