İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Murâkabe; iç âlemi kontrol etmek, gözetlemek, dikkati belli bir noktaya toplamak gibi mânâlara gelir. Tasavvufta “kalbi ona zarar veren şeylerden korumak, ‘Allah her an beni görüyor, kalbime nazar ediyor.’ idrâki içinde olmak” veya “feyz beklemek” şeklinde târif edilmiştir. Yani murâkabe, insanın iç âlemine yönelerek kendi hâlini daima muhasebe ve tefekkür etmesidir. Böylece mümin, her an uyanık bir kalp ile Allahu Teâlâ’nın huzurunda olmanın keyfiyetine varır. Dünya hayatında, son nefesini verene kadar devamlı imtihan içinde olduğunu bilen kimse için murâkabe zorunlu bir hâl alır. Ömür boyu istikamet üzere olmak dâhi insanı şeytanın hile ve tuzaklarından emin kılmaz. Çünkü sırat-ı müstakim üzere bir hayat süren kişinin de birtakım nefsâni problemleri olabilir ve bunlar onun doğru yol üzerinde yalpalamasına hatta düşmesine sebep olur. Bunu engelleyecek olan şey ise en başta belirttiğimiz hayatın her ânını disiplin altına sokacak murâkabe ve kontrol sistemidir.
Peygamber Efendimiz'in (sav) “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol!” buyurmalarındaki hikmet; asıl meselenin yalnızca farzları yerine getirip haramlardan kaçınmak gerektiği değil, yeri geldiğinde şüpheli şeylerden bile uzak durarak doğruluğun, Allah katında ihlasın bu şekilde olacağını belirtmesidir. Tâbi, bu sırada insanın murâkabenin kendi ile Rabbi arasında olduğunu fark etmesiyle beraber, onun bu ihlasının, hayatının her ânına yansıyacağını bilmek gerekir. Misal verecek olursak; uykusunun ne kadar olması gerektiği, gün içinde hangi saatte yatılacağı, hangi saatte kalkılacağı, yemek yerken, su içerken nasıl hareket edileceği, insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracağı vakit nasıl bir yol izleyeceği gibi her lahzâda huzurda olmanın bilinciyle kitap ve sünnete uygun hareket etmesi vs…
Hz. Ali (ra) Efendimiz murâkabeyle ilgili mealen buyurmuşlar ki: “Allah’tan korkun! O, siz konuştuğunuz zaman duyuyor, kalbinizde gizlediklerinizi de biliyor.” Yani Allahu Teâlâ ne kadar bizim zâhiri olan fiillerimizden haberdarsa aynı zamanda kalbimizde gizlediğimiz, diğer insanların haberdar olmadığı duygu ve düşünceleri de bizden daha iyi bilmektedir. Buradan anlaşılıyor ki, hayatımızı idâme ettirirken takındığımız iyi hareketleri kalbî anlamda da kötüden iyiye, çirkinden güzel hâllere rücû ettirmemiz gerekmektedir.
Allah dostlarının murâkabeyi yaparken takındıkları hâl ise onu salt anlamda dînî bir ritüel gibi belirli zamana sıkıştırmaktan öte, hayatın her alanına o idraki yerleştirmekle olmuştur. Allah rızası için çok dikkatli olup, hadiselere çok dikkatli bakmak ile insanın ufku açılır ve uyanık hâle gelir. Etrafta yaşanan hadiselere, doğa olaylarına bakarken onların her birinin bir müsebbibinin olduğunun farkına varması, yaratılışlarındaki gayeyi anlamaya çalışıp tefekkür etmesi de insanı gafletten korur. Güneşin neden yaratıldığı, yıldızların ihtişamını, onların yerleştirilme biçimini düşünmek, yeryüzünde yaratılanların faydasını anlamaya çalışmak gibi birçok örnek bu mesele için gösterilebilir.
İşte böyle bir hayata sahip insan için; ilim, sohbet, cihad, yazı, hitabet gibi İslam’ı hakikatine uygun yaşamak ve yaşatmak maksadıyla yapılan her şey daha ihlaslı ve samimi olacaktır. Samimiyet ve ihlasın olduğu yerde ise sonuç her hâliyle Rıza-ı İlahî’ye uygundur. Bizler biliyoruz ki Asr-ı Saadet devrinden beri Allah Resulü (sav) başta olmak üzere sahabe, tabiin, tebeu tabiin, Allah dostları ve âlimler yapmış oldukları her türlü işi bu hâl üzere yaptıklarından, netice de hep güzel olmuştur. İslam’ın dünyanın dört bir tarafına yayılması; ilmin hakikatine uygun öğrenilmesi, öğretilmesi, yaşanması; Müslümanların ahlâkının kâmil hâle gelmesi; şehadet, gazilik ve ardından gelen fetihler sonucunda şehirlerin, köylerin mimarisinden komşuluk ilişkilerine değin ne kadar alan varsa sebebi Allah Teâlâ’nın bizi sadece camide veya evde değil her an her yerde gözetlediğinin farkında olmamızdan kaynaklanır. Biliyoruz ki, biz kullar olarak emredilenleri yapmakla yükümlüyüz, en son olacak ise Rabb’imizin takdiridir.
İstettirir verir, istettirir vermez, istettirmez verir, istettirmez vermez…
Murakabe meselesi kısaca böyle, peki günümüzde aslında bilindik şeyleri söyleyen fakat insanlar arasında başarısı ve disiplini ile daha fazla öne çıkan kişilerin sahip oldukları öz disiplin nedir? Başka kimsenin size ne yapılacağını söylemeden kontrollü ve sıkı bir çalışma ile ne gerekiyorsa onu yapmanın adı öz disiplindir diyebiliriz. Ortada belirli bir hedef var, ona ulaşmak için sizin gerektiği kadar çalışmanız lazım. Bu sırada sahip olunan alışkanlıklar, duygu, düşünce ve davranışlar bizim elimizde olmalı ki işimiz daha kolay olsun. Bunun için de düzenli uyku, dengeli beslenme, kendiyle barışık olma, hedef belirleme, spor yapma, zaman yönetme gibi aslında hakikatinin tamamı Kur’an ve sünnette yeri olan nebevi yaşam ile hayatı geçirmek, disiplini zaten sağlayacaktır ki bir Müslüman’ın en büyük ve asıl hedefi Allahu Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır. Burada hedefin ulviliği insanı suflî olan hedeflerden çok daha fazla dinç ve diri tutacaktır. Geçmişi kendine ders olarak görüp ona takılı kalmayan, gelecek içinse endişelenmeyen Müslüman, an neyi gerektiriyorsa onu kimse söylemeden kendinden zuhur ederek yapmalıdır. Bir de öz disiplin meselesinde insanın ulaşacağı son yer nefsâni anlamda sahip olunacak yaratılmış bir mahluk olmaktan öteye geçemez. Murâkabede ise ulaşılmaya çalışılan şey Allah rızası olduğu için bu son nefese kadar devam eden ve her an biraz daha yaklaşılan ama asla olduğundan emin olunamayan bir mevzudur, bu da insanı sıkılmadan, gücenmeden, yorulmadan büyük bir çaba içerisine sokar. Yalnızca şahsî bir mevzu olmaktan çıkıp hayatın her tarafına yayılan kalbî mutmainlik toplumun da düzene girmesini, olayların hakikate uygun çözülmesini sağlar.
İnsan, hayatın meşgalesi içinde bütün bunları unutmadan yaşadığında yapacağı işleri belirli bir düzen ve plana göre yapar ki bu insanı disiplinli, heyecanlı, hareketli bir yapıya sevk eder. Neticede kişi kendini bilir, hedefini belirler ve sonuç olan Rıza-ı İlâhi’ye kendini odaklarsa imandan sonra dosdoğru olmanın ne demek olduğunu da anlar. Allahu Teâlâ bu dosdoğruluğu tüm samimi Müminlere ve bütün gönüldaşlarımıza nasip eylesin.