İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
“Biz kediye kedi deriz.” 2010 yılında dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ağzından dökülen bu atasözü siyasi bir kriz olarak zamanında yaşandı ve güzel yurdumda yaşanan benzer binlerce kriz gibi tarihin tozlu raflarına kaldırılarak beşer hafızalarından silindi. Kriz ne ile ilgiliydi şimdi hatırlamıyorum ama söz hafızamda yer etti. Amiyane tabiri ile doğruyu eğip bükmeden olduğu gibi söyleme, doğruyu olduğu gibi kabul etme anlamı taşıyan atasözünün geçmişi 17. yüzyıla dayanıyor. O dönemde Nicolas Boileau isimli şair ve eleştirmen, bir şiirinde: "J'appelle un chat un chat, et Rolet un fripon", yani: "Ben kediye kedi, Rolet'e düzenbaz derim." diyordu. Rolet o dönemde yaşamış ve kendisine; 'lanetli ruh' lakabı takılmış ve birçok Fransız'ın da derin nefretini kazanmış bir savcıdır. Bu sözü haber kanallarının altında son dakika olarak geçen yazıda ilk gördüğümde kendi kendime: “Kediye kedi denir elbette, başka ne denebilir ki?” diye sormadan edememiştim. Gözle görülebilen, inkar edilemeyecek derecede ayan beyan açık olan gerçeği kabul tavrından farklı bir tavrı kim gösterebilir, kim o kadar kör olabilir veya kim karşısındakini o kadar aptal yerine koyabilir diye düşünmüştüm. Mesela sıcak bir yaz gününün öğle saatinde, bulutsuz bir gökyüzünde, güneş tüm hararetiyle en tepedeyken; “Bugün güneş de çok yakıcı!” deseniz ve yanınızdaki gözlerini kısarak gökyüzüne baktığında gördüğü şeye “güneş” ten başka ne diyebilir? Veya bir akşam vaktinde sokak lambalarının aydınlattığı, pencerelerinden ışığın süzüldüğü binalar arasında sokakta yürürken birden tüm lambalar söndüğünde ve etraf zifiri karanlık olduğunda: “Elektrikler kesildi.” dediğinizde sizinle yürüyen kişi bu söze alternatif ne diyebilir?..
Ancak geldiğimiz noktada, zamanında kendime sorduğum ve yok canımlı örneklerle olamayacağı kanaatine vardığım bu soruya etrafımızda yaşanan olaylar öğretti ki kediye bir sürü şey söylenebiliyormuş da bir tek kedi denilemiyormuş. Zira kediye kedi demek asgari insanlık tavrından çıkıp ancak erdemlilerin yapabildiği bir meziyet haline gelmiş. Konuşulan kişinin ne kadar iyi birisi olduğunu anlattığı konuşmasında sıraladığı özellikler, “İnsanı insan yapan asgari vasıflar” olmanın maverasında meziyetler haline gelmiş artık. Dürüstlük, güvenilirlik, doğru sözlülük… Bu özellikler müslüman dahi olsa öyle herkeste olan özellikler arasında değildir. Ahir zamanda yaşanmaktadır ve harp meydanı gibi bir zaman ve mekan sarmalında hayat sürmekte görür kişi kendini... Bu özellikler zarar verir ve bu zararlara katlanılmaması gerekir. Keyfi bozulmasın diye yalan söylenmeli, insanlar kandırılmalı, münafık meşrep olmalı ki ağız tadı kaçamasın...
Zamanında yaptığınız haklı itirazları itaatsizlik, davaya ihanet ve hatta vatan hainliğine kadar götüren insancıklar söz konusu kendi ali menfaatleri olduğunda dokunulmaz, söz söylenmez, hatta önce besmele çekerek anılan makamlara en galiz küfürleri edebiliyor. Dostluk ve düşmanlık nispet ayarları şaşmış teyze adamlardan (tabir Reis Servet Turgut’a aittir) müteşekkil topluma evrilen cemiyetimizde kedi, kediden başka her şeydir artık. Kediye alerjisi olsa ve hapşırmaktan canı çıksa umurunda olmaz. Kedi küçük ve keskin tırnaklarıyla her yerini tırnaklasa da önemli değil. Kediye kedi demek aynı zamanda birçok şeyi de kabul etmek anlamına geliyor ki bu büyük sıkıntı... Bu sıkıntılara katlanmak yerine kediye kedi dememek gibi şahane ve kendi gibi teyze adamların çoğunluğu oluşturduğu cemiyetçe geçerli bir çıkar yol vardır ve bu yoldan hemen çıkılıverilir.
Mesela mahalli seçimler vesilesiyle bizim çevremizde biz gibi görünüp, biz gibi düşünüp, “Biz” kavramına hizmet etmesi gerektiğini düşündüğümüz kişilere hangi partiye oy verdikleri sorulduğunda kimliği, inançları, gelenekleri ve değerleri göz önüne alındığında a ittifakına oy verdim diyemeyen veya dememesi gereken vatandaşımız b ittifakına oy vermeme sebeplerini içi yana yana anlatıverir:
Farklı kişilerin farklı gerekçelerini ve kendince haklı olduğunu sandığı sebeplerini alt alta yazdığımızda hayli uzun olacak bu listeden bir çırpıda akılda kalanların birkaçını yazdık. Liste bu ve benzeri sebeplerle uzadıkça uzayacaktır onun için burada bırakalım, zira mevzumuz bu değil.
