İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Ramazan ayındayız… Din gayretiyle yorulmanın, yoruldukça itminana ermenin ayında… “Oruç, mümin karşısında eli sıkılan ama yüzüne bakılmayan bir adam gibi mahcup… Eline edilen toka, aç ve susuz kalmalarımız… Yüzüne kondurulmayan bakış, nefsimizin hoşuna giden her ne var ise hepsini tam gaz kovalamaya devam etmelerimiz… Teravih namazı, İslam’ı öğrendiğini sandıkça kendisinden uzaklaşan mümine dargın… Kuran, kendisine dış cephe sıvacılığı ve hatim gayretkeşliğiyle yaklaşan müminden bizâr… Böyle bir vasatta, kendisi de nakarata döndürülmüş şu iç geçirişi tekrarlamamak ne mümkün:
“Ramazan geldi ama biz Ramazan’a gidebildik mi?”
Ramazan geldi ama biz ona gidemedik… “Ah o eski Ramazanlar” cümlesi, söyleyeninden bıkkın… Ramazan, rehavetin ayı mı? Yoksa sene boyunca biriken rehavetimizi silkelemenin, yeni sene boyunca girişilecek mücadele için güç toplamanın mı? Ramazan’ın, iştikak alakalarına ve bizdeki tedailerine bir bakın:
“Ramd”, kılıç demirini düzleştirmek için iki taş arasına koyup dövmek… Nefsimizi, zahir ve batın nispetleri arasına sıkıştırıp, terbiye kastıyla dövebiliyor muyuz?
“Ramad”, kızgın yerde yürünmesi sebebiyle ayakların yanması… Hayat çölünü aşmak ve yaşanmaya değer ebedi hayata ermek için ayaklarımızı zor şartların zeminine ne denli hazırlıyoruz?
“Ramda”, güneşin çok fazla ısıttığı yer… Mücadele hattındayız, dünyaya başıboş eşekler gibi dolanmaya gelmedik, öyleyse kavganın çok fazla ısıttığı bir ortamda bu gevşeklik niye?
“Ramadî”, yazın sonunda yağan ve ortalıktan tozu kaldıran yağmur… Geçen yılın edilen hata ve işlenen günahlarını Ramazan’ın rahmet sağanağıyla temizleyebildik mi? Yoksa Ramazan tacı addedebileceğimiz orucu bir şekilde tutup da, Ramazan hırkası diye işaretleyebileceğimiz teravihi “Nasıl olsa Sünnet!” yollu bir nefs bahanesiyle sırtımızdan mı çıkardık? Hem de Allah’ın Resulü, inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek teravih namazı kılan bir kimsenin, geçmiş bütün günahlarının bağışlanacağını açıkça söylemişken?
Söyleyin, “Nasıl olsa Sünnet!” bahanesi, tersinden günahı olduğuna inanmamanın da sefil beyanı değil mi? Galiba çocukluk Ramazan’ını özleyişimiz, çocuk günahsızlığıyla Ramazan’dan aldığımız tadın dimağımızdaki izi olmalı… Oysa şimdi Ramazan’a, puslanmış camların ardından bakıyoruz ve ondaki hakikati göremiyoruz… Laik ve Kemalist bir sistem patronajında üstelik, bu puslu camların üzerine bir milyon ton kazurat boca edilmiş vaziyette… Televizyonlar, Ramazan’a değil, kendi kültür ve sanat vasatlarına müşteri toplayan çığırtkanlar… Belediyeler, kementleri “Karnaval Tadında Ramazan” kovalayan insan avcıları… Caddelerimiz, Ramazan’ın mücerret yüzüne karşı sigara üfleyen züppelerin zafer takı… Allah, Ramazan’da “merede-i Şeyatin”i zincirlere vururken, Allah’a savaş ilan etmiş kimseler ve rejimler, kendi şeytanlarını zincirlerinden boşaltıyorlar... Bunu bilmekten öte, yaşıyoruz… İslam’ı, insan gönlüne hitap eden tarafıyla buyur edici ama insan hayatına nizam veren ahkâmıyla kovalayıcı bir rejim, insanlara fert fert tahsis edilmiş şeytanlardan teşkilat kuran bir müessesedir aynı zamanda… Bu müesseseye fert ve cemiyet plânında, ruhlarımızdan tüten ahenkle kurduğumuz teşkilatımızla karşıyız… Ramazan geldi ve belki biz Ramazan’a gidemedik ama gitmeye de gayret ediyoruz… Oruç tutuyoruz… Ama bu orucu sadece midemize değil, gözümüze, dilimize, elimize de tutturmaya çabalıyoruz… Namazlarımıza bütün mevsimlerde musallat olan gaflete, yıkıcı olmasa da sarsıcı darbeler vurmaya çalışıyoruz… Gönüldaşlarımızla, manzaramıza hâkim tepeden öfke devşiriyor, teravihe mahcup davet eden ezanla beraber teravihlerimizi kılıyoruz… Aralarda terennüm ettiğimiz salât ve selamları Allah Resulü’ne:
“Düşmanlarınca kuşatılıyız ama Seriyyen olmak iddiasıyla ölümüne yolundayız!”
Türünden bir aşıklık bestesiyle iletiyoruz… Namazımız konuşuyor:
“Âlemlerin Rabbine hamd olsun…”
Ama şeytanları salınmışların dev hoparlörleri de konuşuyor:
“On yılda on beş milyon genç yarattık en baştan…”
On yıllı, on beş milyonlu gürültü, gönüldaş cemaatinden gelen diş gıcırtılarına karışıyor… Bu arada herkes, Atatürk Kültür Merkezi’nden ve “Çılgın Haluk Levent Konseri”nden gelen zıbarış sesleriyle birlikte yeniden hatırlıyor:
“Hem Ramazan geldi, hem şimdi bir de CHP geldi…”
Öyle ya; Ankara’ya 25 yıldan sonra, içinde mana yönüyle birkaç Moğol ordusu taşıyan CHP idaresi yeniden geldi… Cami minareleri arasında:
“Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan!”
Mahyaları gerili, CHP’nin insan nefsleri ve şeytan direkleri arasında gerdirdiği mahyasındaysa şu yazılı:
“Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa…”
Müminler için 14 Ramazan 1440, CHP için 19 Mayıs 2019… İman ve ideal ufkumuza şu levhayı nur çizgileriyle yazıyoruz:
“Ramazan’ın bütün hakikatiyle yüz göstereceği gün, CHP’nin bütün zerzevatıyla vatanımızdan def edileceği gün olacak…”
Ha gayret… Teravihe niyet… Sallü alâ M….d!