İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Fıtrat, bir şeyin, varlık sebebine uygunluk belirten özellikler bütünüdür. Bu manada, şezlongunu bataklık kıyısına sermiş bir timsahtan hiç kimse, nehrin karşı kıyısına geçecek geyikler için sandallık etmesini bekleyemez… Zira geyikler nehre girdiklerinde, timsahın iştahını dürtükleyen ve ona “Kalk yemek zamanı!” diye ihtarda bulunan şey, tabiatına içkin haliyle bizzat onun fıtratıdır…
Hal böyleyken, İslam’a düşmanlık fıtratı üzere doğan ve gelişen CHP’nin, bu düşmanlığına matuf işlerine şaşıranlar oluyor ki; asıl şaşırdıkları için onlara biz şaşıyoruz… İzah edelim: Mesela bir kediyi, fıtratına aykırı olarak eğitebilir, hatta ona şarkı söyletebilir, flüt çaldırabilir, hatta kahve pişirip servis bile yaptırabilirsiniz. Ama şarkıyı söylerken, flütü çalarken ya da kahveyi servis ederken önüne bir fare koyarsanız, kedinin fıtratı ortaya çıkar, şarkıyı keser, flütü kırar, kahveyi döker ve canhıraş bir şekilde fareyi kovalamaya başlar…
Bu manada asıl CHP’nin, İslam’a düşmanlık etmiyor gibi durduğu anlarına şaşırın ve fıtratına aykırılık belirten bu işte ayrıca bir İslam düşmanlığı arayın…
●
CHP, 1923’te kurulur. Kemalizm, Türkiye’nin idaresine 1923’te yerleşir. İlki beden, ikincisi ruh şeklinde konumlanan bu tasallut dilemmasının, İslam’a karşı konumlanışı açısından ilk devresi ikiye ayrılır:
1923 ilâ 1945 arası, ilk devre… Bu devrede CHP ve Kemalizm alenen, bütün bir bünye halinde İslam’ın izlerini Türkiye’den silmek isterler. Kuran, -haşa!- onlara göre gökten indiği sanılan bir dogmadır. Oysa onlar, gerekçelerini hayatın içinden almaktadırlar! Bu sebeple bu devrede, devletin tüm aygıtlarını ellerine birer temizlik malzemesi gibi alırlar ve “vatan kirleten kir” gördükleri İslam’a, vatandaki tüm tezahürleriyle birlikte saldırırlar! Ezan yasaklanır, camiler kapatılır, bin yıllık eğitim bakiyesi çöpe yollanır, uçkurlar çözülür, arşivler dökülür, alfabe sürülür, idrakler dürülür, başlar foterlenir, velhasılı bu uğurda yapılmadık şey bırakılmaz… Ama beceremezler, İslam’ın Anadolu insanıyla olan bağını hepten ve toptan bir türlü koparamazlar…
Kemalizmin, İslam’a karşı verdiği bu açıktan savaş kendi lehine sonuçlanmazken, 2. Dünya Savaşı sonuçlanır. Arza yayılan mecburi demokrasi furyası, tek parti idareli Türkiye’ye de çok partili hayatı dayatır. CHP ve Kemalizm için İslam’a düşmanlığın ilk devresindeki ikinci perdesi de, bu esnada açılır. 1945 ilâ 1960 arası, ikinci devre… Anadolu insanıyla İslam’ı bağlayan cıvatayı 22 yıldır sökmeye çalışan İngiliz Anahtarı’na, bu sürede sökmeyi başaramadığı cıvatadan biraz uzak durması tavsiye edilir. Bir nevi, kaba kuvvetle sökülemedikçe daha da pekleşen bu cıvataya, kimyasal dökerek eritmek ve paslandırmak devresi açılmıştır. CHP ve onun ruhu mesabesindeki Kemalizm için bunun manası ise şudur:
-İslam vatandan sürülemiyorsa eğer, onu vatanda sündürmelidir!
