Provokasyon Mütehassısları

Yazan: 20 Nisan 2019 2802

Ülkemizde mensubu en çok olan, en kolay ve en ucuz yolla elde edilen yüksek(!) meslek nedir biliyor musunuz? Provokasyon mütehassıslığı... Bu insanların kendisini belli etmesi için ortamda alışılmışın dışında bir hareketlilik olması yeterlidir. Hemen avazı basarlar:

                “Provokasyonlara gelmeyelim!”

Provokasyon denilen, hadiselerin cereyan edişi sırasında işin çığırından çıkarılıp bambaşka bir mecraya dönüştüğü ve genellikle menfi sonuçlara sebep olduğu saklı ve sinsi emeller elbette vardır. Biz bunu inkar etmiyoruz. Bizim karşı çıktığımız şey, hadiselerin mazisini ve anını muhasebe etmekten aciz, istikbalin kolaçanlığını yapmaktan gafil tiplerin sosyal mühendislik edalarına bürünüp, bağlı bulundukları fikir merkezinden aldığı motivasyonla hadiselerin akış seyrini müspet anlamda değiştirme gayretinde olan, samimiyet ve aşktan başka da hiçbir suçu(!) olmayan insanlara bu gayretlerinden ötürü “Provokatör!” damgası vurmalarıdır. Bu tiplere göre en yaşanılası diyar; rüzgarların esmediği, suyun akmadığı, horozların ötmediği, aslanların kükremediği ve karıncaların ağustosböceği takıldığı yerdir… Hasılı; hak ve hakikat namına ölçülü bir hamle trafiğinin yaşanmadığı kuytulardır. Örümceklerin ağlarını serdiği yerdir bir nevi… Örümcek de zaten, hamle trafiğinin olmadığı muhitleri ağlarıyla mühürleyerek hal diliyle “İnsan olmanın gerekliliği olan hareket ve aksiyondan eser kalmadığı için burası ölü bölge ilan edilmiştir.” diyen zabıta değil midir?

Ne taşkınlık ne de suskunluk… Ne ifrat ne de tefrit… İkisi de Müslümanların hadiseler karşısında kuşandığı tavır değildir. Kılı kırk yaracak bir hassasiyetle birlikte yeri geldiğinde tabi olduğu mukaddes ölçüler için evlad-ü iyalden geçecek bir gözü karalığa da sahip olmalıdır Müslüman… Bunun aksi zaten mümkün değildir. Mümkün olsaydı İslam tarihi boyunca ne bir tefekkür deryası teşekküle gelirdi ne de cihad iştiyakıyla yeni fetihler gerçekleştirilirdi… Burada duralım ve meramımızı izah için mezkur provokatör mütehassıslarının mesleklerini nasıl icra ettiklerine bir bakalım isterseniz. Misal, Ayasofya’nın aslî hüviyeti olan camiliğine tekrar kavuşması için hassasiyet sergilersiniz, mütehassıslarımız hemen devreye girer:

“Provokasyonlara gelmeyelim!”

“Allah ve Resulü dışında hiç kimse tartışılamaz ve sorgulanamaz değildir. Allah ve Resulü dışında herkesin düşünceleri de icraatları da ilim ve fikir haysiyeti hudutları içerisinde tartışılabilir ve sorgulanabilir. Buna en yakınımız da birinci cumhurbaşkanı da dahildir.” dersiniz, mezkur mütehassıslarımızın göz bebekleri büyür ve anında olaya müdahale eder:

“Provokasyonlara gelmeyelim!”

Bir tane Allah ve Resul düşmanı çıkıp Allah’a ve Resulü’ne ağız dolusu küfür eder, İslam’a çağ dışı der, başörtüsüne rahibe kıyafeti der, Müslümanlara mürteci der, siz de Müslüman olmanın gereği olarak asgari tavuğunuza “kış” denmesine vereceğiniz tepkiyi gösterirsiniz, mütehassısımız hadiselere üst perdeden bakıcı ulvi(!) makamından homurdanır:

“Provokasyonlara gelmeyelim!”

