Üstadımıza Narsist Demiş, Ahmak!

Yazan: 22 Şubat 2020 3658

Birkaç ay evvel -2019 Eylül’ünde- “Karar Gazetesi’nde” bir yazı yazmış ve “Şehvetiye Tarikatı” kitabını yazdığı için İsmail Saymaz’a teşekkür etmiş… Üstelik Ak Parti’nin 2003-2011 arası tam sekiz yıl İstanbul Müftülüğü görevinde tuttuğu bu zat, esas gayesi tarikatlar üzerinden İslam düşmanlığı olan “Şehvetiye Tarikatı” isimli kitaba aynı yazıda “ahlakî ve vicdanî bir görev hissiyle ortaya çıkmak” gibi bir de paye vermiş… Yetmemiş, bilincinin altında nasıl bir cerahat var ki; aynı kitaba gene tarikatlar aleyhine “Cerahati patlatmış!” gibi bir paye daha vermiş. Hatta yetinmemiş, böyle bir kitap yazdığı için İsmail Saymaz’ı savunmuş ve “Bu iş ona mı kaldı?” diye çıkışacaklara karşı bir de peşinen “İyiliği savunmak, kötülüğe karşı koymak İsmail Saymaz’ın da hakkıdır!” diyerek mezkûr kitabı “Emri bil maruf, nehy-i anil münker” burcuna yerleştirmiş…

Ama sıkı durun, Ak Parti’nin tam sekiz yıl İstanbul müftülüğünde tuttuktan sonra görevden aldığı ve görevden alınınca devrin Ak Parti muhalifi gazetelerinin “Reformcu müftü görevden alındı!” diye hakkında haber yaparak sahip çıktıkları Müşarünileyh, aynı yazı içinde bilincinin tarikatlar aleyhine nasıl bir öfkeyle dolu olduğunu ele verircesine bakın ne demiş:

“Kitabı henüz okumadım ama…”

Bize, yemediği fışkının lezzetini tarif için gastronomik makaleler yazan ahmak bir gurme tahattur ettiren bu adam, okumadığı kitaba “ahlak Herküllüğü” payesi vermekle aslında emsalsiz bir ahlâk fukaralığı sergilemiş… Hele de bu kitap, tarikatın değil, dolandırıcılığın, tasavvufun değil, üç kağıtçılığın örneği olabilecek birkaç hadiseden yola çıkarak, İslam’ın iç kıymetler hazinesi mesabesindeki tarikata-tasavvufa ahlâksız hücumlar sergilerken!

Buyurun işte, Müşarünileyhin, İsmail Saymaz ve onun okumadığı “Şehvetiye Tarikatı” isimli kitabı için nasıl da serenatta bulunmuş:

“İsmail Saymaz gibiler insanlık değerlerini kaybetmiş tarikatların ipliğini pazara çıkarıp, toplumu korumak istiyorlar. Dindar okumuşların yapmadığı işi yapıyorlar…”

Oysa Müşarünileyhin “Toplumu korumak istiyor!” dediği İsmail Saymaz, öpüşken bir lamadır, zira onun musallat olduğu kadın bir gazeteciyi, hem de aynı kadın ısrarla “Sevgilim var!” dediği halde taciz ettiğini ve öpüşmek için onu ısrarla tenha bir koruluğa çekmeye çalıştığını cümle âlem bilmektedir. Ama İstanbul Müftülüğü’nün sabık ve İslam ahlâkının sarkık müptezeli için bunun bir önemi yoktur, çünkü öpüşken lamanın yapışkan dudakları “sevgilili kadınlar” ile kendisini yalarken, derin ve gerçek Müslümanlara ise sadece tükürük atmaktadır ve bu vaziyet, kendi itikadındaki cerahatin de en kati göstergesidir.ismail.saymaz

Kadın gazeteci, sevgilisine sadık kalıp öpüşken lamadan kendini sakınabilmiş midir, yoksa öpüşken lamamız “Sevgilim var!” gerekçesini “Olsun!” mu diyerek, ya da “O da olsun!” mu diyerek aşmış ve emeline ulaşmış mıdır bilmeyiz ama bildiğimiz bir şey var ise o da, İstanbul Müftülüğü’nden fırlatma Müşarünileyhimizin bugünlerde, Ak Parti’den hıncını almak emeliyle dolaştığı basın sahasında yapışkan dilini Büyük Doğu Mütefekkiri Necip Fazıl Kısakürek’e uzatmış olmasıdır!

Necip Fazıl Kısakürek ile Mehmet Akif arasında bir kıyaslama yaparak kana daldırdığı sopayı Üstadımıza, bala bandırdığı çiçeği Mehmet Akif’e takdim eden Müşarünileyh, kaleminin apış arasını gösterir gibi yazısına şöyle başlıyor:

“Bilirsiniz, rahmetli (NFK) epeyce narsisti!”