Yani değiştirmeli, uydurmalı, başka şekle sokarak yok etmelidir. Belâm vasıflı âlimler ve yeşil soslu dindar münafıkların, CHP podyumundaki aktif dansları bu devrede hızlanır. Mesela CHP bu devrede, Molla lakaplı ve medrese çıkışlı Şemseddin Günaltay’ı 1949 yılında Başbakan bile yapar. Ama düşünün ki; bu sahte âlim için gerçek âlim ve gerçek irşad kutbu Abdulhakim Arvasî Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
“İslam’a en büyük düşman İngilizlerdir. Şemseddin Günaltay, İngilizler’den daha tesirli ve onlardan daha ileri bir İslam düşmanıdır!”
Kostümleri, vasıfları, kişileri, teknikleri, taktikleri değişir ama CHP’nin İslam’a düşmanlık üzere zuhura getirilen fıtratı değişmez. Bir müminin bu hakikati bilmemesiyle, bir geyiğin timsahı öz kimliğiyle tanımaması aynı şeydir ve ikisi için de kaçınılmaz akıbet, ölümdür… Birinin kalbinden iman kaçar, öyle ölür, öbürünün gövdesi timsah dişlerinde öğütülür, öyle ölür… Ama illâki, ölürler…
●
Tarih 2008… Gazetelerin manşetini “CHP’den Çarşaf Açılımı” diye bir manşet doldurur… Manşete sebep vakıa ise şudur:
Muhafazakâr vatandaşların yoğunlukta olduğu Sultangazi’deki bir spor salonunda CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partisine katılım töreni düzenliyor. Sahneye alınanlar içinde bir de çarşaflı kadın vardır… 6 oku, 6 kazık halinde Müslümanlara tahsisli CHP’nin rozeti, genel başkanı eliyle bu kadının çarşafı üzerine iliştirilince, bu hadise, ateşle barutun patlamasız kucaklaşması gibi ilginç bulunuyor ve “çarşaf açılımı” ibaresi manşetlere yürüyor. Bu dönemde bazı ahmakların CHP’ye adam olacak çocuk gözüyle bakmaları bir yana, işin sahnede değil de, CHP parti meclisinde tecelliye gelen asıl yönü başkadır. CHP parti meclisinden bir kadın burada Deniz Baykal’ı yüzüne karşı eleştiriyor ve çarşafa rozet mevzuunu kast ederek şöyle diyor:
“Açılacak kapıdan girenler devrim ve laiklik karşıtı insanlardır. Bu açılım ile çarşafın siyasi simge olduğu konusundaki mesaj yok edilmiştir!”
Deniz Baykal, evvela kendi laikliği ve devrimciliğinden şüphe edilmesinden yakınıyor, sonra işin aslını anlatsınlar diye yardımcıları Mehmet Sevigen ve Gürsel Tekin’e topu atıyor:
“Siz bana türbanlı dediniz, çarşaflı demediniz ki! Sahneye gelmişken nasıl in diyebilirdim!”
Yani çarşaflı kadın tombaladan çıkmıştır! Oysa CHP’nin emeli, bir iki türbanlı ile dinsizlik kabasına hafifi bir hoşgörü cilası çekmek ve göz boyamaktır! Hesap şaşar… Ama gerçek izan sahipleri için şu hakikat şaşmaz:
-Birkaç türbanlıya rozet takarak Müslüman Anadolu halkına şirin görünmeye çalışan CHP, rozet takılan birkaç türbanlıyı tıpkı zokaya takılan solucan gibi görür, böylece Müslüman Anadolu halkına duhul etmiş sazanlığın peşine düşer ama CHP’nin, Anadolu koruluğuna sızan katil bir sırtlan olduğu ve bir an önce gebertilmesi gerektiğini bazıları halâ görmez!