Gelenden de, gidenden de, sonrasında gelecek olandan da razı olan halleriyle bu adamlar, İslamî mücadelenin danışma merkezi olmadığı gibi bir de bu mücadelenin kol ve kanat kuvvetini işin en başında kelepçeleyenlerdir. Ne ifrata kaçacağız ne de tefrite düşeceğiz… Bu çok bilmiş mütehassıslar tefrite direksiyon kırmış vaziyetteler. Bir de bu ruh halinin toplumumuzda maya tutmasının mazisi var tabi. Fetullah Gülen denilen ifrit, bu pasif, düşmandan (haçlıdan) razı, sağına tokat atılınca solunu dönücü pısırıklık tavrı takındıran anlayışı, kırk yılda azar azar toplumumuzun idrak ve izan damarlarına enjekte etti. Yani Fetullah Gülen kırk yıl boyunca insanımızın beyin trafiğini işgal edip buradaki yön tabelalarıyla oynadı. Hal böyle olunca bu zihniyeti bir anda toplumun beyninden söküp atmak da mümkün değil. Adam Fetullah Gülen’e sövüyor ama misal 10 husustan 9’unda onun gibi düşünüyor. Fetullah Gülen’e düşmanlık yaparken bile hala onun düşünce patronajında olduğunun farkında değil yani… Neyse… Meselemize geri dönelim… Şöyle düşünelim… Bir mahalle ve bu mahallede oturan iki tip insan var… Mahallede ansızın cereyan eden bir hareketlilik ve bu hareketlilik karşısında bahsettiğimiz tiplerin takındığı tavırlar… İlki, dışarıdan gelen sesi duyar duymaz mahalleye bakan odanın penceresine koşup perdeyi aralar ve bir kavganın koptuğunu görür. Bunun üzerine de perdeyi kapatır, ışığı söndürür ve eğer bu esnada kapı çalarsa da kulaklarını tıkayarak kapı sesini duymamazlıktan gelir. Üç maymuna oynar yani… Diğer mahalle sakinimiz de duyduğu sese karşılık pencereye koşup dışarı baktığında bir sıkıntının olduğunu anlar ve “La havle…” çekerek derhal kendisini dışarıya atar… Olay yerine intikal edene kadar da yolunun üzerindeki komşularının kapılarını çalarak kendisine dahil olmalarını sağlar. Dışarıdaki hareketlilik mahallenin huzuruna kast eden menfi bir şey ise eğer, imkanı nispetince buna engel olmaya çalışır. Yok eğer mahalleli arasında yaşanan bir tatsızlık ise de olayı yatıştırmaya çalışır. Her iki halde de müspet bir tesir hasıl olması için didinir. Diğer tipimiz zaten ortalıkta yoktur. Olmadığı için hadiseye yön vermek gibi bir ihtimali de yoktur. Onun, içinde yaşadığı cemiyete nispeti, duvarda asılı olan bir tablonun içinde bulunduğu eve olan nispeti gibidir. Yani varlığı da yokluğu da birdir... Lakin diğer tipimiz hadiseye müdahil olduğunda, bu durumun zatı açısından menfi sonuçlara sebep olma ihtimali varsa da hadiseye yön verip kendisiyle birlikte sakini olduğu mahallenin istikbalini kurtarma ihtimali de vardır. Ölmek korkusuyla savaşa katılmamak, kaybetmek korkusuyla ticaret yapmamak, kaza yapmak korkusuyla araba sürmemek neyse; Provokasyona gelmemek kaygısıyla(!) cemiyete açılan perdeyi kapatıp ışığı söndürmek de odur! Her hususta olduğu gibi bu hususta da yolumuzu aydınlatan bir kandil olan Kainatın Fahri(SAV.) şöyle buyurur:

“Cesur, merzuktur!”

şamil basayev

Merzuk; rızıklanmış, ihtiyacı verilmiş, saadetli kimse demek… Bakınız, bahsettiğimiz mütehassıslarımızın içinde bulundukları ruh hali bir hastalıktır. Ve bu hastalıklı kafaya göre yangına körükle koşan adamla birlikte, Osmanlı’da sürekli fitne ve fücur kazanını kaynatarak huzursuzluk çıkaran şiilere bu huzur bozanlıklarının faturasını daha şehzadeliği döneminde kesmeye başlayan Yavuz Sultan Selim de, bir Müslüman kadının yaşmağına el uzatan Fransızı yokluk uçurumuna yuvarlayan Sütçü İmam da, 15 Temmuz 2016 gecesi pislik Fetullah Gülen’in darbe girişimine karşı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan henüz halkı sokağa davet etmeden saatler önce sokağa çıkıp kurşuna, tanka ve uçağa kafa tutan Anadolu çocukları da provokatördür! Bu kılkuyruk mütehassısların sosyal mühendis takılarak takındıkları efemine tavırlar karşısında insanın provokasyonlara gelesi gelir… Lakin; aşkı imanından, öfkesi fikrinden mülhem olan mukaddesatçı Anadolu çocukları ne zaman, nerede, nasıl davranacağını çok iyi bilir… Zira o, tek zerresi kaybedilince bütünü de kaybedilecek anlamına gelen “Mukaddes Emanet” i yüklenmiştir. Ve bu emanetin üzerine de tir tir titremektedir. Siz, aşkının ve öfkesinin kanatlarını takınan bu Anadolu çocuklarından korkmayın! Siz asıl, düşman işgaline uğrama ihtimali her zaman mevcut olan vatanımızda (Allah muhafaza) eğer ileride böyle bir işgal vuku bulursa provokasyonlara gelmemek için perdesini çekecek, ışığını söndürecek ve hatta düşman yatak odasına kadar dayandığında en fazla kapının altından namusuna bulaşmaması için düşmanına rica dilekçesi uzatabilecek olan bu kılkuyruklardan korkun!

Bir çeçen atasözüyle yazımızı noktalayalım:

                “Karşı kıyılar için savaşmayan; gün gelir kendi kıyısında savaşmak zorunda kalır!”

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi