Şia

Yazan: 02 Şubat 2019 3590

TEŞHİS:
Tohumlarını İbn-i Sebe’nin attığı, Yahudi eliyle atılan bu tohumların Kerbelâ’da tuttuğu, Şah İsmail döneminde neşvü nema bulup, Humeyni Devirimi ile kemale ererek rüştünü ispat ettiği Şiîlik; Pers putperestliğinin, Zerdüşt itikadının yine Yahudi eli ile İslam kisvesine büründürülmüş halidir. Şiîliğin bir mezhep değil İslamı içinden çürütüp yok etmeye memur bir din olduğunu anlamak, idrak etmek için mutaassıb(!) bir Sünnî olmaya gerek yok. Herhangi bir tv programında konuşan bir stratejistten dahi İran’ın mezhepçi yayılmacılığı, İslam’dan farklı, uzak bir politika izlediğini duyabilirsiniz. Bir Ehl-i sünnet müdaafiği olan Saddam Hüseyin ile sekiz yıl savaşıp onun iktidardan indirilmesi için bir uçak dolusu mollayı Amerika’ya ricacı olarak gönderen, Mursi’nin, firavun torunları tarafından idamına karar verilmesini, sokaklarda kitleler halinde sevinç nidaları ile kutlayan, Suriye’de Sünnî avına çıkan Şiî milislerin kendilerine uzatılan mikrofonlara, “biz buraya intikam almak için geldik!” diye salyalarını akıtarak konuşmasına bakarak dahi Şiiliğin ne idüğü hakkında fikir sahibi olabiliriz.

sia2

TARİHLERİ:
Siyasi olarak ABD’nin, itikadî olarak da İsrail’in uzantısı olan İran’ın resmi mezhebi olan Oniki İmamcılığın temellerini atmış olan İbni Sebe, tıpkı Hristiyanlığın kurucusu Pavlus gibi o da döneminde ortaya çıkan gelişmeleri, yaşanan olayları, çeşitli kültür ve inanç unsurları ile ustaca kararak ortaya yeni bir inanç çıkarmayı başarabilmiş bir isimdir. Rafıziliğin vesayet, imamet, recat inançları ve gulattaki hulül inancı Sebe patentli inançlardan birkaçıdır.

A.b. Sebe, önceleri Hz. Ali’nin etrafında bulunan Ali Şiasından bir fert olarak yer almış ayağı yer tutunca Rafıziliğe vücud verecek olan fikirlerini tedricen izhar etmeye başlamış nihayet işi, Hz. Ali’nin ilahlığını iddia edecek raddeye vardırmıştır.

Hz. Ali (r.a), etrafında kümelenen bu tıynet ve zihniyetteki kişilere yönelik irad ettiği konuşmada şunları söylemiştir:

“Canımı elinde tutana yemin olsun ki o topluluk mutlaka size galip gelecek. Bu, onların sizden daha haklı olduğundan değil bâtıl davalarına sahip çıkmalarındaki süratlerinden ve sizin benim hakkıma sahip çıkmada ağır davranmanızdan olacak. Başka milletler yöneticilerinin zulmünden korkarken, ben yönetimimdekilerin zulmünden korkar hale geldim. Bağilere karşı sizi cihada teşvik ediyorum, daha sözümü bitirmeden Sebe’nin çocukları gibi dağılıp gittiğinizi görüyorum.”

Aynı münafık hizbin hile, desise ve zulmünden Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin de nasibini almış, Hz. Hasan’ın “ümmetin kanı daha fazla akmasın” diye hilafeti Hz. Muaviye’ye devretmesi üzerine bu azgın kitle Hz. Hasan’a: “ Ey Hasan! Daha önce babanın şirk koştuğu gibi sen de şirk koştun.” diyerek onu küfürle itham etmiş ve el Cerrah bin Sinan, elindeki hançeri Hz. Hasan’ın dizine saplamıştır. Hz. Muaviye ile sulh akdi yapıldıktan sonra onu gördükleri yerde “Esselamu aleyke ya müzillel mü’minin” diye hitap etmişlerdir.