CHP’nin gerçek çarşaf açılımı, kurulduğu 1923’te başlar, çarşafta durmaz, kadını mahrem çizgileriyle örten bütün örtülere amma hiçbirine yaymak manasındaki “açılım” ile değil, hepsine yırtmak manasındaki “açılım” ile musallat olur ve hatta CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın yanlışlıkla zuhura gelen “çarşaf açılımı”ndan kısa süre sonra CHP’li kokonalar eliyle ve tıpkı leş çekiştiren sırtlan sürüsü görüntüsüyle ortaya zıplar ve alana getirilen çarşafları parparça ederken vesikalık çektirir!
CHP’nin fıtratı budur, İslam’a dair ne varsa bu ülkeden silmek!
●
Anadolu’ya hakikat güneşi ne sebeple doğmaz?
Doğmaz, çünkü iki türlü kerahete vidalanmış durumdayız:
İlki; CHP’nin aleni İslam düşmanlığı ve bu düşmanlıktan neşet eden fikri ve fiilleri…
İkinci kerahet ise; CHP her ne zaman İslam’a düşmanlık gayeli bir fiile imza atıp ya da bir fikri dillendirse, orta yere atlayan ve kuru gürültüden ibaret bir vaveylayla CHP’nin İslam düşmanlığına şaşkınlık beyan eden ahmak Müslümanlar… Bunların keraheti, CHP’nin İslam düşmanlığını her an yeni başlıyor gibi sıfırlamaktan ibaret menfi bir semereye mütealliktir… Ve bunlar, kendilerine dışarıdan bakan CHP’yi, kavanozdaki Japon balıkları gibi anlamsız bakışlarla izlerler ve CHP’nin İslam düşmanlığı karşısında İslam’a dostluğun fikrî ve fiilî ayaklanışına engel olurlar.
Yolda yürürken aniden yumruk yiyen bir adamın ilk tavrı, şaşkınlıktır. Sonra sıra fıtraten öfkeye ve misillemeye gelecektir. Fakat fıtrat ayarı bozulan ve aniden yediği yumruk karşısında, şaşırmak tavrının ötesine geçemeyen bir adam düşünün… Hep şaşkın ve asla öfkelenip, karşılık verme safhasına geçemeyen bir adam…
Böyle bir adamı kimler dövmek istemez ki!
●
Fikirsiz dindar kanadın, genelde bir asır, özeldeyse çeyrek asırdır, Japon balıklarının baloncuklu kelimelerinden dizilmişçesine serdettiği bir şikâyet nakaratı vardır:
“CHP, camileri ahıra çevirip kapattı!”
Yapmadı mı bunu, elbette yaptı! Ama asıl mesele, fikirsiz dindarlık tarafından bir pisliği görüntülemeye matuf yapılan bu tespitin, genelde bir asırdır, özeldeyse çeyrek asırdır bir merhale öteye taşınamamasında… Kendi kendilerine dönüp daha:
“Peki, camileri ahıra çevirip kapatan CHP’yi sen paçavraya çevirip kapatabildin mi?”
Sualini sorma safhasına bile geçemeyenler, 25 yıl bir başlarına yönettikleri İstanbul’u CHP’ye kaptırınca şikâyetleniyorlar:
“Aa! CHP, Uzunçayır metro durağındaki mescidi kapattı!”
Ya ne bekliyordun? Heykelleri tevazuya davet edip seyreltmelerini, camileri berekete kavuşturup çoğaltmalarını mı?
Kavanozların münzevî ve şaşkın Japon balıklarına şöyle demeli:
“Bir milyar ton kuma denk hafriyata malik iken kapatmadığın fosseptiğin kokusundan en çok da sen şikâyet ediyorsun?”
Bir şikâyet tavrı ki; haddini aşan bir şeyin tersine inkılâbı sadedinde, şikâyet edileni güçten düşürmüyor da, güçlendiriyor. Hatta… Sual ederek izah edelim:
-Mobilya atölyelerinde farkında olmadan tinere alışan işçiler gibi, dindarlığın fikirsiz insan modeli de daima şikâyetlendiği ama imkân var iken kapatmadığı fosseptiğin kokusuna mı alıştı?