Bu sebeplerde haklılık payı vardır veya yoktur tartışmasına girmeden vatandaşımıza sorduğumuz; “peki öyle diyorsun da oy verdiğin adamların ne olduğunu benden daha iyi biliyorsun.” dediğimizde projektör tutulmuş tavşan gibi kala kalan vatandaşımız başlıyor kıvranmaya. Adım adım kedinin kedi olduğunu izaha başlıyoruz. Sıralaması kişiye göre değişse de diyalog şu şekilde gelişiyor;
Kediyi vatandaş nazarında kedi olarak tanıtacak ne varsa soru cevap şeklinde benzer diyaloglarla anlatmaya başlıyoruz ve artık kediye kedi diyememe faslı başlıyor bu saatten sonra. Mutabık kalınan özelliklerin başka hangi mahlukatta olduğu hayvanlar aleminden bilgi ve kanıtlar getirilerek tersinden ikna faslına geçiliyor. Kediye kedi diyemeyeceği baştan belli olan kişi, akşama kadar konuşsanız, size dağarcığı çapında bir sürü şey söyler, söyletmeye de çalışır da bir türlü kedi demez, diyemez. Zira kedi dese yediği haltın suçluluğu ve vicdan azabından bırakın yanımıza gelmeyi kimlik edindiği çevreden de soyutlanmış olacağından başlar bocalamaya. Bu özelliklerin farelerde de olabildiği, o sebepten genellemelerin her zaman geçerli olmadığı, en nihayetinde hayvanın ne olduğunun bir önemi olmadığı kendi vicdanında yerleşmemiş insanlar tarafından tersinden ikna çabasına maruz kalıyorsunuz. Bunu hak-batıl savaşı olarak görmenin gereksizliği, şahısların partilerden önemli olduğundan; şahısların kafa yapılarına uyan partilerde üyeliklerinin bulunduğunu unutarak anlatmaya başlıyor. Yani onun görüşüne göre bir insan terör örgütünün uzantısı bir partide olarak aynı zamanda da özünde Türk milliyetçisi olabiliyor. Ya da siyasi hayatına yıllarca dinsizliği tescillenmiş bir partide devam eden kişi özünde dindar olabiliyormuş. Hadi ordan dediğinizi duyar gibiyim ama emin olun bunu sayısı hiç de az olmayacak kadar çok insandan duydum. Garip olan, bu insanların birbirini tanıma ihtimalleri olmadan yani mütevatiren aynı yerden beslenmiş ve öğretilmişçesine aynı kelimeleri kullanarak bunları söylemesi ve daha da garibi buna inanması.
Kediye kedi deyip cemiyet meydanına atılanımız da yok değildir. Eser miktarda olan bu babayiğitler ciğerlerimizi soğutur ancak koca küfür meydanında yalnız başına kalakalır. “Canım şimdi ne gerek vardı” dan, “Şimdi zamanı mıydı?” ya kadar sıraladığımız lafları da boynuna takarak timsahların önüne atıveriyoruz hemen bu babayiğitleri. Çatallı dilleriyle bir kenarda bekleyen küfür meydanlılar, sahipsiz ve hatta kendi cenahından bile eleştirildiğini gördüğü avına bütün zehriyle hücum eder ve ibret-i alem vesikası da olacak şekilde linç ediverir. Size ait değerlerle sizi vurmaya çalışır. Kedi kuduzdur ve artık dönüşü olmayan bir evrede itlaf edilmesi gerekirken, “merhamet”, “kutsal yaşam hakkı” nutuklarıyla bir anda “cani”, “vahşi” olup bir kenara atılıveriyorsunuz çünkü kuduz size zarar verirken onları mutlu edecektir. Mesela bahçenize hücum eden zararlı ve zehirli otları temizlemek için işe koyulduğunuzda “çevre katliamı” yapan “doğa düşmanı” ilan ediliveriyorsunuz çünkü sizin bahçeniz ve ürünleriniz zarar görürken bahçeniz onların beğendiği bir bahçe haline gelmektedir.
“Biz” ve “onlar” kavramlarının dünya var oldu olalı olageldiği ve kıyamete dek olagideceği şuuruna erdiğimiz gün bir şeyler değişecektir eminim. İlahi bir ihtar olarak onlara benzemeden bizi sevme ihtimali olmayan zümrelere yaranıp onlar tarafından sevilme çabasını bir kenara bırakmadan iflah olamayacağımız açıktır. Ayrılık çıkarmamak, kutuplaşmamak gibi klişelerle birleme çabasındaki insanlar gidenin hep bizden gittiğini, giderek onlara benzediğimizi ne zaman fark edecek?
Canım ülkemde gözlemleyebildiğim kadarıyla bizim dediğimiz insanlarda karşı tarafın gösterdiği “cesaret” tavrının zekatı nispetinde olsun bir cevvallik bulunmaması büyük problem. Her ortam ve müsaitte veya müsaitsizliğinde inandığı saçmalık kazuratını ulu orta sergilemeye çekinmeyen hatta bunu yaparken tavırlarıyla seni ezmeye çalışan kişilere karşılık, hak olduğu inananlarca açık ve net bir durumu bile bu insancıkların yanında söylemeye çekinen kitlelerimiz. Üstadımızın Sakarya Türküsü’nü yazmasının üzerinden geçen onca yıla rağmen ve görev başına büyük oranlarda oy oranları ile ve büyük umutlarla getirilen hükümetlere rağmen maalesef Anadolu insanının makus talihi bir türlü değişmedi. Hala öz vatanında garip ve hala öz vatanında paryayız. Korkak ve pısırık yaşayan kitlelerimiz kediye kedi dedikten sonra gereğini yapmadıkça böyle gelen ne varsa emin olun böyle gidecektir vesselam…