Hz. Hüseyin’in şehadetinde önce onu binlerce bey’at mektupları ile Kufeye çağıran, ardından da onun mübarek kanını akıtan azgın güruhun yanında saf tutanda bu hiziptir. Kerbelâ topraklarına vardığında uğradığı gadri gözleri ile gören Hz. Hüseyin kendilerine şöyle seslenecekti: “Eğer sözünüzde durmaz, ahdinizi bozup bey’atimi boynunuzdan atarsanız, yemin olsun ki bu sizden beklenmeyen bir hareket değildir. Siz bunu daha önce de babama, kardeşime ve amcamın oğlu Müslim’e yapmıştınız. Aldanmış kişi size aldanmış olandır.”

Meseleye Şia’nın imamet ekseninde oluşturduğu tarih kurgusundan başlamak gerekirse Şiî İmamiye’ye göre Rasulullah (a.s) kendisinden sonra Hz. Ali’nin imam olabilmesi için çaba sarf etmekteydi. Çünkü Rasulullah riaseletini başından beri Hz. Ali’yi tayin etmekle görevlendirilmişti. Rasulullah, vefat etmeden önce görevi gereği Ğadir-i Humm’da Hz. Ali’nin imametini vasiyet etmiş ve hatta Hz. Ali’nin imameti için söz konusu yerde sahabeden biat almıştı. Vefatı yaklaşınca bir- takım çekinceleri dolayısıyla Hz. Ali’nin imametini sağlama almak için bazı girişimlerde bulunmuştu. Bu cümleden olmak üzere hastalandığı günlerde Üsame (r.a) komutasında ordu çıkaran Rasulullah’ın temel gayesi Hz. Ali’nin hilafetini daha rahat bir ortamda ilan etmekti. Ancak orduya müdahil olunması neticesinde sefere çıkılmamış ve bu sebeple söz konusu ortam sağlanamamıştı. Hz. Peygamber’in bu siyasi gayesi art niyetli kimseler tarafından engellenmişti. Bu husustaki bütün mesuliyet başından beri planlı hareket eden Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e aitti.. Rasulullah’ın (a.s) vefatı ile birlikte o kargaşa ve meşguliyetten istifade ile Hz. Ebubekir halife ilan edilmişti.

Şia, Hz. Ebubekir’in (r.a) kendisinden sonra Hz. Ömer’i halife olarak tayin etmesini ise daha önce yapılmış bir anlaşma ile gerekçelendirmiştir. Bu anlaşma Sakife toplantısında Hz. Ali’yi halifelikten uzaklaştırmak için yapılmıştı. Zaten Hz. Ömer, Hz. Ebubekir’den sonra kendisinin halife olması şartı ile bu anlaşmayı kabul etmişti. Hz. Ömer’in şehit edilmesi ile halife seçilen Hz. Osman da benzer bir usülle halife olduktan sonra onun da şehadeti ile nihayet Hz. Ali halife olabildi. Şia’nın ilk imamı kabul edilen Hz. Ali bir harici tarafından zehirli hançerle şehit edilince kısa süreli bir yönetim boşluğu oluştu. Şia’ya göre Hz. Hasan’ın halifeliği de babası gibi Hz. Peygamber tarafından belirlenmişti. Şia, Hz. Muaviye’nin Hz. Hasan’ı kendisinden sonra halife olmasının önüne geçmek için öldürttüğünü iddia etmektedir.

Hz. Hüseyin bin Ali’nin ilahi tayinle üçüncü imam olduğuna inanan Şia, onun da Yezid bin Muaviye tarafından hicretin 61. yılında Kerbelâ’da şehit edilmesi ile ciddi tramvalar geçirmiştir.

İTİKATLARI:
Ehl-i Sünnete göre inanç esasları; tevhid, nübüvvet ve ahret ile sınırlı iken Şiilerce adalet ve imamet de buna eklenerek çerçeve genişletilmiştir. Dikkat edilirse siyasi bir hüviyet arz eden imamet meselesi dini platforma taşınmış ve bir inanç esası olarak kabul edilmiştir.

Oniki İmamcı Şiiler, diğer pek çok Şii fırkada da olduğu gibi kendi mezhebini Rasulullah (a.s) dönemine kadar götürmektedirler. Nass ve tayin ile atanan “efdal”, “a’lem” ve “masum” olan bu imamların sayısı on ikidir. Burada imamların silsilesine değinmeden sadece bir noktaya dikkat çekerek mevzuyu ana hatlarıyla ele alacağız.

Beda (Allah İçin Yeni Bir Kararın Zuhur Etmesi) Bu düşünce şu şekilde neşet etmiştir; İmamiye akidesindeki mevcut silsileye göre imamet, Hz Hüseyin’in evlatlarına geçtikten sonra babadan en büyük oğula intikal eder. İmam Cafer’in en büyük oğlu İsmail, babası hayatta iken vefat edince imamet kardeşi Musa bin Cafer’e geçmiştir. Bu değişiklik Allah’a hâsıl olmuş bir beda olarak isimlendirilir. Buna göre ilahi imamet en büyük oğula intikal etmesi gereken doğal çizgiye uymamıştır. Şia’nın birliğini tehdit eden bu hususta imamiye, böyle bir vartadan kurtulmak için beda görüşünü ortaya atmıştır.

Bu ideoloji öyle bir noktaya gelmiştir ki Oniki İmam yalnız “masum” ve “yanılmaz” değildir; onlar bütün peygamberlerin ilminin varisleridir, geçmiş peygamberlere indirilmiş bütün kitapları kendi orijinal dilleriyle bilirler. Onlar geçmiş ve gelecek her şeyin bilgisine vakıftırlar. Onlar ne zaman öleceklerine kendileri karar verirler. Efendimiz (s.a.v) onların imametini tahkim için gönderilmiştir. Ümmetin amelleri onlara arz olunur. (el-Kuleyni, el- Kafi)

Onlara göre mut’a nikâhı Nisa 4/24. ayet gereği meşrudur. Ayrıca mut’a nikâhını yasaklayan Hz. Peygamber değil Hz. Ömer’dir.

Şii fakihlerin çoğu sarih nassa rağmen içtihad edip öğle ve Cuma namazı arasında tercih yapabilmeye cevaz vermişlerdir. Cumanın ikamesi için İmam Mehdi’nin hazır bulunmasının şart olduğunu söylemişlerdir.

2013 yılında Şii mezhep önderlerinden biri radyodan halka şöyle seslendi: “Cebrail (a.s) Fatımatuz Zehra’ya babasının vefatından sonra vahiy getiriyor ve ona birçok mesele naklediyordu.”

Devam edelim: Rasulullah (a.s)’ın tenasül uzvunun cehenneme girip azap göreceğini iddia ediyorlar. (Haşa) Niçin mi? Çünkü Hz. Aişe ile evlenmiştir. Kur’an-ı Kerim’in suçsuzluğunu bildirmesine aykırı olarak Hz. Aişe’nin zina ettiğini savunuyorlar.

Sünnilikten Şiiliğe geçen et- Ticani es Semavi, “Hudeybiye’de bulunan 1500 kişiden 15’ i hariç münafıktır” cehennemliklere hitab eden Zuhruf Suresi’nin 78. ayetinde Sahabenin kastedildiğini, Taha Suresi’nin 85. Ayetini okuyarak orada adı geçen Samiri’nin İsrailoğullarını yoldan çıkardığı gibi Hz. Ömer’inde İslam’ı ifsad ettiğini söylüyor.

Kur’an’ın tahrif edildiği, kayıp imamlarının elinde Fatıma Mushafı adında bir Mushaf olduğu, yine ezanın lafzına “Ali’nin Allah’ın velisi olduğuna şehadet ederim” sözünün eklenmesi hezeyanları vs.

Şiilerin itikadi hasletlerinden (!) biri de “Takiyye” dir. Şii hadis ve fıkıh geleneğinde takiyye dinin olmazsa olmaz öğretilerinden kabul edilir. Daha çok Ehl-i Sünnet’e karşı yapılan bu uygulamanın güncel örneklerinden biri İran Cumhurbaşkanı Ahmedi Nejat’ın 2008 yılındaki Türkiye’ yi ziyaretinde Sultan Ahmed Camii’nde kıldığı Cuma Namazı’dır.