Hani CHP’ye:
“Sen hep ol, ben hep şeni şikâyet edeyim ve ben de hep var olayım!”
Der gibi bir vaziyet…
●
İstanbul Belediyesi, dindar kimlikli Ak Parti’den, din karşıtı CHP’ye geçeli birkaç ay oldu. CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi, kendi ukdesindeki Şehir Tiyatroları’nın repertuarından Necip Fazıl Kısakürek’i çıkarınca, güya CHP’yi adil olmak ve herkesi kucaklamak noktasında sıkıştırmak isteyen fikirsiz dindar kanat gene dile geldi ve:
“Hani herkesi kucaklayacaktınız… Oysa Ak Partili ve çeyrek asırlık İstanbul idaresinde Nazım Hikmet’in şu kadar oyunu sergilenmişti…”
Demeye başladı. Tıpkı bir kedinin, kendi fıtratına ihanetle pençesi altına aldığı halde öldürmediği lağım faresiyle, kendi ayakları logar kapağına sıkışınca yüz yüze gelmesi ve kulaklarını kemirmeye başlayan lağım faresine dönerek:
“Ben sana dokunmamıştım ama ya şu senin yaptığın ne!”
Diye şikâyetlenmesini andıran bir manzara…
Bizim, bu manzarada gördüğümüz tek net vaziyet şudur: Türkiye’nin yüzde 75’ine yaslı dindar siyaset, yüzde 25’ine yaslı din lakaytı ve karşıtı siyaset karşısında eziktir ve bu hâl, tek başına iktidar etmek ve yönetimde bulunmak devrelerinde bile ona ezik bir siyaset ve icraat icbar etmektedir.
Yarım müdafaa ruhuyla korumak istediğini, tam hücum edenlerden daha fazla zarara uğratan bu siyaset ve icraat tavrı bilmemektedir ki; Necip Fazıl Kısakürek için CHP, 1950 yılında Büyük Doğu Dergisi’nin kapağına yerleştirdiği şekliyle şöyle bir mana ve karşılığa müstahaktır:
“Bizimle 27 yıl böyle oynayan küfür sıçanını gebertmeden evinize huzur gelmez!”
Necip Fazıl Kısakürek’i, öz hakikat ve strateji dehasıyla Müslümanlar unuttularsa da, onu zindan zindan gezindiren ve yaşarken tattırmadık ızdırap bırakmayan CHP unutmadı, unutmaz da… Aç canavara edilen merhamet, gerçek merhametsizliğin kendisi olarak ona teslim olmak demektir. Ak Parti’nin bu manada Necip Fazıl Kısakürek sevgisi, CHP’nin Necip Fazıl Kısakürek nefreti karşısında, gerçek bir ata nispeten bir lunapark atlıkarıncası gibi sahte kalmaktadır. Zira CHP’nin nefreti gerçek ve ayakları yere basan cinsinden iken, Ak Parti’nin sevgisi kayıtlı, utangaç ve ispat göstermekten ziyade israf gösteren bir gevşeklik cinsindendir!
Ve bu vaziyet, daima tekrar ettiğimiz üzere Müslümanların, tam da Allah Resulü’nün haber verdiği üzere bu devrin hastalığına, yani “vehen”e yakalanmış olmaları zemininde husule gelmektedir.
Kâinat’ın Efendisi’nin:
“Yemek yiyenlerin yemek kabının başına üşüştükleri gibi, insanların size karşı birleşip başınıza üşüşmeleri yakındır…”
Diye meydana geleceğini haber verdikleri hadiseyi, devrinde Sahabî sorgulamış:
“Ey Allah’ın Resulü! O gün Müslümanlar az oldukları için mi bu hale düşecekler?”