Üstadımızı “rahmetli” halkasına aldıktan sonra kindar ve sinsi akrepler gibi O’na iğne batırmaya odaklı bu cümlenin sahibi de elbette bilmektedir ki; narsizm, bir kişilik bozukluğudur ve kendisini kişide utanmazlık, ukalalık, sorumluluk kaçakçılığı, gelişmeye kapalılık, ekabirlik olarak gösterir. Narsist ismini, Yunan mitolojisinin tanrılarca kendisine aşık olması yoluyla cezalandırılan ve akıbeti sudaki aksine mıhlanıp kalmak ve eriye eriye orada can vermek olan tanrısı Narkissos’tan alır, kendine aşık olan kimsedir. Sigmund Freudça bir tarifle narsist, “dış dünyadan soyutlanan  cinsel enerjisini, egosuna (benliğine) yönlendiren” hastadır.

Hal böyleyken, Büyük Doğu Mektebi’nden yetişen ve yürütücü Müslümanlık duygusunu bu mektepten alan milyonlar, “profesörlük” tiltine rağmen Müşarünileyhin Büyük Doğu Mektebi Başmuallimine “epeyce narsist” yaftası vurmasının tam bir ahmaklık olduğunu çok iyi bilirler. Zira fikir dingili kırık bu tipler, yalpalı istikametleriyle tam da Büyük Doğu’nun imha hedefini teşkil ederler. Zaten:

“Sonsuzluk kervanı peşinizde ben

Tek ayakla seken topal köpeğim!”

Diyen birine bakmak ve onda, Müslümanlığın çorap kokusuna indirgenmeye çalışıldığı devrelerde sırf İslam düşmanları karşısında takınılan vakar tavrını değil de, şeytanî-nefsanî bir güdüyle kendine tapınıcı bir narsist tavrını görmek, bizim için evvela defalarca kaydettiğimiz üzere kişinin ahmaklığını ele veren bir kıstastır. Mücerret keyfiyetlere dair vukufu solucanlık belirttiği halde müşahhas malumatlara dair develik belirten kimselerin zaten, hayvan koruluğundan ilk olarak tabelasında “Necip Fazıl ekâbir biriydi!” yazan bir sayfiye kiralamak gibi bir özellikleri vardır ve bu özellik, Büyük Doğu’ya aşina her müminin malumudur!

Bu malumu, Müşarünileyh özelinde biraz cimcikleyelim:

Buyurun işte; Müşarünileyh için Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek, “dindar çevrelerin fikir sığlığının yegâne sebebi”dir! Tek gıdası, yağlı dana ensesinden emdiği yağ olan bir bitin, yağan yağmuru, sırf dana ensesini yıkadığı ve orada kendisine yalayacak yağ bırakmadığı için suçlaması ve kıtlığa sebep olarak yağmuru göstermesi ne ise, Müşarünileyhin de fikir sahasında Necip Fazıl Kısakürek’e bakması ve O’nu “kendisine duyulan ideolojik hayranlık sebebiyle, bir neslin çatışmacı ve militan ruhunu besleyici ama fikrî ve bilgisel zekâsını, hatta ahlâk dünyasını fakirleştirici” bir şahsiyet olarak suçlaması da odur, hatta ondan da beter bir hamakat vaziyeti belirtmektedir.

Ne imiş, Necip Fazıl şiirde Üstadmış ama fikirde Üstad kabul edilmesi oldukça yanlış imiş! Derin ve gerçek kafalı kimselerin, Necip Fazıl Kısakürek’in şairliği gösterilerek, şairliğinin çok üstündeki fikir adamlığının örtülmesinden-saklanmasından şikâyet ettikleri bir hengâmda söyleyin, Müşarünileyhin bu hali, Galata Kulesine amuda kalkarak bakan ve “İşte depderin bir bostan kuyusu!” diyen bir ahmağın halinden fark belirtir mi?