HALLERİ:
İran’ın eskiden beri bir projesi var; İran’dan başlayarak Irak, Suriye ve Lübnan’ı içerisine alan bir imparatorluk kurmak. Saddam Hüseyin bu imparatorluğun kurulmasına engel olan bir setti. Ona komplo kurdular ve öldürdüler.

Şii veya Humeyni Devrimi bu projenin zirvesini teşkil etmektedir. Bu devrimin İslami bir kaygı veya gaye ile yapılmadığını tarih ve itikadlarına bakarak rahatlıkla anlayabiliyoruz. Şah’ın devrini tamamlamış olması, Amerika’nın onu gözden çıkarması ve en önemlisi Musaddık’ın toprak reformu bu darbenin zeminini hazırlamış ve asıl sebebini teşkil etmiştir. Mollaların devletin bütün yer altı ve yer üstü kaynaklarından aldıkları beşte bir oranındaki “humus” bu reformla ellerinden gidiyordu. Ayrıca Şiiler bu meseleye çok ağır hükümler de ilave etmişlerdi; “Humus vermeyenin ebedi cehennemde kalacağını iddia edip malından humus çıkarılmayan bir şahsın evinde namaz kılmayı ve sofrasına oturmayı yasaklamışlardır. Aynı şekilde Şii fakihler gaib imamın hakkı olan bu beşte birlik kazancın imamı temsil eden müçtehid ve fakihlere teslim edilmesinin vücubuna fetva vermişlerdi.

Devrimin dıştan itmeli mimarı Humeyni, gelenek kabuğuna çekilmiş Şiiliğe yeni bir ivme kazandırmış, bu vesileyle Yakın doğuyu kasıp kavurmuştu. Humeyni Şiiliği siyaset üzerinden ikmal ederken, Ali Şeriati de sol üzerinden ideolojik kalıba dökmüştür. Ali Şeriati ve Humeyni Şah İsmail’den sonra Şiiliği yeniden ideolojik hale getirmiş ve siyasallaştırmıştır. Bu softaya en uygun sıfatlardan birisi “Sarıklı Nasır”dır. Her ikisinin de yöntemi kışkırtma üzerine kuruludur. “Mecusilerin Dönemi Geldi” kitabının yazarı M. Surur Zeynelabidin Humeyni’yi Nasır’ın dindar nüshası olarak tanımlar. Kendi dininin dindarı olan bu zatın itikadi görüşlerini serdettiği “Keşfu’l Esrar” adlı kitabında “gjjhgkimamların istediklerini helal-haram kılmasıyla alakalı rivayetleri, şayet Hz. Ali’nin imametini bildiren bir ayet inmiş olsaydı Sahabe’nin hiç çekinmeden bu ayeti Kur’an’dan çıkaracaklarına dair Sahabe’ye yönelttiği ithamlar’ Şia, Humeyni ve İslam Devrimi’nin (!) hüviyetini ortaya koymaktadır.

sia3

Prof. Dr. Sönmez KUTLU bir konferansında şunları söylemektedir: “Şiiler geçmişte yaşadıkları sıkıntıların intikamını önümüzdeki yıllarda alacaklardır. Bağdat’ın düşüşü Şiiliğin yükselişi anlamına gelmektedir. Şu anda bir asistan arkadaşa İran’da, Şiiliği çalıştırıyorum. Hala mollalar arasında, sokaklarda, insanların bir dilenciye bir şey verdikleri zaman dua olarak ‘lanet ber Aişe, Ömer, Ebubekir’ gibi sözlerle düşmanlık nefreti körüklemeye devam ettiklerini söyledi.”

İran’ın günümüzdeki itikadi-siyasi projelerine baktığımızda tamamen Sünni bir oluşumun vücuda geleceği endişesiyle hareket ettiğini görürüz. Taliban hükumetinin düşürülmesi için ABD ile yardımlaşması, Irak’ta Şia’ya bağlı güçlerini sağlama almak için yine ittifak kurmaları, inançlarına aykırı olmasına rağmen Musa es- Sadr’ın Nusayriler hakkında Şia taifesine mensup Müslüman oldukları fetvasını vermesi, Lübnan’a hakim olmak ve Suriye’de Nusayri rejime karşı halk ayaklanması olursa bu yönetime destek vermek amacıyla kurulmuş bir grup olan Hizbullah’ın güya İsrail’e karşı savaşıyor görüntüsüyle Müslümanların sempatisini devşirme gayretleri, İsrail’in Müslümanlara saldırılarını onun üzerinden meşrulaştırması ve böylece birbirlerinin varlığından sebeb-i vücud eylemeleri Şii yayılmacılığının ve Sünni düşmanlığının çeşitli taktik manevralarıdır.