Ve Kâinat Efendisi’nden, tam da tasvir etmeye çalıştığımız manzarayı 14 asır evvelinden net bir şekilde ortaya koyucu cevabı almıştır:
“Hayır, bilakis o gün Müslümanlar sayıca fazladırlar. Fakat selin kenara savurduğu çer çöp gibi değersizdirler… Öyle ki; Allah, düşmanlarının kalbinden Müslümanların azametini çekip çıkarır ve Müslümanların kalbine de VEHEN koyar. Vehen, dünya sevgisi ve ölüm korkusudur…”
Dünya sevgisiyle geldikleri makamları parlatmak yerine gümleten Müslümanlar, ölüm korkusuyla da parmak yerine altı okunu sallayan CHP’den korkmakta, böylece yüzde 75’lik bünyesi çer çöp gibi, yüzde 25’lik Kemalizm seliyle sağa sola savrulmaktadır.
Ne imiş; CHP, Necip Fazıl’ı şehir tiyatrolarının repertuarından kaldırmışmış…
Ya ne yapacaktı, senin bir türlü kendi hayatından başlayıp cemiyet hayatına, cemiyet hayatından da devlet aygıtına doğru tecelliye getiremediğin “İdeolocya Örgüsü” için anlama kursları mı açacaktı?
Anlamadıysanız tekrar edelim, Necip Fazıl Kısakürek için CHP şu idi:
“CHP bir parti değil, Türk’e dinini, dilini ve özünü kaybettirmeye memur bir katliam müessesesidir!”
CHP içinse Necip Fazıl Kısakürek, örümcek kafalı bir mürteci idi. Fırsat ilkine (NFK) geçse, ikinciyi (CHP) gebertecek, ikinciye (CHP) geçse, ilkini (NFK) yok edecek… Burası net… Ama yapılan hamaset üzerinden değil de, edilen icraat yönünden kimin gerçekten CHP düşmanı ve Necip Fazıl dostu olduğu mevzuu o kadar da net değildir… Bu durumu herkes, son çeyrek asır için CHP ile Necip Fazıl Kısakürek’e ne olduğunu gösteren skala üzerinden görebilir, böylece kendi öz kıymetini ve gerçek safını ölçebilir…
Şu sualimiz ise bir ölçü vehmi olsun:
-Necip Fazıl Kısakürek’in, halâ yasaklara muhatap kılındığı bir devrede CHP eğer, vatan çiftliğinde çeyrek asırdır bir doberman gibi beslenmediyse, şimdilerdeki bu diş tesirine ve gürültü çapına nasıl erebiliyor?
●
İzah üstüne izah:
- CHP, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerini alınca, kendi partililerini işe almak için binlerce işçiyi kapı önüne koyunca ve tüm çalışanlar için sakal bırakılmasını yasaklayınca ona “Hani kucaklayacaktınız?” demek, tersinden CHP’de Anadolu’yu kucaklayacak bir taraf olduğuna da inanmak demektir. Bunlar değil miydi:
“Biz gelirsek tek bir kişiyi dahi işten çıkarmayacağımıza namus sözü veriyoruz!”
Diyen ve gelir gelmez binlerce kişiyi işten çıkaran… Bunlardı. Yani bir vaatte bulundular ve bu vaatleri tuttu. İş “sözünde durmak” fiiline gelmeden elde etmek istediğini elde etti yani… Öyleyse mesele tüm Anadolu’yla beraber dikkati “tutulmayan namus sözü”nden önce “mesnetsiz vaat” üzerinde toplayabilmekte… Timsahın ön ayaklarını tutunca, dişlerini de tadacaksın demektir. Bu manada işi ikinci safha üzerinde yoğunlaştırmak ve namussuza namus sözünü hatırlatmak, ters tarafından onda namus yoklaması yapmak ve bu yolla onda namus olduğunu da tescillemektir. Misalen: Tilki “Eğer bana şu koruluğu verirseniz bir daha tavuk çalmayacağım!” dediğinde ona “Hadi bakalım göreceğiz!” demek, kümes soyulduğunda da bu defa ona “Hani tavuk çalmayacaktın!” diye eseflenmek, tilkinin inisiyatifi altında eşekleşmek demektir. Oysa tilki bu vaadi verdiği an, tilkinin ve tilkiliğin ne idüğüne vakıf bir cenahtan ya toplu kahkaha, ya da toplu tüfek sesi gelmelidir. Aksi halde: Tilkinin ve tilkiliğin ne idiğüne vakıf olmayana da daha çok tilkilik edilir…
Ez cümle: Kuru gürültü bu şikâyet tavrı bir kenara bırakılmalı ve yalnızca kaybedilen seçimlerden sonra değil, kanun yoluyla canı çıkartılana kadar CHP için Anadolu halkına:
“CHP, Anadolu’nun ruhunu çıkartmak ve böylece kendine yer açmak isteyen işgalci bir habis ruhtur, teslim olma!”