İstanbul’a sekiz yıl müftülük etmek tilti taşıyan ama tam bir münafık ağzıyla konuşan Müşarünileyhimiz, “demokrasi yolunda onca çaba göstermemize rağmen halâ çağdaş bir hoşgörü kültürü geliştiremememizden” şikayetlenmiş ve bunun suçunu da döndürüp dolaştırıp, militan laiklerle beraber “edebiyat ustası Necip Fazıl’ın” sırtına yüklemiş…

İslam’dan iğrenen ve bir dönem Allah denilmesini bile kanunla yasaklayan laikleri, devrin bizonları, Necip Fazıl Kısakürek’i de onların hakkından bir başına gelen devrin aslanı olarak işaretleyecek olursak, ne bizonlardan bir bizon, ne de aslandan yana bir unsur olmak salahiyet ve şahsiyetine sahip olamayan ve bizon tezeğinde sörf, aslan artığında karakulak olmaktan başka bir vasfa taalluk etmeyen vasfıyla Müşarünileyhimiz, bir de aslan için “Keşke o kadar sert olmasaydı!” diye konuşan bir ense biti kostümüne girmiş ve Üstadımız namına şöyle eseflenmiştir:

“O Allah vergisi edebî dehasını, ideolojik ve hamasi duyguları coşkulu, öfkeli nesil yerine, zihni bilgi ve tefekkürle, gönlü Peygamberî af ve müsamahayla zenginleşmiş bir neslin yetişmesi için kullansaydı! Fakat öyle olmadı…”

Ömrünü, ciğerinden kalemine kan çekerek İslam davası uğrunda fikirleştiren ve ortaya yüz küsûr eserlik Büyük Doğu Külliyatı’nı çıkaran Necip Fazıl Kısakürek’e bakmak ve onda “Peygamberî olmayan bir nesil yetiştirmek sakarlığı” görmek, teşbih ve teşhis cihazımızı acze düşürücü misilsiz bir sakamet belirtir. Bu sakamet Müşarünileyhimize, ilk mektep kompozisyonlarındaki gibi giriş ile gelişme bölümünden sonraki sonuç bölümünde Üstadımızı, Mehmet Akif satırı altına yatırtır ve burada da O’nu, Akif ne kadar ahlaklı ve karakterli ise o kadar ahlaksız ve karaktersiz olarak tercim ettirir!

Mehmet Akif’i, geleneği sorgulayan, aklı, bilimi ve çağın gereklerini dikkate alan, menfaatine göre yön değiştirmeyen ve erdemli Müslüman hasretiyle kıvranan bir kimse olarak tezyid ettikten sonra, Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’i “duyguları ve heyecanları coşturmak, popülist, gelenekçi ve reaksiyoner İslamcılık edebiyatı yapmakla” tenkis eden Müşarünileyh, kendi fikir nakısasını ele verici bu kıyasıyla aynı zamanda şahsiyet fukaralığını anlamamız için bize bir kıstas vermiştir… Zira bu kıstasla biz onu, kompozisyon yazdığı Karar Gazetesi’ndeki köşesinden bir vakit sonra fırlamak, fırladıktan sonra siyaset arenasına atlamak, bu arenada da “Necip Fazıl’a benzeyen Recep Tayyip Erdoğan’a yuh!”, “Mehmet Akif’e benzeyen Ahmet Davutoğlu’na şak şak!” diye el ovuşturmak kapısının eşiğinde fotoğraflıyoruz… Yazdığı yazıdan, yol almaya çalıştığı nokta da galiba burası… Daldaki muza erişmek için, yurdundaki ormanı yakmaya kalkan kötürüm ve kötü bir maymun, fikir ve basın sahasına bir de eski ilahiyatçı vasfıyla dalarsa, amman sabahlar olmasın!

Hal böyleyken, Müşarünileyhimizi İstanbul Müftülüğü’nde sekiz yıl tutan, sonra görevden alan, O görevden alındıktan sonra da nefsî hıncını kendi hinterlandında yaşatmasına izin veren herkese ulaşsın kaydıyla kıymet hükmümüzü konduruyoruz:

Dünün Necip Fazıl’ından Mehmet Akif’ine, bugünün Recep Tayyip Erdoğan’ından Ahmet Davutoğlu’suna, fikir ve şahsiyet sahibi her bir kimsenin en evvel dikkat edilesi düsturu, şahsiyeti yandan çarklı, itikadı kırık dingilli bu tipleri eşiklerinden asla geçirmemek olmalıdır!

Cumhuriyet tarihinin Rıfat Börekçi gibi moderniteden foterli ve dinden fütursuz Diyanet İşleri Başkanları ve müftüleri, tek bir mücerret kişilik kılınsa, Müşarünileyhimiz bu mücerret kişiliğin müşahhas apış aralığı olmaya namzettir ve yüz yıl sonra kitle kitle bu millet Necip Fazıl Kısakürek çeşmesinden iman ve fikir yudumlarken, O, toprağın söndürdüğü bir kokuşmuşluk olarak çoktan yokluğa karışmış olacaktır…

Son söz sadedinde; “yüz sene” tabirimiz Üstadımız için gerçek, Müşarünileyhimiz içinse bir deyiş izafesidir. Yoksa onun yokluğa karışması için gerçek fikir sahasında bir kez görünmesi ve üzerinden bir dakika geçmesi yeter sebeptir!

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi