İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
İnsan ömrü, iki ana aktörün -doğum ve ölüm- arasına âdeta sıkıştırılmış kısa bir vakitten ibâret… Bu iki aktör arasına sıkıştırılmış hâlde duran zaman mefhumu hiç durmadan devamlı ilerlemekte, öyle ilerlemekte ki bir ânı tutup bir daha onu yaşamak muhal. Ömür gelip geçerken insanın bu denli hızla akan zaman içinde kendine dönüp bakması hayatı anlamlandırması için ilk şart. Çocukluktan başlayıp gençlik çağlarına kadar devam eden okul, sınav telaşı; gençlikten yaşlılığa iş, evlilik, çocuk büyütme meşgalesi derken çoğu şeye güç yetiremez bir hâle gelip yaşlılık evresine geçiş ve sonunda ağızların tadını bozan ölüm gerçeğiyle karşılaşıyor insan. Bugün maddede terakki etmeyi gerçekleştiren fakat mânâdan yani ruhtan yoksun kalan dünya bize gösteriyor ki insan her ne kadar yese, içse, paraya, makama sahip olsa da bunların hiçbiri kalbin mutmain olmasına yetmiyor. Günümüz seküler dünyasında intihar oranlarının artmasının en büyük sebeplerinden birisi de bu. Maddi varlık içinde ruhtan yoksunluk, dünyalık anlamda çoğu şeye sahip olsa da insanın devamlı içinde bir ukde kalıyor. İşte insanlığın içinde ukde kalan o şey insanı insan yapan Gaye İnsan Ufuk Peygamber (sav)’e yaklaşma, yaklaştıkça huzura kavuşan kalp. Tasavvufta bütün meselenin başı, meleklerin bile bilemediği yalnızca Allah ile kul arasında olan İlâhî tecelligâh. Kalbin bu anlamdaki yeri her insan için farklı ki bizim de konumuzun dışında.
Allah Resulü (sav)’nün kâinatın yaradılış sebebi olmasındaki hikmet bağlamında insan, ömrünü nasıl ve ne ile geçireceğini de O (sav)’ ndan aldığı vakit dünyanın da ahirete geçişte köprü görevi görmesi hasebiyle burada ne için var olduğunu idrak etmeye başlar. Bu idrak ile sanatta, fikirde, eğitimde, siyasette velhasıl hayata dair olan her meselede O (sav)’nun sünnetini tatbik etmekle temeli atılan bir ömür hem bireysel hem de cemiyet hayatında yaşanmaya değer hayatı bize gösterir .Günümüzde sekülerizmin bize dayattığı liberal hayat tarzı insanı her geçen gün yalnızlığa itip onun toplumdan uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Toplumdan uzaklaşan insan için de yanlışa düşmek ahlâken bozulmak da kolay bir hâle gelebilir. Bundan dolayıdır ki Allah Resulü (sav) ‘Cemaatte rahmet vardır.’ buyurmuşlardır. Topluluk ile beraber hareket eden insan yanlışa düşse bile bir zaman sonra yanındaki diğer insanlardan hâyâ eder ve kendini düzeltmeye çalışır. Bu yüzden bir Müslüman ömrünü Allah ve Resulü yolundan giden insanlarla bir arada geçirmeli bu anlamda kendini cemiyetten soyutlamamalıdır. Yine ‘Kişi arkadaşının dini üzeredir’ hadis-i şerifinin ne mânâya geldiği de bu meseleyle anlaşılıyor. Ashab-ı Kiram (R.anhum)’ın birbirlerini gördükleri vakit gel seninle iman tazeleyelim derken takındıkları tavır İslam’da arkadaşın ne derece mühim bir mesele olduğunu ortaya çıkarıyor.
Evet, insan yalnız başına bir ömür geçiremez, buna yeltendiği vakit de dünya ve ahiret saadetine erişmek pek mümkün olamaz. Hz. Âdem (as)’ den beri insanlar münferit anlamda bir işe koyuldukları vakit bunun farklı coğrafyalara, ileri zamana taşınabilmesi için meselelerini bazen sözlü bazen de yazılı olarak cemiyete taşımışlardır. Buna da dünya üzerinde en güzel örnek Allah Resulü (sav)’nün hadis-i şeriflerini arada kopukluk olmadan en sağlam silsileler halinde günümüze taşıyan hadis ravileridir. Günümüzde bunca bilgi kirliliğinin içinde güvenilirliğinden emin olduğumuz yüzlerce sünneti yerine getirebilmenin insana verdiği güzellik tartışılmaz. İnsanın hayatını anlamlı hâle getiren O (sav)’ nun hayatı bize bu yolda en büyük rehberdir.
Yazmak, konuşmak, sahip olduğu bilgileri başkalarına iletmek insan fıtratında vardır. Burada aktarılan bilginin ne kadar kayda değer olduğu en mühim mesele… İşte, Allah Resulü (sav)’nün varisleri ilmiyle amel eden âlimler başta olmak üzere her Müslüman da meselesinin divanesi olduğu ve bunu güncel meselelerle hemhâl ettiği vakit insanın arkadaşına, eşine, dostuna topyekûn bütün bir insanlığa faydası dokunmaya başlar. Tersinden bu cemiyetin içinde olup kendi varoluşsal sıkıntılarına çözüm bulamayan insan da Müslümanlar’ın yaşadığı topluluk içinde hakikati yaşamaya, hayatını anlamlandırmaya başlayacaktır.
Buraya kadar fert ve cemiyet arasındaki bağı her meseleyi yerli yerince konumlandırması gereken Müslümanlar’a göre anlattık. İnsanın aklında kocaman soru işaretlerine sebep olan kendine, ailesine, dünyaya yabancılaşan günümüzdeki Müslümanlar’ı da hangi tarafa koymak gerekir, tartışılır. Ne Batı’daki gibi hepten bâtıl ne de tam anlamıyla hakikate teslim olmuş, bugünün dünyasında çoğu meseleyi kendi içinde konumlandıramamış bir tipleme. Bu tiplemeleri hakikate teslim olucu bir tavra büründürmek için de her meselede kaynaktan -Kur’an ve sünnetten- kopmadan en ileride olmak, en güzel olanı yapmak bunu ferdî bir şekille birlikte asıl yapılması gerekeni toplumun tamamını etkileyecek olan medyayı, toplum nazarında önemli yeri olan insanları bu hâle getirmek gerek. Hâsılı, ne kadar bâtıl, Allah Resulü (sav)’ ne uymayan ne kadar tavır, İslam’dan gibi gözüküp İslam’ı içten yıkmak isteyen ne kadar görüş varsa hepsini Allah Resulü’nün, ashab-ı kirâmın, Allah dostlarının karşısında hesaba çekmek, pörsüyen, küflenen sığ idrakleri temizlemekle fert ve cemiyeti ağaç kökü ve toprak arasındaki gibi bir bağ ile bağlamakla insan kendini bilir, kendini bilen Rabbi’ni bilir.