Demelidir.
●
Bataklık kurumadan, sinekler tükenmez! Ya sineklik kafalı kadrolarla bataklık kurutulabilir mi?
Bir ıslık sesi hayal edin: Çalındı… Bir anda sigara dumanları arasında taş dizen, saçlarına röfle çektiren, Ahmet Kaya fonunda gerilla devşirmeye çalışan, evinde pinekleyen, havuzda yüzen, şehirde aylaklık eden on binlerce sineğin bu ıslıkla bulundukları şehrin en büyük meydanına doğru kanat çırptıklarını düşünün… Tamamı, tek bir merkezden kitabına uydurularak beslenen bu sineklerin, beslenme sebepleri sadece bu ıslığa karşılık vermeleri ve kaos istenen anlarda “İşte buyurun!” demeleridir… Ankara Kızılay’da, yüksek kiralı yüzlerce daire, dernek ve lokal tabelası altında konuşlanmış yüzlerce örgüt şubesi… Bunların kiraları nereden geliyor, açık tutulabilmeleri için gerekli finansman nereden sağlanıyor?
İşte nereden geliyor ve sağlanıyorsa, ıslık da aynı taraftan çalınıyor ve Ak Parti iktidarı ne zaman sadre şifa bir işe imza atacak olsa, toplu sinek vızıltılarıyla bu imzaya engel olunuyor?
Mesela Gezi Parkı olaylarında bu ıslık çalındı ve kaydetmeye çalıştığımız sinek örgütlenmesinin en afilisi sahneye koyuldu. Belki Gezi Parkı olayları, verdiği misilsiz zararlara rağmen Ak Parti iktidarını maddede deviremedi ama onun mana kulağına sinek vızıltılarından örülü bir tehdit direği dikti?
Baz istasyonu gibi süresiz yayın yapan bu direk, Gezi Parkı olaylarını icra edenler namına öyle bir zafer belirtmektedir ki; mesela Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın bile “Cenazemde çalınmasın!” diye vasiyet ettiği halde cenazesinde çalınan ruha eza cenaze marşı, bestecisi Chopin tarafından bile “Cenazemde bu çalınmasın!” diye vasiyet edilmişken tüm şehit cenazelerinde çalına gelmekteyken, 2012 sonunda Ak Partili Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın katıldığı bir şehit cenazesinde cenaze sahipleri tarafından susturulmuş, buna rağmen devlet bu marşı susturmayıp kanunî bir mecburiyet halinde bütün şehit cenazelerinde çalmaya devam etmiş, bu durum İslam’a zıt haliyle kamuoyunda yıllarca tartışılmış ve tek başına iktidar etmek avantajına rağmen Ak Parti bu marşı kaldırmayı ancak 2017 yılı sonunda, o da kamuoyu oluşturmak için bir sürü çaba gösterdikten sonra başarmıştır. Bu hadise, sinek üreten bataklığa karşı en etkili silah olarak sineklik kullanan bir hükümetin, tek bir sineğe karşı yetmişlik bir top kullanmak yoluyla kendindeki ezikliği ele vermesi ve tek bir sinekteki kuvveti bizzat şişirmesi açısından mühimdir. Hakikatte bataklığa karşı yetmişlik top ve tek bir sineğe karşı sineklik kullanmayı icbar eden hakikat, Ak Parti’nin yürüyen aksamında maatteessüf mündemiç değildir.