İrangate skandalı sırasında İran’a gelen üst düzey yetkililer bu ülkeyi ve zımni olrak mollaları, Yahudileri salimen Babil esaretinden yeniden Arz-ı Mev’ud’a sevk eden Cyrus’un torunları olarak selamlamışlardır… Batı’nın derin belleğinde İran, Yahudileri sürgünden kurtaran ülkedir. İsrail’in potansiyel müttefiklerinden birisidir. Eski dost düşman olmaz derler.

Türkiye Ca’feri Cemaati lideri, Diyanet İşleri Başkanlığının 160 kadrolu Ca’feri imam alacağına dair kararı hakkında, 16.12.2008 Salı günü Habertürk Televizyonu’na telefonla bağlanarak yaptığı konuşmayı şu cümleyle sonlandırmış olması düşündürücüdür:

-Muaviye’nin yağlı sofrasına konmayacağız. (Ebu Hureyre’ye (r.a) göndermede bulunuyor.)

Türkiye’nin öncülüğünde İstanbul’da yapılan Kudüs Zirvesi’ne yine takiyye icabı katılan İran, heyetleri ülkelerine döner dönmez içlerindeki ufuneti Hameney’in başdanışmanı ağzından hemen kustular:

-Bu Filistin topraklarını ve Kudüs’ü bölme anlamına geliyor. (Nasıl anlarsanız!)

AKIBETLERİ:
İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.a), bir hac mevsiminde Muhammed Bakır’ı (rh.a) ziyaret eder. Aralarında geçen konuşmayı İmam-ı Azam şöyle anlatır: “Ebu Bekir ve Ömer (r. anhuma) hakkında ne dersin dedim?”

- “Allah Ebu Bekr’e de Ömer’e de rahmet eylesin” diye karşılık verdi.

- “( Size bağlı olduğunu söyleyenler ) Irak’ta bizim yanımızda sizin Ebu Bekir ve Ömer’den teberi ettiğinizi söylüyorlar.” dedim. Şöyle dedi:

- “ Maazallah! Kabe’nin Rabbine yemin olsun ki yalan söylemişler. Ali’nin (r.a) öz kızını Ömer b. el- Hattab’la evlendirdiğini bilmiyor musun?”

- “Onlara hitaben bir mektup yazıp, bu yalandan teberi etseniz” dedim. Şöyle mukabele etti:

- “Onlar mektuplarla söz dinlemiyor.”

Ahmed b. Hanbel (rh.a), arkadaşı el- Meymuni’ye şöyle nasihat etmiştir: “Ey Ebu’l Hasen! Rasulullah’ın ashabından herhangi birini kötülükle anan birini gördüğünde onun Müslümanlığından şüphe et!”

Bizzat Hz. Ali’nin (r.a) Sıffin’de öldürülenler hakkındaki görüşü sorulduğunda: “Bizim de onların da ölüleri cennettedir. Akıbet iş gelir bana ve Muaviye’ye dayanır.” der.

İmam Malik (rh.a) şöyle der: “Bunlar öyle topluluklardır ki aslında Rasulullah’ı (a.s) sebbetmek istemişler, bu mümkün olmayınca, ‘O kötü biridir, iyi olsaydı arkadaşları da iyi olurdu’ densin diye sahabesine sövmüşlerdir.

Küfredenlere: Siz, mutlaka mağlub olacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü döşektir. De. (Ali İmran-12-)

 

Yararlanılan Kaynaklar:    

RIHLE DERGİSİ : YIL:5, SAYI 18 - 2014

NECİP FAZIL KISAKÜREK : DOĞRU YOLUN SAPIK KOLLARI

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi