İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
İçinde bulunduğu işlerin içyüzüne dikkat kesildiğinizde, İsveç Başkonsolosluğu’nun adeta bir işgal komiserliği gibi işletildiğini görürsünüz… Türkiye’yi bütün tutan cıvataları, maddede sökebilmek için evvela manada gevşetmek gerektiğini anlayan ve bu uğurda bir pense gibi işlerken…
Mesela dinsiz ve öncü feminist Şirin Tekeli can verir, bedenini Çap Tıp Fakültesi’ne kadavra diye bağışlar ama toplumsal cinsiyeti Türkiye’ye yerleştirmeye adanmış mücerret bedenini İsveç Başkonsolosluğu kapar, ona sponsor olur, manada işgal komiserliği gibi işletilen bazı özel üniversiteler eliyle “Şirin Tekeli Araştırma Ödülü” düzenler ve bunu gelenekselleştirmek için masraftan kaçınmaz. İsveç Başkonsolosluğu, gerçekte Şirin Tekeli’nin ne Çapa’da mıncıklanan bedeniyle, ne de tekeline aldığı mücerret bedeniyle ilgili değildir, bu vesileyle “feminizm” ve “toplumsal cinsiyet” kavramlarının Türkiye’deki ikamesine odaklanmış olur!
Ya da İsveç Başkonsolosluğu’nun, PKK’nın eşek arısı mesabesindeki liderlerini, bizzat Kandil kovanlarına giderek ziyaret eden Hasan Cemal’in “Bağımsız Gazeteciler Platformuna” finansman desteğinde bulunduğu ortaya çıkar.
Ya da İsveç Başkonsolosluğu’nun, eşcinsellik derneği SPOD’a nakit aktarmak ve bu yolla Türkiye’deki ibnelik kazanını daha bir kaynatmak istediği ifşa olur…
“Ya da, ya da” diye daha çok şey sayabiliriz… Buna gerek duymadan kaydedelim ki; aslında İsveç Başkonsolosluğu, bütün bu cerahatlerinde yalnız değildir, başta Amerika olmak üzere, ülkemizdeki bütün diplomatik kuruluşlar, konsoloslukları bir cadı kazanı gibi kullanırlar vebu yolla kendi dübürleri etrafında teşkil olunmuş ahlaksızlık karnavalını bir de Türkiye’de kurmak, en azından kurulmasını sağlayacak şartların tesis edilmesini sağlamaya çalışırlar.
Hal böyleyken İsveç Başkonsolosluğu’nu öne çıkartmamızın sebebi, onun hem isim çapından büyük ibneliklere imza atması, hem de bu günlerde sessiz sedasız yediği bir nane vesilesiyle…
Mesele şu:
9 Eylül’de İstanbul’a gelen İngiliz Sosyolog Profesör Jeff Hearn’e bir konferans verdiriliyor. Konferansın vesilesi de, şerri isminden belli şu sempozyum:
- 2. Uluslararası Erkekler ve Erkeklikler Sempozyumu
Bu sempozyumun organizasyonu içinde özel üniversiteler var (İstanbul Özyeğin Üniversitesi), devlet üniversiteleri var (Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, İzmir Üniversitesi Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezi), Avrupa Birliği’nce fonlanan bazı ucube dernekler var…
Peki, soralım: Erkekliği bir hilkat hali değil de, bir hastalık olarak görmek gibi bir ortaklıklarıyla bütün bu bindirme ekipleri, bu sempozyumu nerede gerçekleştiriyorlar?
Şimdi de cevap verelim: İstanbul İsveç Konsolosluğu’nda!
Orada hep birlikte kürsüye çıkardıkları ve cezbeyle dinleyip dinlettikleri İngiliz Sosyolog Profesör Jeff Hearn konuşuyor:
“Queer (cinsiyetsiz toplum) politikası çerçevesinde ‘erkekler’in ayrıcalıklı konumları, erkeklerin de muzdarip olduğu ‘erkeklik’ rolleri ile mücadele etmek gerek. Aynı zamanda feminist politika kapsamında da erkeklerin mücadele ettiğini söylemek mümkün. Özellikle patriyarkayı (ataerkilliği), toplumsal cinsiyet kategorilerini yok etmek için gösterilen mevcut bir çabadan söz etmek mümkün…”
Fatih’in İstanbul’unda kürsüye geçen ve tersinden bir fatihlik edasıyla bütün Türkiye’ye “QUEER BİR TOPLUM” olmasını, yani ne kadının ve kadınlığın, ne de erkeğin ve erkekliğin olmadığı bir toplum modeline geçmesini salık veren İngiliz Hearn, adeta insan cinsini kadın ve erkek olarak iki çeşit yaratan Allah karşısında, tam da insan düşmanı Şeytanın sözcüsüymüş gibi konuşuyor ve tarafımızdan hislendirilmiş şekliyle aynen şöyle söylüyor:
“İnanın çocuklar! Toplumsal cinsiyet ikiliğini yok ederek, homoseksüellik ve heteroseksüellik gibi birçok ikili karşıtlık arasındaki ayrımı ortadan kaldırabiliriz… Böyle olursa, her şey çok güzel olacak…”
Düşünün ki; vatan ve millet, dış ülkelerin değil de, Şeytanın başkonsolosluğunu yapan bu toplu kıyım zümreleri karşısında kendi devletinin desteğinden de mahrum olarak yalnızdır! Türkiye’yi idare eden Ak Parti, tabana yayılmış organlarıyla hem İstanbul Sözleşmesi’ni bağrına basmış vaziyettedir, hem de “toplumsal cinsiyet” kavramını canının içi eylemiş bir haldedir ve toplumun kılcal damarlarına kadar zehir ilka eden bu sözleşme ve kavramın yarattığı hasarı, bizzat kılcal damar hattından seslenerek ihbar eden Müslüman Anadolu halkını da umuruna almamaktadır!
Aklı olan ve tecessüsü felç olmamış herkes görebilir ki; Müslüman Anadolu halkının başa getirdiği iktidar, aksi yöndeki beyanlarına rağmen Toplumsal Cinsiyet projesinden vazgeçmiş değildir, kamuda yaşananlara bakınca da şimdilerdeki tek müşkülünün, pembe renkli yapılarak çocuklara içirilmesi kolaylaştırılan şuruplar gibi, Toplumsal Cinsiyet kavramını nasıl bir pembeye bulaştıracağı ve Müslüman Anadolu halkına nasıl yutturacağı mevzuudur. Zira devlet, karşısında hakem kılınmış millet görüp de düdük çalmasa, elle gol atacak bir futbolcu gibi her an Toplumsal Cinsiyet odaklı bir haltıyla yakalanmakta ve gündem olmaktadır.
Vaziyeti, Müslüman Anadolu halkına ihbar özelliği de taşıyan haliyle biz özleştirelim:
-Ey Anadolu! Kadınların ve erkeklerin, kadınlık ve erkeklikleriyle büyük bir işgalin tehlikesi altında… Kuvay-ı Milliye’ni başlat ve bil ki; bu savaşta devlet yanında olmadığı gibi, bir de karşındadır!
Vatanda hükümet edenlerin boş verdikleri bu hususun, baş yiyen bir husus olduğunu anladıkları gün, başlarının yenildiği gün olmaz inşallah…