Hal böyleyken Ak Parti sineklere ıslık çalanın CHP olduğunu da, bataklığın nereler olduğunu da görüyor, bunları dillendiriyor ama “ıslık-sinek-bataklık” teslisinden ibaret bu kumpası bozacak adımı atamıyor. Öyle ki; görmekten ve dillendirmekten ibaret kalan vaziyet, kaç mevsimdir artık sinekler için bir kuru gürültü yelpazesine dönmüş durumda…
Daha açık konuşalım:
Kaç mevsimdir Recep Tayyip Erdoğan’dan, CHP’nin İş Bankası’ndaki hisselerinin Hazineye devredileceğini duyar dururuz. Özellikle 2018 Şubat’ında bu konuda adım atacağını kaydetti ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de:
“İş Bankası'ndaki CHP hisselerinin Hazine ve Türk milletine devri hususunda bir kanun teklifi Meclis'e gelirse, biz gereğini yapacağız ve desteğimizi vereceğiz…”
Diyerek bu adımı cesaretlendirdi. Ama aradan neredeyse 21 ay geçti, bu süre zarfında İş Bankası ve CHP, bu adımı engellemek için Atatürklü kaç reklam filmi çekti ama Ak Parti tek karelik bir icraat fotosu dahi çektirmedi. Çektirir mi? Kim bilir? Ama şunu biz biliriz:
-Yapamayacağı bir işi dile getirmek ve o işi yapamamak, onu yapma ihtimallerini kendi eliyle azaltmak olur!
Keşke bizim yıllardır haykırdığımız şu hakikat görülse ve gereği için adım atılsa:
-İş Bankası, mideden bağırsağa CHP’nin hazım organlar takımıdır. Onlar bükülsün ve düğümlensin, bakın o zaman semiz vasfı ne yapılsa eksiltilmeyen CHP nasıl da kendiliğinden sıskalaşmaya başlayacak!
CHP, nasıl Anadolu ovasına serili ve yayılı sayısız mukaddesat verimimizin yok edilmesi için tek bir gayeye, İslam barajının patlatılması hedefine odaklanmışsa, CHP’nin Anadolu ovasına kötülük seren ve yayan vasfının kanun yoluyla yok edilebilmesi için de, kanunsuz bir şekilde ukdesinde bulundurduğu İş Bankası barajını elinden almalıdır.
●
CHP, Türkiye’nin mana plânında işgal üssüdür ve bu haliyle Türkiye’nin madde plânındaki saklı paryalığının da teminatıdır. Vatan, millet, gelenek, edebiyat, kültür, sanat vesair, İslam ile ilinti belirten her şeye, bu ilintileri devam ettiği sürece düşmanlık etmek CHP’nin fıtratındandır, bu onun tabiatıdır, varlık sebebidir. Daha ne kadar söyleyelim: CHP, bu vatana ve millete düşmanlık eden her eşek arısının üslendiği kovandır, bu kovana duman püskürten körüğü hangi el tutuyorsa, o el öpülesi bir eldir ve tamamlayıcı fiiller cümlesinden olarak, baygın eşek arılarını kanun yoluyla gebertecek ve onları kovanlarıyla birlikte faraşa doldurup çöpe atacak kimse ise bu vatanın ve milletin gerçek kurtarıcısı olmaya namzet kimsedir!
CHP’yi partilerden bir parti gibi görmek, CHP’yi görmemektir. Unutulmasın; kalbinde zerre iman bulunan her ana-babanın, partiler arası rekabet gevezeliğinden kurtuldukları ve doğan çocuklarının muskası içine:
“CHP’den topyekûn kurtulmadıkça, topyekûn kurtulmak hayaldir!”
Diye yazdıkları gün, aynı zamanda CHP’den kurtuluş gününün arifesi olacaktır.